• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. AB’NİN GÜVENLİK ALGISI VE KOMŞULUK POLİTİKASI

3.1. AB’nin Güvenlik Algısı

II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler arasında bir mücadele alanı olmuştur. Avrupa’nın batısında halen belirli sınırlara sahip devletler varken doğuda, Sovyetlerin rejimi altına giren devletler için bu sınırların varlığı Sovyet hâkimiyetindeyken çok büyük bir anlam ifade etmemektedir. İster Batı Avrupa, ister Doğu Avrupa olsun her iki taraftaki devletler Soğuk Savaş süresince kalkınmalarını ve sınır güvenliklerini bu iki küresel aktörün ellerine bırakmışlardır.

Batı Avrupa’da tarih boyunca yaşanan Alman-Fransız çekişmesinin önüne geçilebilmesi için ilk önce 1951 Paris Anlaşması ile Avrupa Kömür Çelik Topluluğu kurulmuştur. Sonrasında ise özellikle Batı Avrupa’da Amerika öncülüğü ve desteğinde bir refah devleti olan Almanya yaratılmış, bölgesel uzlaşma öncelikle ekonomik anlamda Avrupalılaşma’da bulunmuş; 1957’de imzalanan Roma anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (Ortak Pazar) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) Almanya, İtalya, Fransa ve Benelux devletleri tarafından kurulmuştur.

Roma Anlaşması sermayenin, malların, hizmetin ve insanların serbest dolaşımına dayanan bir Avrupa ortaya koymuştur (Güngörmüş ve Özonur,2006). Tüm bu kurumlar ve yapılanma daha sonra birleşerek 1 Temmuz 1967’de Avrupa Topluluğu’na, 1992 de ise Maastricht Anlaşması ile Avrupa Birliği’ne dönüşmüştür.

Diğer taraftan 1948 yılında, Brüksel Antlaşması ile kurulan “Batı Birliği” ya da

“Brüksel Antlaşması Örgütü”, 1955 yılında Almanya ve İtalya’nın da birliğe dâhil edilmesiyle Batı Avrupa Birliği’ne (BAB) dönüşmüştür (Efe, 2007:127 – 145). Realist

132

çok devlet gibi sınırlarının güvenliklerini, özellikle iki kutuplu düzende, bir nükleer ya da büyük çaplı bir konvansiyonel savaş ile gelebilecek tehlikelere ve bir istilaya karşın sağlama çabasındaydılar.

O yıllarda, Avrupa’ya ekonomik kalkınmanın öncelikle tercih edilmesinin Amerika Birleşik Devletleri tarafından tavsiye edildiğini, NATO’nun (Amerika’nın NATO demek olduğu yıllarda) tüm Batı Avrupa’ya bir güvenlik şemsiyesi sağlaması ile Batı Avrupa’nın ciddi bir silahlanma yarışının getireceği maddi külfetten kurtulduğunu da eklemek gerekir.

Batı Avrupa, Soğuk Savaş yıllarında, sınır güvenliğini Amerikan kuvvetlerine bırakmıştır.

Beklenen tehdidin bir Sovyet işgali olduğu değerlendirildiğinde bu durumun çok yadırganmaması gerekir.

Avrupa Siyasi İşbirliği süreci 1970 Lüksemburg Raporu’yla başlamıştır. Buna karşın Avrupa Topluluğu güvenlik ve savunma ile ancak 80’li yıllarda ilgilenmeye başlamıştır. Terörizm ve silahlanmanın kontrolü gibi siyasi güvenlik konuları 1981 Londra Raporu ile tartışılmaya açılmıştır. 17-19 Haziran 1983 tarihlerinde Stuttgart’da toplanan Avrupa Konseyi, Avrupa Siyasi İşbirliği sürecinin kapsamını güvenlik ve savunmayı da kapsayacak şekilde genişletme amacındaki Gencher-Colombo Planı’nın başarısızlığa uğramasının ardından, Stuttgart Bildirisi ile güvenliğin askeri yönünü dışarıda bırakarak, sadece siyasi ve ekonomik yönleriyle ilgilenmiştir (Efe, 2007:130).

26-27 Ekim 1984’de ise yayımlanan Roma Deklarasyonu ile Batı Avrupa Birliği (BAB) tekrar canlandırılmış ve ilk kez olası ortak askeri işbirliğine değinilmiştir. 27 Ekim 1987 tarihinde Lahey’de bir araya gelen Batı Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi, “Avrupa Güvenlik Çıkarları Platformu” nu kabul etmiş ve Avrupa’nın savunma alanında kendi kimliğini geliştirmesini amaçlamışlardır (Efe, 2007:130).

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle AB, Maastricht Antlaşması ile Ortak Dış ve Güvenlik Politikasını oluşturmuş, birliğin güvenliğine ilişkin bütün konuları kapsayan bir ortak güvenlik politikası öngörmüştür. AB’nin savunma kolu olarak düşünülen BAB ise

“AB’nin gelişiminin ayrılmaz bir parçası” olarak tanımlanmış ve BAB’a Birliğin savunma ile ilgili kararlarını uygulaması görevi verilmiştir (Maastricht Antlasması, madde J 4.2 ‘den aktaran Efe, 2007:130).

Tüm buraya kadar anlatılanlardan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) ile onun tamamlayıcısı olan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (AGSP) “AB Politikaları” olarak adlandırılmaları üzerine bu politikaların realist teori ışığında sınırları korumak üzere inşa edilmiş kavramlar olduğu anlaşılabilir. Ancak gerçekte yapılan tüm çalışmalar Avrupa Birliği’nin sınırlarını korumaktan çok uzaktır. AGSP askeri ve sivil nitelikli yönetime odaklanan bir politikadır. Zira ülke savunması, ulusal yönetimlere ve kolektif savunma ise NATO üyeleri bakımından, NATO’ya bırakılmıştır (Zhussipbek, 2009: 71-88). AGSP esasında direkt olarak ismindeki anlamın tezatlığına rağmen, Avrupa ya da AB’nin savunmasına yönelik değildir. Daha çok AB’nin NATO’nun Amerika’nın çıkarlarına yönelik tasarımını bir nebze olsun yıkma girişimidir.

Avrupa’daki gelişmiş ülkeler kendi silahlarını üretebilme kapasitesine sahipken NATO içerisinde kendilerine verilen görev dağılımı sınırlıdır. Bir savaşta başka bir kıtada savaşması gerektiğinde, bu konuda defalarca verdiği sınavlardan başarı ile çıkan ABD, orduların başka bir coğrafyada harekât icra etmesi için gerekli lojistik ana unsurları daima kendi bünyesinde tutmuştur. Sonuçta kendi silahlarını üretebilseler bile NATO üyesi Avrupa devletleri bu güçlerini ana kıta haricinde kullanma kabiliyet ve anlayışından uzaktırlar.

AB, Soğuk Savaş sonrasında Avrupa’da yaşanan en büyük krizlerden biri olan Kosova krizinin zirveye çıktığı 1999 yılında ayrı bir AB politikası niteliğinde olan bir AGSP’ye sahip değildi. Bu sebeble kendi yanı başında olan bir hadiseye bile müdahale edememiştir. Buna karşın Politika sayesinde, 2003 yılından itibaren AGSP çerçevesinde Balkanlarda ve Avrupa kıtası dışında askeri ve sivil operasyonlar düzenleyebilecek olanaklara sahip olmuştur.

AB üyesi devleler Politika ile asla NATO’nu yerine yeni bir Avrupa ordusu koyma ve ABD’den savunma anlamında bağımsızlıklarını ilan etme hedefi gütmemişlerdir.

Örneğin, Ocak 1994’te yapılan NATO zirvesi bildirisinde, AB’nin güvenlik ve savunma alanındaki yeni girişimi Washington Anlaşması’nda geçen maddelere atıf yapılarak Birliğin ana güvenliğinin halen NATO tarafından sağlanacağı vurgusu yapılmıştır (NATO Dergisi, Mart 1994:30’dan aktaran Çayhan,2002:48 );

134

Birlik savunmasını NATO’dan bağımsız bir zemine oturtmak için girişimlerde bulunsa da bu girişimler çeşitli sebeplerle hayata geçirilememiş, ileriki bir tarihe ertelenmişlerdir (Çayhan, 2002: 48-53).

Sonuç olarak 2003- 2006 yılları arasında düzenlenen on dört sivil operasyonun beşi Afrika ve Asya’da, ikisi Ortadoğu’da, üçü Bağımsız Devletler Topluluğuna üye devletlerde, sadece dördü Avrupa’da düzenlenmiştir (Zhussipbek, 2009: 84). Bu durum Avrupa Birliği’nin her ne kadar sivil bir inisiyatif olsa da gerektiğinde askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceğini de göstermektedir. Yarattığı bu yeni politika ile NATO veya ABD’nin girmek istemediği bölgelere Avrupa Birliği müdahale edebilme kapasitesi kazanmıştır.

AB oluşturduğu bu politikalarla bir yandan da içeride bir Avrupalı kimliği oluşturma çabasına girmiştir. AB kamuoyu AGSP’nin oluşturulmasını desteklemektedir.

Örneğin 2004 yılının sonunda “Eurobarometer” tarafından yapılan anket verilerine göre, Birlik vatandaşlarının %78’i AGSP’nin oluşturulmasını olumlu karşılamış, bu rakam Bahar 2004’teki göstergelerden %5 daha yüksek olmuştur (EU Commission, 2004a:

‘Eurobarometer 62’, den aktaran Zhussipbek, 2009: 77).

Avrupa Birliği üyelerinin hemen hiç biri yakın tarihte realist teori anlamında sınırlarında bir savaş tehdidi beklememektedir. Böylesine bir tehdit gerçekleşse bile Avrupa’nın üzerinde NATO kalkanı dolayısıyla ABD şemsiyesi halen ilk günkü kadar tazeliğinde durmaktadır. Son yıllarda sınır ya da sınır bölgelerinde yaşanan pek çok sorunda AB, müttefiki Amerika nasıl davranmayı seçerse ona uygun hareket etmeyi tercih etmiş boyunu aşacağını düşündüğü konulara alaka göstermemiştir. Burada sadece Fransa öncülüğü ve inisiyatifi dâhilinde oluştuğu izlenilen Libya konusundaki tutum, ayrı olarak değerlendirilebilir. Sonuçta AB’nin Fransa sayesinde, başlangıçta ön ayak olduğu söz konusu müdahale, askeri anlamda hava operasyonları ile sınırlı kalmıştır. Ayrıca Libya hava kuvvetlerinin olası bir müdahale durumunda, zaten ciddi bir varlık göstermesi de beklenilen bir durum değildi.

AB güvenliği konusunda yapılan ve yukarıda anlatılan çalışmalar, esasında küreselleşme ile beraber yaşanan güvenlik algısını ve bunun getirilerini ortaya

koymaktadır. Yumuşak bir güç olma konusunda belirli bir arzusu olan AB, sınırlarını korumak adına aldığı polisiye tedbirlerin yanı sıra, çevresinde bulunan devletleri, güvenliğini sağlama ve çıkarlarını korumak adına; güvenli kılmak istemiş, gerektiğinde askeri müdahalerde bulunmuştur. Diğer bir yöntem olaraksa; geçmişten gelen iyi ilişkileri devam ettirme ya da zayıf ilişkileri güçlendirme azmini de ortaya koymuştur.

Bu gün adına “Avrupa Birliği Komşuluk Politikaları” denilen bu azim yıllar içerisinde çeşitli aşamalardan geçmiş ve bundan sonra da evrilmeye devam edecektir.

Çalışmamızın bu noktasında Komşuluk Politikalarını tarihsel bir süzgeçten geçirerek, zaman içerisinde aldığı yolu, eleştirel uluslararası ilişkiler teorisi hegemonya kavramı ışığında politika içerisinde yapılan yanlış ve doğruları incelemeye çalışacağız.