• Sonuç bulunamadı

2.1 Tanım ve Kavramlar

2.1.4 Kentin tasarım aktörleri

2.1.4.1 Kentsel tasarım

Kentsel tasarımının (urban dizayn) aslında büyük çaplı bir mimarlık çalışması olduğu söylenebilir. Bu kentsel tasarım, bazen kentin belli bölüm ve parçalarını, bazen de tümünü hesaba katarak planlanmasıyla uğraşan bir makro mekân tasarım disiplini olarak ele almak gerekir (Sözen ve Tanyeli, 1986, s.129). Makro tasarım olarak kent dizaynı, mimarlar kadar yine tasarımcı olan şehir plancılarını da yakından ilgilendiren büyük ölçekli planlamalardır. Birey ve grupların yaşamlarını gerçekleştirmelerini sağlamak üzere planlama yapan bu tasarımcılar; dizayn eylemini gerçekleştirirken yüzlere hatta bazen milyonlara ev sahipliği yapan kentleri, yüzlerce yıllık planlar öngörerek tasarlamak durumundadır. Bu büyük eylemi gerçekleştiren tasarımcılar yaptıkları için ne kadar başarılı veya başarısız olduğunun cevabını on yıllar sonra alırlar. Bu hayatı dizayn edebilen önemli iş, aslında toplumun yapısına hâkim olmayı gerektirir; hatta yıllar sonra değişecek olan psikoloji, beklenti ve ihtiyaçlarını da tahmin etmeyi bekler. Bu nedenlerle çok kıymetli bir tasarım dalı olan kentsel tasarım; sadece o şehrin insanına değil, tasarlayarak imza atttığı dünya toprağına ve o bölgeyi gezmeye gelen turiste karşı da sorumluluğu olduğundan, var olan ve olacak tüm talepleri karşılacaka biçimde planlayarak hizmet etmelidir. Tasarımcıların vermesi gereken bu önemli planlama kararları; şehrin ekonomisini, iş kollarını, istihdam yapısını yönlendiren kararlardan olup, aynı zamanda da kent içinde yaşayan insanların mutlu, huzurlu olmalarını sağlayan mekân üretme kararlarıdır. Bu

54

nedenle şehrin dizaynı aslında hayatın dizaynı olup; hem yaşayanlarının, hem de gelecek nesillerin ekonomisini, sosyolojisini, psikolojisini ve kültür yapısını da dönüştürerek yeniden inşa eder. Şehirler doğru tasarlandıysa yaşattığı tüm bireylerin sosyal ilişkilerini aktif olarak düzenler; hayatlarını renklendirerek, daha iyi bir yaşam ve mekân ufku kazandırır.

Adorno „Kitle Kültürünün Şeması‟ adlı eserinde dile getirdiği gibi, “kitle kültürü, süssüz bir makyaj”dır diyerek; toplumun kültür yapısının, aslında şehir yapısını ne kadar etkilediğini ve sahip olunan kültürel yapının şehre sirayet edebilme gücünü çarpıcı bir biçimde dile getirmiştir (Adorno, 2012, s.23). Kentte yaşayan bireyler, homojen bir yapıya kavuşmuşlarsa kendi kültürlerini şehirlerine yansıtarak, o bölgeyi süsler, şekillendirir ve güzelleştirirler. Bazen tüm kentin kültürünü, bazen de bölgenin özelliklerine has değerlerini kendi kültürüne de taşıyabilirler. Kentsel tasarımlarla bezenen şehirlerde, toplumsal özellikler, kültür kodları ve özel değerler de gizli bulunmaktadır. Bu kendine has kültür yapısı içinde yaşayan bireyler, özellikle bölgede kültürel olarak çoğunlukçu bir yapıyı yakalayabildiklerinde; alışkanlıklarını sosyo-kültürel yapılarına, şehrin/mahallenin dolayısıyla yaşamlarının detaylarına yansıtarak yaşarlar. Örneğin, uygulanan kentsel dönüşüm öncesinde; Çin Çin ve Sulukule gibi homojen kültür yapısıyla oluşmuş bölgede, çevrelerindeki komşu bölgelerden çok farklı bir biçimde kendi kültürel yapılarına uygun planlamalarla sokak, ev ve mekânlarını şekillendirdiğini ve kültürel dokuyu bozmadan yaşadıklarını biliyoruz. Dizaynın böyle bir gücü vardır; bazen mekân bireyi şekillendirir, bazen de birey mekâna hükmederek biçimlendirir. Bu noktadan bakıldığında, değişim komutunun hangi yönden -mekândan mı, yoksa bireylerden mi- gelerek dönüştürme gücünü kullandığı, değişimdeki istikrar ve kararlılığı etkiler.

Kentsel tasarımdan daha kapsamlı ve büyük bir tasarım süreci olduğu bilinen; kent planlama disiplini, tüm kentsel alanı kapsadığından geniş çalışma alanına karşılık gelmektedir. Kentsel tasarım ise, çok daha sınırlı bir çevreyi ele alarak dizayn etmeye çalışmaktadır. Kentsel tasarım çalışması olarak, bir meydanın veya bir yaya alanının tasarlanması örnek olarak verilebilir (Sözen ve Tanyeli, 1986, s.129).

Kentsel tasarım, iki temel kentsel eleman olan doğal ve mimari elemanları birbirlerine uyumlu olacak biçimde bağlayarak gerçekleşmektedir. Kentin sahip olduğu doğal

55

elemanlar bölgenin coğrafi yapısına ait öğeleri oluşturan; kayalık bölge, ağaçlık alan, vadi, ovanın yanı sıra su, nehir veya deniz kıyıları gibi doğal çevresel öğeleridir. Mimari elemanlar ise, coğrafi özelliklerine ait doğal tüm elemanları birbirine bağlayarak, etkinlik noktalarını güçlendirebilmek üzere insan tarafından tasarlanmış olan her şeyi ifade eder (Salingaros, 1998). Kentin kendi coğrafi özelliklerine göre gerçekleştirdiği her tasarım kararı; uygulandığı ve somutlaştığı zaman, doğrudan insan ve doğayla ilişki kurar, böylece ona temas ederek dönüştürür. Bu nedenle kentsel çevre planlamalarında; tasarımla ilgili moda akımlar, iktidar ve otorite gibi güçlerden çok, tasarımcının meslek etiği ve ahlakının önemiyle birlikte, bölgenin doğal çevresel öğelerine duyarlı ve saygılı olan planlanma kararları ve yönetim süreci önemlidir. Bu günümüzde ütopya gibi gelse de, kentsel çevre içinde yaşayan bireylerin toplumsal hassasiyetlerini koruyarak, insan fıtratına ve duyarlılıklarına uygun olarak, yaşayan bireylerin ihtiyaçlarını belirlemek ve tasarımları bu yönde gerçekleştirmek gerekmektedir.

Kentsel mekânın yerel müdahalelerle düzenleme çabaları, gerçek anlamıyla Rönesans‟ta ortaya çıktığı bilinmektedir. Örneğin, Michelangelo‟nun Roma‟daki Capitol Meydanı tasarımının böyle bir girişimdir. Kentsel tasarımın altın çağını yaşadığı Barok döneminde çoğu Avrupa kenti, kentsel tasarım ölçeğindeki çalışma ürünleri ile donatılmıştır. Bu tasarım ürünleri; meydan, cadde, yerleşme alanı ve park gibi kentsel öğelerin yapımı veya yeniden düzenlenmesi biçiminde gerçekleştirilmiştir. Paris‟teki Vendome Meydanı, Roma‟da Piazza del Popolo ve İspanyol Merdivenleri gibi eserler, dönemin kentsel tasarım yapıtlarının en önemlilerine örnek olarak verilebilir (Sözen ve Tanyeli, 1986, s.129).

Kentsel tasarım büyük çaplı, dinamik ve canlı bir tablo yapmaya benzemektedir. Yanlış alınan tasarım kararları tıpkı tablodaki kötü ve uyumsuz renk kullanımı gibi tabloda aykırı kalan ve sırıtan unsurlardır. Şehir yapılan yanlış tasarım kararını kendi inisiyatifini kullanarak yok edebilen veya mekânın anlam ve değerinin ihtivasını dönüştürebilen bir güce sahiptir. Önce pazar yeri olarak tasarlanan bir alan yeri uygun değilse; rağbet göstermeyerek ve atıl bırakarak o mekânın kullanım değerini değiştirilmesi hususunda baskı uygulayabilir. Kentte yaşayan bireyler, ihtiyaç olmayan bazı mekânları kullanmama ısrarı göstererek, mekânın anlam değiştirilmesi için yerel yöneticileri zorlama gücüne sahiptir. Bu mekânlar için yeni insiyatiflerin kullanılmasını sağlayarak, mekânların yerini değiştirir veya mekâna yeni anlam giydirebilir. Tasarlayan sanatçı kadar kullanıcı da

56

sanatın kriteri olarak yeni sanat formu önerebilmektedir. Kentlerdeki tasarımın ve dönüşümün temel referansı, aslında kullanıcı olan toplum bireyleri olmalıdır.

Benzer olarak Adorno (2012, s.96) da, „her şeyin olduğu şey için değil, değiştirilebilir olduğu sürece değerli olduğu‟na vurgu yapmıştır. Sanatın kullanım değeri veya başka bir deyişle sanatın varlığı; tüketicinin gözünde bir fetiş haline gelmektedir. Sanatın meta özelliği, kendisini tam olarak gerçekleştirerek etkisini göstermektedir. Adorno, sanatın „tüketime hazır bir meta türü‟ olduğunu ifade etmiştir. Satılmaya hazır, ancak aslında satılık olmayan bir meta türü olan sanat için, ticari faaliyetlerin bir amaç olmaktan uzaklaşarak; tek ilke haline geldiği zaman, sanatın tamamıyla ikiyüzlü bir hal aldığını ve satılamaz bir şekle bürünebildiğini dile getirmiştir.

Caddelerde billboardlarda gördüğümüz yeni yaşam tarzına çağrı ve davete kent bireyleri kayıtsız kalamamaktadırlar. Bu reklam kampanyaları ile desteklenerek sunulan yeni konut projeleri; bankacılık ve finansman sektörleriyle ekonomiyi canlandırırken, mimari ve sosyo-kültürel açıdan yeni fırsatlar sunmaktadır. Bu tür reklamlar, yeni kurulan kentsel mekân dizaynı ve sosyal çevre pazarlama işiyle; gündelik hayatımıza kültür endüstrisinin bir pazarlama ürünü olarak girmiş durumdadır. Adorno (2012, s.23) „Aydınlanmanın Diyalektiği‟ adlı eserinin son kısmında, reklamın kültürel hayat içerisindeki yerini, tüketicinin sahte olduğunu bilmesine rağmen, kültür metalarının tüketme ihtiyacı duymalarını sağlayan ürünler olduğunu söylemektedir.

Bu büyük konut projeleri aslında farkında olalım olmayalım, yeni bir tarz ile toplumsal tabakalaşmayı yeniden inşa etmektedir. Kent içinde, birbirine yabancılaşmış; görünmeyen, ancak sosyo-kültürel ve ekonomik yapıya bağlı olarak mahalle, semt ve apartman-site gibi keskin sınırlarla sağlanmış ayrımları barındırmaktadır.

Mimarlar, yapıları tasarlayıp bunların işlevselliğini sağlamak üzere çalışan sanat ve fen insanları olarak tanımlanmaktadır. Ünlü Romalı mimar Vitruvius‟un da belirttiği gibi, mimarın statüsü özellikle Roma ve Yunan çağlarında daha spesifik olarak, strüktür ve estetik sorumluluğuyla; görev ve pozisyonu daha tanınır durumda idi. Günümüzde ise mimarın, genel olarak mekân konusu dışında olan sıhhi tesisat, ısıtma, strüktür, aydınlatma, havalandırma gibi konulara da vâkıf olması gerekmektedir. Çünkü mimar, bir

57

yapının ortaya çıkartılma aşamalarındaki işbirliğinin yönetilmesinden sorumlu bir koordinatör konumundadır. Bu anlamda bakıldığında Türkiye‟de, mimarlık mesleğinin ve aktörü olan mimarın da yasalarla korunuyor olduğunu belirtmek gerekmektedir (Hasol, 1995, s.315).

Kentsel yapı (urban structure), kendi içinde tüm tasarım ve kullanım öğeleriyle birlikte yer alan kenti, belli bir takım düzen ve bağlantılar içinde konumlanmaya ve dizayn edilmeye zorunlu kılınan bir mekânsal bünye olarak ele alınmalıdır. Bu nedenle mevcut veya gelecekte yapılacak olan tüm yapılaşmaların yanı sıra mekânla ilgili değişimlerin kentsel yapıya göre oluşturulmasını içerir. Kentsel yenileme (urban renewal) ise, bir kent parçasının -istimlaklere girişilmeksizin- mevcut yapıların ve donanımların iyileştirilmesi ve sağlığa uygun hale getirilmesi sürecini kapsamaktadır. Kentin eskiden beri var olan, mekânsal ve görsel değerlerini de yok etmeksizin, güncel koşullara uygun kılınma işlemleri olarak ele alınır (Sözen ve Tanyeli, 1986, s.129).

Tasarım disiplini olarak mimarlığı, insanların yaşamını kolaylaştırmak üzere barınma, dinlenme, eğlence ve çalışma gibi eylemleri sürdürebilmek için gerekli mekânları tasarlama süreci olarak incelemek gerekir. Bunları teknik yönetsel süreçlerle bağdaştırarak, inşa etme sanatını ortaya koyan bir tasarımcı da bu disiplinin ana aktörü olan mimardır. Mimarlığı ayrıca, toplumun gereksinimlerine uygun olarak ekonomik ve teknolojik ilerlemeleri göz önünde bulundurarak; sanatsal bir çalışma yürütme çabası olarak da ele alabiliriz. Pek çok düşünür, bu tasarım disiplini ve aktörüne ilişkin; tasarım mesleğinin sınırları, sorumlulukları ve içeriğinin yanında mekânla olan bağını ifade eden farklı tanımlar üretmişlerdir. Örneğin; Romalı mimar Vitruvius, „De Architectura‟ başlıklı eserinde mimarlığı „sağlamlık, kullanışlılık ve güzellik‟ olarak tanımlamıştır. Bir İngiliz yazar 1581‟de mimarlığın tanımını „yapı bilimi‟ şeklinde yaparken, 19. yüzyılda Ruskin ise, mimarlığın „yapılara uygulanan süslemeden başka bir şey olmadığı‟nı ifade etmektedir. Ayrıca amatör bir eleştirmen olan Sir Henri Watton 1624‟de „The Elements of Architecture‟ adlı eserinde ise, mimarlığın üç maddeye cevap vermesi gerektiğini belirtmiştir: „güzellik/estetik, kullanışlılık ve sağlamlık‟. F.L.Wright‟a göre ise mimarlık “biçim haline gelmiş bir hayat” tarzı olarak ele alınmıştır (Hasol, 1995, s.315). Her şey gibi zamanla tasarım aktörlerinin gücü, tasarıma hâkim oluşu da modernleşen dünya sistemleri

58

ile değişmeye başlamıştır. Çünkü değişen teknoloji, üretim sistemleri de tasarım disiplinini, aktörlerini ve tasarım ilkelerini değiştirmiştir.

Değişen dünya düzeniyle kendini gerçekleştiren kapitalizm süreci; mekân üretimini kendi temsillerini ifade ederek, yeni mekân anlayışı ve yeni mekân üretim biçimini „diyalektik bir yaklaşımla‟ inşa etmiştir. Mekânsal pratikler ve yeniden üretim süreci, toplumsal ilişkilerle sürekli olarak etkileşim halindedir. Bu nedenle Lefebvre, üretim sürecinde şehircilik ve şehir planlanmasını yeni üretim sistemini makul kılmak üzere dizayn edilmiş, stratejik araçlar olarak kabul etmektedir (Lefebvre, 2014, s.68).

Kentin mekânsal ve çevresel tasarım süreçlerinde kullanılan araçsallardan Kentsel Yenileme ve Kentsel Dönüşüm planlama safhaları, tasarım disiplininin önemli aktörleri olan şehir plancıları ve mimarlarla yürütülmektedir. Konunun teknik olması boyutu düşünüldüğünde, gerekli olan bu analitik düşünce sistemine sahip aktörlerin varlığı tartışılmaz bir husustur. Ancak kenti planlama sürecinde eksik olan; kentte yaşanan sosyal hayatın sağlıklı olarak kültürel dokuya uygun biçimde planlanamıyor olması ve gerçek talepleri karşılamıyor oluşudur. Kent halkının toplumsal yaşamına sahne olan kentlerin değişim süreçlerindeki planlamalarda, sosyal disiplin ve politika uzmanları ve kenti kullanan her yaş grubu bireylerin de söz hakkıolması gerekmektedir.

Gelişmiş ülke örnekleri incelendiğinde, şehirlerle ilgili her kararda kent konseylerinin söz sahibi olduğu, bu konseylerde de tasarımcılar kadar; sosyal politika uzman ve uygulayıcıları ve kullanıcıların yer aldığı görülmektedir. Kentsel planlama konusunda, kent için tüm söz sahibi olması gerekenler her birey bu mekânsal planlamalarda aktif olarak yer alabilirse, kentler toplum taleplerine uygun olarak tasarlanacak ve tekrar tekrar geriye dönülerek kentsel onarımlara da ihtiyaç duyulmayacaktır.