• Sonuç bulunamadı

2. BÜTÜNCÜL YAPIDAKİ GÜVENLİKLEŞTİRME SÜRECİ MODELİ

2.1. Güvenlikleştirme Süreci ve Temel Unsurları

2.1.1. Güvenlikleştirme Sürecinde Analiz Düzeyleri

Uluslararası ilişkiler mecrasında bir konu araştırılırken sistematik analiz yapılabilmesi maksadıyla olayın tasnif edileceği değişik yollar vardır. Tüm bilimsel alanlarda olduğu gibi sosyal bilimlerde de analist; parçaya, bütüne, bileşenlere ya da tüm sisteme odaklanmayı tercih edebilecektir. Bu hususta anafikir ise incelenen olayın en doğru, bütün ve bozulmamış resminin ortaya konulmasıdır. Aynı zamanda incelenen alanın nesnel gerçeklik ve gözlemcinin ampirik referansları ile de uyumlu olması gerekmektedir. Kopenhag Okulu tarafından güvenlikleştirme teorisinin ortaya atıldığı dönem ve sonrasında uluslararası sistemde yaşanan gelişmeler, eklenen yeni aktörler, gelişen teknoloji ile birlikte değişen araç ve yöntemler uluslararası sistemin karmaşık, bütüncül ve çok boyutlu yapısını analizi zor bir hale dönüştürmüştür. Bu sebeple teorinin güçlendirilebilmesi için okulun analiz düzeyleri ile ilgili temel varsayımlarının da gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Analiz seviyesinin belirlenmesinde insan, ulus ve devletler arasındaki farklılıkları görmezden gelerek ya da bunların gözlemlenmesinin imkânsızlığını ortaya koyarak tüm uluslararası sistemin homojen nitelikteki birimlerden oluştuğunu varsaymak ortaya yanlış sonuçlar çıkaracaktır. Kopenhag Okulu’na göre “Mikro düzeyde insan ve gruplar, nadir

olarak kendi haklarına yönelik güvenlik meşruiyeti oluşturabileceklerdir. Ayrıca bu gruplar kendi güvenlikleri konusunda konuşsalar da çok az bir dinleyici kitlesi bulabileceklerdir. Bunun yanında sistem düzeyinde de birtakım meşruiyet problemleri yaşanacaktır. Söz gelimi tüm insanlığı referans nesnesi olarak yapılandırma girişimi geniş kitleleri kapsamasından dolayı daha büyük bir çaba gerektirecektir. Dolayısıyla uluslararası ilişkilerde analiz düzeyleri, devlet merkezli düşünceyi güçlendirme

59

eğilimindedir”. Ayrıca Okul’a göre “Bugüne kadar referans nesnesi yapılandırılırken genel olarak orta düzey güvenlikleştirme çabalarının nispeten daha başarılı, kalıcı ve sağlam olduğu gözlenmiştir. Sebebi ise devletlerin diğer üst düzey analiz birimleri ile girdikleri mücadelelerin sonucunda kendi içerisindeki unsurların ‘biz’ hissinin güçlenmesidir” (Waever, 1998: 37).

Kopenhag Okulu güvenlikleştirme sürecinde, orta düzey toplulukların her zaman sistem düzeyine nazaran daha avantajlı olacaklarını belirtmiş, devlet ile güvenlik arasındaki sıkı geleneksel bağın mutlak kabulü anlayışını da reddetmiştir. Bu duruş topyekün bir reddediş değildir. Okul’a göre güvenlik, rekabet halindeki aktörlerin mecrasıdır. “Devlet” bu alanda öncelikli ve ayrıcalıklı, geleneksel bir konuma sahiptir. Kopenhag Okulu’na göre güvenlik, sadece devlet ile ilgili bir olgu değildir. Ancak devlet, ideal bir güvenlik aktörüdür (Waever, 1998: 37).

Güvenlikleştirme yaklaşımı açısından analiz düzeyi seçiminde devlet merkezli tutumun bazı sakıncaları bulunmaktadır. Öncelikle ulus perspektifli bakış açıları, farklılıkları abartma baskısından kaynaklanan bir ilave sorumluluktur. Bu sayede çoğu ulus-devlet, arasındaki farklılıkları sıklıkla vurgularken; gözlemci, daha erdemli olarak algıladığı davranışları kendi ulusuna, kötülük olarak algıladıklarını ise diğerlerine ve özellikle de hâlihazırdaki düşmanlarına atfetme eğilimde olacaktır. Bu etnosentrik4 yaklaşım, Amerika’da 1945’ten itibaren yapılan uluslararası ilişkiler çalışmalarında da görülmektedir. Bu kapsamda dünya yalnızca Amerikan ulusal çıkarları perspektifinden algılanmakta ve karar alma sürecinde Sovyetler Birliği’ne aşırı düzeyde ilgi gösterilmektedir. Bu durum, devlet merkezli modelin kullanılmasında potansiyel bir tehlikedir (Singer, 2006: 10-11).

Analiz düzeyinin devlet merkezli seçimindeki bir diğer sakınca da olgu meselesi ‘phenomenological issue’ ile ilgilidir. Bu kapsamda aktörlerin davranışlarının “nesnel faktörler” açısından mı, yoksa “nesnel faktör algılamaları” açısından mı incelendiği hususu önem arz etmektedir (Singer, 2006: 3). Burada iki farklı görüş mevcuttur: Birincisi, insan ve gruplar, fiziki çevre şartlarına, diğer insan ve grup davranışlarına veya gücüne benzer, nesnel ve gerçek uyarıcılara yarı deterministik şekilde cevap vermektedir. Karşıt bir görüşe

4 Etnosentrizm ya da Etnik merkezcilik; bir aşirete, kabileye, boya ve benzeri etnik gruba bağlılık ile tarif edilen, bir

kimsenin kendi kültürünü temel olarak alması ve diğer kültürleri kendi kültürü açısından değerlendirmesi ile tarif edilen duygu.

60

göre ise, insan ve gruplar nesnel uyaranlardan etkilenmezler, tek gerçeklik olaysaldır ‘phenomenal’; yani insan duyu organları ile algılar ve aktörler için algılanmayan faktörler yok hükmündedir. Ulus veya devlet kurumsal bazda hareket eden bir grup olarak görülerek, bu durumda insanın davranış kalıplarına odaklanılmaktadır. Yani insanlar hayal etme, ümit etme, tecrübe etme gibi yeteneklere sahipken kurumsal soyutlamalar bu tür yeteneklere sahip değildir (Singer, 2006: 15-16). Eğer incelenen aktör olaysal alana sahip değilse meseleleri anlamlandırabilmek oldukça güç olacaktır. Sonuç olarak uluslararası ilişkilerde daha doyurucu tanımlamalar ile zengin açıklamaların ve aynı zamanda başarılı bir güvenlikleştirme süreci analizi açısından alt sistemlere, insan ve gruplara odaklanıldığı değerlendirilmektedir.

Bahsedilen bu bakış açısının yanı sıra, çalışmada küreselleşme sonrası güvenlik alanında ortaya çıkan gelişmelerin anlatıldığı bölümlerde de irdelendiği üzere; bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan olağanüstü gelişmeler ulaştırma ve iletişim maliyetlerini de önemsizleştirmiş, böylelikle dünya ülkelerinin birbirleriyle çok yönlü bütünleşmesi kolaylaşmış, insan hakları ve özgürlükler gibi kavramlar temelinde insanın uluslararası sistemdeki etkisi eskiye nazaran artmıştır. Bu kapsamda demokrasi kavramının bile yeniden tanımlanma ve yapılandırılma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Küreselleşme ile birlikte klasik anlamda devlet merkezli güvenlik anlayışına ilaveten insan güvenliği kavramı ve insandan uluslararası sisteme kadar bütüncül bir yapı gündeme gelmeye başlamıştır. Dünyanın bir bölgesinde yaşanan bir olayın anlık yayılış hızı, küreselleşme, teknolojik gelişme ve bütünleşmenin doğrudan sonucudur.

Burada şu tespiti yapmak yanlış olmayacaktır. Günümüzde güvenlikleştirme ve güvenlikleştirmelerin çözümlenmesine yönelik faaliyetlerde artık ihmal edilmeyen analiz düzeyi “insandır”. Son yıllarda özellikle internet ve sosyal medyanın kullanımı ile birlikte bu mecrada ulus devletin sınırları ortadan kalkmıştır. Dünyanın yeni iletişim teknolojileri ile küçülmesine yönelik “küresel köy” metaforunu kullanan McLuhan; iletişim araçlarının yalnızca kendinden beklenen hizmetleri sağlamakla kalmadığını, aynı zamanda “insan

üzerinde de etkili olduğunu, onun duyarlılığını toplumda yaşama biçimini hatta değerler sistemini değiştirdiğini ” belirtmiştir (Özkök, 1985: 157). Ünlü İngiliz yazarı Bernard

Shaw’a göre “Bir ulusun kendi topraklarında dünyanın geri kalan kısmının çıkarlarını düşünmeksizin dilediğini yapma hakkına sahip olması fikri artık geçerli değildir” (Shaw, 2009).

61

Bu kapsamda artık güvenlik tartışmalarında insanlar da birer faktördür. Ken Booth tarafından da (1991, 1994, 1995, 1997) tartışıldığı üzere birçok konunun insana olan etkileri görmezden gelinmekteyse de, bütün kategorilerde doğrudan güvenlikleştirilmesi gereken unsur insan olmalıdır. 1980’lerden itibaren “Brandt” ve “Palme Komisyonu” gibi projelerle birlikte güvenlik anlayışı, insan lehine eğilim göstermiştir. Emma Rothschild’e (1995) göre, entelektüel olarak tutarlı veya etik olarak ideal olsun veya olmasın günümüzün gerçek siyasi pratiğini insanın güvenlik kaygılarının giderilmesi teşkil etmektedir.

Sonuç olarak uluslararası sistemde son yıllarda yaşanan gelişmeler ve özellikle küreselleşmenin de etkileriyle iktisadi, siyasi, sosyo-kültürel alanlarda bazı ortak değerler yerel ve ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılmış, sistem bütüncül bir hal almıştır. Bunun doğal sonuçlarından biri olarak da evrensel kültür oluşmuştur. Günümüz güvenlikleştirme çalışmalarında, bu bütünleşmeyi ve evrensel kültürü yok sayarak klasik dönem ulus-devlet parametreleriyle hareket etmek sonuçların anlamlandırılması açısından verimsiz olacaktır. Yine bu değişimin doğal sonucu olarak orta düzey ve hatta sistem düzeyine yönelik etkilerin tohumları artık mikro düzeyde yeşermektedir. Dolayısıyla günümüzde uluslararası kamuoyunu etkilemenin yolu bireylerden geçtiği için güvenlikleştirme çalışmalarında da referans nesnesine yönelik analiz düzeyi “insana” odaklanmaktadır.