• Sonuç bulunamadı

2.1 Tanım ve Kavramlar

2.1.3 Kent (Ģehir) ve kentleĢme

2.1.3.2 Kentlerin kamusal alanları

Kentin en önemli mekânları, o kentin tüm nüfusunun ortak kullanım alanı olan kamusal alanlarıdır. Bu kamusal mekânlar bireyleri rastlantısal ve istemsiz olarak karşılaştırarak, doğal bir sosyal ortamla kültürel ve sosyal aktivitelerini sağlayacakları, iletişim kurabilecekleri zeminler hazırlayabilen önemli mekânlardır. Bu mekânlar coğrafya, kültür ve sosyal yapı açısından farklı önem değerleriyle şehirlerde konumlandırılmaktadır. Çarşı,

47

pazar, meydan, ibadethane, park ve kültür merkezleri gibi pek çok kentsel mekân, sosyal iletişim ve etkileşimi sağlayan kamusal alan örnekleridir.

Osmanlı‟da ortak kullanım alanı olarak büyük cami avluları ve pazaryerleri dışında çok talep görmeyen kamusal alan kavramını; II. Abdülhamit döneminde farklı bir bakış açısıyla başlatılan SP‟adımlarından birine ev sahipliği yaptığını görmekteyiz. Padişahın halka hediye verdiği ve yardımseverliğini gösterdiği büyük alanlar olarak kullanılan kamusal alanlardan birinin Yıldız Sarayı‟nın önündeki meydan olduğunu görmekteyiz. Özbek (2013, s.332)‟in ifade ettiği, monarşik refah sisteminde özelikle Yıldız Sarayı‟nın da teşvikiyle genişleyen bir kamusal alanın, padişahın hayırseverliğinin sergilendiği bir sahne haline dönüşmüş olması olarak ifade edilmektedir.

Kamusal alan, bireylerin kendi bulundukları topluma karşı hissettikleri aidiyet duygusuyla, kendisi için planlanan mekânları serbestçe kullanmasının yanı sıra, toplumsal hizmetleri ve sosyal iletişimi de sağlamaktadır (Sözen ve Tanyeli, 1986, s.122). Kamusal alanlar kentteki insanların sosyo-ekonomik, kültürel yapılarına göre şekillenmektedir. Bu alanlar başta tasarlandığı anlamdan zaman içinde çıkarak, farklı formlara girip, çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Daha önce ölüm oyunlarına ev sahipliği yapan arena alanları, daha sonra isim ve anlam değiştirerek tiyatro seyredilen anfi-tiyaro mekânına da dönüşebildiği zaman içinde görülmüştür. Yâda Central Park gibi önceleri bir bölümünde ekonomik faliyetlerin yürütüldüğü pazar yeri olarak kullanılan alan sonradan, tüm grupların kullandığı şehri simgeleyen büyük bir şehir parkına dönüşebilmiştir.

Kent N.Schulz‟un da ifade ettiği gibi, bir “karşılaşma yeri” ve insanları birbirine yakınlaştıran bir tür “mikrokozmoz” şeklinde değerlendirilebilmektedir. Kent birbiriyle ilişkisi henüz anlamlandırılmadan tasarlanmış, bir bütün içinde aynı olmayan geometrik formlarla bir arada bulunurken, aynı zamanda da yakınlık, süreklilik ve kapalılık kavramlarıyla açıklanabilen mekânlar bütünüdür (Erdönmez ve Akı, 2005). Bir bütün içinde yer alan kent imgesi; yollar, bölgeler, düğüm/odak noktaları ve işaret öğeleri olmak üzere beş ana başlıktan oluşmaktadır (Lynch, 2014, s.51-99).

Kent planlamasını dar bir perspektifle belediye ölçüsünde yapılan fiziksel planlama olarak düşünebileceğimiz gibi, geniş geniş bir perspektifle ise, şehircilik veya kent bilim olarak

48

dile getirmemiz gerekmektedir. Ayrıca kentlerin toplumsal, ekonomik ve kültürel gereksinimlerinin bir uyum içinde sağlanmasına yol gösteren ve bunları biçimlendiren planlamayı da ifade etmektedir. Kent planlaması, günümüzde mimarlar, mühendisler, peyzaj mimarları, doktorlar, sosyologlar, hukukçular gibi birçok meslek adamının katıldığı bir ekip tarafından yürütülmektedir. Louis Wirth‟e göre planlamanın, „geleceğin önceden kestirilmesi ve ortaya çıkacak gelişmeleri denetleme ve rasyonel bir şekle sokma konusunda insan zekâsından yararlanma‟ olarak kabul edilmektedir (Hasol, 1995, s.360).

Kentler, sürekli sosyal bir ilerleme içinde toplumun önemli gereksinimlerinin karşılayabilen bir yerleşim birimidir. Bu alanlar köylerle karşılaştırıldığında; hem sosyal hayat açısından komşuluğun azaldığı, hem de üretim biçimi olan tarımın az rağbet gördüğü, ancak nüfus bakımından köylerden çok daha yoğun yerleşim alanlarıdır (Palabıyık, 2012, s.546).

Ülke planlamalarının kentler, bölgeler bazında olduğunu, ülke çapında yürütülen planlama ve düzenlemenin; ülkeye ait tüm fiziksel planları içerdiğini düşünerek planlama sürecini yürütmek gerekmektedir. Bu nedenle günümüzde yalnızca belediye ölçeğinde yapılan planlamanın artık geçersiz hale geldiğini ifade etmemiz yanlış olmayacaktır (Hasol, 1995, s.360). Bu nedenle planlama süreci kent, bölge ve ülke çapında yürütülmek zorunda olup, ülke planlamasının aslında; ülke çapındaki şehirciliği kapsadığı bilincine varılarak planlanması gerekmektedir.

Kentleri, her yaş, kültür ve sosyo-ekonomik gruptan bireyin; bir araya gelerek; toplumsal hayata farklı aktörler olarak katılımın sağladığı bir buluşma alanı olarak da tanımlanabilmektedir (Erdönmez ve Akı, 2005). Kentler, pek çok farklı kültürün bir arada geniş bir şemsiye altında bulundurduğu, her bireyi kuşatmak ve içermek durumunda olan mekânları tasarlayarak kullanıma kazandırmak durumunda olan makro mekânlardır. Bu kentsel mekân içinde bulunan kamusal alanın önemi; her yaş grubu bireyi etkinlik ve organizasyonlar sayesinde bir araya getirerek sosyal dialogu gerçekleştirdiği ortak etkileşim ve iletişim alanları olmasıdır.

Mumford (2013) kenti; sadece bir arada bulundurduğu insanların birbirleri ile kurdukları ilişkiler için kapalı bir alan sağlayan kap değil, ayrıca insanları cezbeden çekiciliği ve

49

merkeziliği ile “mıknatıs metaforu” ile anlattığı bir kavram olarak ele almaktadır. Bu kavramı Ebenezer Howard da kullanmıştır. Mumford (2013, s.106), „mıknatıs metaforu‟ sözcüğünün kenti tanımlama açısından çok kullanışlı olduğu, mıknatısın etki alanıyla ve bu alanın uzaktan cisimleri harekete geçirici gücüyle birlikte, farklı özelliklere sahip parçaları merkezine çekebilme özelliği; toplumsal güç hatlarına benzetilerek konuyu daha iyi anlamamıza olanak tanımıştır.

Sosyal bilimlerdeki disiplinler arası yaklaşımın gelişimi ve çoğul metodojilerin kullanılmasıyla birlikte; kentin çağdaş tanımları, kentin içerdiği toplumsal süreçleri ve mekânsal yapı arasındaki diyalogu daha açık ifade eden bir nitelik kazanmıştır. Kent kuramlarındaki tüm farklı yaklaşımlara bakıldığında asgari müşterek hususun; kentin toplumsal, ekonomik, mekânsal ve kültürel süreçlerin bir toplamı olduğu görülmektedir.

Modern kentleri, her türlü farklılık ve eşitsizliğe rağmen, yakın fiziksel temasla birbirini „görmeden‟ ve umursamadan yaşadığı, böylece eşitlenmiş gibi görülen mekânlar olarak; hem özgürlüğün ancak yabancılaşmanın, hem de varoluşun ama yalnızlığın da bir arada yaşandığı alanlar olarak ifade edilmiştir. Bunun kamusal alandaki karşılığı ise, „toplumun ve topluluğun‟, „cemiyetin ve cemaatin‟, „kolektifin ve tikelin‟, „yerelliğin ve küreselliğin‟ birlikte; birbirinin içinde, etkileşerek ve dönüşerek bulunması olarak tanımlanmıştır (Özdemir, 2012, s.175). Kentler, aldığı göçle birlikte barındırdığı toplumda farklı sosyo- kültürel yapıya sahip pek çok bireyin farklı görüş ve alışkanlıklarıyla birlikte “birbirine benzemeyen, aynı düşünü ve yaşam felsefesine sahip olmayan insanların bir arada” tutulduğu nüfusa sahip olan bir olgu olarak da ele alınabilir (Tatlıdil, 1992, s.34). Kent aslında pek çok bireyin, habitatından koparak bir arada yaşadığı, aynı yaşam düzlemlerinde -mahalle, semt vb.- benzer yaşamları yaşıyor ve herkesi eşitlemiş gibi duran yapı farklılıkları da örtme çabasındadır. Bu uzaktan tek ama aslında çok parçalı olan yapı toplumsal yapı açısından bakıldığında tam bir yanılsamadır.

Kentler oluşum süreci gereği homojen bir yapıya sahip değillerdir. Kent aldığı göçlerle her defasında yeniden dizayn olur ve tüm yaşamsal süreçlerini tekrar revize eder. Farklı kültür, sosyal ve ekonomik yapıya sahip olan insanların birlikte, ortak zaman geçirme durumuna gelmeleri zaman alır. Hükümet, YY‟ler, STK‟ları ve dernekler bir takım sosyal projelerle bu sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırlar. Kent için farklı kültür, din, etnik kökenlere

50

sahip olan birey ve grupları kaynaştırmak, içermek ve dayanışma ruhu geliştirmek, kentin yapısı için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bu ne kadar başarıya ulaşırsa şehir o kadar bir ve tek gözükür; bu dışardan gelen bir yabancı tarafından da algılanabilen bir birliktir. Özdemir (2012, s.176)‟in ifadesiyle, modern kentler toplumun içerdiği tüm çatışma, uyum ve farklılık potansiyellerinin sınıf, cinsiyet, etnisite, mezhep gibi kategorilerle taşınarak; toplumsal aktörlere dönüştüğü, eylemselleştirdiği alanlar olarak işlev gören alanlardır.

Özdemir (2012, s.175)‟e göre kentler, farklı toplumsal aktörlerin mekânla kurduğu ilişkinin, onu deneyimleme ve yeniden üretme biçimlerinin, mekânın bu aktörleri deneyimleyerek biriktirdiği sembolik içeriğin ve bu içerikle; aktörlere dönerek onları yeniden kurmasının en çok billurlaştığı alanlar olarak ele alınmıştır. Kentlerin taşıdığı bu zenginlikler, onun disiplinler arası bir açıklık ve işbirliğiyle ele alınmasını, çoğunlukla da aynı zenginlikle tanımlanması ve kavramasını gerekli kılan mekânlardır. Çağdaş kent araştırmalarının konu ve metot bakımından sosyal bilimlerin pek çok dalını, neredeyse dikey keserek gelişmesi bu ihtiyacın bir sonucu olarak düşünülmesi gerektiği ifade edilmiştir.

Bu yönüyle merkeziliği ve çekiciliği olan kentler, hayatı doğrudan etkileyen büyük ölçekli makro mekânlardır. Bu mekânlar aracılığıyla tasarımcılar, aslında iktidarın ve siyasilerin mesajlarını; istenen forma aracılık edebilecek şekilde; mekâna yansıtarak toplumsal dizayına iletebilir ve dolayısıyla toplum yapısını şekillendirebilirler. Kentler, yapısal ve kültürel bakımdan disipline edici ve çoğulcu yapısıyla da (grup psikolojisiyle de etkileyebildiği) büyük ölçekli mekânlar olarak ele alınmalıdır.

Geçmişin geleneksel şehirleri aksine; bugünün modern şehirlerinde, zamanı ve mekânı kullanma alışkanlıkları -iktidar ve bürokrasinin de etkisiyle- değişmiş ve sistemli hale gelmiştir (Çelik, 2010, s.29). Kentlerin mekânsal tasarımlardan, o ülkenin ne denli teknoloji, bilgi ve estetiğe sahip olduğunu anlamak mümkündür. Zamanın önemini idrakten kaynaklı olarak; kent hayatının yoğun temposu içinde koşturarak yaşamakta olan bireyler için tüm mekânsal tasarımlar, mekânsal çevre ve ulaşım ağı da ona göre dizayn edilmektedir. Örneğin fastfood restoranlar, hızlı kahve satışı yapan kafeler, metroların sıklıkla planlanması, stresin deşarjı için parklardaki dizaynlar, dikkatleri dağıtan cephe görselleri gibi pek çok unsur; kentteki insanların zamanı kullanım kaygılarını rahatlatacak

51

biçimde, koşturmadan kaynaklı stresli yaşamı da sakinleştirmek üzere gerçekleştirilen mekânsal planlamalar stratejik çözüm kurgularıdır.

Modern kentlerde bireyler arasındaki mesafeler azaldıkça, zaman ve mekâna dair etkileşimlerde sıkışmalar ve daralmalar yaşanmaya başlamaktadır. Bu bağlamda şehir hayatında karşılaşılan „zaman baskısı‟ günümüz toplumlarının en temel kaygılarından birini teşkil etmektedir (Çelik, 2010, s.32). Şehirler belli tarihsel kodları içererek gelişse de küreselleşme olgusu; hem şehirleri mekânsal ve zamansal bakımdan birbirine benzetmiş, hem de onlarla bağlantılı yapısal öğelerle birlikte dönüştürmüştür. Bu dönüşüm sürecinde mekânsal ve zamansal bakımdan şehirler; artık kendi medeniyet bağlarından ve göstergelerinden kopmuş, küresel şehrin anonim simge, gösterge ve yapılarında birbirinden ayırt edilemez hale gelmiştir (Çelik, 2010, s.38).