• Sonuç bulunamadı

2.3. Neoliberal Eğitimin Ontolojik Temelleri

2.3.4. Küreselleşme Olgusu

Toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel anlamda son elli yıldır yoğun bir biçimde yaygınlaşan küreselleşmenin hayatımıza etkileri gözden kaçmamaktadır. Küreselleşmenin içeriği, doğası 1990’lı yıllardan itibaren net biçimde görülmeye ve anlaşılmaya başlanmıştır. Küreselleşmenin ne olduğu sorusuna cevap ararken bazen onun tanımları yapılmakta, çoğu zamanda küreselleşmenin özellikleri söz konusu edilmektedir. Burada küreselleşmeye ait unsurları irdelediğimizde neoliberalizmin birçok öğesiyle ortaklıklar görülecektir. Bu yüzden bu bölümde küreselleşme olgusundan hareket edilerek neoliberalizmin bir takım olgusal işleyişinin karşılığını bulduğu yer olarak okullar ve eğitim kurumları üzerinde durulmaya çalışılacaktır. Ayrıca hem küreselleşmenin yaygınlaşması için hem de neoliberal ekonomik düzenin insan yaşamına yansıyabilmesi için okulların bir araç olarak kullanılma durumu üzerine analizler yapılmaya çalışılacak, neoliberal düşüncenin küreselleşme ile birleşerek adalet, eşitlik, özgürlük ve demokrasi sorununu derin bir sorun haline getirdiği iddiasında bulunulacaktır.

Öncelikli olarak küreselleşmeye yönelik tespitlere odaklanıldığında Bauman; küreselleşmeyi, insanlığın ve dünyanın kaçınamayacağı kaderi ve geri dönüşü olmayan bir süreç olarak düşünür. Giddens ise küreselleşmeyi, dünyanın uzak yerlerini birbirine bağlayan toplumsal ilişkilerin kolaylaşmasıyla yerel olayların öteki olayları biçimlendirme şekli olarak ele alır. Ona göre en basit haliyle küreselleşme, insanlara ait birçok unsurun birlikteliği sağlanarak bunların birbirine bağlanma durumudur. Bauman ve Giddens’in küreselleşmeye dair tespitlerine ek olarak Fox da küreselleşmeyi, Chomsky’nin tespitlerinden yola çıkarak, devlet merkezli kurumların tamamıyla küresel bağlamda etkin olan farklı aktörler arasındaki ilişkilerin yapısı içinde eridiği süreç olarak görür. O, aynı zamanda küreselleşmenin kıtalar veya bölgeler arası akışlar ve etkinlik ağları yaratarak toplumsal ilişkiler ve işlemlerin örgütlenmesinde genişlik, hız ve etki bakımından dönüşüm sağlayan süreçler dizisi şeklinde ele alındığını öne sürer. (Fox 2002: 22) Weede ise küreselleşmenin değindiği konuları, ekonomiler arasında

artan uluslararası işbölümü ve daha fazla ticaret, sınır ötesi yatırım ve ülkeler arasında hızlı teknoloji ve bilgi transferi, küresel sermayenin, emeğin kurumsal düzeydeki hareketliliğini arttırma şeklinde sıralamaktadır. (Weede 2008: 416)

Küreselleşme ilk başlarda daha çok toplumsal ilişkiler bağlamında ele alınırken sonraki dönemde ekonomik ticari ilişkilere yönelen bir süreci ifade etmektedir. Böylece küresel pazarların sayısında artış görülür. Üretim, sermaye hareketleri ve ticari ilişkiler açısından dünya hızla birleşir ve ulusal piyasaların yerini küresel piyasalar alır. Küresel piyasalar büyük şirketler ve yatırımcılar açısından doğal çevre haline gelir. Çok uluslu şirketler, üretim ve dağıtım organizasyonları bağlamında hızlı büyür; küresel düzeyde yönetim ve düzenleme durumu ortaya çıkar. Bu özellikleriyle küreselleşme özel mülke, piyasaların belirlediği ekonomik faaliyetlere ve özgürce kâr peşinde koşma dürtüsüne hizmet etmektedir. O halde sosyal, kültürel ve ekonomik yönleri olan bir olgu olarak küreselleşmenin neoliberalist düşünce ile ilişkisi ve bağlantısı nedir?

Küreselleşme bireylere sağladığı özel mülk edinme özgürlüğü ve olanakları ile ekonomik faaliyetlerin piyasalar tarafından belirlenmesi, düzenlenmesi ve kontrol edilmesi bağlamında neoliberal düşünce ile örtüşmektedir. Hayek gibi neoliberal düşünceyi savunanlar, piyasaların devletin bürokratik yapılarından daha çok yönlü ve etkili olduğunu öne sürer ve ekonomik faaliyetlerin piyasaya bırakılmasını önemli görür. Piyasalar teknolojik değişimlere ve sosyal talebe devletten daha hızlı cevap verir. Hizmet sunumunda piyasalar, kamu sektöründen daha verimli ve uygun maliyetli olarak görülmektedir. Aynı zamanda piyasa rekabeti, sosyal yatırımlar için bürokratik politikalardan daha fazla hesap verebilirlik üretir. (Hayek 1997: 133-134) Bu yüzden tüm ekonomik faaliyetlerin kendi başına işlemesi ve kendi dengelerini bulması sağlanmalıdır. Hayek bu koşulun sağlanabilmesi için hukuksal, siyasal ve toplumsal alanda yapılması gereken değişikliklere vurgu yapar.

Hayek ticaretin yani ekonomik faaliyetlerin gelişmesi ve devam etmesi için devletin sosyal, siyasal ve toplumsal alanda, bireylerin ve küçük grupların her birinin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için yukarıda sözü edilen alanlara ilişkin her türlü imkânın sağlanmasının önemli olduğunu ifade eder. Hayek bu düşünceye ek olarak bireylerin ihtiyaçlarını karşılamada ve onların ekonomik faaliyetlere katılmasında, resmi otorite tarafından bilinmeyen çeşitli biçimlerde ihtiyaçların karşılanmasına imkân veren, kendiliğinden oluşan bir düzen olduğunu öne sürer. (Hayek 1995: 22) Sözü edilen bu

düzeni kuran ve işleten resmi otorite değildir. Bu düzen ihtiyaçların karşılanması için adeta zorunlu olarak herkesin rıza göstermesiyle oluşmuştur. Resmi otorite bunu devam ettirici bir yol izler. Hayek kendiliğinden gelişen düzenin resmi otorite tarafından kurulup sürdürüldüğünü söylemiş olsaydı o zaman neoliberal düşüncenin temel ilkeleriyle çelişmiş olurdu. Bu düzen fikri, adeta klasik liberal düşüncenin ekonomik altyapısını oluşturan Smith’in görünmez el tezini de hatırlatmaktadır.

Toplumdaki kendiliğinden düzenin devamı için toplum üyelerinin genel iyiliğini ön şart olarak alması, adil kurallar koyması, bireysel girişimleri desteklemesi önemlidir. Neoliberal bir devletin özgürlüğe dayalı hukuku kendiliğinden oluşan düzenin işlemesi için ön şarttır ve devlet topluma adil bir hukuksal sistemin sunacağı hizmetler dışında herhangi bir hizmet vermek zorunda değildir. (Hayek 1995: 26-27) Hayek’in özellikle ekonomik alanda devletin gücünü ve müdahalesini sınırlayan bakış açısına ek olarak neoliberal düşünürlerden Rawls sosyal, ekonomik gerçeklerin sosyal kurumlar ve bireyler arasındaki bir ilişki sonucu ortaya çıkması ve gelişmesi gerektiğini vurgular. Bu bağlamda o, adalet konusunun toplumların yaşadığı her türlü olgusal durumun ve sürecin temel unsuru olduğunu, adaletin fayda sağlama işlevinin gözden kaçırılmaması gerektiğini öne sürer.

Rawls, adalet kavramında faydacılığının en önemli öğesi olarak gördüğü şeyleri ele alır. O, her insanın toplumun refahının bile önleyemeyeceği bir adalet üzerine kurulu dokunulmazlığının gerekliliğini ifade eder. Burada Rawls’ın çıkış noktası, toplumu karşılıklı avantaj için işbirliğine dayalı bir girişim olarak ele almasıdır. Bu girişim uzlaşmayı dile getirmektedir. Dolayısıyla ekonomik faaliyetlerde bunlardan biridir. Bireyler mantıklı bir şekilde toplumdan öncedir ve işbirliğine katılırlar çünkü bunu yapmak için karşılıklı çıkarları vardır. Her birey kendi iç potansiyelini diğerleriyle işbirliği yaparak ortaya koyar. Adalete olan ihtiyaç bu işbirliğinden ortaya çıkmaktadır. Her insan herkes için benzer bir özgürlük sistemiyle uyumlu, en kapsamlı eşitlik hakkına sahip olmalıdır. Sosyal ve ekonomik haklar en fazla yarar sağlayacak şekilde, herkesi kapsayacak biçimde düzenlenmelidir. (Rawls 2018: 34-35) Ancak bu fayda sağlama durumu fırsatların nasıl eşit bir şekilde dağıtılacağını da dikkate almalıdır.

Ekonomik etkinliğin oluştuğu her türlü fırsat eşitliği koşulları altında, ekonomik alanda herkes aynı haklara sahip olmalıdır. Rawls’ın burada belirttiği gibi sosyal sistemler, insan kontrolünün ötesinde değişmez bir düzen değil, insan eyleminin bir

şeklidir. Kurumların varlığı insanların eylem ve tutumlarıyla sürdürülmekte, dönüştürülmekte veya kaldırılmaktadır. (Mandle 2000: 128) Dolayısıyla adalet ilkesinin üzerine işleyen kurumlar tek bir toplum içinde değil ekonomik anlamda iletişime giren tüm toplumlarda ve toplumsal ilişkilerde geçerli olmalıdır. Küreselleşme, bu varsayımın giderek daha çok makul hale geldiği ortamlarda tam olarak işleyebilmektedir. Bu bağlamda küreselleşme çağında günlük ilişkilerimizi şekillendiren temel kurumsal yapıların işleme biçimi, ulusal sınırları aşar ve devlet gibi tek merkezden yönetilemez. Böylece bireylere sağlanan olanaklar arttırılmaya çalışılır.

İnsanlar belli haklara, özgürlüklere, fırsatlara ve güvenceye öncelik vererek, tüm vatandaşların bunlardan yararlanması için yeterli olanaklara sahip olmasını sağlayarak, liberal kavramların gerekliliklerini yerine getiren anayasal bir demokrasi ve adalet için örgütlenmelidir. İyi düzenlenmiş toplumların önceliği adil ve demokratik işleyen bir düzene sahip olmalıdır. Halklar arasındaki etkileşimlerin adil ticaret standartlarına dahil olma şartını ve iyi düzenlenmiş halkların diğer toplumlara yardım görevini içerir. (Rawls 2003: 99) Bu durumda Rawls, toplumlar arasında düzenin doğru bir biçimde sağlanabilmesi için adaleti öne çıkartır ve her türlü düzenlemede adaleti sağlamanın en temel koşul olduğunu savunur. Adaletin temel koşul olarak sağlandığı ortamlarda bireyler, piyasanın içinde istediği gibi eylemde bulunabilir. Kişiler arası adaletin sağlanabildiği bir etkileşim biçiminde, bireylerin eylemlerinin bürokratik yapılara bağlı kalmasına gerek duyulmaz. Çünkü toplumsal alanda yapılan düzenlemeler piyasaların da adil bir biçimde düzenlendiğini gösterir. Bu duruma her birey uyduğunda ve adaletin gereklerini yerine getirdiğinde piyasada güçlü bir devlet yapısına, bürokrasiye gerek duyulmayacak, bireyler arasında sağlanan bu adalet bilinci sayesinde piyasaların işleyişine güven sağlanacaktır. Ancak yine de piyasaların her toplum ve birey için bu adalet olgusunu burada söylendiği gibi işletebileceğine dair kesin bir delil ortada görülmemektedir. Fakat buna rağmen neoliberaller piyasaya olan güvenlerini sorgulamazlar.

Hayek gibi neoliberaller ise piyasaların devletin bürokratik yapılarına kıyasla çok yönlü ve etkili olduğunu öne sürer. Piyasalar teknolojik değişimlere ve sosyal talebe devletten daha hızlı cevap verir. Hizmet sunumunda piyasalar, kamu sektöründen daha verimli ve daha uygun maliyetli olarak görülmektedir. Aynı zamanda piyasa rekabeti, bürokratik politika tarzından daha fazla hesap verebilmeyi gerektirir ve mümkün kılar.

Bu yüzden piyasanın kendi doğasını ortaya koymasına ve işlemesine herhangi bir müdahale olmamalıdır. Piyasa istediği gibi özgürce işlemeli, genişlemeli ve büyümelidir. İşte bu neoliberal tezler küreselleşme düşüncesini etkilemiş, küreselleşme anlayışının içine neoliberal içeriğe sahip özgürlük kavramının girmesine ve bunun piyasa içinde özellikle ekonomik alanda yaşanması için olanaklar geliştirmeye çalışmıştır.

Küreselleşme içindeki ekonomik etkinliğe vurgu yapan özgürlük alanları, özellikle neoliberal düşüncenin temelini oluşturan Hayek gibi düşünürlerden etkilenmiştir. Küreselleşmenin olgusal durumu, neoliberal kavramların açığa çıkmasını ve yaşanmasını da sağlamıştır. Bir nevi küreselleşmenin ontolojik boyutunun temelinde, somutluğunun biçimlenmesinde neoliberal düşüncenin ve düşünürlerin etkisi olduğu söylenebilir. Hal böyle olduğunda küreselleşme düşüncesinin yayılmasında Hayek’in genişleyen düzene yaptığı vurgu ve özgürlük anlayışı da ontolojik bağlamıyla küreselleşmenin olgusal boyutunda önemli rol oynamıştır. Bu durumda küreselleşmenin felsefi altyapısı olarak neoliberalizmin “yapma düzen” ve yukarıda kısaca işaret edilen “kendiliğinden doğan düzen” gibi bir takım ontolojik unsurlara ve teknik kavramlara dayalı etkisi karşımıza çıkar.

Hayek neoliberal düşüncenin içinde, piyasanın işleme şeklini anlatmak için yapma düzen ve kendiliğinden doğan düzen ayrımı yapar. Onun bahsettiği yapma düzende, kurgulanmış ve önceden organize edilmiş unsurlar vardır. Kendiliğinden doğan düzende ise kendi kendini üreten, büyüyen, genişleyen, içsel bir durum söz konusudur. (Hayek 1996: 57) Kendiliğinden doğan düzen basit, kontrol edilebilir; somut tek bir amaca hizmet eden öğeler barındırmaz. Kendiliğinden doğan düzen karmaşık olabilir, somut olmayabilir, soyut olan ilkeler ona daha çok hitap edebilir ve onun önceden planlanmış tek bir amaca hizmet etmesi görülmez. Burada sıradan düzenlemeler yapmak olanaksızdır çünkü çok sayıda gerçekliği ve birçok olguyu kapsar ve karmaşık düzenlerde kendini ortaya koyabilir. (Hayek 1996: 59) Bu durum onun birçok olguyla ilişki halini de ifade eder. Kendiliğinden doğan düzenin karmaşıklığı ve varlığı hiçbir zihnin tahmin edemeyeceği tarzda genişleyebilir ve büyüyebilir.

Rawls, burada Hayek’in düşüncelerini destekleyici bir bakış açısıyla, sosyal koşulların ve insanların birbirleriyle olan her türlü ilişkilerinin adil bir şekilde özgürlüğe dayalı olarak ulaşılan ve tam olarak onurlandırılan, kendiliğinden oluşan anlaşmalara

uygun olarak zaman içinde gelişeceğini savunur. (Rawls 2003: 100) Rawls küreselleşme olgusunda, piyasada halkların eşit olmasının gerekliliğini vurgular. Halkların, iyi düzenlenmiş toplumların, adil olmayan veya iyi bir siyasi ve sosyal rejime sahip olmalarını engelleyen olumsuz koşullarda yaşayan diğer insanlara yardım etme görevi vardır. Sosyal koşulların ve insanların birbirleriyle ilişkilerinin adil bir şekilde ulaşılan ve tam olarak oluşturulan anlaşmalara uygun olarak zaman içinde gelişmesi gerekliliği öne çıkar. Anlaşmaların hemen herkesi kapsadığı ve herkese ulaştığı, sosyal koşulların adil olduğu toplumsal işleyişe ihtiyacımız vardır. (Pogge 2001: 252-253) Çünkü bu koşullar adil ve kapsayıcı olduğu sürece bireylerin fırsatlarını, ilişkilerini değiştirecek güce sahiptir. Bu durumda Rawls özel mülkiyeti ve piyasa ekonomisini kişilerin fırsatları olarak düşünür. O, adil işlediği sürece piyasaların işleyişine güvenmemizi vurgular. Ona göre özel mülkiyeti tamamen ortadan kaldıran bir plana karşı özel mülkiyet ve piyasa mekanizmasını kişilerin lehine düşünmeliyiz ve piyasaların adilce çalışması için düzenleme yapmalı, aynı zamanda piyasaların işleyişine itimat etmeliyiz.

Piyasalar nasıl olup da adil işleyecek? Piyasaların işleyişine nasıl güvenilecek? Neoliberalist düşünürlerin bu konudaki yargıları temenniden öte bir gerçeklik kazanabilecek midir?

Bu sorulara cevap arayan Mandle, Rawls’ı destekleyerek sorulara cevap bulmaya çalışır. Piyasalara katılanların yalnızca piyasalarda işleyen mekanizmaların üzerinde anlaşmaya ihtiyaçları vardı. Bu nedenle bireyler, başkalarıyla istek ve amaçlarını paylaşmaya gerek duymadan çeşitli hedefler gerçekleştirebilir. Piyasalar bireylerin tek ve bağlayıcı bir siyasi karar vermesi yerine, insanların ne yapabildiklerini ve neyi ödemeye istekli olduğuna bağlı olarak onların koşullara göre değişebilen birden fazla karar almasını sağlar. Piyasalar, bireyler ve grupları bir takım ortak çıkarlara dayalı değerler üzerinde geniş bir uzlaşmaya varmaya yönlendirir. Dolayısıyla pazar, tüm ilişkilerimizi karakterize eder. Rawls pazarın ihtiyaçlara ve taleplere cevap vermesi için, değerler temelinde, bazı insanların etkileşime girmelerini önemli görür. Piyasalar, bireylerin ve grupların izleyebileceği çeşitliliği zedelemeden bu etkileşimleri kolaylaştırır. Eğer bir sistem daha verimli ise ve ekonomik kararları merkezden uzaklaştırarak daha fazla çeşitliliğin karşılanmasına izin veriyorsa bu insanlığın lehine olan bir durumdur. Tekellerin düzenlenmesi yoluyla piyasalar, rekabetçi tutulmalı eğer bireyler merkezileşmemiş piyasa gücü uygulayabiliyorsa mülk geniş çapta dağılmalıdır.

(Mandle 2000: 130) Böylece küreselleşme süreciyle teşvik edilen ekonomik kalkınmanın yoksulluğu, bir derece de olsa, ortadan kaldırma gücü önemli görülmektedir. Küreselleşme sayesinde insanlar hem yoksulluklarına bir çözüm üretme ortamı bulacaklar hem de daha demokratik, özgür, herkesin girişim ve rekabet hakkına sahip olduğu adil bir yaşam biçimine sahip olacaklardır. Burada her bireyin söz söyleme hakkı, demokratik işleyişe dâhil olma durumu nedir? Böyle bir ortamda herkesin özgürce yaşayabilmesi ve adil toplum bilinci oluşturabilmesinin olanağı var mıdır?

Rawls özgürlüğe, refaha ve adil bir toplumsal yaşama sahip olan halkların kendilerinden daha yoksun ve geri olan halklara yardım etmelerini önemle vurgular. Bu süreçte küreselleşmenin olanaklarıyla doğrudan ve açıkça hukuksal ve ekonomik bağlamda gelişen toplumların gelişemeyen toplumlara yardım etmesi gerektiğini savunur. Eğer bu yardım yapılmaz ise aralarında siyasal ve ekonomik anlamda uçurumlar olan, yetenekli bireylerin girişimlerini desteklemeyen toplumlar çoğalacaktır. Böylece hem pazar bulmak zorlaşacak hem de bireysel girişimcilik ve ürün çeşitliliği azalacaktır. Dolayısıyla Rawls, uluslararası bu işleyişte sahip olunması gereken adaletten taviz verilmemesi gerektiğini öne sürer. Bir toplumun ekonomik durumundan daha önemli olan, o toplumun tüm kurumlarının işleyişinde adaletin egemen olmasıdır. Bu yüzden küresel faktörlerin etkisi aracılığıyla kapsayıcı eşitlik, adalet, demokrasi ve özgürlük durumu sağlanmalıdır. Aksi halde küreselleşme faydalı bir süreç olmayacaktır. Ancak yine de burada adaletin, demokrasinin ve özgürlüklerin ne kadar sınırlı bir şekilde ele alındığı, çözüm önerilerinin ekonomik etkinliklerle sığlaştırıldığı gözden kaçmamalıdır.

Küreselleşmenin daha çok ekonomik yönüyle ilişkili olan neoliberalizm, ekonomik anlamdaki ticaret özgürlüğü ve serbest ticaret anlayışıyla da küreselleşmeye somut olarak destek vermektedir. Bu durumda neoliberalizm, küreselleşmenin belli bir formuna dayanarak ekonomik ilişkilerin şekli üzerinde durmaktadır. Ancak yine de neoliberalizm küreselleşme olgusuyla birebir aynı görülmemelidir. Neoliberalizm küreselleşmenin daha çok ekonomik boyutuyla ilişkilenmiştir. Küreselleşme, neoliberal düşünceden de etkilenen çok geniş çaplı ekonomik, siyasal, kültürel bir olgudur. Neoliberalizm Keynesçi ekonominin yerini almak için yola çıkmış, daha çok ekonomik unsurları temele alıp tekrar tanımlayan neoliberal düşünürler aracılığıyla hukuksal alanda yeni düzenlemelere yol açmıştır. (Olssen ve Peters 2005: 314) Keynesçi

ekonomi sadece ekonomik sistemin işleyişinde gerektiği durumda devlet kontrolünü ve müdahalesini savunur. Neoliberalist anlayış ise tamamen serbest piyasa kurallarının işletilmesi gerektiğini öne sürer. Ancak Keynesçi anlayıştan farklı olarak bu serbestliğin birey özgürlüklerini ve dolayısıyla hukuksal yapıyı kapsamasını gerekli görür.

Neoliberal düşünce küreselleşmenin ortaya çıkma sürecinde bire bir etkin olmamıştır ancak temele aldığı unsurlar bağlamında küreselleşmenin hızını ve işleyişini etkileyen bir özelliğe sahip olmaktadır. Neoliberalizm küreselleşme içindeki ekonomik ilişkilerin bir felsefeye ve söyleme dayanması konusunda katkıda bulunmuştur. Neoliberal düşünürlerin önerilerinin de etkisiyle küreselleşmede paranın ve sermayenin bireylerin etkinliğine dayalı olarak ulusal sınırların ötesine özgürce geçmesine, bunun ortak kabul gören hukuksal bir dayanağının oluşmasına, sermaye kontrolünün kaldırılmasına zemin hazırlamıştır. (Olssen ve Peters 2005: 315)

Buraya kadar yapılan açıklamalarda küreselleşmenin daha çok ekonomi ve piyasayla ilgili yasal boyutu öne çıkartılmaktadır. Ancak küreselleşme sadece ekonomik ve finansal boyutu olan bir kavram değildir. Küreselleşmenin ekonomik boyutunun yanında siyasal, yönetimsel, kültürel, sosyolojik, askeri, teknolojik, çevresel ve eğitimi de içeren birçok boyutu vardır. Bu bağlamda küreselleşme bu alanlardan da ayrı düşünülmemelidir. (Tokatlıoğlu 2005: 51) Hayek ve Ralws’ın neoliberal önerileri dikkate alındığında neoliberalizm düzensiz pazar uygulamasını destekler, pazarı olmayan unsurları geri plana iter, küreselleşme etkisindeki sosyal birlikteliği ortadan kaldırır ve ulus ötesi şirketlere sınırsız tavizler verir. Piyasayı küresel öğelere göre düzenler, eğitim reformunu ortaya atar, halk eğitimi ve sosyal refah programlarını kaldırmayı öngörür. Böylece gittikçe küreselleşmenin politikalarından birisi haline gelir ve küreselleşmenin olgusallığını anlamlı bir biçimde öne çıkartmayı, yaymayı bir görev haline getirir.

Neoliberal modelde genel özellikleri bağlamında eğitim; ekonomik üretim işlevine ve bunun artan kalitesine indirgenmiş, özellikle eğitimdeki reformların hedefleri verimlilik, üretkenlik, kontrol edilebilirlik, artan rekabet duyarlılığı, sürdürülebilirlik, esneklik, yenilikçilik şeklinde sıralanmıştır. Öğrencilere, işverenlere karşı hesap verebilirliği güçlendirmek, uluslararasılaşma, harcamaları azaltma özellikle üniversite-iş dünyası bağlantılarını öne çıkartmıştır. Burada okullarda artan rekabeti ve yenilikçiliği desteklemeyi, üretim çeşitliliğini, üretimin kalitesiyle hacmini arttırmayı

hedeflemektedir. Böylece bu durum rekabetçi okullar ve üniversiteler için yeni bir yaklaşım ve ilerleme şeklidir. Ayrıca bu gelişmeler okulların işgücü piyasası koşulları ve beklentileri ile olan ilişkilerini de göstermektedir. (Olssen ve Peters 2005: 326) Bu konuda Hayek de küreselleşmenin bakış açısıyla uyuşur. O, eğitimde ve bilimde ilerlemenin sağlanması için piyasaya yönelik bir eğitim anlayışının önemine vurgu yapar. Hayek, eğitimde ve bilimdeki her türlü ilerlemenin, başkalarının sahip olduğu bilgiden doğan tüm yararların piyasa mekanizmasının sağladığı ve yönettiği yollarla bizlere ulaştığını, bu bağlamda eğitimde de piyasanın gücünün, gelişiminin, bireyler arası rekabetin istek ve ihtiyaçların gözden kaçırılmaması gerektiğini ifade eder. (Hayek 1995: 155) Böylece Hayek neoliberal bir eğitim ortamında hangi bilgi türünün önemli olduğunu ve bu bilginin nasıl kullanılması gerektiğini sorgulamamızın önemi üzerinde durur.

Neoliberal eğitim içindeki bilgi, bilgi ekonomisindeki -ekonomiye dayalı- bilgi