• Sonuç bulunamadı

1.2. Kent Hakkı

1.2.1. Kent Hakkı Tanımı

Hak kavramı ve mekân birbirinden ayrı düşünülemez. Bunun en önemli nedeni kentlerin bireyin kendini en iyi ifade ettiği yer olmasıdır. Bir başka ifadeyle kentler, bilinçlenmenin merkezi olarak kabul edilebilir. İnsanlık tarihi ve onun hak mücadelesine bakıldığı zaman hak arayışının kentlerde yoğunlaştığı gözlenmektedir. İnsan hakları evrensel bildirgesinin temelinde yer alan “özgürlük”, “eşitlik” ve “kardeşlik” kent merkezli ilkelerdir (Mutlu, 2010: 127).

Kent hakkı kavramının da kent ile alakalı birçok konuda olduğu gibi birden fazla tanımı yapılabilir. “Kent hakkı 1968 yılında Henri Lefebvre tarafından ortaya konulan radikal bir paradigmadır. Bu paradigmanın amacı sosyo-mekânsal ilişkileri yeniden düzenleyerek, kent ölçeğinde bir vatandaşlık tanımı oluşturmak ve bu tanıma göre kenttaşların hakkını tanımlamaktır” (Sadrı, 2011: 1). Mutlu’nun ifadesiyle kentte yaşayanlar kenti güzelleştirmek için kentsel yaşam kalitesini artırmak zorundadırlar (Mutlu, 2010: 125). Kentsel yaşam kalitesini artırmak ise kent hakkına

sahip çıkmakla mümkündür. Lefebvre’ e göre kent bir ilişkiler ve deneyim alanıdır. Bu ilişkiler alanı içerisinde Lefebvre birçok hakkın mevcut olduğunu ifade eder. Bu haklar: kadın, çocuk ve büyüklerin hakları, proleter, köylü hakları, eğitim ve öğrenim hakları, çalışma hakkı, kültür hakkı, dinlenme hakkı, sağlık hakkı, konut hakkı, doğa hakkı gibi haklardır (Ertan, 2008: 130, 131). Kent hakkı kentte yaşayan kişilerin kültürel, toplumsal, siyasal açıdan kentin her türlü olanağına sahip olmasıdır. Kenti oluşturan insandır. Bu açıdan kent uygarlaşmanın mekânı olarak kabul edilirse uygarlaşma için kentin geliştirilmesi ve dönüştürülmesi şarttır. Kentli insan kentin her açıdan gelişimine katkıda bulunma hakkına sahiptir. Bu, kentte yaşayan her bireyin kenti planlama hakkına sahip olması anlamına da gelebilir.

Castells’e göre kent hakkı kavramı kentsel-toplumsal hareketlere dayanmaktadır. Castels gibi Harvey ve Lefebvre de kentsel sorunları kentsel yerel topluluk temelli hareketler çerçevesinde açıklamıştır (Güler, 2011: 51). Teknolojik gelişmelerin artması büyük kentlerde nüfusun yoğunlaşması yeni kentsel düşünceler oluşmasına neden olmaktadır. Castells, kolektif tüketimi ve onun çevresindeki mücadeleleri kent sorunun odağına yerleştirmiştir (Güler, 2011: 51). Kentsel toplumsal hareketlerin asıl kaynağı ise sanayi devriminden sonra ortaya çıkan fordist akımdır. Kapitalizmin ve Pazar ekonomisin önemli aşamalarından birisi olan fordizim Henry Ford tarafından ilk kez ortaya atılmıştır.

Henry Ford tarafından ortaya atılan fordizim endüstriyel üretimi kapitalist bakış açısıyla ele almaktadır. Fordizim, “sanayi üretiminin büyük oranda kitlesel üretim olarak gerçekleştirildiği, ürün standartlaştırmasının verimlilik artışları getirdiği ve artan talebin bu standartlaşmayı hızlandırdığı bir üretim biçimidir (Saklı, 2013: 109). Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan ve hızla dünyaya yayılan Pazar ekonomisi sonucu kentlerde kurulan büyük işletmeler işçi gücüne ihtiyaç duymaya ve fabrikalar vasıfsız işçileri çalıştırmaya başlamıştır. Bunun sonucunda kırsal kesimden kentlere veya gelişmemiş ülkelerden endüstriyel ülkelere göçler başlamıştır. Yoğunlaşan göçler sonucunda toplumsal farklılaşma görülmüştür. 1980’lerden sonra fordizim yerini post-fordizim akımına bırakmış ve tüketim taleplerine göre farklılaştırılabilen, standartlaştırılmış ürün yerine, tüketici taleplerine göre farklılaştırılmış ürün uygulamaları hâkim olmuştur (Saklı, 2013: 117).

Üretimdeki esneklik toplumu da etkilemiştir. Farklı toplumsal yapıların oluşmasına neden olmuştur. Toplumun farklılaşması ve toplumdaki hareketlilik işçi hareketlerinin doğmasına yol açmıştır.

Kentleşmenin artması ve metropol niteliğindeki kentlerin çoğalmasıyla birlikte sanayisi gelişmiş kentlere yapılan göçler sonucunda gettolaşmalar görülmeye başlamıştır. Kentsel mekânlara göç eden kişilerde yerleşme ve kentlileşmenin zaman alması onların toplum tarafından dışlanmasına yol açmıştır. Yoksulluk ve dışlanmışlıkla karşı karşıya kalan insanların kent hakkı yani kentsel mekânı kullanabilme, konut edinme, barınma ve kentin olanaklarından yararlanma hakları ortaya çıkmıştır. Kentli haklarının uluslararası düzlemde ele alınması 1980'lere kadar uzasa da uluslararası bir metin olarak, ancak Avrupa Kentsel Şartı’nda yer bulmuştur (Akın ve Pektaş, 2010: 27). Avrupa Kentsel Şartlar Bildirgesi ile kent hakkı kavramı güvence altına alınmış ve somut olarak ifade edilmeye başlanmıştır.

17-19 Mart 1992 tarihinde Avrupa Konseyi tarafından Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Konferansı’nda kabul edilen Avrupa Kentsel Şartı, kentsel haklar ya da kent hakkının neler olduğu konusunda temel bir çerçeve çizen ve kent hakkının esasını teşkil eden ana belge olarak kabul edilmektedir. Bireylerin sağlıklı ve dengeli bir çerçevede yaşayabildikleri ölçüde kişisel varlıklarını ve gelişimlerini sürdürebilecekleri düşüncesine dayanan şartın temel felsefesi: yerel otoritenin kentsel gelişimine yönelik sorumluluklarını tanımlamak, kentsel gelişim ve yaşam kalitesine yönelik olarak evrensel ilkeler oluşturmak, yönetsel birimler arasında dayanışmayı sağlamak, yurttaşların bir takım kentsel haklara sahip olduklarını ve bu hakların herhangi bir ayrım gözetmeksizin şehrin sakinleri için geçerli olduğunu belirtmekti ( Batmaz ve Mutlu, 2013: 176, 177).

Avrupa Kentsel Şartları kentin geleceğini belirlemede ve yönetimde söz sahibi olmada halkın önünü açmakta ve halkı bilinçlendirmektedir. Kentsel çevrenin ve mevcut konut stokunun iyileştirilmesi, yerleşmelerde sosyal ve kültürel olanakların yaratılması konularının yanında “toplumsal kalkınma ve halk katılımının özendirilmesi” ne de büyük ağırlık vermektedir (Pektaş ve Akın, 2010: 28). Şartta

kentlilerin sahip oldukları haklar maddeler halinde belirtilmektedir. Yerel yönetime katılım ise önemli bir kısmını kapsamaktadır.