• Sonuç bulunamadı

Kişilik, Kimlik ve Özerk Birey

2.3. Neoliberal Eğitimin Ontolojik Temelleri

2.3.1. Kişilik, Kimlik ve Özerk Birey

Eğitimin ontolojik temellerini soruştururken karşımıza çıkan en önemli ögelerden biri birey veya özerk bireydir. Diğer bir değişle ontolojik anlamda ele alınacak önemli bir unsur ise okulun önemli bir ögesi olan, öğrenen kişidir. Okul zaten öğrenen kişilerden meydana gelmektedir. Yani öğrencilerden oluşmaktadır. Dolayısıyla eğitimin ve öğretimin merkezinde bulunan öğrencidir. Ontolojik bağlamda öğrenen kişiyi anlamak için bu kişinin neliğini ve kimliğini, doğasının ne olduğunu, içinde bulunduğu toplumun yapısını, hangi kişilik özelliklerine sahip olmasının amaçlandığını; onun zekâ, yetenek ve becerisinin ne olduğunu, bunların sınırları ve hangi yönde geliştirilmesi gerektiği konusunda çeşitli sorular ele alınmaktadır. Bu sorulardan en önemlisi birey ve onun doğasıdır.

Bu durumda öğrenen kişinin doğası öncelikli hale gelmektedir. Birey olmanın hatta özerk bireyin anlamı öne çıkmaktadır. Bu yüzden öncelikli olarak neoliberal düşüncenin Hayek ve Rawls’ın ontolojik bağlamda insan doğası üzerine tespitlerini ortaya koymak önemlidir.

Hayek felsefi söyleminde Kant’tan esinlenerek felsefenin görevini, herhangi bir metafizik sistemin inşası değil, insan aklının sınırlarının araştırılması olarak görür. Buna dayalı olarak da Hayek, dünyada şeylerin, varlıkların gerçekte nasıl olduğu ile ilgili herhangi bir endişeyi reddeder. “X nedir?” gibi bir sorunun sadece belirli bir düzen içinde bir anlamı olduğunu ve bu sınırlı anlamı dahilinde daima somut bir ilişkiye atıfta bulunacağını onaylar. Her şeyden önce, Hayek’in bilimsel söylemde en çok kaçınıldığını gördüğü, görünüş ve gerçeklik arasındaki ayrım fiziksel düzen ile

tanımlanamaz. Yani bu ayrım bilinemez. O halde, Hayek için araştırmanın amacı, kendilerindeki şeylerin doğalarının veya özlerinin görünüşünün arkasındaki keşif değildir çünkü Hayek, öz veya mutlak gerçeklik kavramını işe yaramaz olarak damgalar, ona göre felsefede bu kavram zararlıdır. (Gray 2013: 5) Bu doğrultuda Connin’e göre Hayek’in ontolojisi, gerçekliğin doğası ve özellikleri, açıkça epistemolojik bir temele dayanmakta, birçok yerde onun epistemolojisi ve ontolojisi iç içe geçmektedir. (Connin 1990: 313) Bunun yanında Hayek felsefesinde baştan itibaren metafizik ve soyut içeriğe sahip kavramlar yer almaz çünkü bunları epistemolojik olarak bilmek güçtür. O, daha somut olan var oluş biçimleriyle ilgilenir. Bu varoluş biçiminin en temelinde ise insanla ilgili çeşitlilik yer almaktadır.

Hayek’e göre bu durum aslında insan doğasına yönelik farklılıkların sonucudur. Hayek öncelikle insan doğası ile ilgili tespitlerde bulunarak insan doğasının çeşitliliğini en belirgin gerçeklerden biri olarak görür. (Hayek 1978: 86) Hayek insan doğasının biyolojik bir gereklilik sonucunda farklı olduğunu öne sürerek doğası gereği farklılıklara sahip olan bu bireyi ontolojik bir varlık olarak temele alır. Böylece birey ve bireyin doğasından bu şekilde bahsedebileceğimizi söyler.

Burada birey ve bireyciliği öne çıkartan bir düşünce söz konusudur. Hayek’in felsefesinde sözü edilen: “Birey anlayışının temel özellikleri nelerdir?”. Ona göre söylenmesi gereken ilk şey, öncelikle bir toplum teorisi, insanın sosyal yaşamını belirleyen güçleri anlama girişimi ve toplumun bu görüşünden türetilen bir dizi politik maksim olduğudur. Burada bir gerçek vardır ve tek başına kabul edilmelidir; bu gerçek de bireyciliğin, bütün doğası ve karakteri, toplumdaki varlıklarına göre belirlenir. (Hayek 1948: 6) Hayek‘e göre bireyin varoluşunun temelini oluşturan unsur yaşadığı toplum ve sosyal düzen olmaktadır. Bu sosyal düzenin içinde ise bireyin bireyselliğinin gelişimi için uygun bir yasal çerçeve, uygun kurumlar, bilinçli bireyler gereklidir. Bu sayede toplum bireysellikler bakımından zenginleşir ve somutlaşmış güçlü bireyselliklerle var olur. Ancak burada sözü edilen birey ve toplum birebir birbirine bağımlı değildir çünkü önceki bölümlerde de vurgulandığı gibi birey her zaman toplumdan öncedir. Ancak bazı durumlarda biri diğerinin varoluşunu şekillendirebilir. Dolayısıyla her ne olursa olsun insan doğasına yönelik çeşitlilikler neoliberal düşüncede epey önemlidir. Aynı zamanda bu bireyselliklerin, çeşitliliğin özgürce gelişimi sağlanmalıdır.

Hayek bireye, onun doğasına yani insan doğasına yönelik yaptığı açıklamalarda, insanların varoluşsal olarak farklılıklarından bahseder. İnsan doğası düşünme biçimleri, yetenekler ve yetiler bağlamında sınırsız çeşitlilik içermektedir. Bu yüzden diğer canlılar arasında en fazla çeşitliliğe sahip olan insandır. Bu çeşitlilik her durumda kendine özgü bireylerin oluşmasını sağlar. Eğer insanın doğasına yönelik farklılıklar önemliyse o zaman hoşgörüde, bireysel özgürlük ve değer düşüncesi de önemlidir. (Hayek 1978: 86) Çünkü bireyler benzer bilişsel yetilere sahip olmasına rağmen onlar doğası gereği farklıdır. (Connin 1990: 303) Bu farklılık ise onları özerk kılmaktadır.

Solomon’a göre ise liberal düşünceyi temsil eden birçok düşünürün temel birimi, toplumdan ayrı düşünülen özerk bireydir. (Solomon 2004: 127) Birey toplumdan uzaklaşması sayesinde özerk hale gelebilir. Bu yüzden insan doğasının sahip olduğu bu çeşitlilik yani onun bireyselliği, özerk hali önemli görülmelidir. Ancak daha önceki bölümlerde de hatırlayacağımız gibi bireyin toplumdan ayrı olması tamamen toplumdan uzaklaşması anlamına gelmemektedir. Birey kendi özerkliğini zedelemeden toplum içinde var olmayı da bilmelidir. Çünkü Hayek’in bağlı olduğu neoliberal gelenekte her ne kadar birey toplumdan ayrı olsa da ekonomik işleyişte bireylerin birbirlerine ihtiyacı olacak belki ortak bir düzenin içinde uzlaşacaklardır. Dolayısıyla neoliberal düşüncede bireyin toplumdan kendini tamamen soyutlama durumu söz konusu olmamaktadır. Ancak birey farklı olan doğasına yönelik her türlü müdahaleye de karşı durabilmeli, toplum içinde özerkliğinden, bencilliğinden ve ekonomik çıkarlarından taviz vermeden yaşantısına devam etmelidir.

Ebenstein, Hayek’in bu bireycilik anlayışının temelindeki bakış açısının solipsist olduğunu iddia eder. Çünkü burada bireyin aklı, becerileri ve kendine özgülüğü dışında hiçbir şey önemli değildir. (Ebenstein 2003: 136)

Hayek ile birlikte Rawls’ın da insanlar hakkındaki görüşü neoliberal düşünce için belirleyici olmaktadır. Rawls da Hayek gibi insanların doğası gereği özgür ve rasyonel varlıklar olmalarını önemli görür. Bu aynı zamanda liberal gelenek içindeki Hobbes ve Locke’nin de görüşüydü. (Fisk 1989: 56)

Aslında Rawls da Hayek gibi düşünür ve insan doğasının çeşitliliğini önemser. Ona göre her birey farklıdır. Bu yüzden birey bu farklılıklara dayalı bir takım doğal yeteneklere sahiptir. Herkesin doğal yeteneklerinin olduğu toplumsal birlik durumu

önemlidir. (Rawls 2007: 349) Rawls aynı zamanda da insanın farklılıklarına ve çeşitliliklerine vurgu yaparak bu çeşitliliğin bir avantaj haline dönüştürülmesini önerir. Rawls bu durumda toplumun, sadece tek tip bireylerin bir toplamı olduğu görüşünü reddeder. Buna dayalı olarak Rawls, politik tekilliği de reddeder çünkü Rawls’ın çalışmalarında sosyal ilişkiler, insanların temel iddia ve haklarına göre farklılık gösterir. (Pettit 2005: 164) Dolayısıyla birey ve onun kimliği toplumsal varoluştan da bağımsız düşünülemez.

Rawls, “Politik Liberalizmde” bireysel kimliklerin toplumsal gerçeklikten derinden etkilendiğini kabul eder. Bireyler gerçekten de nesnel olarak birbirlerinden ayrılamayacakları ve ayrı değerlendirilmeyeceklerine inandıkları inançlar, bağlılıklar çerçevesinde yaşarlar ve bunlardan etkilenirler. Ancak Rawls, bireylerin tamamen bu toplumsal ilişkiler tarafından belirlenmediğini, kişisel kimliklerimizdeki bir şeyin kendi etkilerine dayanacak kadar yeterli kalıcılığa sahip olduğunu savunur. Rawls, kişisel kimliklerin göreceli kalıcılığının çeşitli ontolojik görüşlere dayandırılabileceğini ileri sürmektedir. Rawls, sadece bir değil, birden çok ontolojik pozisyona atıfta bulunarak ontolojik geleneklerin eşit bir şekilde ele alınmasını ve böylece ontolojik bir anlaşmazlıktan kaçınmayı amaçlamaktadır. (Rosenthal 2016: 12) Rawls böylece ideal olan bir kimlik anlayışı ortaya koyma çabasındadır.

Lazaroiu’ya göre Rawls’ın vizyonu normatif (kural koyucu, ideal olanı yapan ve söyleyen) bir kimlik anlayışıdır. Bu durumda o, bireyleri siyasi yaşama dahil olması gereken haklara ve güce sahip olarak nitelendirir. Sosyal bileşenler, kişilerin kimliklerini tam olarak oluşturmaz. Bireyler genellikle kimliklerini oluşturmalarına yardımcı olan sosyal girişimlere katılmalıdır. Böylece onların ahlaki ve siyasi özerklikleri oluşacaktır. (Lazaroiu 2014: 73) Birey özerk olmadan hiçbir eylemde bulunamayabilir. Dolayısıyla Rawls’a göre vatandaşlara özerklik, buna dayalı temel haklar ve özgürlükler, mülk ve eğitim fırsatları ile gelir. (Rosenthal 2016: 13) Rawls bu özerklik durumunun, özerk olarak hareket etmenin, bizim özgür ve rasyonel olarak hareket etme ilkelerimizden kaynaklı olduğunu öne sürer. (Rawls 2018: 546) Dolayısıyla Rawls’ın da ontolojisinin altında yatan temel unsur bireyin özerk olabilmesidir. Bu özerklik durumu ise liberal geleneğin temel ilkelerinden ve adaletten bağımsız ele alınamamaktadır. Bu açıklamalar ışığında Rawls bireyin özerkliğini yani

ontolojik bağlamda özerkliği, rasyonel özerklik ve tam özerklik olarak iki kategoriye ayırmaktadır.

Rasyonel özerklik kişilerin zihinsel ve ahlaki yeteneklerine dayanır. Kişilerin iyi anlayışlarını oluşturma ve diğerleriyle anlaşmaya girme bunun içindedir. Bu kişiler adil davranışlar sergilerler, dolayısıyla adil bireyler rasyonel olarak özerktir. Bu durum birey için özgürlüğün bir boyutudur. (Rawls 2007: 115) Rawls, kişilik ve insan doğası hakkındaki görüşlerini, ahlaki veya politik olsun, özgürlük ve özerklik kavramına sürekli olarak odaklar. Buna ek olarak Weber, Rawls’ın kişi anlayışını, Kant’ın benlik anlayışına benzer bir şekilde kullanmaya çalıştığını da iddia eder. Böylece kişinin özerklik koşulu sağlanmaya çalışılır. (Weber 2010: 87) Burada kişinin özerk olmasına dayalı kriterlerinden biri adalet ilkesidir.

Kişiler etkin adalet hisleri doğrultusunda, siyasal yaşamlarında, adalet ilkelerini kamusal olarak tanıyıp bilinçli olarak uygulamaya koymaya başladıklarında tam özerkliğe ulaşmış olurlar. (Rawls 2007: 120) Dolayısıyla Rawls’a göre tam özerklik siyasal bir durumdur ve kamusal alanda etkin bir şekilde adaletin sağlanmasıyla gerçekleşmektedir. Bu durumda burada kişi ve onun özerkliği bir nevi onun gerçekliğini temsil etmektedir. O halde bu özerklik durumu bireyin çıkarı için gereklidir.

Rawls özerkliğin, evrensel hak ilkelerine bağlı olmaktan çok, kişinin en üst düzey çıkarlarına bağlı olduğunu ileri sürer. Rawls’ın görüşüne göre haklar, özgürlükler, özerklik ve özsaygı gibi insana özgü birincil öğeler metafizikten uzak ontolojik bir içeriğe ve gerçekliğe sahiptir. (Johnson 2005: 212) Burada bireyin özerkliğinin en temel unsuru ise rasyonel bir biçimde kabul edilen adalet ilkesi olarak gösterilir.

Rawls adalet ilkesinde, toplumun karşılıklı yarar için işbirliğine dayalı, pratik bir girişim olduğunu savunur. O, insanların ortak çıkarlarını gözetmelerine rağmen yine de kendi çıkarlarını koruduklarını ve bu nedenle, sosyal hakların adil bir şekilde tahsis edilmesini belirlemek için bir dizi ilkeye ihtiyaç olduğunu iddia eder. (Pettit 2005: 165) Peki bu ilkeler nasıl ortaya çıkacak? Bu ilkeler üzerinde ortaklıklar nasıl kurulacak? Rawls, burada bu ilkeleri oluşturacak iyi düzenlenmiş rasyonel düşünen bir toplumdan bahseder. Rawls, iyi düzenlenmiş toplumların içindeki rasyonel bireylerin ortak görüşe ulaşabileceğini öne sürer. Çünkü onlar doğası gereği ortak sorgulama ve akıl yürütme

yolları tarafından desteklenmektedir. (Rawls 2007: 109) Bu sayede ise toplumsal birliktelikler ortaya çıkmıştır. Çünkü onların ortak çıkarları vardır.

Rawls’a göre toplum az ya da çok kişisel doyuma ulaşmış kişilerin birlikteliğinden oluşmuştur. Bu kişiler ilişkilerinde belli davranış kurallarına uygun davranmaya çalışırlar. Bu kurallar bir işbirliği sistemi içindedir ve kişilerin iyiliği içindir. Aslında insan tek başına da yaşayabilir. Yine de sosyal işbirliğinin kurulduğu andan itibaren, daha iyi hayat yaşayana kadar, insanlar arasında çıkarları konusunda bir çatışma vardır ve bu çatışma çoğu zaman olacaktır. Dolayısıyla avantajların bölüşülmesini belirleyen, sosyal düzenlemeler arasında tercih yapılabilecek, payların orantılı dağıtıldığı sosyal adalet ilkesine ihtiyaç doğmaktadır. Toplumdaki kurumlar içindeki hakların dağılmasının yolu bu ilkelerden geçmektedir. Farklı amaç ve hedefleri olan insanlar adalet kavramı sayesinde, kendi aralarında paylaştıkları sivil bir dostluk bağının kurulmasını sağlarlar. (Rawls 2018: 33) Böylece adalet sayesinde, iyi düzenlenmiş birliktelikler ve ilişkiler ortaya çıkar ve aşırılıklar ortadan kaldırılmaya çalışılır. Bu yüzden Rawls’a göre toplumsal işbirliği önemlidir ancak birey sadece toplumsal işbirliğinin içindeki bir gerçeklik değildir. Pettit’in yorumuna göre Rawls bizi ne dayanışmacı (solidarism) ne de tam anlamıyla tekillik (singularism) niteliğinde olan politik bir ontolojiye yönlendirir. (Pettit 2005: 166-167) Sosyal işbirliği, dayanışma için önemlidir. Bunun yanında bireyin düşünebilmesi ve sorgulaması için siyasi tekillik de gereklidir. Kişinin yurttaş, vatandaş olması ve adaletin bilincinde olması için bunların sağlanması önemlidir. Rawls’a göre bu, iyi düzenlenmiş bir toplumun kriterleridir.

Rawls felsefesinde siyasal toplumun vatandaşlık anlayışı adalet teorisi gibi belirli bir mevcudiyete sahiptir. Çünkü bu adalet aracılığıyla iyi düzenlenmiş toplum kavramı önemli hale gelir. Ancak yine de toplumdaki yaşam herhangi sınırlı bir öğreti tarafından düzenlenmeyecektir, farklı kapsamlara sahip öğretilerin izin verebileceği örtüşen fikirler tarafından düzenlenecektir. Rawls adalet hakkında teorik altyapısı olan demokratik toplumun, aslında, kapsamlı olmayan bir dizi fikir etrafında iyi düzenlenmiş olmasına rağmen iyi düzenlenmiş olduğunu savunur. İdeal toplumların ontolojisi olan şey, şimdi gerçek demokratik toplumun ontolojisi haline gelir. Demokratik toplum tam olarak bir uygarlıktır. Bu yüzden bireyler de bu toplum için önemli olmalıdır. Dolayısıyla böyle bir adalet ve demokrasi görüşünü temsil edecek tek varlık bireydir. Bireylerin kaybolduğu bir ontolojide, herkesi kapsayabilecek bir adalet teorisi

sorgulanmalıdır. (Pettit 2005: 171-172) Herkesi kapsayan bir adalet anlayışı ise sosyal varoluşu içine almaktadır.

Rawls’ın adalet kavramını içeren çeşitli tartışmalarda onun adalet teorisi sosyal bir ontoloji olarak kabul edilir. Bu sosyal ontoloji ise kurumların ve adaletin işleyişinden, ekonomik düzenden, bireylerin gerçekliğinden, aynı zamanda sosyal gerçeklikten bağımsız ele alınamaz. (Martins 2018: 18-19) Dolayısıyla Martins’e göre Rawls’ın adalet anlayışı ve adalet anlayışına verdiği önem çerçevesinde realist bir duruşa sahip olması doğaldır. Bu adalet durumu da politik olandan bağımsız değildir.

Rawls’ın adalet üzerine olan çalışmasında, adalet olarak adaleti oluşturan ilkelerin metafizik değil, politik olduğu iddia edilmektedir. Bu yorumda oldukça yerindedir. Çünkü Rawls burada benlik ve sosyal yaşam hakkında çeşitli tartışmalı durumları ele alarak kişinin içindeki olgusal durumları açığa çıkartmaya çalışmaktadır. Burada Rawls’ın, Hobbes’in insan doğası anlayışını paylaşmadığı açıkça ortadadır. O, daha çok düşüncesinin birçok yönleriyle Kant’ın antropolojik görüşlerine sadık kalmıştır. (Papastephanou 2005: 502) Dolayısıyla burada insan özerktir ve bu özerklik değerlidir.

Bu demektir ki herhangi bir bireye, özgürlük ve özerklik gibi, birtakım olanaklar sunulmaksızın birey kendini geliştirme imkânına sahip olamaz. Bunun için toplumsal ortam yani başkaları ve onlarla işbirliği yapılması önemlidir. Fakat eğitim ve öğretimde bireysel bir çabaya da sahip olunması gerekliliğinden dolayı o, sadece işbirliğine dayandırılamaz. Birey bu işbirliği üzerine kendi çabasıyla kendini geliştirme imkânı bulabilir. Herhangi bir eğitim ortamında sağlanan bu gelişme bireylerin farklı yeteneklere sahip olması ve bu yeteneklerin desteklenmesi sonucunda gerçekleşmektedir. Her bireyin kendine özgü bir potansiyeli vardır ve eğitim ortamında bu yetenekler ve yatkınlıklar özgürce geliştirilebilmelidir. Dolayısıyla neoliberal düşünürlere göre eğitimde kazandırılacak politik becerilerin yanında, bu eğitim anlayışının doğası gereği her eğitim ortamında bilim ve bilimsel çalışmaların yeri de olmalıdır. Çünkü bunların varoluşsal gerçekliği iç içe düşünülmektedir.

Eğitimde amaç sadece politik beceri kazanma olmamalıdır. Eğitimde bilimin ve bilimsel çalışmaların yeri de önemlidir. Diğer yandan bilimsel çalışma ve yaratıcılık arasında olumsuz bağlantı da oluşabilir. İşte Hayek buna dikkat çeker ve birçok alanda

yapılan bilimsel çalışmaların, toplumsal faydalılık özelliğine dayalı olarak tekdüze ve yaratıcılığı engelleyici şekilde olma durumunun, bir insanın bilimsel yolda ilerlemesine ve piyasanın gelişmesine katkıda bulunmasını azaltma düşüncesini vurgular. Böylece bilimsel özgürlük ortadan kalkmış, zorunluluklar kişisel teşebbüsü ve girişimci bireyi engellemiş olur. (Hayek 1978: 392) Hayek, burada öncelikli olarak karşılaşılacak özgürlük sorununa değinir. O, neoliberal bir eğitim ortamında karşılaşılacak özgürlük sorununun nasıl çözüleceğine dair çözümler ve öneriler ortaya koyma çabasındadır. Hayek bu özgürlük ve girişimcilik sorununun çözümünü yine kişinin kendisinde görür. Kişi kendisini şanslı ve yetenekli gördüğü alanlarda, öncelikle kendisi için özgürce çaba sarf etmeli, bilimsel ilerleme ve teknolojik gelişme özgürce sağlanmalıdır. Böylece hem kişinin arzu edilen gelişimi hem de bilimsel ilerleme sağlanır. Bilimsel çalışmalar tek düze ve yaratıcılığı engelleyici şekilde yapılmamalıdır. Dolayısıyla bu çalışmalar hem kişinin kendini geliştirebileceği hem de bilimsel alanda ilerleme sağlayacağı, ona piyasaya dahil olmada yardımcı olacak şekilde yapılmalıdır. Bu durum liberal geleneğin içinde önemli bir konu olarak ele alınmaktadır.

Aynı zamanda bu bilimsel ilerleme, bu ilerlemenin bireye ve topluma fayda sağlaması, bilimde ve bilimsel çalışmalarda özgür olma ve özgürce araştırma yapma olanağına sahip olma gibi unsurlar klasik liberal eğitime katkı sağlayan Locke, Mill ve Dewey gibi düşünürler tarafından da önemli görülmektedir. Ancak yine de bilimsel çalışmalarda, araştırmalarda özgür olmak, eğitimin özgür bir ortamda gerçekleştiğini ve eğitimdeki özgürlük sorununun tamamen çözüleceğini göstermez. Burada neoliberal düşünürlerin bu unsurları önemli görmesi, eğitimin ve toplumsal ilerlemenin önemli bir koşulu haline getirmesi, klasik liberal gelenekten bu konular itibari ile çok fazla uzaklaşmadıklarını göstermektedir.

Bu bağlamda eğitim aracılığıyla sağlanan ve eğitimde olması zorunlu görülen bilimsel ilerleme ve bilimsel özgürlük hangi kaynaktan beslenmektedir?

Hayek, felsefesinde bilimsel özgürlüğün önemine vurgu yapar ve ona göre özgürlüğün olmadığı bir devlette ve bu devletin kurumlarında bireyler ancak davranmaya mecbur oldukları şekilde davranırlar. Özgür olamayan insanlar ayrıntılı, fayda sağlayan, yerel içerikli bilgileri aramaya yönelmediği için daha az yeteneğe ve ilerlemeye sahip olurlar. (Boudreaux 2014: 22) Bu durum ise bireyin kişilik ve kimlik özelliklerinin gelişmesinde izler bırakır. Kişilik özelliklerinin neoliberal ideoloji

bağlamında girişimci insanlar olarak şekillenmesine engeller oluşturur. Dolayısıyla eğitim ilerleme ve gelişme imkânı sağlamalıdır.

Farklı bilimsel alanlarda çalışan insanlar en iyi şekilde işleyen sayısız kaynaklar bulabildiği sürece bilimde ve eğitimde ilerleme ve gelişme imkânı artacaktır. Bu yüzden bilimsel özgürlük, bilgisizliğimizin sınırlarını açarak tek bir otoritenin hizmetinde olmayan aynı zamanda aykırı da düşünebilen farklı insanların, kişiliklerin, kimliklerin yaşadığı bir dünyanın imkânını sağlayacaktır. (Hayek 1978: 393) Dolayısıyla kişilik ve kimlik özelliklerinin oluşmasında neoliberal düşüncenin temellendirdiği özgürlük anlayışı oldukça önemlidir. Bu özgürlük ise araştırmacının ve araştırmanın gelişimi için gereklidir. Bilimsel alanlarda araştırmacıya, girişimciye; çoğu iş türü bakımından zamanı, maddi imkânı, araç ve gereçleri nasıl kullanacağına dair karar verme özgürlüğü sağlanmalıdır. Tek bir otoritenin elinde bulunan sermayeyi kontrol etmek yerine, aykırı çalışan, düşünen, araştıran insanlara da şans vermek ilerleme potansiyeli bağlamında son derece önemlidir. Burada bahsedilen aykırı olma, çalışma, düşünme durumu insan doğasından kaynaklanır. Çünkü baştan itibaren insanın çeşitliliğinden bahsedilmektedir. Bu yüzden insanların farklı olması bu farklı olmaya dayalı olan düşünme biçimleri çeşitliliğin veya çoğulculuğun en önemli öğesi olarak düşünülmektedir. Bireylere,