• Sonuç bulunamadı

Kadının Kentte Var olma Süreci

1.2. Kent Hakkı

1.2.4. Kadının Kentte Var olma Süreci

Kadının kentsel varoluşunu anlamak için öncelikle bakılması gereken nokta kamusal alana ne zaman ve nasıl dâhil olduğudur. “Kamusal alan, günümüzde toplumsal gelişmeleri ve değişmeleri anlamak amacını güden çalışmalarda sıkça göndermede bulunulan kavramlardan biridir (Coşkun ve Hasdemir, 2008: 122). Kamusal alan kavramına Habermas'm 1962 yılında yayımlanan kitabı Kamusallığm Yapısal Dönüşümü ile yeni bir bakış açısı getirilmiştir (Kuzu, 2012: 3). Habermas tarafından ortaya atılan kamusal alan kavramı ileride kadınlar için birçok çalışmalara konu olacaktır. Kadının kentsel varoluş süreci toplumsal ve siyasal statüsünden ayrı düşünülemez. Toplumsal anlamda kadına biçilen rol ve davranışlar toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Tarihsel süreçte birçok toplumda kadının siyasette

ve ülke yönetiminde söz sahibi olduğu bilinmektedir. Kadını yönetime dâhil eden toplumlardan en önemlisi ise tarih boyu ortaya çıkan Türk toplumları olmuştur. Hunlar döneminden itibaren kadın-erkek ayrımı yapılmadığı ve kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiğinden kadınsız hiçbir iş yapılmazdı. Hatta öyle ki kağanın emirnameleri sadece "Hakan buyuruyor ki” şeklinde başlarsa kabul edilmezdi (Gündüz, 2012: 131).

Gündüz’ün de ifade ettiği gibi eski Türk devletlerinde kadının yeri ve önemi oldukça büyüktür. Toplumsal cinsiyet ayrımının görülmediğini de ifade edebiliriz. Aynı dönemde kadının horlandığı ve ikinci plana itildiği toplumların da olduğunu söylemek mümkündür. Yönetimde söz sahibi olmak şöyle dursun bütün karar mekanizması erkek egemenliğindedir. Eski Yunan’da erkek egemen bir toplum görülmekle birlikte kadının kent hakkı bulunmamaktadır. Kent özgür vatandaşların mekânıdır. Özgür olan ise erkek olandır. Orta çağ Avrupası’na bakıldığı zaman kadının her zaman ezilmişliğin bir simgesi olduğu görülmektedir. Ortaçağda Hristiyanlık inancıyla birlikte kadın erkeğin her türlü kullanabileceği bir nesne konumundadır. Bu dönemde Hristiyanlık inancı kadını manastır yaşamında tanrıya gönüllü hizmetkâr olarak sunmaktadır (Gündüz, 2012: 139). Ortaçağ Avrupa’sında kadına bakış açısı bu şekilde iken, eski Türk toplumlarına nazaran Osmanlı Devletinde kadının yönetimdeki yetkileri biraz daha sınırlandırılmıştır. Tanzimat’a kadar olan dönemde çıkarılan bazı fermanlarla kadınların toplumsal yaşamlarına kısıtlamalar getirilmiştir (Konan, 2011: 162) fakat kadın hiçbir zaman kadın ikinci plana atılmamıştır. Hem Batı toplumlarında hem de Türk toplumunda kadınlar için asıl dönüm noktası Sanayi Devrimi olmuştur. Endüstri Devrimi'nden sonra kadınların fabrikalarda çalışmaya başlaması ve işgücüne katılımı, birtakım hakların kadınlara tanınması sonucunu doğurmuştur (Daver, 1968: 122).

Kadının kamusaldaki konumu literatürde geniş yer bulan bir konudur. Özellikle feminist yazında kadının ikinci plana itilmesine vurgu yapılsa da bu, toplumlara ve dönemlere göre değişmektedir. Toplumsal cinsiyet temalı yazılarda kadının ikinci plana itilmesi konusu kısmen doğru olmakla birlikle toplumları içinde bulundukları dönemlere göre değerlendirmek daha açıklayıcı olacaktır. Kadının kamusaldaki yerini aslında modernite öncesi ve sonrası olarak ayırmak daha doğru

olacaktır. Tarihler boyunca ilkel kabilelerden gelişmiş toplumlara kadar ekonomik faaliyetler ve üretim kadın–erkek işbirliği içerisinde gerçekleşmekteydi. Bu nedenle geçmişten günümüze değin kadınlar işgücü piyasasında yer almıştır fakat Türk kadını tam olarak 1950’li yıllardan sonra işgücü piyasasında kendini göstermiştir (Korkmaz, 2016: 301).

Modernite ile birlikte özellikle Sanayi Devriminin etkisiyle ekonomik etkinliklerin değişmesi kadın ve erkeğe atfedilen özelliklerin de değişmesine sebep olmuştur. Kentlerin ve fabrikaların büyümesi erkek işgücünün yanında kadın istihdamını da artırmıştır. 1960’lara kadar kadının yerini özel alan yani aile oluştururken, kadının vatandaşlık haklarını kullanmasıyla birlikte kadının yeri içerisine kamusal alan da dâhil edilmiştir (Can, 2013: 246). Devlet ve toplum yapısının değişimiyle özel alan- kamusal alan ayrımı daha geniş yer bulmaya başlamıştır. Özel/kamusal ikiliğinin modern biçimi, ev-içi-aile-ev emeği kavramlarını ortaya çıkarmıştır (Acar ve Demiryontan, 2014: 267). Kadınların, ücretli emeğe katılmadan önce ev işini geçimleri karşılığında yaparken, ücretli emeğe katıldıklarında artık hiçbir karşılık almadan yapmaları bu kavramların tartışmaya açılmasına neden olmuştur (Acar ve Demiryontan, 2016: 119).

Dünya genelinde kadının statüsünü etkileyen unsurlar ihtilaller, inkılaplar, sosyal ve ekonomik hareketler olmuştur (Acun, 2007: 92). Türk kadınının modernleşmesi ise Cumhuriyet dönemi ile birlikte olmuştur. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde kadınların kamusal alana çıkışlarının faklı bir biçimde gerçekleştiğini görüyoruz (Aydın Yılmaz, 2015: 26). Bu dönemde kadınlara tanınan haklar temel modernleşme alanlarından biri olmuştur. Kadın hakları söylemleri modernleşmenin vazgeçilmez unsurları haline gelmiştir. Yine bu dönemde geleneksel kadın portresi değişmiş ve kıyafetiyle, davranışlarıyla daha modern olarak adlandırılan bir kadın figürü ortaya çıkmıştır. Modern kadın figürü, kamusal alanda daha çok görülen; eğitim almış; mahremiyetin sembolü olan evin dışına çıkan; erkeklerle aynı ortamda bulunabilen ve topluluklar, kulüpler kuran, buralara katılan sosyal kadın (Acun, 2007: 98) olarak tanımlanabilir. Ancak bu tanımlama kadınların erkeklerin gölgesinde kalmasının önüne geçmeye yetmemektedir. Kadınlar siyasal ve kültürel birçok alanda hala erkeklerin gerisindedir. Yılmaz’ın da ifade ettiği gibi kadın

cumhuriyet dönemi modernleşmesinin en önemli söylemlerinden biri olmasına rağmen kamusal alanın erkek egemen bir yapıya sahip olmasından dolayı kendi baskın kimliğini ortaya koyamamıştır (Yılmaz, 2015: 26). Cumhuriyetin ilanından yaklaşık yarım asır sonra kadın birçok alanda daha masküler konumuna gelmiştir ve kadın hakları konusunda epeyce yol kat edilmiştir fakat bugün birçok alanda henüz kadın mağduriyeti devam etmektedir.

Kent deneyimlemesi modernleşme ve kentsel varoluş sürecinde kadının kendini yeniden keşfetmesine de bir kapı aralamaktadır. Bu konuda en önemli etmenlerden bir tanesi eğitimdir. Eğitimin kentli kadın statüsü üzerindeki rolü küçümsenemez. Bilinçlenme eğitimle mümkün olmaktadır. Kadının eğitilmesi toplumun eğitilmesi yolunda atılan önemli bir adımdır. Ekonomik, siyasal ve toplumsal alanda kadın istihdamının giderek arttığı düşünüldüğünde eğitimin ülke kalkınmasına etkisi yadsınamaz. Kadının artık kamusalın bir parçası konumunda olması günümüz kentlerinin iktisadi açıdan büyümesi sürecinde kadınların kente katılımında önemli bir yer tutmaktadır.

Kent hakkıyla bağlantılı olarak şunu söyleyebiliriz: Mekânı kullananların mekân üzerinde hakkının bulunması ve mekânın geleceğine karar vermesi kaçınılmazdır. O halde kadın da mekânın bir kullanıcısı ise kadının mekân üzerinde hakkı bulunmaktadır. Kadının sosyo-kültürel alanda gelişmesi kentin gelişmesine de katkı sağlamaktadır. Çünkü eğitim kadın-erkek eşitsizliğini ortadan kaldırarak kent kalkınmasında cinsiyet ayrımının gözetilmemesini sağlamaktadır.