• Sonuç bulunamadı

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

4. AVRUPA BİRLİĞİ KOMŞULUK POLİTİKASININ AKDENİZ HAVZASI UYGULAMALARININ ELEŞTİREL TEORİ VE HEGEMONYA

4.2. İdeolojinin Belirli Bir Sınıfça Ortaya Konulması

İdeoloji ve onun topluma yansıtılması konusuna örnek olarak Gramsci, geçmişte Fransız Devrimi’nde burjuvaziyi, İtalyan toplumunda ise 1900’ların başında yükselen değer olan faşizmi ve faşistleri göstermektedir. İtalyan toplumunda burjuva faşizmle, kendi değerlerini ulusal çıkarlara en iyi hizmet eden değerler olarak tüm topluma yansıtmayı başarmıştır. Bu sebeple Gramsci, burjuvanın işçi kesimine kendi ideoloji ve felsefesini oluşturmaya mahal bırakmadığına inanmaktadır.

Cox ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan çift kutuplu sistemden Amerika’nın tarafında yer alan devletlerin, liberal bir anlayışla oluşturulan ekonomik düzene katılmaları sayesinde refaha kavuşmalarının olanaklı olduğunun, Amerika Birleşik Devletleri tarafından ideolojik olarak dünya kamuoyuna yansıtıldığını söylemektedir.

Her iki ideolojide esasında temel anlamda ekonomiye odaklanmakta, topluma refah ve huzur empoze etmektedir. Gramsci ideolojiyi ortaya koyan kesimin burjuvazi olduğunu söylerken, Cox ideolojinin Amerika Birleşik devletlerine ait olduğundan bahsetmektedir.

Gramsci de ideolojiyi kabul eden kesim halk iken, Cox’ta ideolojiyi kabul eden kesim dünya devletleridir.

Burada iki düşünür arasındaki en büyük fark Gramsci, o anda, geçmişten gelen kaidelerle ideolojisini topluma kabul ettiren sınıfın burjuva olduğunu söyler. Bunun değişmesi için işçi sınıfınının temsilcisi “partinin” kendi ideolojisini toplumun diğer kesimlerine kabul ettirerek tarihsel blok kurabileceğini anlatır. Bir anlamda halktan yönetime giden bir yolla, alt yapıdan üst yapıya bir etkiyi anlatır. Cox ise Amerikan hegemonyasını anlatırken sisteme giren devletlerin, halklarının rızasının alınmasından ziyade devletler düzeyinde bir hegemonyadan bahsederek sanki halkların rızasını alma görevini devletlere bırakmaktadır. Burada da üst yapıdan alt yapıya bir etkiden bahsedilmektedir.

Avrupa Birliği bu noktada Cox ve Gramsci’nin karışımı bir yol izlemeyi tercih etmiştir. Yönetimler tarafından yapılacak insan hakları, demokrasi ve iyi yönetim anlamındaki reformlar ile, halkın Birliğin söylemine inandırılması inancıyla, üst yapının alt yapıyı etkileyeceğini, aynı zamanda sivil toplumun desteklenmesi ile tam ters yönden yani alt yapının üst yapıyı etkileyeceği ve yönetimlere bu konularda her iki yönde baskı yapılabileceğini değerlendirmiştir.

Burada Birliğin yapılacak ekonomik reformlar ile bahse konu ülkelerde işsizliğin azalarak, gelir seviyesinin artacağına ve gelir dağılımdaki adaletsizliğin bu yolla çözüleceğine olan inancına da vurgu yapmakta gereklidir. Refahın artmasıyla halklar yönetimlerden daha adil ve şeffaf kısacası “iyi bir yönetim” talebinde bulunacaklardı ki zaten komşuluk politikasının temel söylemlerinden bir tanesi de “iyi yönetim” dir.

Avrupa Birliği’nin ortaya koyduğu ideoloji insan haklarına saygı temelinde, demokratik, pazar ekonomisine entegre olmuş bir yapıdır. Birlik, Komşuluk Politikasına dâhil olmuş devletlerin bunu kabul edeceklerini varsaymaktadır. Bu kabullenme ile de devletler ya da yönetimler zaman içerisinde sivil toplumun gelişmesine ekonomik kalkınmanın devamı için destek olacaklardır.

174

Karşılıklı olarak alt yapının üst yapıyı, üst yapınında alt yapıyı ilerleme konusunda sıkıştırması ve etkilemesiyle de oldukça hızlı bir iyileştirme süreci yaşanacak, toplum ve yönetimlerin AB ideolojisi ve ekonomik, siyasal, hukuksal sistemine fikren ve madden katılım oranları artacaktır.

Buradaki sıkıntı ise bahse konu devletlerin yapıları incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Çoğunlukla tarıma dayalı ya da az gelişmiş endüstriyel bir yapıya sahip ekonomileri olduğu görülen bu devletlerde, devleti idare eden ve ekonomik anlamda gücü elinde bulunduran üst yapıdaki grup sonuç itibari ile genellikle aynı zümrenin insanlardır.

Bu ülkelerin halkları ise oldukça karışık bir yapıya sahiptirler ve ülkelerin her yöresi aynı gelişmişlik düzeyinde değildir.

Bu konuyu biraz açmak gerekirse; bir Krallık olan Fas’ın halkının yüzde elli dokuzunu Ortadoğu’dan gelmiş Araplar, yüzde kırkını ise bölgeye daha önce yerleşmiş berberiler teşkil etmektedir (Sipahioğlu ve Cansu,2011:2). Fas halkı, hem Arap hem de Afrika halklarının kültür özelliklerini taşıdıklarını düşünürken, kendilerini araba-berber olarak nitelendirmektedirler. Yerleşik çiftçilerin oturduğu Diş Bölgesinde klan bağları son derece güçlüdür. Garp bölgesinde ise Burberry çobanlarla, Arap tahıl üreticileri ve sığır besiciliği ağırlıktadır. Çöl koşullarının etkisini hissettirdiği Doğu Fas’ta ise göçebelik hala devam etmektedir. Sanayi ve yönetim hizmetlerinin toplandığı kentler yoksul kenar mahalleler ile çevrilidir (Sobutay ve Bertrán,1997: 169). Tüm bu yoğun yapıya karşın Arap Baharı sürecinde kralın elindeki yetkililerden ciddi kazanımlar elde edilmiştir (Birleşmiş Markalar, 2012:9).

Anayasal hükümlere göre, Tunus bağımsız ve egemen bir devlet olup, devletin dini İslam, dili Arapça, yönetim şekli Cumhuriyettir. Anayasada “laiklik” ifadesine yer verilmemekle birlikte, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulmasına yıllar içerisinde hükümet tarafından büyük özen gösterilmiştir. Anayasal hükümlerle siyasi partilerin temel ilkelerinin, amaçlarının, faaliyetlerinin ve programlarının din, dil, ırk, cinsiyet ve bölge unsurlarına dayandırılması yasaklanmaktadır. Ülke başkanlık sistemi ile yönetilmektedir (Sezgin,2011:3).Tunus’un bağımsızlığını kazandığı 1956’dan 1987 yılına kadar Cumhurbaşkanlığı görevi ülkenin tarihi lideri Habib Burgiba tarafından yürütülmüştür.

Habib Burgiba’nın 7 Kasım 1987 tarihinde, bozulan sağlık durumu ve yaşlılık nedeniyle görevinden uzaklaştırılmasının ardından, Cumhurbaşkanlığı, Başbakan olan Zine El Abidine Ben Ali tarafından üstlenilmiştir. 2009 Küresel krizi öncesi Tunus, birçok Batılı uzman tarafından bir model ülke olarak gösterilmekteydi. Hem politik hem de ekonomik açıdan Bin Ali rejiminin kademeli açılım sergilemesi bir model olarak algılanmaktaydı.

Ancak Tunus’ta da, birçok baskı rejiminde olduğu gibi, iktidar sahibi kişiler ve onların çevresindeki elitler bu refahtan daha çok faydalanmaktaydı (Diriöz, 2011: 82).

Cezayir ise başkanlıkla yönetilen bir sisteme sahiptir. Cezayir Anayasası çoğulculuğu destekler niteliktedir fakat uygulamada 1992’den bu yana süren acil durumun neden olduğu sorunlar mevcuttur. Acil durum siyasi kurumların ve sivil toplum kuruluşlarının etkin şekilde çalışmalarını engellemektedir (EU Commission, 2014b: 6).

Libya’da ise 22 Ağustos 2011 tarihine kadar süren Kaddafi rejiminin demokratikleşme hareketine sahip çıkarak yeni yasalar yapması son derece hayali bir temenni olacaktı.

Bölgenin bir zamanlar lideri olan Mısır ise Enver Sedat’ın, 1973 Savaşı sonrasında Kudüs’e giderek İsrail ile görüşmelere başlaması ve bu görüşmelerin sonunda Camp David anlaşmasını imzalaması ile Batı Bloğuna giriş yapmıştır. Amerika ile yakın temaslarda bulunan Sedat’ın yaratmaya çalıştığı, yeni liberal ekonomi ne yazık ki Mısır halkına refah getirmemiştir. Envar Sedat sonrası Hüsnü Mübarek zamanında ise Amerika ve Batı ile ilişkiler daha da geliştirilmiştir. Mübarek’in yaşlılığının son dönemlerinde kendine varis olarak oğlu Cemal Nasırı göstermeye başlaması ve bu kapsamda oğluna daha fazla imkânlar sağlaması, Mısır halkında ciddi bir memnuniyetsizliğin doğmasına neden olmuştur (Ateş, 2012: 118-121).

1963’te Baas Partisi’nin tek başına iktidara gelmesinden bu yana Suriye’de tek partili yönetim devam etmektedir. Suriye askeri bir rejimle yönetilmektedir ve yürütme yetkisini elinde bulunduran güçlü bir başkanlık sistemine sahiptir. Haziran 2005’te İktidardaki Baas Partisi’nin onuncu kongresinde birçok siyasi reformla ilgili karar alınmış olmasına rağmen uygulamalar konusunda kesin tarih belirtilmemiştir (EU Commission,

176

konusunda adımlar atacağını söylese de fiiliyatta bunun gerçekleşmesi çok sınırlı kalmıştır.

Göreve gelişinin ardından Başkan Beşar Esad, konuşma özgürlüğünün sağlanmasına yönelik girişimlerde bulunmuş ve insan hakları eylemcileri, entelektüeller ve siyasi muhalefet tarafından tartışma forumları oluşturulmuştur. Fakat söz konusu forumlar bir yıl sonra kapatılmıştır (EU Commission, 2006:5). Ülkedeki yönetime karşı hoşnutsuzluk seviyesinin yüksekliği sayesinde ve bölgedeki diğer etkenlerle beraber iç savaşa sürüklenen Suriye, Komşuluk Politikası’nın en başarısız olduğu ülkelerden biri olmuştur.

Ürdün anayasal bir monarşidir. Parlamenter rejimin birtakım özeliklerine sahip olmakla birlikte anayasa Kral’a yasama ve yürütme alanlarında yüksek yetkiler vermektedir (EU Commission, 2004c: 5). Kral ve Kraliyet ailesini olumsuz yönde eleştirmek kanunla yasaklanmıştır ve suç sayılmaktadır. Bu suçu isleyenlere hapis cezası dahi verilmektedir. Fakat hükümet mevcut reform programında bu alanda daha fazla özgürlük sağlanacağını açıklamıştır (EU Commission,2004c:8).

Filistin Temel Kanunu parlamenter demokrasi için gerekli yapıya zemin hazırlasa da Filistin daha çok yarı başkanlık sistemi olarak tanımlanmaktadır. Filistin Ülke Raporu’nda kamu hizmeti ile ilgili olarak görev ayrımının, iş tanımlamasının ve raporlamaların açık şekilde yapılmadığına ve kamu hizmetinin etkin olmadığına değinilmektedir (EU Comimission, 2004d: 7). İnsan hakları örgütlerine göre güvenlik güçleri insanları kasıtlı olarak gözaltına almakta ve gereksiz şiddet uygulamaktadır (EU Comimission, 2004d: 9).

Tüm bu devletlerdeki ortak sorunlar yetkileri kuvvetli monarşiler, devrim yolu ile başa geçmiş otoriter idareciler, seçimle yönetime gelmiş olsalar bile, bir şekilde sonraki seçimlerden hiçbirini kaybetmeyerek yönetimden gitmeyen yöneticilerdir. Bu durumun devamının sağlanması için muhalefetin bastırılması, bürokraside vasfına bakılmaksızın yönetime yakın kişilerin atandırılması, yolsuzluk, rüşvet ve ötekine karşın duyulan umarsızlıktır.

Üst yapıyı bu şekilde olmasına karşın gene de Komşuluk Politikası bazı ülkelerde, bazı alanlarda başarılı olmuştur. Bu başarılar her ne kadar sınırlı olsa da kanaatimizce önemlidir. Demokrasi kültürünün yerleşmediği bir coğrafyada, tüm kazanımların bir anda

elde edilmesi zaten beklenemezdi. Burada sorulması gereken soru elde edilenlerin fazlasının mümkün olup olmayacağıdır

Alt yapı da yani toplumlarda ise problemler daha büyüktür. İsrail hariç tüm ülkelerde toplumda gelir dağılımında çok ciddi bir eşitsizlik, genç nüfusta büyük bir işsizlik oranı hâkimdir. Örgütlenme ve sivil toplum ise pek çok ülkede devlet otoritesinin izin verdiği ölçüdedir. Bu sebeple ideolojinin güçlü bir alt yapı tarafından bir anda benimsenip üst yapıya sağlıklı bir şekilde dikte ettirilmesinin pek çok ülkede imkânı yoktur. Bu ülkelerdeki pek çok halk Tunus, Mısır ve Cezayir haricinde daha millet olma inancını bile tam olarak geliştirememiştir.

Avrupa Birliği, ideolojisini belirledikten sonra bu ideoloji ortaya koyan sınıf olarak kendini ön plana çıkartmaktan ziyade bahse konu ülkelerdeki yapıları, ideolojiyi ortaya koyan sınıf olarak ön plana çıkartmayı tercih etmiştir. Bu yapılar devlet yönetimini elinde bulunduran bürokratlar ve yöneticilerden oluşan üst ve halktan oluşan alt yapılardır. Üst yapı, özellikle orta düzey yöneticiler, devletteki değişimi sağlayacak, alt yapı ise her alanda yakaladığı değişimle yarattığı sinerji ile de bürokratların ortaya koyacakları değişime katkıda bulunacaklardır. Aynı şekilde alt yapının değişimi de üst yapıda bir etki yaratacak sonuçta karşılıklı bir etkileşimle oluşacak sinerji ile tarihsel blok oluşumu için geçecek sürenin kısalacağı değerlendirilmiştir.

Birlik, bu sayede ideolojiyi sadece tek bir sınıf tarafından ortaya konularak, uzun vadeye yayılması beklenen hegemonyaya ulaşma sürecini kısaltmayı ve altyapı ile üstyapının birbirlerini tetikleyerek etkileşime girmelerini ve bu şekilde Birliğin ideolojisinin fikren ve madden daha kolay bir şekilde yayılarak bir tarihsel blok oluşturmayı uygun görmüştür.

Birliğin bu noktadaki hatası ise hem altyapının hem de üstyapının sınıfsal katmanlarının, bu değişim ve etkileşime müsait olmadığını fark edememesidir. Bahse konu ülkelerdeki alt yapıyı oluşturan halk, bazı ülkelerde bir millet olma olgusuna dahi erişemez, kabile ve yöresel anlayışlar son derece yaygınken, devlette çalışan bürokratların büyük bir kesimi ise yönetimi elinde bulunduranların yandaşı, yakını ya da yol arkadaşıdır.

178

toplum liderleri ve bürokratlar, elde ettikleri kazanımları kaybedeceklerinin bilincindedirler. Birliğin altyapı ve üstyapı içindeki katmanlar arasındaki bu dağınıklığa karşın izlediği, her iki yapının birbiriyle olan etkileşimi sonucu ortaya çıkacağı değerlendirilen sinerjinin, değişimi hızlandıracağı konusundaki inancı, her şeye rağmen doğru bir yaklaşımdır.

Sonuç olarak ideolojinin belirli bir sınıf tarafından tam olarak ortaya konulması gerekliliği Birlik tarafından mecburen ihmal edilmek zorunda kalınmıştır. Birliğin karşısında ideolojisini tam anlamıyla tüm yönleriyle savunacak bir taraf yoktur. Üst sınıf ideolojiyi savunur gibi yaparak kendi çıkarına olan yönlerini kullanırken, alt yapının üst yapıya çoğu yerde biad kültürü ile yaklaşımı, ideolojiyi içselleştirip üst yapıyı etkileyici bir hale sokmasını engellemiştir.

Birliğin, ideolojisini onu savunması gereken sınıflara empoze ederken çift taraflı bir yol izlemesi bu noktada oldukça makul bir çözümdür. Bu çözüm ne Gramsci de ne de Cox’ta anlatılmamış bir yöntemdir. Politikaların sonucunda yaşanan “Arap Baharı” süreci, bu uygulamaların ve iletişim imkânlarının gelişmesi ile bölge insanının dünyadan daha çok haberdar olmasının bir sonucudur. Komşuluk Politikası ve öncesinde Birliğin bölgedeki uygulamaları ile gelişen ticaret ve diğer ilişkilerle, artık Avrupa ve onun refahı, bölge insanları için hayal olmaktan çıkmış ve somut örnekler olmaya başlamıştır. Bu sebeple de yaşanan sıkıntılara isyan edilmesi ve hakların aranması anlayışı gelişmiştir. Burada yapılan bir zamanlama hatasıdır. Alt yapıdan gelen bu talep Gramsci’nin de dediği gibi çok erken gelen bir tepkidir. Değişim iletişimin gücü ile bir anda yaşanmak istenmiş bu da sorunlara yol açmıştır. Bu durumun önüne geçilmesi, alt yapı ile üst yapının arasındaki uyumun yeniden tesis edilmesi ve ileride Birliğin ideolojisi etrafında bir tarihsel blok oluşturmalarına bağlıdır.