• Sonuç bulunamadı

2.1. KONYA İLİ TARİHİ, COĞRAFİ VE KÜLTÜREL YAPISI

2.1.1. Konya’nın Tarihi

Konya, il ile aynı adı taşıyan Konya ovasının batı kısmında, denizden yüksekliği 1000 metre civarı olan arazinin batı kenarına yakın bir kısmında yer alır. Şehirin kimler tarafından ve ne şekilde kurulduğu net olarak bilinmemekle birlikte ilk yerleşme yerinin şehrin ortasında küçük bir yükselti şeklinde olan Alâeddin tepesi olduğu tahmin edilmektedir.

Pek çok medeniyete beşiklik etmiş olan il, M.Ö. 7000’li yılından itibaren yerleşim yeri olma özelliği taşımaktadır. Yazının icadının M.Ö. 3500'lü yıllarda icat edildiği düşünülürse, Konya'nın, tarihi açıdan dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri olduğu söylenebilir. Konya adının ‘’Kutsal Tasvir‘’ anlamındaki ‘’İkon‘’ sözcüğünden geldiği belirtilmektedir. Bu konuda değişik rivayetler bulunmakla birlikte en kabul göreni; eski çağlarda kente bir canavarın musallat olması ve bu canavarı öldüren kişiye şükran ifadesi olarak üzerinde olayı tasvir eden resim bulunan bir anıt yapılarak bu anıta ‘’İkonion‘’ ismi verilmesi gelir. Rivayete göre şehrin adrı yapılan bu anıttan gelmektedir. İkonion adı zaman içerisinde İcconium’a dönüşmüş, Roma medeniyetleri döneminde çeşitli imparatorların adlarından esinlenilerek değişik isimler almıştır (Darkot, 1997: 848).

Eskiçağ kaynaklarında şehrin adı İkonion olarak geçmekle birlikte, Roma Hakimiyetin’de İconiom, Arap kaynaklarında ise Kuniya ifadesine rastlanır. Selçuklular ve Osmanlılar şehre Konya adını vermiştir.

Tarih boyunca önemli kültürlere ev sahipliği yapan ilin geçmişi, neolitik çağdan günümüze kadar uzanmakta olup pek çok medeniyet tarafından yerleşim yeri olarak seçilmiştir. Bu sayede farklı toplumlara ait kültürlerin izlerini taşıyan değişik üretim teknikleri ile yapılmış pek çok sanat eserine de sahip olmuştur. Konya'da Mısırlılardan önce M.Ö.3500’lü yıllarda yerleşik hayata dair ilk mimarî örnekleri ve ilk kutsal yapı izlerine rastlanmaktadır. Hıristiyanlık devrine ait Anadolu'nun en eski yerleşim yerleri ve en eski kiliseleri de bu Konya ilinde bulunmaktadır (T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, agis, 2019).

Konya’da ilk yerleşim yerleri Neolitik Çağa (MÖ.8000-5500) deyin uzanmaktadır. Bunları sırasıyla Kalkolitik Çağ (MÖ.5500-3500), İlk Tunç Çağı (MÖ.3500-2000) yerleşim alanları izlemiştir. Bununla birlikte Konya’da Karahöyük ve Ereğli’de gerçekleştirilen kazı çalışmaları ve araştırmalar, ilde Hitit dönemi zamanında da yerleşik hayatın bulunduğunu kanıtlamaktadır. Yapılan kazı çalışmalarında, Canhasan, Çatalhöyük ve Erbaa’da Neolitik Çağa ait yerleşim alanları, yine Canhasan ve Çatalhöyük’te Kalkolitik Çağa ait yerleşim alanları, son olarak Alaaddin Tepesi ve Karahöyük’te de İlk Tunç Çağına ait yerleşim alanlarının bulunduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu kalıntılardan da anlaşılacağı gibi Konya Anadolu’nun tarihsel açıdan en eski yerleşim alanlarından biri olma özelliğine sahiptir (T. C. Konya Valiliği, agis, 2018).

Konya’nın ilçelerinden Çumra İlçesi’nin doğu yönünde 10 km uzağında yer alan Çatalhöyük’te gerçekleştirilen çalışmalar ve kazılarda yerleşim alanlarına ait 13 adet yapı katı bulunduğu ortaya çıkartılmıştır. Burada yer alan en eski yerleşim katı M.Ö. 5500 yıllarına tarihlendirilmiştir. Bu kazılarda yerleşik hayata ait ilk örnekler ve dini hayata dair ilk kutsal mimari eserlerine ait özgün buluntulara rastlanmıştır. Çatalhöyük’teki kazılarda yerleşimin ve şehirciliğin en önemli dönemine ait bulgular yedinci ve on birinci katlarda ortaya çıkartılmıştır. Bu evler genelde tek katlı bir yapı şeklinde olup, evin girişi damda yer alan bir delikten merdivenle yapılmaktadır. Bu evlerin duvarları boyalı olup üzerlerine resimler çizilmiş haldedir. Evlerin duvarlarında rastlanan resimler, eski çağ insanının duvarlara yapmış olduğu resimler açısından ilk örnekler olma özelliğine sahiptir. Bunlardan başka Çatalhöyük’te yapılan kazılarda, dönemin inanç sistemi ve dini hayatın başlangıcı hakkında temel bilgiler edinmemize olanak sağlayan çok sayıda heykelcik ve figür bulunmuştur. Hititler MÖ. XIII. Y.Y. yörede egemenlik sürmüş, o döneme ait olan Eflatunpınar ve Ereğli’de yer alan kaya kabartmaları da bu günedek varlığını koruyabilmiştir. Hititlerden sonra bölgede Friglerin ve Kimmerlerin egemenliğinin etkileri görülmeye başlanmıştır. MÖ. VII. Y.Y. Lydialıların, MÖ. VI. Y.Y. Perslerin egemenliğinde yönetilen yöre, daha sonraları ise Kapadokya Satraplığının etkisi altında kalmıştır. Büyük İskender’in MÖ.334’te Pers Devletini malup etmesiyle birlikte, bölgede Makedonya Krallığı hüküm süremeye bağlanmıştır. Konya yöresi daha sonraları bir süre Pontus devletinin yönetiminde kalmış, sonrasında Pontus ve

Romalılar arasında el değiştirmiştir. MS. VII. Y.Y. ilk dönemlerinde Sasaniler daha sonrasında da Araplar, kısa süreli olarak bölgede hâkimiyet sürmüştür.

Konya’ya tarih boyunca Hititlilerden, Lidyalılara Pontus Rumlarından Araplara kadar pek çok millet hüküm sürmüştür. 1071 yılında Oğuz boyları, Malazgirt Muharebesi ile Anadolu’ya hâkim olmasının ardından Konya ve çevresini fethedilerek batıya yönelmiştir. 1074’te Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuş devletin başkenti İznik olarak belirlenmişse de Anadolu Selçuklularının I. Haçlı seferinde İznik’i kaybetmesinin ardından merkez Konya olarak değiştirilmiştir. Başkent olmasının ardından Konya, Anadolu Selçuklu devletinin kadim kültürünün de etkisi ile pekçok mimari eserler ile süslenmiş ve dönemin en seçkin kentlerinden biri haline gelmiştir.

İl, Anadolu Selçukluları zamanında kültür ve sanat açısından en zengin dönemine erişmiştir. Zamanın herkesce bilinen bilginlerini, mutasavvıflarını, filozoflarını, şairlerini, musikişinaslarını ve pek çok üstadını bünyesinde barındırmıştır. Başta Mevlaba Celaleddin-i Rumi ve babası Bahaeddin Veled olmak üzere Kadı Burhaneddin, Kadı Sıraceddin, Sadreddin Konevi, Şahabeddin Sühreverdi gibi pek çok İslam alimi ve Muhyiddin Arabî gibi pek çok mutasavvıf bölgede yaşamış ve Konya’ya kattıkları eserler ve etkili kimlikleri ile şehri bir kültür odağı haline getirmişlerdir (T. C. Konya Valiliği, agis, 2018).

Konya’da, 1097 yılından 1308 yılına kadar, 211 yıl boyunca Anadolu Selçuklu Devletinin egemenliği hâkim olmuştır. Selçuklu Devletinin yıkılışıyla beraber ise şehirde Karamanoğulları Beyliğinin hâkimiyeti hüküm sürmüştür. 1465 yılında Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet tarafından Karamanoğulları Beyliğine son verimesinin ardından Konya Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine alınmıştır. Fatih Sultan Mehmet tarafından, 1470 yılında padişahlığı dördüncü eyaleti olarak Karaman eyaletini kurulmuş, merkezide Konya olarak belirlenmiştir. 17. Y.Y. Karaman eyaletinin sınırları genişlemiştir. Tanzimat döneminde de adı değişerek Konya Eyaleti adı verilmiştir.

Konya Kurtluş Savaşı döneminde aktif rol oynamış, Batı Cephesi Karargâhı Akşehir’de kurulmuştur. Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalanmasından sonra Konya, İtalyanlar tarafından kuşatılmış, 20 Mart 1920 tarihinde işgalden tamamen kurtarılmıştır. Konya Cumhuriyet Devrinde de sınırlarını hızla genişleten ve her

manada gelişen, bugüne değin korunan kültür ve tarihi eserleriyle birlikte açık hava müzesi görünümü almış olan bir şehir olmaya devam etmiştir (Odabaşı, 1998: 26).

Konya Tarihi eserleri açısından Türk kültürünün önde gelen kentleri içinde yer almakta olup, uzun süre Selçuklulara başkentlik yapmasının da etkisi ile Türk mimarisinin en güzel eserleri olarak anılan yapılarla süslü bir şehirdir. Bu yönüyle Konya, Selçuklular döneminde “En Muhteşem Türk Şehri” ünvanını almıştır. Bölgede Türk İslâm döneminden önce yapılan eserin birçoğunun günümüze kadar ulaşmadığı bilinmektedir. Konya’da yapılan kazı çalışmaları sonucunda Bizans, Roma ve Hitit döenmine ait kalıntılar elde edilmekle birlikte, bugüne değil gelen âbidelerin hepsi Türklerin hüküm sürdüğü dönemlerde yapılmıştır. Şüphesiz bu eserlerin en önemlisi Konya’nın sembolü haline gelen Mevlânâ Müzesidir. Mimar Bedrettin Tebrizî tarafından yapılan ve bugünkü görüntüsüne Cumhuriyet döneminde kavuşturulan, firuze çinilerle kaplı, 16 dilimden oluşan bu muhteşem türbe, Kubbe-î Hadra “En Yeşil Kubbe” olarak da adlandırılmaktadır (Acartürk,2006: 29).

Sırçalı Medrese, İnce Minerali Medrese, Karatay Medresesi, Sahip Ata Külliyesi, Alaeddin Camisi Selçuklu dönemi eserlerindendir. Konya’da Selçuklu ve Beylikler dönemine ait birçok suyolu, hastane, kervansaray, tekke, köprü, cami, hamam, çeşme ve diğer altyapı kuruluşlarına sahip olan, Konya’da Osmanlı dönemine ait eserlerin en tanınmışı ise Sultan Selim ve Aziziye Camii’leridir.

Konya, Sultan Alaeddin Keykûbat dönemi ve sonrasında, Dünyanın sanat ve ilim merkezi olma özelliği kazanmıştır. “Konya'nın Altın Çağı” diye anlandırabileceğimiz bu dönem 12. Y.Y. ortalarına kadar sürmüştür. Şehrin özelliği kazanmasında Anadolu'nun ortasında “Ana Yurt” olarak yer alması, Anadolu'nun yeni sahiplerinin ve dünyaca tanınan kültür ve ilim âlimlerinin sanat, islam, bilim ve teknik alanlardaki üstün bilgieri ve engin hoşgörüleri sayesinde önemli eserler ve bilgiler bırakmış olması büyük rol oynamıştır. Bu kültürel birikim sayesinde Haçlı orduları, Bizans saldırıları, Moğol istilâsı, İtalyan veya Yunan işgalleri gibi etkilerin hiç biri Türklerin Anadolu'daki egemenliğini yok edememiştir (T. C. Konya Valiliği, agis, 2018).

Kültürümüzün millî ve manevi mimarları Konya’da, “Mevlânâ Celâleddin Rûmî ile dünyada kendisinden söz ettiren sözleri; hayat felsefesi, dünya görüşü ve yaşama sevinciyle beraber dünyaya ışık tutmuştur. Nasreddin Hoca ile Türk Mileti'nin

hazır cevaplılığını mizacı’’ ile dile getirilmiştir. Yunus Emre ise insanlık ve insan sevgisiyle adeta Ortaçağ karanlığında yer alan Avrupa'ya medeniyet dersi vermiştir.