• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. AB’NİN GÜVENLİK ALGISI VE KOMŞULUK POLİTİKASI

3.2. Komşuluk Politikası

3.2.1. Komşuluk Politikası’nın Tarihsel Gelişimi

Avrupa devletlerinin, Avrupa dışındaki pek çok devletle ilişkilerini yakın tarihe kadar sömürge anlayışı ile şekillendirdikleri tarihsel bir gerçektir. Avrupa devletleri Akdeniz Havzasında özellikle Kuzey Afrika’da bulunan devletlerle bu kapsamda sömürge sonrası dönemde de pek çok anlaşmalar imzalamıştır (Ayvaz,2009:5). 1957’de imzalanan ve Avrupa Birliği’nin temellerini atan antlaşmalardan biri olan Roma Antlaşması’nın 238.maddesinin 3.eki üye ülkelere, eski sömürgeleri ile ilişkilerini yeniden düzenlemeye fırsat veren ikili anlaşma imzalama olanağı sağlamıştır (Stiftung, 1998: 32-40’den aktaran Ayvaz, 2009).

Avrupa devletlerinin diğer devletlerle imzaladıkları bu antlaşmalar bir birlik arz etmediği gibi, birliğin yararına olmamakta ve üye devletlerin yegân olarak çıkarlarına hizmet etmekte, özellikle Kuzey Afrika ülkelerine imtiyazlar sağladıkları konusunda eleştirilere maruz kalmaktaydılar (Stiftung, 1998: 32-40).

Roma antlaşmasından sonra, Avrupa Ekonomik Topluluğu ilk olarak Fas ve Tunus ile bir dizi iki taraflı işbirliği anlaşması imzalamıştır. Topluluğa üye ülkelerin kolonilerinin

136

Birleşik Afrika Devleti ve Madagaskar arasında Kamerun’un başkenti Yaounde’de I.

Yaounde Sözleşmesi imzalanmıştır. Temel öğeleri ticaret ve yardıma dayanan bu sözleşme iki taraflıdır. 1964’de yürürlüğe girmiş ve beş yıl geçerli kalmıştır. II. Yaounde sözleşmesi ise I. Younde sözleşmesinin sona ermesinden sonra yürürlüğe girmiş ve Lome sözleşmesi imzalanan kadar yürürlükte kalmıştır (Ayvaz, 2009:6).

İngiltere’nin 1973’de birliğe katılması ile bu antlaşmalar İngiltere’nin eski sömürgelerine de genişletilmiş, 1975’te Togo’nun başkenti olan Lome şehrinde, Avrupa ülkeleriyle 71 Afrika, Karayip ve Pasifik Ülkesi arasında Lome Sözleşmeleri imzalanmıştır. Antlaşma eski sömürgeleriyle Avrupa arasında ekonomik birlikteliği devam ettirme, gelişmekte olan bu ülkelere özellikle bazı tarımsal ürünlerde gümrük avantajları sağlama amaçlarına dayanmaktaydı. 2000 yılında imzalanan Cotonou anlaşmasına kadar yürürlükte kalmıştır (Ayvaz, 2009:6).

Bunların yanı sıra Yunanistan (1962), Türkiye (1963) ile ortaklık antlaşmaları, 1969’da İsrail ve İspanya ile imzalanan iki taraflı ticaret antlaşmaları, Portekiz, Yugoslavya, Mısır, Lübnan, Ürdün, Suriye, Malta ve Kıbrıs ile imzalanan benzer antlaşmalar yıllar içerisinde Topluluğun çevresi ile olan ilişkilerini düzenlemiştir (Ayvaz, 2009:6).

İmzalanan tüm anlaşmalarda Fransa’nın baskısı ile Tunus ve Cezayir her zaman ayrıcalıklı bir yer almışlardır. Anlaşmalar da her devlet için eşit şartları içermeyen, belirli bir ortak görüşü yansıtmayan hatta bazen birbirleri ile çatışan bir hal bulunmaktaydı.

Özellikle artan üye devlet sayısına paralel olarak ortak çıkarları belirleme ve temel değerleri saptama gerekliliği baş göstermiştir. Sonuçta Akdenizli üyelerin talepleri ve Avrupa’ya en yakın bölge olan Akdeniz Havzasında belirli bir tutum oluşturabilmek ve güvenlik kaygısıyla 1972’de Küresel Akdeniz Politikası (Global Mediterranean Policy) oluşturulmuştur. Küresel Akdeniz Politikasının temel amacı bölgede istikrarı sağlamak ve bu doğrultuda bölge ülkelerinin ticaret anlaşmaları aracılığıyla kalkınmalarına yardım edilmesidir (Karluk, 2005:322’den aktaran Ayvaz,2009:7).

Küresel Akdeniz Politikası ile Avrupa Topluluğu bölgeye bir bütün olarak yaklaşma arzusunda olsa da ilerleyen dönemlerde tekrar her bir devletle ayrı ayrı anlaşmalar yapılmaya, farklı usuller ortaya konmaya başlanmıştır. Küresel Akdeniz Politikası’nda karşılıklılık ilkesi ilk başlarda esas iken ilerleyen dönemde bundan da vaz geçilmiştir (Parfitt, 1997: 28-35’den aktaran Ayvaz,2009: 8). Ortak tarım politikası gereği bu dönemde imzalanan antlaşmalar, Akdeniz ülkelerinin Avrupa Topluluğu’na yalnızca sanayi ürünleri ihraç etmelerine izin vermiş, tarım ve tekstil ürünleri ise farklı kotalara tabi tutulmuştur. Bölgede ortaya çıkan yüksek işsizlik göç sorununu doğurmuş, radikal İslam’ın yükselişine sebep olmuş, Topluluğun içinde konuya farklı yaklaşımlar ortaya çıkmış sonuçta her iki tarafta süreçten gerekli faydayı sağlayamamıştır.

Paris Zirvesi’nden (1972) sonra yapılan Kopenhag Zirvesi’nde (1973) ekonomik, sosyal ve teknik alanlarda işbirliğinin gerçekleştirilmesinin gereğine vurgu yapılarak Arap dünyası ile ilişkilerin başlamasına karar verilmiştir. Bu kararın ardından İsrail, Malta, Tunus, Fas ve Cezayir, Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye, Kıbrıs ve Yugoslavya ile yapılan eski anlaşmaların yerine Topluluk bu ülkelerle süresiz anlaşmalar imzalanmıştır (Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği,1999:2’den aktaran Ayvaz,2009:9). İsrail haricindeki diğer ülkelerin sanayileri gelişmiş olmadığı için bu anlaşmalar ile sanayi ürünlerini gümrüksüz olarak Avrupa’ya ihraç edebileceklerdir (Stiftung,1998: 32-40’den aktaran Ayvaz, 2009: 10).

Yunanistan (19819 ile İspanya ve Portekiz’in (1986) Topluluğa katılmasıyla Topluluk ile Akdeniz ülkeleri arasındaki ilişki yeni bir boyut kazanmıştır. Akdeniz Havzasında benzer tarım ürünlerini yetiştiren tüm ülkeler ekonomik anlamda zorluklar yaşamaya başlamışlardır.

Tüm bunların sonucu olarak yeni bir şeyler yapmak adına Fransa’nın öncülüğünde, 1983 yılında, İtalya, Fransa, İspanya, Portekiz, Fas, Moritanya, Cezayir, Tunus, Libya ve daha sonra da Malta arasında Dokuzlar Grubu oluşturulmuştur (Altunışık, der. Attila Eralp 1997: 351-383.’den aktaran Ayvaz, 2009:8).

80’lerin sonunda Avrupa’da ve etrafında yaşanan gelişmeler karşısında Avrupa

138

ekonomik destekle refah ve istikrarının sağlanamayacağının, havzadaki istikrarsız yapının Topluluğun refah ve istikrarını etkileyeceğini, dolayısıyla bölge ile ilişkilerde tek yönlü ekonomik ilişkiler yerine daha geniş bir politikaya ihtiyaç duyulduğu belirtilmiş ve ekonomik desteklerin yanı sıra bölgedeki demokrasi hareketlerinin de desteklenmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır.

90’lara gelindiğinde ise 80 sonları ve 90’ların başlarında uygulanan politikaların başarısız olduğu bir kez daha teyit edilmiştir. Avrupa; iki kutuplu sistemin sona ermesinin ardından oluşan güç değişimini ve bunun getirdiği yeni tehditleri görmekteydi. Eski Doğu Bloku ülkeleri Avrupa Topluluğu ile yakınlaşıp Topluluğa üyelik niyetlerini ifade ederken, Topluluk da bu ülkelere yönelik yardım programını (PHARE) başlattı (Kurtbağ, 2003: 73-92). Topluluğun artık Doğuya açılması kaçınılmazdı. Ancak Güneyi de ihmal etmemek gerekiyordu. Bu sebeple Topluluğun dış politikasında güney ve doğu arasındaki dengeyi sağlama hedefi doğrultusunda, 1992 yılında Yenilenmiş Akdeniz Politikası (Renovated Mediterranean Policy) uygulamaya konuldu.

Yenilenmiş Akdeniz Politikası’nın geçmişteki politikalardan en büyük farkı Mağrip ülkeleri yanında Maşrık ülkelerine karşıda belirli bir duruş sergilemesidir. Ayrıca 1992’de, AT ile Akdeniz ülkeleri arasında bir dizi yatay işbirliği projeleri başlatıldı. Med Programları olarak adlandırılan bu proje;, sivil toplum kuruluşları arasında temasa, karşılıklı anlayış ve işbirliğini geliştirmeğe, özellikle üniversiteler arası işbirliği (Med Campus), belediyeler ve yerel yönetimler arası iletişim ağları kurulmasına (Med-URBS) ve küçük ve orta ölçekli işyerlerinin teşvikine (Med-Invest) odaklanmıştı (Kurtbağ, 2003: 79).

Bölge ülkelerine birtakım yeni altyapı projeleri için mali destek sağlanırken, İsrail’le birtakım yeni anlaşmalar yapılımış, Filistin yönetimine bile doğrudan, Med programları ve Avrupa Yatırım Bankası kanalıyla ekonomik destekler verilmiştir.

Yenilenmiş Akdeniz Politikasına Topluluk içinde farklı bakış açıları vardı Kuzey Ülkeleri yardımları eleştirirken Güney Ülkeleri tam tersini savunarak yardımları destekliyorlardı (Kurtbağ, 2003: 80).

Nihayetinde bu politika da Avrupa’nın Doğuya olan genişlemesi, Körfez Savaşı, Topluluğun tekstil ve tarım gibi hassas sektörleri serbest ticarete açmadaki isteksizliği ve

Akdeniz ülkelerinin kendi korumacı politikaları nedeniyle başarısız olmuş ve Avrupa içinde konuya ilişkin değişik fikirler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlar Mağrip ülkelerinde olduğu gibi Ortadoğu’da da İsrail’i de içine alan bir serbest ticaret bölgesi (Euro-Mashreq Serbest Ticaret Bölgesi) kurulması ya da tüm Akdeniz Havzasını kapsayan bir politika oluşturulmasıdı. Sonuçta Komisyon ikinci seçenekte karar kıldı ve 1994 sonbaharında Avrupa-Akdeniz Ortaklığı Raporu’nu sundu (Kurtbağ, 2003: 81).

Komisyon’un Kasım ayında Essen’de hazırladığı Avrupa-Akdeniz Ortaklığı Raporu, yeni Akdeniz Politikası’nın temellerini oluşturmuştur. Komisyon, birlik içinde ve etrafındaki bölgede istikrarlı bir ortam yaratalabilmek adına Doğu Avrupa’daki devletlerle olduğu gibi Akdeniz’de bulunan komşular ile de dengeli bir ilişki kurulmasının gerekliliğini savunmuştur. Komisyona göre bölge, Avrupa için vazgeçilmezdir. Ayrıca bölge güvenliğinin ancak demokrasiye ve insan haklarına saygılı, iyi yönetimler ile ağlanabileceğine, bunun içinde Avrupa Topluluğu’nun her türlü ekonomik ve sosyal yardımı yapmasının elzem olduğuna vurgu yapmaktadır (EU Council, 1994).