• Sonuç bulunamadı

I. HAKKÂRİ İLİ HAKKINDA GENEL BİLGİ

I.5. Hakkâri’de Sosyal ve Kültürel Yaşam

I.5.7. Hakkâri’de Masal Anlatma Geleneği

3.3. Gerçeğin Birebir Yansıması Olarak İşlenen Motifler

3.3.5. Dağ Keçisi Motifi

Dağ keçileri, Hakkâri’nin engin ve ulaşılmaz dağlarının en güzel sakinleridir.

Türkçe Sözlük’te; “Küçük sürüler halinde dağlık yerlerde yaşayan, geviş getiren, eti ve derisi için avlanan çok çevik bir hayvan.” (Türkçe Sözlük, 2005: 273) şeklinde

tanımlanır. Av hayvanlarının en ürkeği olarak bilinir. Hiçbir hayvanda olmayan seziler ve ürkeklikler onda görülmektedir. Hakkâri dağlarında kendisinden başka hiçbir canlıya güvenmez ve birlikte olmaz. Yaşayışı, telaş ve ürkekliğe dayalıdır. Öyle ki; yaban keçisi yırtıcı bir hayvan olsaydı, sezileri ve yetenekleri korkunç düzeyde olduğundan, hiçbir canlı onunla başa çıkamazdı diyebiliriz.

Resim 24. Dağ Keçisi Motifi

Dağ keçisi ülkemizde özellikle dağlık bölgelerde çok sık bulunmaktadır. Türkiye’nin batısında Datça yarımadasından başlayarak doğuya doğru Akdeniz’i çevreleyen dağlarda, Toros ve Anti-Toroslar dağlarında, Doğu, Kuzeydoğu ve Güneydoğu Anadolu’nun sarp dağlık bölgelerinde bulunduğu bildirilmiştir. Ege ve Akdeniz bölgelerinde ise Datça yarımadasındaki Karadağlar’dan itibaren doğuya doğru Marmaris, Köyceğiz, Fethiye, Kaş ve Finike’nin kuzeyinde kalan dağlık, ormanlık alanlarda, Antalya’dan doğuya doğru Toros dağlarının tamamında, Mersin Pozantı Dağları’nda, Isparta’nın güneyi ve doğusunda Beyşehir Gölü’nün batı ve güneyindeki

dağlarda görülmektedir. Diğer taraftan, Karaman ve Ereğli’nin güneyinde, Niğde’nin güneydoğusundaki Aladağ’larda, Kahramanmaraş, Malatya, Elazığ, Tunceli, Bingöl, Muş, Hakkâri, Van, Sivas, Erzincan, Erzurum, Artvin ve Gümüşhane illerinin ormanlık, dağlık, kayalık ve sarp yerlerinde yaşamaktadır (Paşalı, 2014: 2479).

Dağların en ulaşılmaz yerlerinde yaşayan ve ulaşılması çok güç olan dağ keçileri bu yönü ile insanların dikkatini tarihin ilk devirlerinden beri çekmiştir. İnsanlar için daha çok av konumunda olan keçiler zamanla insanların inanışlarına da konu olmuştur.

Mitolojik devirlerde ulaşılmazlığı ile tanrısal bir konumda görülen dağ keçileri, günümüze gelene kadar pek çok değişik sembolik yakıştırmaya konu olmuştur.

Yunan mitolojisinde yabani keçi tanrısal bir gücü ifade etmektedir. “Tanrılar

tanrısı Zeus, oğlu Dionysos'u, karısının kıskançlığından koruyabilmek için, bir dönem keçi kılığına sokar ve onu su perileri arasında büyütür.” (Erhat, 1996: 90). Su perileri

arasında bir yaşam alanı bulan keçi ile ilgili bir diğer mitolojik motif, yarı insan yarı keçi olan Pan efsanesinde vardır. “Dağlık Arkadia'da küçükbaş hayvanların, çobanların

tanrısı, keçi ayaklı Pan, Hers'in oğludur. Tanrıların, insan kılında değil de hayvan kılığında düşünüldüğü ilk zamanlarda Pan da keçi kafalıydı.” (Erhat 1996: 229).

Keçi kafası ile aniden insanların karşısına çıkan ve onlara büyük korku yaşatan Pan’ın, panik sözcüğüne ilham olduğuna dair görüşler de vardır. Panik ve telaşa neden olan Pan’ın bu durumu tıpkı insanlardan çok uzakta yaşayan dağ keçilerinin insanlar ile karşılaştığında oluşan panik havasına benzemektedir. Bu da bu görüşün temellendirilebilir bir yanı olduğunu göstermektedir.

Babil mitolojisinde ise keçi figürüne sıkça rastlanılır. “Bunlardan ilki, Küçük Ayı

takımyıldızına ‘Danseden Keçiler’ denmesidir. Ortada duran bir satirin etrafında altı keçinin majikal amaçlı bir dans yaptıklarına inanılır. Bir diğeri ise, insanların günahlarını ve hastalıklarını yüklendiğine inanılan ve ‘Günah Keçisi’ kavramının temelini oluşturan tanrı Nin-Girsu’dur.” (http://astroloji.mahmure.com, 04.07.2015).

Mezopotamya mitolojisinin en mistik tanrılarından olan Nin-Girsu mitolojide “Bir ziraat tanrısıdır. Sembolü de bir sabandır.” (Tosun, 1960: 17). İnsanın günahlarını ve hastalıklarını yüklenen Nin-Girsu bir anlamda koruyucu bir güçtür. Bu gücün keçi ile sembolleştirilmesi ile Mezopotamya kültüründe keçinin önemi daha da artmış ve

olumlu olan durumların sembolü olarak bilinmesini sağlamıştır. Keçi, bu koruyucu güç vasfı ile Mezopotamya mitolojisinde yer almıştır.

Latin mitolojisinde yabani keçi sembolü, Faunus’ta görülmektedir. Faunus, “Roma dininin en eski tanrılarındandır. İyilik eden, lütuf gösteren anlamına gelir. Keçi

ayaklı, sakallı, boynuzlu yaratıklar olarak dağda, ormanda, su kenarlarında nympha’ları kovalar.” (Erhat, 1996: 107). Bu şekilde keçi gibi doğa ile iç içe gösterilen

Faunus bir kır tanrısı olmanın yanında Yunan mitolojisindeki keçi başlı Pan’ın bir diğer versiyonu olarak da görülmektedir.

Mitolojik dönemlerde tanrısal roller yüklenen dağ keçiler aynı zamanda insanoğlu için besin kaynağı olarak görülmüştür. Canlarını korumak, yiyecek ve giyeceklerini sağlamak gibi ihtiyaçlar duyan insanoğlu için özellikle dağ keçisi önemli bir canlı olarak kabul edilmiştir. Tabiat ile iç içe olan insanların yaşamında “Dağ

keçileri av kültüyle bağlantılıdır.” (Çoruhlu 2006: 156). Bu kült neticesinde dağ keçisi

hemen hemen her devirde bir av hayvanı olarak kabul edilmiş ve bu yönü ile insanoğlunun dünyasında yer almıştır.

Eski Türk kültüründe avcılığın özel bir yeri vardır. Türkler; av peşinde günlerce koşan insanlar olarak bilinir. “Deri veya kıl çadırlarda oturan, kımız içen ve hayvan

besleyen Eski Türkler; avcılığı, günlük hayatlarının bir parçası olarak görüyorlardı. Beslenme ve ekonomileri yarı yarıya avcılığa dayanıyordu.” (Hergüner, 1999: 33).

Avcılığı sosyal yaşamın bir parçası haline getiren Türklerin çadırlarının bile deri ve kıldan oluşması avcılığın Türk yaşamı için ne kadar önemli olduğunu kanıtlar niteliktedir.

Avcılığı yaşamları için bir gereklilik olarak gören göçebe Türkler için av sırasında cazibe merkezinde olan av hayvanlarından biri de dağ keçileridir. “Hun

sanatçılarının geyik, antilop, keçi, dağ keçisi, koyun, inek gibi hayvanlara saldırma sahnelerini tekrarlamaları” (Diyarbekirli, 1972: 123) Türklerin hayatında dağ keçisinin

önemli olduğunu ve av sırasında peşinden gidilen bir av hayvanı olduğunu göstermektedir. Dağ keçisi gibi av hayvanları bu yönü ile Türk kültüründe her daim dikkate alınmıştır.

Dağ keçisi bir av hayvanı olmanın yanında önemli bir sembolik değer olarak da Türk kültür ve medeniyetinde kendisine yer bulmuştur. Türklerin kullandığı ilk alfabe

olan Göktürk Alfabesi ile yazılmış olan Göktürk Anıtları’nda dağ keçisi motifine rastlanmıştır. “Kültigin yazıtı üzerinde tamamen stilize olarak resmedilen dağ keçisi” (Şahin, 2014: 148) bir kült olarak Türk kültüründe yer almıştır. Bu kült, “Türklerde

ölüm ve sonsuzluğu temsil etmektedir.” (Şahin, 2001: 148).

Dağ keçisinin ölüm ve sonsuzluk simgesi olarak bilinmesinin nedeni “Totemizmdeki kutlu dağ efsanesinde bu hayvanlar sıgun otundan yiyerek ölümsüz

oldukları için ölümsüzlük simgesiydi.” (Çoruhlu 2006: 148). Bu yüzden hanedanın

daima yaşayacağını, ebedî bir saltanat süreceğini simgelemek için dağ keçisi “Hanedan

arması olarak da kullanılmıştır.” (Çoruhlu, 2006: 148). Bu da dağ keçisinin aileyi ve

soyu temsil etmesini ve soyun devamını simgelemesini sağlamış bu yönü ile de Türk kültüründe yer almıştır.

Dağ keçisine yüklenen anlamlar onun saygın bir canlı olarak algılanmasını sağlamıştır. Bu yüzden pek çok devlet tarihinde bir damga olarak kullanıldığı dönemler olmuştur. Dağ keçisi damgası, “Yüceliği, erişilmez yerlere erişebilirliği, bağımsızlığı,

özgürlüğü, kararlılığı, asaletin ve cesareti sembolize eden bir damgadır.” (Alyılmaz,

2001: 14). Çünkü dağların en yüksek kesimlerinde yaşama alanı olan dağ keçileri insanlar için bir cazibe merkezidir. Bu cazibenin getirdiği merak neticesinde dağ keçisi, insanların zihninde asil ve ulaşılmaz bir güç olarak yerleşmiştir. Birçok hanedan tarafından damga olarak dağ keçisi figürünün kullanılması da bu sebeptendir.

Dede Korkut Hikâyeleri’nde de avcılık özellikle üzerinde durulan bir konudur. Hikâyelerde av, erkek kahramanın kendisini gösterdiği ve ad aldığı bir vasıta olmasının yanında sosyal hayat için de önemlidir. Beyler için eğlence ve spor olarak görülen avcılık, bu yönü ile sosyal bir etkinlik şeklinde görülmüştür. Begil Oğlu Emre’nin Destanını Beyan Eden hikâyede, yaban hayvanı avlama tasviri şu şekilde yapılmaktadır: “Üç yüz altmış altı alp ava binse, kanlu geyik üzerine yürüyüş olsa, Begil ne yay

kurardı, ne ok atardı, boğanın yabani geyiğin boynuna atardı, çekip durdururdu. Zayıf ise kulağını delerdi avda belli olsun diye, amma semiz olsa boğazlardı. Eğer beyler geyik avlasa, kulağı delik olsa Begil sevincidir diye Begil’e gönderirlerdi.” (Ergin,

2005: 166). Alp tipi örneğinin sergilendiği bu öyküde kahraman en iyi avı kovalar. Zayıf bir av bulursa onu beğenmez. Dolayısıyla av ve avcılık Dede Korkut

Hikâyeleri’nde bir kültür olarak görülmektedir. Bu av kültürü içinde yabanî dağ keçileri, geyikler ve tavşanlar en önemli av hayvanları kabul edilmiştir.

Tasavvuf edebiyatında, maddi dünyayla olan bağlılıklardan kurtulup, kendini Allah yolunda kurban eden erenlere “Abdal” denir. Halk inancında, abdalların istedikleri zaman istedikleri mekânda olabileceklerine inanılır. Yani zaman ve mekân sınırlarını aşabilme gücüne sahiptirler. Onlar, bazı istisnalar dışında kimseye görünmezler. Dağıstan’da yaşayan Türk topluluklarında yaygın olan inanışa göre, eğer dokuz aylık bebek, anne rahminde ölmüşse, bunu o abdal götürmüş demektir. Uzun aksakalları olan abdal, dağlarda yaşar, dağ keçileri arasında dolaşır ve onları korur. Avcılar onun adına dua edip kurban verirlerse avları uğurlu olur. Eğer bunu yapmazlarsa ne kadar usta avcı olurlarsa olsunlar o avdan eli boş dönecekleri kesindir. Bazı halk anlatılarında abdalın, ölmüş dağ keçisini dirilttiği ve yeniden hayat verdiği bile anlatılmıştır (Beydili, 2003: 18). Bu durum insanlara göre ulaşılmaz mekânlarda yaşayan dağ keçilerinin insan hafızasında kutsandığı ve doğaüstü güçlere sahip olduğuna inanıldığını göstermektedir. Dağ keçisine yüklenen olağanüstü özelliklerde bu canlının insanın yaşam alanlarına göre çok uzakta yaşamasına bağlanabilir. Çünkü insandan uzak ve yüksek yerlerde yaşayan canlılar insan hafızasında Tanrı’ya yakın görülür. Bu sayede de kutsanır. Dağ keçisine bu şekilde olağanüstü güçlerin yüklenmesi de bu sebeptendir.

Toprağa bağlı bir hayat yaşayan ve tabiat ile iç içe olan insanları romanlarında anlatan Cengiz Aytmatov, özellikle av hayvanları konusunda da derin bilgiye sahiptir. “Ebedi Gelin Efsanesi” kitabında iftiraya uğramış genç bir kızın öyküsü anlatılmaktadır. Efsaneye göre kız hala dağlarda nişanlısını aramakta ve hasretiyle dolaşmaktadır. Bu efsanenin içinde geçen bazı dizelerde dağ keçisi motifine geçmektedir.

“Nerelere kayboldun avcım söyle bana Yol vermez mi dağlar gelsem sana Bulutlar dağılmaz mı?

Güneş vadileri aydınlatmaz mı? Dağ keçiler yollarını aydınlatmaz mı? Neredesin? Neredesin? Hangi dağdasın?

Bu dizelerde dikkat edilirse dağ keçisi olumlu özellikler ile dile getirilmiştir. Aşk için bir aydınlık ve sevgiliye giden yolda yol gösterici bir unsur olarak gösterilmiştir.

Rüya tabirlerinde; dağkeçisini görmek, zarara uğramaya; onu avlamak yahut etinden yemek bir vesileyle gelecek mala delalet eder. Amansız, sonu olmayan bir aşka tutulmaya ya da sevdiklerinizden ayrılmaya işarettir. Etinden yemek, devletten haber almak anlamına gelir. Dağ keçisine rastladığını gören kimse, bir zarara uğrar. Onun etini yediğini görse, eline mal geçeceğine inanılır (www.ruyatabirleri.gen.tr. 18.07.2015) şeklinde yorumlanır. Bu durum dağ keçisinin insan hafızasında sadece bir şekilde düşünülmediği aksine birbirinden farklı pek çok durumu temsil ettiğini göstermektedir.

Anadolu kültüründe de dağ keçisinin önemli bir folklorik değeri vardır. Anadolu’da özellikle kaya üstü resimlerinde dağ keçisi motifine rastlamaktayız. “Erzincan ilimize bağlı Kemaliye ilçesinin Dilli Vadisi’nde, Van iline bağlı Çatak ilçesi

Narlı Dağları’nda, Kars Kağızman Geyiklitepe’de bulunan kayaların üzerinde dağ keçisi resimleri, figürleri ve damgaları yer almaktadır. Ankara’nın Güdül ilçesi Salihler köyünde ise toplu olarak kaya üzerine kazınmış keçi figürleri” (Demir, 2010: 10) yer

almaktadır. Bu da gösteriyor ki keçi motifi bütün Anadolu’da bilinen ve geniş bir alanda halk kültüründe yer alan bir motiftir. Dağ keçisi motifinin Anadolu’nun her tarafında görülmesi hiç şüphesiz bu canlının ülkemizde yaşam alanının geniş olmasından gelmektedir. Yaşam alanı geniş olan dağ keçisi bu sayede Anadolu’nun her yerinde insanların kültür dünyasında yer almıştır.

Anadolu’da geniş bir alanda yaşayan dağ keçileri ile ilgili ilginç bilimsel veriler bulunmaktadır. Bu verilere göre; “Yaban keçileri sürü halinde dolaşan hayvanlar olup

sürü başında yaşlı bir dişi bulunmakta, sürüde üreme döneminden doğum dönemine kadar erkekler ve dişiler bir arada bulunmaktadır.” (Paşalı, 2014: 247). Bu durum dağ

keçilerinin dünyasında dişi keçilerin konumunun erkek keçiden daha önemli olduğunu göstermektedir. Bunun en büyük kanıtı da sürüye dişi keçinin önderlik etmesi gösterilebilir.

Hakkâri kilimlerine de yansıyan dağ keçisi, av ve avcılığı simgeler konumdadır. Konar-göçer kültürün uzun yıllar hâkim olduğu yörede av, avcılık ve hayvancılık

önemli bir geçim kaynağı olarak görülmüştür. Hakkâri insanı kendi yetiştirdikleri hayvanların yanında av hayvanları ile de besin ihtiyaçlarını gidermiştir. Dağ keçisinin yoğun olduğu yörede, av neticesinde dağ keçisi toplum için önemli bir sembol haline gelmiştir. Dağ keçisi sadece besin sağlayan bir av hayvanı değil aynı zamanda yörenin folkloru içinde önemli bir motif olmuştur. Hakkâri’nin yaşam şartları neticesinde dağ keçisi yörenin efsanelerine, türkülerine, inanışlarına ve kilimlerine konu olmuştur.

Hakkâri’de iyi bir avcının özelliği dağ keçisi avlayabilmesidir. Dağların en ücra köşelerinde yaşayan ve çok zor durumda kalmadıkça yerleşim yerlerine inmeyen dağ keçilerine ulaşmak sabır ve güç ister (K1). Usta bir avcı olmanın göstergesi olan dağ keçisi avının önemi, “Avın tehlikesi, dağların büyüsü, güç olana erişmenin kişiyi soylu,

ayrıcalıklı kılan çekiciliği” (Durmuş, 2012: 122) olarak kabul edilmektedir. Bu

yüzdendir ki dağ keçisi avı, avcının hünerini gösterdiği ve iyi bir avcı olduğunu kanıtladığı, sabır ve ustalığını ispat ettiği bir başarı kadamesi olarak kabul edilir.

Dağların en engin kısımlarında yaşayan dağ keçileri, bu yönü ile Hakkâri halkı arasında kutsal bir canlı olarak bilinir. Anadolu’da av hayvanlarına yönelik av faaliyetleri ile ilgili uğursuzluk inancı yörede dağ keçisi avında görülmektedir. Kaynak kişiye göre; dağ keçilerini tüfek ile öldüren avcının evinde uğursuzluklar baş gösterir. Avcının hayatında her şey kötü gider. Evinde bereket azalır (K1).

Dağ keçisi avının uğursuz olduğuna dair bu inanışın benzeri Yaşar Kemal'in Alageyik romanında da anlatılmaktadır. Romanda Halil’in nişanlısı Zeynep ve annesinin ağzından geyik avının getireceği uğursuzluk ifade edilir. Halil’in annesi geyik avına giden oğlunun ardında avın getireceği uğursuzluğu şu şekilde dile getirir: “Gel

yavru, gel gitme! Gel geyik avına gitme! Bunun sonu iyi gelmez. İflah olmazsın. Baban iflah olmadı bu yüzden, sen de iflah olmazsın. Gel etme yavru, kör koyma bir ocağı. Umutsuz koyma evimi.” (Kemal, 198: 200). Halil’in annesinin avcılığa yönelik bu

olumsuz bakışı Hakkâri yöresinde dağ keçisi avında tezahür etmektedir. Bu olumsuz bakış neticesinde yörede dağ keçisi avı tasvip edilmemektedir. Dağ keçisinin kilimlere motif olarak dokunması da bu sebeptendir.

Hakkâri’de dağ keçisi avlamanın getireceği uğursuzluğa dair bir başka inanışa göre; dağ keçisi çok nazik bir hayvandır. Onları işkence ile öldüren mutlaka bunun bedelini öder. Avcı kısa bir süre içinde ya felç olur ya da sakat kalır. Ayrıca dağ keçisi

avlayanın evinde ölümler ardı ardına olur (K1). Bu inanışın temelinde; “Güneşi, ışığı,

aydınlığı; erişilmez yerlere erişebilirliği, yüceliği, bilgeliği; bağımsızlığı, özgürlüğü; kararlılığı; çevikliği, sürati; yazı, bolluğu, hareketi, bereketi, zenginliği; asaleti, cesareti ve hâkimiyeti” (Alyılmaz, 2005: 17) simgeleyen dağ keçisinin maneviyatından

gelmektedir. Bu şekilde olumlu durumların sembolü olan canlının öldürülmesini halk vicdanı kabul etmemiş ve bunu çeşitli inanışlar ile en aza indirmeye çalışmıştır.

Hakkâri’de üstün güçlere sahip olduğuna inanılan ve kutsî canlılar olarak kabul edilen dağ keçilerinin insanlar için yaratılmadığına inanılmaktadır. Hakkâri’de var olan inanışlara göre Allah biz insanlar için koyun, keçi gibi hayvanlar yaratmış; fakat dağ keçilerini insanlar için değil cinler için yaratmıştır. Bu inanışın temelinde insanların yaşam alanlarına göre çok yüksekte yaşayan dağ keçilerinin yöre halkı tarafından mükemmel canlılar olarak kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır.

Tarihin en eski dönemlerinden beri “Kendisinden üstün güçlere sahip olan

hayvanlar, dünyayı tanımaya çalışan insanın zihninde farklı inançların oluşmasına sebep olmuştur. Kendisinde olmayan güçlere sahip olan hayvan, kas gücü, görüş keskinliği, güçlü koku alma duyusu ve yön bulma yeteneği ile insanın zihninde mükemmelleştirilmiştir.” (Roux, 2005: 71). Bundan olacak ki Hakkâri insanının yaşam

alanına göre çok yükseklerde yaşayan bu canlının avı, bir kutsala uzanan el gibi görülmüş ve tasvip edilmemiştir.

Hakkâri dağlarında her mevsim görülen dağ keçileri, Hakkâri insanının dikkatini her zaman çekmiştir. Daha önce dağ keçisi avında bulunmuş kaynak şahıslardan edindiğimiz bilgiye göre dağ keçilerinin yaşları boynuzlarındaki boğumların sayıları ile eşittir. Her yıl boynuzlarına bir boğum eklenir. Bu boğumlar keçinin kaç yaşında olduğunu göstermektedir (K7).

Dağ keçilerinin yaşı ile ilgili bilimsel verilere bakıldığında da yöre insanının görüşü ile paralellik gösterdiği görülmektedir. “Yaban keçilerinin erkek ve dişilerinde

geriye doğru eğik boynuz bulunmaktadır. Her yıl büyüyen boynuz kısmı bir çizgi ve kabartıyla ayrılır, bu çizgi ve kabartılardan yaş tespiti yapılabilmektedir.” (Paşalı,

2014: 247). Bu durum doğa ile iç içe yaşayan Hakkâri halkının doğa ile ilgili çok önemli bilgilere sahip olduğunu kanıtlar niteliktedir.

Hakkâri’de koruyucu bir güç olarak kabul edilen dağ keçisi, avlandıktan sonra boynuzları nazarlık ve bereket sembolü olarak kullanılmaktadır. Hakkâri’nin kırsal bölgelerinde özellikle müstakil evlerin giriş kapısının üstüne dağ keçisi boynuzları asılmaktadır. Hakkâri halkının inancına göre; dağ keçisi boynuzları evi kötülüklerden korur, evin bereketini artırır. Ayrıca eve gelen kişinin dikkatini çekerek ev halkını nazardan korur.

Hakkâri’de dağ keçisi boynuzuna yüklenen bu koruyucu ruh sembolü “İnsanoğlunun simgesel bir mitoloji yaratmaya yönelik bilinçdışı eğiliminin bir

göstergesidir.” (Mascetti, 1990: 15). Çünkü bu durum akılcı anlayışın ötesinde bir

durumdur. Bu tamamen yöre insanının duygularının harekete geçirdiği ve psikolojik bir durumun yansımasıdır. Dağ keçisinin kilimlerde motif olarak görülmesi ve evlerde nazarlık olarak boynuzunun asılması da bu sebeptendir.

Tabiat ile iç içe yaşayan Hakkâri insanı, dağ keçilerinin üreme, çiftleşme dönemlerini de biliyor olacak ki yörede dağ keçisi avı ilkbahar döneminde yapılmaz. Dağ keçisi avı özellikle kış mevsiminde yapılmaktadır. Kaynak kişiye göre; köylerde kışın kar her yeri kaplar bazen evlerde yiyecek bir şey olmaz. Bu yüzden köyden birkaç kışı birleşir birkaç gün süren dağ keçisi avına gider. Gelirken yanlarında evi birkaç hafta idare edecek et getirirler (K1).

Hakkâri’deki çetin kış koşulları ve zorluklar bu sayede insan için dağ keçisi avını bir zorunluluk haline getirmiştir. “Modern toplumlarda için esas olarak bir zevk

ve eğlence işi olan avcılık, binlerce yıl insanlığın başlıca geçim vasıtası olmuştur.”

(Boratav, 1963: 1102). Bu da dağ keçisi avının Hakkâri’de eski zamanlardan beri halkın temel geçim kaynaklarından biri olduğunu göstermektedir. Halkın geçim kaynaklarından biri olan dağ keçisi bu sayede halk nazarında kutsal kabul edilmiştir. Hakkârikültüründe daima olumlu durumları temsil etmesi de bu durumdan kaynaklanmaktadır.

Kilimlere yansıyan dağ keçisi, oturmuş bir şekilde boynuzları ile birlikte stilize edilmiştir. Küçük bir şekilde stilize edilen dağ keçisi ulaşılmaz olduğunu ve gözden çok uzakta olduğunu gösterir gibi simgelenmektedir. Ulaşılması zor bir av konumunda sembolize edildiği açıkça görülmektedir.