• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.7. KKTC’nin Kurulması

Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran anlaşmalarda birlikte yaşama prensibi esas alınmış olmasına karşın bu prensip Rumların, Türklerle birlikte yaşamaya karşı çıkmaları ve onların alınacak kararlara ortak olma haklarını reddetmeleri ile işlerliğini yitirmiş ve adada yeni olayların eşlik ettiği bir süreç başlamıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temelinde tek tek bireylerin seçme, belirleme hakkı değil toplumların seçme, belirleme hakkı esas alınmıştır. Ancak Rumlar, adadaki Rum çoğunluğun belirleyiciliğini hesaba katarak Türkleri tek tek bireylere dayalı bir

194 Güvenç, 1984, s. 169-176.

195http://www.kktcb.org/upload/pdf/87966.pdf; Mustafa Bostancı, “Kuzey Kıbrıs Türk

Cumhuriyeti’nin İlanı ve Buna Yönelik Tepkilerin Türk Kamuoyundaki Yankıları”, Türk Dünyası

Araştırmaları Dergisi, Cilt: 34, Sayı: 57, Yıl: 2015, ss: 317-355, s.323.

azınlık olarak değerlendirmek istemişler ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran anlaşmalarla oluşturulan anayasal hükümleri askıya alarak, uluslararası bağımsızlığı benimsenmiş olan devleti işlevsiz hale getirmişlerdir. Rumların bu yönde hareket ederek Kıbrıs Cumhuriyeti’ni fiilen ortadan kaldırması adada terör ve tedhişin önünü açarken Türklerin de kendi devletlerini kurmasını bir zorunluluk haline getirmiştir197.

Kıbrıs’ta Yunanistan’ın örgütlediği bir darbenin gerçekleştirilmesi Türkiye’nin elini güçlendiren bir süreci de başlatmıştır denilebilir. Çünkü adada gerçekleşen bu darbeyle Londra ve Zürih Antlaşmaları açık bir şekilde ihlal edilirken Türkiye’nin kesin hukuki delillere dayanan taleplerini dile getirmesine de imkân doğmuştur. Bunun yanında ABD haricinde dünya kamuoyu bu darbeyi tanımamış ve gelişmelerden Yunanistan’ı sorumlu tutmuş, Türkiyede 1964 yılında aldığı askeri müdahale kararını haklı bir nedene dayalı olarak uygulamaya geçirme imkânına kavuşmuştur. Türkiye’nin henüz geçerliliğini koruyan bu karara dayanarak müdahale ettiği görülmektedir198.

Türkiye’nin Kıbrıs sorununun ilerleyişinde zaman içerisinde dersler çıkararak karşılaşılacak olası durumlara yönelik politikalar geliştirme yeteneğinin zaman içerisinde arttığını söylemek mümkündür. Bunu özellikle 1967 Krizi ve sonrasındaki gelişmelerden anlayabiliriz. Türkiye, 1963’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işlevsizleştirilmesi ve devamında 1964 yılında Johnson Mektubu199 karşısında kısmen hazırlıksız yakalanmış olsa da bu gelişmelerden ders çıkarmasını bilmiştir. Özellikle 1967’deki gelişmeler sırasındaki kararlı tutumun sonuç verdiği gören Türkiye, gelecekteki sorunlar için askeri seçenekleri de hesaba katan çözüm ihtimalleri üzerinde çalışmalar yürütmüştür. 1974’teki gelişmeler sırasında Türkiye’nin elini güçlü tutan en önemli faktörlerden birisinin bu tecrübeler ışığında

197 Füsün A. Arsava, “Kıbrıs sorunun Uluslar arası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi”, Ankara

Üniversitesi Sosyal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ocak-Aralık 1996, No:14, s.48-50.

198 Yavuz Güler, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna Kadar Kıbrıs Meselesi”, Gazi

Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:5, Sayı:1, Yıl:2004, s.109.

199 Türk hükümetinin Kıbrıs’ta artan çatışmalar nedeniyle adaya çıkarma yapmaya karar vermiş ve

hazırlıklara başlamıştır. Bu kararlı tutum karşısında ABD Başkanı Lyndon Baines Jonhson, diplomatik teamüllere aykırı ve içeriği çirkin bir ihtar mektubunu kaleme alarak Başbakan İnönü’ye iletilmek üzere ABD’de büyükelçisine göndermiştir. Ata Atun “1964 Johnson Mektubu’nun Perde Arkası”, Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi

kararlı bir tutum sergilemek olduğu söylenebilir. Zaten dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in Barış Harekâtı’nın olduğu 20 Temmuz 1974’te Meclis’te yapılan gizli oturumda söylediği sözler durumu özetler niteliktedir: “Kıbrıs sorununun eğer bu kadar zararı yanında bir faydası olduysa, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin belli yönlerde çok iyi bir şekilde eğitilmesi zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır ve bu zorunluluk da gerçekten iyi değerlendirilmiştir”200.

Türkiye’yi 1974’teki Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmeye zorlayan sürecin ilk halkası, Yunanistan’da 1967 yılında gerçekleşen darbe ve bu darbenin ardından Yunanistan’da Albaylar Cuntası olarak anılan yeni bir dönemin başlamasıdır. Çünkü bu cunta Kıbrıs’ta Türklere yönelik olarak gerçekleştirilen şiddet ve terörü desteklemenin de ötesine geçerek adada bir darbe gerçekleştirmiş ve Cumhurbaşkanı Makarios’u devirerek yerine 15 Temmuz 1974’te Nikos Sampson’u iktidara getirmiştir. Bir EOKA’cı olan Sampson’un Kıbrıs’ta fiilen liderliği ele geçirmesi adadaki gidişatı hızla değiştirirmiş, bu eylem ile Yunanistan bir bakıma adayı fiilen kendisine bağlamıştır. Bu duruma sessiz kalmayan Türkiye, Londra ve Zürih Antlaşmaları’na ek olarak imzalanan Garanti Anlaşması’na dayanarak adaya asker çıkarmıştır. Garanti Antlaşması, açık bir şekilde adadaki düzenin bozulması halinde Türkiye ve Yunanistan’a düzeni yeniden kurmak için askeri müdahale hakkı tanımaktadır. Türkiye, 20 Temmuz 1974’te bu açık hukuki hakka dayanarak adaya asker çıkarmış ve 23-30 Temmuz 1974’te Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Dışişleri Bakanları’nın katıldığı 1. Cenevre Konferansı’nda da Türkiye’nin bu müdahalesinin Garanti Anlaşması’na uygun olduğu kabul edilmiştir. Cenevre’de yürütülen müzakereler sonucunda Türkiye isteklerinin önemli bir kısmını kabul ettirmiştir201.

Türkiye’nin askeri güç kullanma kararlılığını ortaya koymasının da etkisiyle 1. Cenevre Konferansı’nın bittiği gün 30 Temmuz 1974’te bir protokol

200Tugay Bülent Göktürk ; “ Türkiye Büyük Millet Meclisi Ceride Kayıtlarında “Johnson Mektubu”

Ve Sonrası Johnson Mektubunun Türk Solu Üzerinde Etkisi”, Uluslararası Boyutlarıyla Kıbrıs

Meselesi Ve Geleceği Uluslararası Sempozyumu 11-13 Aralık 2014/ Gazimağusa, Atatürk Araştırma

Merkezi, Ankara 2016, s.240.

201 Müge Vatansever, “ Kıbrıs sorunun Tarihi Gelişimi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Dergisi, Cilt: XII, Yıl:2012, s.1515; Canan Ağaya, “ Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”, Doğu Batı Ekseni, Cilt:1, Sayı:2, Mart 2017, s.14,15.

imzalanmıştır. Türkiye, Yunanistan’ın hoşnut olmadığı bu protokele binaen Kıbrıs’a çok sayıda takviye birliği çıkarmış ve önemli miktarda silah ve cephaneyi adaya göndermiştir. Türkiye’nin bu girişimi 8 Ağustos 1974’te yapılan 2. Cenevre toplantısına yol açmıştır. Bu toplantıya Kıbrıslı Rumları temsilen Glafkos Klerides, Kıbrıslı Türkler adına da Rauf Denktaş katılmıştır. Rumların bu toplantıda oyalama taktiği uygulamaya başlaması üzerine 14 Ağustos 1974’te 2. Kıbrıs Türk Barış Harekâtı başlatılmış, Girne’den başlamak üzere Türk tankları adanın kuzey kısımlarını 14-16 Ağustos’ta ele geçirmiştir. Bu 2. Harekât ile bugünkü Türk-Rum sınırı da fiilen ortaya çıkmıştır202. Bu noktada şunu söylemek gerekir ki; Rumların 1. Harekât sonrasında oyalama taktiğine yönelmesi, Türkiye’nin bugünkü sınırları oluşturması için fırsat yaratmış, 1. Harekât sırasında uluslararası kamuoyunun uzlaşma yönündeki baskısı ile yarım kalan askeri harekât bu sayede Türklerin yaşam alanını genişletecek şekilde tamamlanma imkânına kavuşmuştur.

Türkiye’nin 1950’lerdeki pasif yaklaşımı bırakarak barış harekâtları ile Kıbrıs sorununa garantörlüğün gerektirdiği şekilde müdahil olması, adadaki gidişatı ve dengeleri tamamen değiştirmiştir. Harekâtlar ile her şeyden önce Kıbrıslı Türklere Rum tehlike ve tehdidinden uzak kendine ait bir yaşam alanı yaratılmış, hem de Türkiye’nin adada bu etkin ve silahlı varlığı Kıbrıs sorununa yeni bir uluslararası boyut kazanmıştır. Kıbrıs Barış Harekâtları sonrasında taraflar arasında yeniden müzakereler başlamış ancak Rumların uzlaşmaz tutumları, Türklerin adadaki varlıklarını yeni bir hukuki çerçeveye oturtmalarını gerekli kılmış, bu doğrultuda da 13 Şubat 1975 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşu ilan edilmiştir203. Denktaş tarafından bu adımın bir bağımsızlık ilanı anlamına gelmediği belirtilirken, bu girişim ile adadaki Türklerin isteklerinin gerçekleşmesini sağlayacak makul bir çözümün önü açılmak istenmiştir. Türkler bu girişimleri ile adada iki toplumlu federal bir yapı istediklerini ortaya koymuşlardır. Buna karşın 1977-1983

202Vatansever, a.g.ms.1515; Ağaya, a.g.m, s.15.

203 Hamza Eroğlu, Kıbrıs Türk Federe Devletinin Kuruluşu, Anayasası ve Bağımsızlığı, Türk Devrim

Kurumu Yayınları, Ankara 1976, s.14, Ayrıca bkz: Sevin Toluner, “ Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin Milletlerarası Hukuki Statüsü”, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin Milletlerarası Hukuka İlişkin Bazı

Sorunları, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No:676, Fakülteler Matbaası, İstanbul

yıllarında gerçekleştirilen müzakerelerde Rumlar uzlaşmazlıklarını sürdürürken BM nezdinde kendi lehlerine kararlar çıkartmaya çalışmışlardır204.

Rumların Türklerle uzlaşma ve birleşme yerine sık sık BM’ye başvurarak uluslararası kamuoyunun desteği ile Enosis’i gerçekleştirmeye çalışması, Türkiye’nin ve adadaki Türklerin yeni adımlar atmasını zorunlu kılmıştır. Rumların girişimleri ile BM, 17 Haziran 1983’te Rumları adanın tek egemeni olarak kabul ederken işgalci diye tanımladığı Türk birliklerinin adadan çekilmesini ve KTFD’nin sona erdirilmesini isteyen bir karar almıştır. BM’nin bu tutumu üzerine KTFD ve Türkiye birlikte hareket ederek bu kararı tümden reddetmiş ve KTFD Meclisi, aynı gün adadaki Türklerin self determinasyon hakkının olduğunu ilan etmiştir. Adada federe bir yapının çözüm getirmeyeceği yönündeki kanatin güçlenmesi üzerine Türk tarafı 15 Kasım 1983’te self determinasyon hakkına dayanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) kuruluşunu tüm dünyaya şu bildirgeyle ilan etmiştir:

“ Kıbrıs Türk Halkının özgür iradesini temsil eden, doğuştan hür ve eşit olan bütün insanların hür ve eşit yaşamalarına inanan, bu inanç içinde, Kıbrıs Türk halkının kendi kaderini tayin etme hakkını 17 Haziran 1983 tarihli kararıyla dünyaya ilan etmiş olan, ırk milli menşe, dil ve din gibi farklara dayalı olarak insanlar arasında ayırım gözetilmesini, her türlü sömürgeciliği, ırkçılığı, baskı ve tahakkümü reddeden; Kıbrıs’ta, Doğu Akdeniz’de, Orta Doğu’da ve dünyada tam bir barış ve istikrarın, özgürlüğün, insan haklarının egemen olmasını isteyen; Kıbrıs Adası’ndaki iki halkın, kendi milli benliğini koruyarak, kendi kesimlerinde, huzur ve güven içinde yaşama ve kendi kendilerini yönetmeye hakları olduğunan inanan, aynı adada yan yana yaşamaya mecbur bulunan bu iki halkın aralarındaki bütün sorunları, eşit düzeyde müzakerelerle, barışçı, adil ve kalıcı bir çözüme ulaştırmanın mümkün ve zorunlu olduğu görüşüne sımsıkı bağlı bulunan; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanının, iki eşit halk arasında ortaklığın bir federasyon çatısı altında yeniden kurulmasını ve sorunlarının çözümlenmesini engellemeyip, kolaylaştırabileceğine kani olan; iki halk arasındaki bütün sorunların barışçı ve uzlaşmacı bir politika ile

çözülmesi için Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin gözetimi altında eşit düzeyde müzakereler yürütülmesini yürekten dileyen ve önerilmiş bulunan zirve toplantısının bu açıdan yarar sağlayacığına inanan Meclisimiz, Kıbrıs Türk Halkı adına, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve bağımsızlık bildirisini onaylar”205.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Cumhurbaşkanı olarak göreve seçilen Rauf Denktaş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluş gerekçelerini şu sözlerle ifade etmiştir206;

“Rum tarafının 1983’ün ilk aylarında görüşme masasını bırakıp, daima yaptıkları gibi, evvela Bağlantıszlar’ın sonra da Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantılarına katılarak aleyhimize tek yanlı kararlar çıkaratacaklarını gördük. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki temsilcilerine ve açık beyanatlarımızla Rum liderlerine duyurduk. Çünkü, biz “iyi, niyet gösterisi” olarak dünyanın anlamadığı bir “ Federe Devlet” statüsünde duraklarken, Rumlar Kıbrıs “milleti”ni temsil ettiğini iddia ederek ve dünyayı buna inanadırarak, aleyhimize ölüm fermanı çıkarmaktaydılar.”

Türkiye yeni devleti hemen tanıyarak207 konuyu BMGK’ya taşımış ancak Türkiye’nin isteği yerine getirilmemiştir208. Bu girişim ile adadaki Türklerin siyasi durumu yeni bir hukuki statüye kavuşmuş ancak bu durumu Türkiye dışında hiçbir ülke resmen tanımamıştır. BMGK, KKTC’nin hiçbir devlet tarafından tanınmamasını

205Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Resmi İnternet adresi:

https://www.kktcb.org/tr/belgeler/kibris-sorunu/1983-2004(Erişim 10 Nisan 2018)

206 Aydın Zeki Tuğ, Bütün Yönleriyle Kıbrıs sorunu ve Denktaş, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlke

ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2003, s.324,325.

207Zaim M. Necatigil, The Cyprus Question and the Turkish Position in International Law, Oxford

University Press, Oxford 1990, s.133.

208 Erol Manisalı, Avrupa Kıskacında Kıbrıs, Derin Yayınları, İstanbul 2004, s. 68; Hürriyet,

16.11.1983, s. 1; Milliyet, 16.11.1983, s.1; Cumhuriyet, 16.11.1983,s.1; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Resmi İnternet Sitesi; http://www.cm.gov.nc.tr/Bilgi/Denktasrr.pdf ; T.C. Dış İşleri Bakanlığı, Kıbrıs Meselesinin Tarihçesi, Bm Müzakerelerinin Başlangıcı, http://www.mfa.gov.tr/kibris-meselesinin-tarihcesi_-bm-muzakerelerinin-baslangici.tr.mfa; Alasya,

istemiş, BM’de 18 Kasım 1983’te yayınladığı 541 sayılı karar ile KKTC’nin bağımsızlık ilanını geçersiz sayarak tanımama talebini yinelemiştir209.

Adanın kuzeyindeki Türklerin devletleşmesi, biraz da Türkiye’deki siyasi ortamın sonucu olup devamındaki gelişmeler uluslararası çevrelerin Kıbrıs sorununa bakışını ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır. Türkiye’de askeri yönetimin iktidarda olması, Kıbrıs Türklerinin devletleşmesi açısından uygun bir ortam yaratırken Türkiye, yeni kurulan devleti hemen tanımış ve kâğıt üzerinde de olsa uluslararası görüşmelerde Kıbrıs Devleti adına hareket eden Rumların karşısına Türklerin de bir devlet kimliği ile çıkması mümkün olmuştur. Öte yandan KKTC’nin tanınması için Türkiye Müslüman ülkelere çağrıda bulunmuş, Pakistan yakın bir zamanda tanıyacağını belirtmesine karşın aradan geçen zamana rağmen henüz bunu gerçekleştirmemiştir. Çağrı yapılan devletlerden sadece Bangladeş, KKTC’yi tanımış ancak İngiltere’nin baskısı ile tanıma kararını bir gün sonra geri çekmek zorunda kalmıştır. Çağrı yapılan diğer İslam ülkelerinin hepsi İngiltere ve ABD’den baskı görmüş ve hepsi çeşitli şekillerde yakın ilişki kurma çabası sergilemelerine karşın resmi olarak KKTC’yi tanıma yoluna gitmemişlerdir210. Dolayısı ile Rumlara başından bu yana her türlü desteği sağlayan uluslararası camianın Türkler söz konusu olunca ikiyüzlü bir tavır sergilediğini söylemek mümkündür. Batı dünyasının Rumlara gösterdiği hoşgörüyü Türklerden tamamen esirgemesi, gelecekte gerek ABD ve İngiltere’ye gerekse AB’ye ne denli güvenilebileceğini ortaya koymuştur. Bu nedenle batılıların zorunlu kalmadıkça Kıbrıs Meselesi’nde Türklerin lehine olacak gelişmeleri kabullenmelerini beklemek tarihi bilmemek ve hayalcilikten başka bir anlam taşımamaktadır. Aşağıda ele alınacak olan Annan Planı ile ilgili süreçte yaşanan gelişmeler bu yargının doğruluğunu ortaya koyan bir kanıt niteliğindedir.

Adanın kuzeyinde Türklerin kendi bağımsız devletini ilan etmesi ile Kıbrıs sorununda çözüme yönelik müzakereler tekrar başlamış ancak Rumlar geçmişteki

209 541 sayılı karar için bkz: Birleşmiş Milletler Resmi İnternet Sitesi

http://www.un.org/Docs/scres/1983/scres83.htm (10Nisan 2018);Vatansever, 1517-1518; Ağaya,16.

210 Hande Erol, “Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluş Süreci”, Akademik Sosyal Araştırmalar

olumsuz ve uzlaşmaz tavırlarını sürdürmeye devam etmişlerdir211. Bu arada 1974 sonrasında ortaya çıkan yeni siyasi tablonun yanısıra taraflar arasında geçmişten beri yürütülen müzakerelerin gidişatına da kısaca değinmekte yarar vardır. Türkiye’nin adadaki duruma fiili olarak müdahalesinden sonra 1977 yılında yürütülen müzakerelerde bir takım ilkelerde uzlaşma sağlanarak “High Level Agreement” (Doruk Anlaşmaları) olarak tanımlanan bir uyuşma zeminine ulaşıldığı görülmektedir212. Fakat yine de bu dönemde taraflar Türk askerinin adadan çekilmesi, iki taraflılık/çoğunluk idaresi, iki egemen devlet/konfederasyon gibi temel konularda bir uzlaşmaya varamamış ve 1990’lı yılların sonuna kadar müzakereler bu şekilde devam etmiştir. Üzerinde anlaşma sağlanamayan ve tarafların ısrarla talep ettiği bu istekler Annan Planı’nın gündeme gelmesine kadar masada çözümsüz bir şekilde beklemiştir213.

Öte yandan BM’nin çözüm amaçlı önerilerinin sürekli iki taraftan biri ya da aynı anda ikisi tarafından reddedildiği görülmektedir. Özellikle Rumların çözüm konusunda ayak direyen tutumları ile Kıbrıs sorununun çözümü konusunda sonraki yıllarda da ilerleme sağlanamazken 1990’lı yıllardan itibaren soruna taraf olan ülkelerin sayısında artış olmuştur. Bunun en önemli sebebi Rumların adanın tamamını temsilen 1990 yılında AB üyeliğine başvurmasıdır. AB’nin 1995 yılında GKRY’ye adaylık statüsü vermesi, adadaki sorunu daha karmaşık hale getirirken 2000’li yıllardan itibaren Avrupa Parlamentosu’nda alınan kararlarda GKRY’nin adanın tamamını temsil eden bir devlet olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında bu

211 Rumların adadaki uzlaşmaz tavırları oldukça anlaşılır bir durumdur. Çünkü uluslararası çevreler ne

Kıbrıs Türklerinin yaşam ve var olma hakkını gözeten ne de Türkiye’nin adadaki varlığını meşru kabul eden bir yaklaşımda bulunmamışlar, sürekli Rumların lehine bir tavır içerisinde hareket ederken Türkiye’yi de işgalci olarak görmüşlerdir. BM’nin 17 Haziran 1975 tarihli kararında adadaki Türk unsurları açık bir şekilde işgalci olarak tanımlaması ve çekilmeye zorlaması bunun açık bir örneğini teşkil etmektedir. BM’nin bile Türklere yönelik böyle bir tutum içerisinde olduğu hesaba katılırsa Rumların uzlaşmacı bir tavır sergilemesini beklemek zaten mantıklı bir beklenti olmaktan uzaktır.

212 Efegil, “ Kıbrıs Meselesinin Tarihsel Arka Planı”,s. 32-33.

213 James Watson, The Theory of Neo-Enosis: The Republic of Cyprus’s EU Membership as an

Objective of Pan-Hellenic Nationalism-A History, M.A. degree in History, University of Ottawa,

raporlarda Türkiye adada işgalci bir devlet olarak görülürken Rumların AB üyeliğinin kapısı belirgin bir şekilde açılmıştır214.

II. BÖLÜM

RAUF R. DENKTAŞ’IN HAYATI

2.1. Rauf R. Denktaş’ın Ailesi, Çocukluğu ve Çocukluk