• Sonuç bulunamadı

1. DEĞİŞEN GÜVENLİK KONSEPTİ VE KOPENHAG OKULU

1.3. Kopenhag Okulu’nun Güvenlikleştirme Teorisi

1.3.3. Güvenlikleştirme Yaklaşımına Yöneltilen Temel Eleştiriler

1.3.3.2. Güvenlikleştirme Sürecinde Rejim Sorunsalı

Teoriye yönelik diğer bir eleştiri, Knudsen’in (2001: 359) “Güvenlikleştirme teorisiyle ortaya atılan fikir Soğuk Savaş sonrası dönemin değil Soğuk Savaş yıllarının güvenlik anlayışına daha uygundur.” eleştirisidir. Çünkü o dönemin güvenlik değişkenleri, sonraki döneme nazaran çok daha spesifik ve sınırları belirgindir. Çalışmanın ilk bölümünde de detaylandırıldığı üzere günümüzde güvenliği etkileyen parametreler çok daha belirsiz, değişken ve girifttir. Artık güvenlik alanında sadece askeri terminoloji baskın değildir. Güvenlikleştirme yaklaşımı daha geliştirilmeden önce değişim rüzgârı başlamış, devletlerin parlamentolarında güvenliğe yönelik tutum değişiklikleri ortaya çıkmıştır. Bu noktada Knudsen, güvenlikleştirme yaklaşımının çoğunlukla parlamenter demokrasilerin güvenlik tutumu belirleme yöntemlerine ilişkin olduğu yönünde eleştiriler getirmiştir. Ayrıca Knudsen, güvenlik politikalarının parlamenter demokraside oluşturulması sebebiyle, Kopenhag Okulu tarafından ortaya atılan ve güvenlikleştirme sürecini tetikleyen tehditlere yönelik “aciliyet” (urgency) kavramının, “acil” statüsü sebebiyle esasen demokrasiye bir meydan okuma vasfında olduğunu değerlendirmektedir. Çünkü acil durumlarda normal karar alma mekanizmalarının birçoğunun devre dışı kalmasıyla birlikte demokratik yöntemlerden vazgeçme refleksiyle hareket edilebilecektir. Bu noktada Knudsen’in eleştirisi de Waever’in, demokrasinin temel mekanizmalarını yok sayarak aciliyet iddiasında bulunulduğu an sürecin başladığını varsaymasına yöneliktir (Knudsen, 2001: 360). Dolayısıyla güvenliğe yönelik gündemin belirlenmesi ve acil tedbirler

47

gerektiren tehditlerin tespit edilmesi sürecinde, demokratik rejimler temel alınırsa Kopenhag Okulu’nun varsayımı; demokratik olmayan rejimler temel alınırsa Knudsen’in eleştirileri sorunlu hale gelmektedir. Aradau (2004: 389) ise, Kopenhag Okulu’nun güvenlikleştirme yaklaşımını bir tehdit algısının oluşarak dile getirildiği tüm farklı rejimler için analitik açıdan faydalı gördüğünü belirtmektedir. Fakat güvenlikleştirme teorisi asıl olarak liberal ve demokratik toplumlar temelinde ayrıntılandırılmaktadır (Aradau, 2004: 392). Tehdit kavramının içerisinde barındırdığı istisnailik ve bunun gerektirdiği hız, bürokrasinin ve hiyerarşinin hâkim olduğu ve yargı denetiminin esas alındığı demokratik sistemler üzerinde negatif yönde etkiler yaratacaktır.

Aradau da Knudsen gibi Kopenhag Okulu tarafından geliştirilen güvenlikleştirme yaklaşımının parlamenter demokrasi ile yönetilen rejimlerin karar alma süreçlerini açıklama açısından sorunlu olduğunu belirtmektedir. Güvenlikleştirici aktör tarafından gerçekleştirilen söz ediminin alımlayıcı kitle tarafından kabul edilerek konunun demokratik mekanizmalar içerisinde ele alınması liberal-demokratik rejimler açısından sorun teşkil etmezken; tehdit ve dolayısıyla ortaya çıkan “aciliyet” psikolojisi, olağanüstü prosedür ve önlem gereksiniminden dolayı demokratik rejimler açısından bir sorun içermektedir (Aradau, 2004: 392).

Bu noktada önemli bir çelişki de gündeme gelebilecektir. Demokratik görünümlü olup aslında otoriter yönetilen ülkelerde medya ve iletişim kanalları çok çeşitli gibi düşünülse de aksine bu aygıtların tek bir akıl ve merkezden yönetilme ihtimali mevcuttur. Dolayısıyla bu süreçte “niyet” önem arz etmektedir. Bunun yanında medya kanallarının ticari refleksleri, reyting kaygıları da fikrin hedef kitleye ulaştırılması öncesindeki tercihlere etki etmektedir. Ancak demokratik ülkelerde tüm otoriter eğilimleri frenleyerek dengeleyecek güçlü bir sivil toplum bulunmaktadır. Demokratik olmayan tercihlerin aşması gereken ve sivil toplum ile muhaliflerden oluşan bu duvarın, güvenlikleştirmenin süreç ve sonuçlarını doğrudan etkileyeceği değerlendirilmektedir.

Stritzel de güvenlikleştirme sürecinin dinamiklerine ilişkin eleştirilerde bulunmuştur. Ona göre (2007), hangi aktörün güvenlikleştirici aktör olabileceğine, alımlayıcı kitlenin nezaman ve ne maksatla “ilgili” kitle olarak değerlendirildiğine, birden fazla kitle varsa bunun hangi anlama geldiğine, güvenlikleştirmenin başarılı olabilmesi için şart olan kitlenin iknası konusunda da hangi durumlarda ve nasıl alımlayıcı kitlenin tam anlamıyla

48

ikna edilmiş olduğuna yönelik belirsizlik ve eksiklikler bulunmaktadır. Benzer durum, zorlama ve baskı yoluyla oluşan iknanın aksine gönüllü kabulü ima eden iddiaların özneler arası yapılandırılan bir husus olarak nitelendirilmesi konusunda da geçerlidir. Burada sorulması gereken kritik sorular şunlardır: “Güvenlikleştirici aktörün bir diktatör olması durumunda ne olacaktır? Konuşmacı ile dinleyici modeli, demokratik olmayan toplumlar için de uygun bir model midir? İletişim süreci demokratik toplumlarınkine benzer şekilde mi işlemektedir?” (Stritzel, 2007: 363).

Kaliber (2005) ise Kopenhag Okulu tarafından iddia edilen, “alımlayıcı kitlenin güvenlikleştirmeyi kabulü” hususuna değinerek bu süreçte güvenlikleştirmenin tüm şartlarıyla gerçekleştiğini düşünebilmek için, bahsi geçen “kitlenin” açık olarak onay verdiğini ifade etmesi gerekip gerekmediği” konusuna Okul tarafından tam bir açıklık getirilemediğini belirtmektedir. Ayrıca Kaliber; bazı sorunların “aktörler tarafından yasal ve politik mekanizmalar harekete geçirilerek ve halk kitlelerinin sessiz kalması sağlanarak da” güvenlikleştirilebileceğini iddia ederek, güvenlikleştirme sürecinde anti-demokratik unsurlara vurgu yapmış ve bir bakıma Stritzel’in sorularına da cevap vermeye çalışmıştır. Bu kapsamda Kaliber’in konuya ilişkin aşağıdaki açıklamaları oldukça önemlidir: “Güvenlikleştirme uygulamaları, çoğunlukla politik tartışma ve eleştirilere izin vermediği ve meşruiyet bölgesinin sınırlarının belirlenmesini sorumluların tekeline bıraktığı için güvenlikleştirici aktör ve elitlerin mevcut iktidar ilişkileri içindeki imtiyazlı pozisyonlarını güçlendirerek sürdürebilmelerine imkân vermektedir.” Bu sebeple denetim ve kontrolü, gücü ve ayrıcalıklı konumu sürdürme enstrümanı olarak güvenlikleştirme, belirli bir politik alanda iktidar/baskı ilişkilerinin devamına yöneliktir. Dolayısıyla toplum-devlet ilişkilerinin hiyerarşik ve/veya otoriter özelliklere sahip olduğu ülkelerde güvenlikleştirme uygulamaları mevcut oluşumun yeniden yapılandırıldığı süreçlerden bağımsız düşünülemez (Kaliber, 2005: 38).

Kopenhag Okulu’nun güvenlikleştirme yaklaşımının tüm eksiklikleri ve belirsizlikleri ile birlikte açık olarak söylenebilir ki Okul, güvenlikleştirme süreci açısından demokratik sistem ve politikaları temel almaktadır. Çünkü güvenlikleştirmenin başarılı olabilmesi için alımlayıcı kitlenin ikna olması konusu sadece demokratik sistemlerde manalı olabilecektir. Aynı zamanda, Okul’a göre güvenlikleştirilmiş bir meselenin, bu alanın dışındaki siyasal bölgeye geri alınması anlamına gelen “güvenlik dışılaştırılması” gerekmektedir. Böyle bir

49

tutum ise yalnızca demokratik sistemler için bir anlam ifade etmektedir. Demokratik rejimler ile kastedilen olgu, politik süreçlere halkın doğrudan veya dolaylı katılımı ile tüm farklılıklara saygı duyma temelinde şekillenmektedir. Önceki kısımda da anlatıldığı üzere, referans nesnesinin devlet olduğu durumlarda aktör, güvenlikleştirmeyi ulusal kimliklerin yeniden inşasında araçsallaştırmaktadır. Dolayısıyla bir ülkede demokratik kültür yerleşik hale gelmedikçe bir meselenin güvenlik gündeminden çıkarılması pek mümkün olmayacaktır. Şu konunun da vurgulanmasında fayda vardır ki, demokrasi kültürünün ön planda olduğu ülkelerde kamuoyunu yönlendiren aktör ve elitler; toplumun geleceğini etkileyecek olan hususlara ilişkin karar almadan önce konuya ilişkin kamuoyu oluşturmayı tercih etmektedirler ve bir başka ifade ile zaten buna mecburdurlar. Demokratik rejimin benimsenemediği ve demokrasi kültürünün yerleştirilemediği toplumlarda ise tam tersine kamuoyu oluşturma uygulaması, gerekirse karar alındıktan sonra gerçekleştirilmekte ve toplum bu yönde oryante edilmektedir. Unutulmamalıdır ki, güvenlik konusunun olağan dışılığı bu olguyu mevcut süreçler açısından da farklılaştırmaktadır.