• Sonuç bulunamadı

1.3. Kadınların Kent Deneyimlemesinde Adalet Perspektifi

1.3.5. Kentsel Adalet

Adaletin kent bağlamında ele alınması Harvey’in ifadesiyle kent planlaması, gelirin dağıtımı, gettolar, kentsellik, kent ve kentlileşme gibi birçok kavramın adalet örgüsü ile birlikte anılması anlamına gelmektedir.

Genel bir adalet kavramının geliştirilmesinin kökeni Eski Yunan Kent Devleti oluşumuna dayanır. Ancak bugün adalet ve sosyal adalet kavramlarına karşın duyarlılığın çok daha öncelere, Güney- Batı Asya kent devletlerinde ortaya çıktığına dair giderek artan bilgi ve belgeye ulaşılmaktadır. Özellikle Perikles dönemi Atina Kent Devleti (İ.Ö.600 dolaylarında) örneğini temele alan bu yaklaşımı Platon Devlet eserinde ele alır (Yıldırım, 2014: 163).

Kentsel adalet kavramı adaletin mekânsal boyutuna işaret etmektedir. Kent hakkı ve kentsel toplumsal hareketlerin mekânsal kavramsallaştırması anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle adaletin ekonomik, sosyal ve siyasal yanının kentte nasıl vuku bulduğunu ve kentlinin mekânsal boyutta adalete yaklaşımını ortaya koymaktadır. Kentsel adalet ile alakalı okumalarda önemli bir yer tutan Harvey kentsel adaleti kent ve sermaye ilişkileri üzerinden açıklamaktadır. Kentsel sosyal

adalet dört aşamada gerçekleşmektedir. Kuramın doğası, mekânın doğası, sosyal adaletin doğası ve kentselliğin doğası. Harvey adaletsiz coğrafyaların eşitsiz, mekânsal oluşumunun arkasında kapitalist birikimin ihtiyaçları ile bağlantılı derin yapısal güçlerin varlığını görür (Yıldırım, 2014: 175). Buna bağlı olarak üretim araçlarının tüketim araçlarına dönüştüğünü ifade eder. Liberal toplum yapısı içinde adil bir dağıtımın mekânsal etkilerini incelemeye çalışan Harvey, kentsel adalet düşüncesinin eylemsel niteliğinin korunması ile gerçek bir adalet umudunun yaşayabileceğinden söz etmektedir (Çolak, 2013: 62). Adil kent yapısının da ancak dağıtımın adil yollarla yapılması ile mümkündür. Burada Lefebvre’nin kent hakkı kavramına yeniden vurgu yapmak gerekirse, toplumsal hareketlerin kentsel-mekânsal değişim ve dönüşümleri etkilediğinden söz etmek mümkündür. Sanayi-kent etkileşimin ürettiği adaletsiz dağıtım kentsel adaleti ortaya çıkarmaktadır.

Kentsel mekân çoğunlukla ekonomik ve sosyal sistemler sonucunda şekillenmiş mekânlar olmuştur. Sönmez’in ifadesiyle adalet, kentleşme süreci içerisinde ve kentlerin yönetimlerinde yer alan sistem arayışları sonucu ortaya çıkmaktadır. Adaletin belirleyicileri, sürekli değişim içinde ki ekonomik ve siyasal düşünceler ile ilişkili olan felsefi ve siyasal yaklaşımlardır (Sönmez, 2012: 285). Değişen siyasi düşünce ve akımlar sonucunda ise adil kent yaklaşımları ve kent planlama tasarımları farklı bir perspektiften ele alınmaya çalışılmıştır. Sönmez’e göre kentsel adaletin 19. Yüzyıl kentinde sağlıklı yaşam koşullarını sağlamak, kentsel adaleti sağlamak olarak görülürken, ileriki dönemlerde azınlık ve dezavantajlı grupların haklarını savunma şeklinde gerçekleşmekte olduğunu görmekteyiz (Sönmez, 2012: 283). Bunda neo-liberal politikaların kent ve kentli yaşam tarzı üzerinde önemli bir etkiye sahip olmasının etkisi büyüktür. Erken dönem kentsel adalet ve kent planlama yaklaşımları daha çok sanayileşmenin etkisiyle meydana gelen kent sorunlarının önüne geçmek için ortaya konulmaktadır. Kentlerdeki yaşam koşullarını iyileştirmek ve çevre düzenini sağlamak amacıyla kentsel düzenlemeler yapılmaktadır. Buradan yavaş yavaş kentli haklını korumayı amaçlayan kent yaklaşımları ortaya koyulmaya başlanmaktadır ve adil bir kent için adil bir dağıtımın olması gerekliliği savunulmaktadır. Alt yapı sorunlarının nasıl giderileceği farklı grupların da kent hakkından yararlanacağının altı çizilmektedir.

Neoliberal ve kapitalizim karşıtı kent planlama tasarımları kavramı daha da dikkat çekici bir noktaya taşımaktadır. Önceleri kentsel varoluşu sağlama, kentsel büyümeyi sağlama ve daha sonraki dönemde azınlıkların haklarını savunma olarak yankı bulan kentsel adalet kavramı, kadın hakları ve cinsiyet eşitliği temalı çalışmaların artması sonucunda farklı bir içeriğe de sahip olmuştur ve bu sefer de kadın-erkek eşitliğini konu alan bir kentsel adalet kavramı ortaya konmaya başlamıştır. Toplumun bütün kesimlerine hitap eden bir kentsel adalet arayışı boy göstermeye başlamıştır.

Kentsel adaletin ne olduğu konusuna değindikten sonra şimdi de kentsel adaleti kadınların kentsel varoluşları açısından ele alalım.

Ataerkil toplum yapılarında kadın, daha çok özel alana konumlandırılarak annelik vasfıyla ön plana çıkmaktadır. Her ne kadar günümüz ataerkil toplumlarında bu durum aşılmaya başlanmış olsa bile mekân kavramının zamanla sınırlandırılması hala etkisini korumaktadır. Belirli bir vakitten sonra sokağa çıkmanın hoş karşılanmaması veya kadını sokakta bazı tehlikelerin bekliyor olması mekânın kadın varlığı açısından zamanla sınırlandırılmasına neden olmaktadır. Böylece görece günün belirli saatlerinde kamusalı kullanabilen kadının talep ve beklentileri de kent tasarımlarında hesaba katılmalıdır. Bu savı savunan görüşler kadın dostu kent planlamalarını öne sürmektedirler. Toplumsal cinsiyet temelli yazının sürekli erkek erilliğine atıfta bulunmalarının bir kısmını mekân-zaman sınırlaması kavramı oluşturmaktadır.

Kentli olmanın bir gereği olarak kadının ve çalışma hayatında yer alması birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle kadın temalı yazınlarda ele alınıp tartışılmasını sağlamaktadır. Tarihler boyunca üretimin hep içinde olan kadınlar, üretimin ev içinden dışarıya yani kamusala taşınmasıyla daha fazla söz hakkına sahip olmaya başlamıştır. Aslında iş gücünün sürekli içinde olan kadın emeğinin kamuya taşınması uzun bir süre almıştır. Bu durum ise günümüz modern toplumlarına kadar kadın emeğinin çoğunlukla görmezden gelinmesine neden olmuştur. Kadınlar iş hayatında erkeklerle eşit konuma gelmiş gibi gözükmesine rağmen çoğunlukla dezavantajlı konumda bulunmaktadır. Dünyada ve Türkiye’deki kadın çalışmaları ve pozitif ayrımcılığı temel alan birçok hakkın kadınlara verilmesi ile daha güvenilir ve daha sağlıklı bir çalışma hayatı sunulmaktadır. Son birkaç yılda

çalışan kadınlara sunulan haklar ve hizmetler artmaktadır. Bu kapsamda doğum ve süt izinleri verilmektedir fakat bu her kadın için mümkün olmamaktadır. Özellikle özel sektör çalışanı kadınlar birçok haktan mahrum bırakılmaktadır. Çoğu çalışanın ise sağlıklı koşullarda çalıştığını söylemek maalesef mümkün değildir.

Doğum sonrası dönemde de, çalışma ortamında çeşitli zararlılara maruz kalma, bu maddelerin anne sütünden çocuğa da geçmesiyle, bebeğin gelişiminde çeşitli arazlar ortaya çıkarmaktadır. Çalışma ortamından ev ortamına farkına varılmadan giysi vb. ile taşınabilen maddeler de evde bulunan çocukların sağlığını olumsuz etkileyebilmektedir (Atlı, Gül ve Yalçınlıoğlu, 2014: 173).

Kentte kamusalın bir parçası konumuna gelen kadına annelik vasfının eklenmesiyle zaten yoğun ve yorucu olan kent yaşamına bir de ev içi sorumluluk yüklenmektedir. Kadının kentli, çalışan hatta anne olan statüye sahip olması boşanmaların bir kısmının gerçekleşmesine neden olmaktadır. Çünkü kadının kamusal ve özel alan arasına sıkışması ve her ikisini bir arada idare etmek zorunda kalması bir süre sonra eşler arasında görece anlaşmazlığa neden olabilmektedir. Buna bir de kent yoksulluğu kavramının eklenmesi ile kent yoksulu kadın rolü oluşmaktadır. Ekonomik açıdan kentin beklentilerini karşılayabilecek yeterli düzeye ulaşamayan kişiler kent yoksulu olarak adlandırılmaktadır. Kentte kadın sorunlarına yoksulluk kavramının da eklenmesi ile kentsel adalet algısı yeniden düşünülüp tartışılması gereken bir konu olmaktadır.

Günümüzde kadın girişimciler devlet tarafından destelenmektedir. Bundan güç alan kadınlar ise kendilerini geliştirmekte kamuda daha fazla yer edinmeye çalışmaktadır fakat tüm bunlara rağmen kadının her platformda yer aldığı söylenemez. Çalışma saatleri kentin güvenilirliği açısından yeniden ele alınmalı ve kadınlar için güvenirlik oluşturacak şekilde düzenlenmelidir. Çünkü bugün hala çoğu kadın gece geç saatlerde eve gelmek zorunda kalmaktadır. Bir kentin güvenilirliği o kentin aynı zamanda gelişmişliğini de ortaya koymaktadır. Bu anlamda güvenli kentler kentsel adalet örgüsü bağlamında kadın için tehlike oluşturmayacak ve cinsiyete dayalı kısıtlamalara yer vermeyecek kent statüsüne sahip olmalıdır.