• Sonuç bulunamadı

I. HAKKÂRİ İLİ HAKKINDA GENEL BİLGİ

I.5. Hakkâri’de Sosyal ve Kültürel Yaşam

I.5.7. Hakkâri’de Masal Anlatma Geleneği

3.3. Gerçeğin Birebir Yansıması Olarak İşlenen Motifler

3.3.4. Bülbül Motifi

Bülbül, Türkçede sandavaç; Arapçada andelip; Farsçada hezâr ismi ile bilinir. Yapısı itibari ile ılıman bir havalarda yaşamını sürdürür. Bünyesi sıcağa ve susuzluğa dayanıklı değildir. Halk arasında baharın habercisi olarak algılanır. Daha çok kısa boylu çalılıklarda yaşamını sürdüren bülbül, oldukça atik yapısı ile çoğu zaman daldan dala uçmak yerine zıplamayı tercih eder. Dişisi yumurtadan kalkıncaya kadar yalnız kalan erkek bülbül, gün batarken başlayıp gece yarısının sonlarına kadar öter (Kurnaz, 2009: 102).

Bülbül, güzel sesi ile yüzyıllar boyu sanatın ve edebiyatın temel konusu olmuştur. Hem doğuda hem de batıda edebiyatın vazgeçilmez kaynağı olan bülbülün geçmişi çok eski dönemlere kadar gitmektedir. Doğu mitolojisinden Batı mitolojisine kadar en kadim kültür ve medeniyetlerde görülen bir canlıdır. Bütün kültürlerde bülbülün ilkbaharda coşkulu ötüşü değişik nedenlere bağlanmış bu konuda çeşitli efsaneler anlatılmıştır.

Yunan mitolojisinde bülbül ile ilgili söylenceler mevcuttur. Bunlar içinde en çok bilinen söylence “Aedon” söylencesidir. Yunan mitolojisinde bülbülün acı bir şekilde ötüşünün nedenini konu alan söylencede kahraman şekil değiştirme neticesinde bülbüle dönüşmüştür. “Aedon Pandareos’un kızı ve Thebaili Zethos’un karısıdır. Zethos’un

kardeşi Amphion, Niobe ile evlenip çok çocuk sahibi olduğu halde, çocukları çok seven Aedon’la Zethos’un yalnız bir çocuğu olur: İtylos. A edon eltisini kıskanır ve bir gece en büyük oğlunu uykusunda öldürmeye kalkışır, ne var ki yanılır, karanlıkta Niobe’nin oğlunu değil de kendi çocuğunu öldürür. Bu yanlışlıktan öylesine derin bir acıya gömülür ki tanrılar tanrısı Zeus, onu bağışlamak zorunda kalır, Aedon’a acıyıp onu bir bülbüle dönüştürür. Bülbül Aedon, o günden beri hep bu yüzden, ‘İtylos! İtylos! İtylos!’ diye acı acı ağlamaktaymış.” (Erhat, 1996: 11). Yunan mitolojisinde bülbülün acı bir

şekilde ötüşüne neden olan durumun açıklandığı bu efsanede, Aedon’un şekil değiştirme sonucu bülbüle dönüşmesi, bir suçluluk psikolojisi sonucu meydana gelen bir hadise olarak anlatılmaktadır.

Kazakistan’da anlatılan bir efsanede bülbül ile gül aşkı ve bülbülün ötüşünün nedeni farklı bir sebebe bağlanmaktadır. Efsaneye göre, Viliya nehri boyunda yaşayan Danyas adlı yiğit delikanlı, şarkı söyleyen gençler arasına katılır ve orada çok güzel bir kıza âşık olur. Kızın etrafında divane olmasına rağmen, kız güzelliğiyle gururlanır ve delikanlıya yüz vermez. Delikanlı çareyi ölümde bulur ve nehrin sularına kendisini bırakır. Tanrı, bir süre sonra genci diriltir ve bir bülbüle dönüştürür. Bülbül, sevdası yüreğinde saklı olan delikanlıların duygularına tercüman olurken genç kız, delikanlının ölümüyle aslında yüreğinde sevda ateşinin yandığını fark eder. Danyas’ın ölümüne neden olduğu ve saadetten elleriyle mahrum kaldığı için o da çareyi intihar da bulur. Tanrı, ona da acır ve kızı yüz yapraklı bir kızıl güle çevirir. Bülbül ve gül, bu sayede gül mevsiminde buluşup, aşklarını herkese ilan ederler (Sakaoğlu, 2003: 43). Dikkat edilirse bu efsanede gül ve bülbül aşkı ile bülbülün ötüşü Allah’ın dilemesi sonucu

gösterilmektedir. Bu da gül ve bülbül aşkının manevi bir aşka dönüştüğünü göstermektedir.

İslâm dinininetkili olduğu coğrafyada bülbülün Allah tarafından kutsandığına inanılmaktadır. İslâmî görüşe göre bülbül gerçek sevgili olan Allah’ın aşkını zikreden bir hak aşığıdır.

Bu konu da anlatılan efsaneye göre: “Nemrut tarafından ateşe atılan Hz.

İbrahim’in önünde saf bağlayan kuşlardan birisi onunla birlikte kendisini ateşe bırakır ve Tanrı’nın elçisine eşlik eder. Kendisine hoş gelen bu hareketi nedeniyle Tanrı onu ödüllendirmek ister ve Cebrail vasıtasıyla ne dilediğini sorar. O da Tanrı’nın bin isminden yalnızca yüzünü bildiğini söyleyerek kalan dokuz yüzünün de öğretilmesini ister. İşte Tanrı’nın bütün isimlerini öğrettiği o kuş, kıyamete dek gönülleri bağlayan sesiyle Tanrı’nın isimlerini haykıran bülbüldür.” (Ceylan, 2007: 64). İslâm düşüncesi

etrafında meydana gelen bu efsanede görüldüğü üzere bülbülün güle olan aşkı sadece mecazî bir aşkın dile gelmesinden ibaret değildir. İman gözü ile bakılıp, kalp kulağı ile dinlendiği zaman, bülbülün güzel sesiyle bir zikir dile getirdiğine dair inanış görülmektedir. Bu durum bülbülün kutsî bir canlı olarak algılanmasına neden olmuştur.

Bülbül ile ilgili oluşan inanışlar ve söylenceler neticesinde bülbül, en önemli motiflerinden biri haline gelmiştir. Bütün edebiyatlarda genelde âşık portresi ile karşımıza çıkan bülbülün, “Edebiyatta bir aşk teması olarak temsilinin kullanımını ilk

kez İranlı şair Feridüddin Attâr’da görmekteyiz.” (Öztekin, 2002: 12). Attar’ın

Mantıku’t-Tayr (Kuşların Dili) adlı eserinde Hüdhüd’ün önderliğinde bütün kuşlar Simurg’u aramaya çıkar. Bu yolculukta bülbül yolculuğunun tek nedeni olarak güle olan aşkı olduğunu dile getirir. Bülbülün, “Ben, gülün aşkına öylesine daldım ki kendimi

bile tamamıyla kaybettim. Bir bülbülün Simurg’a gitmeye (sevmeye) gücü yetmez ki. Bülbüle bir gül sevdası yeter.” (Keçeci, 1998: 74) şeklindeki sözleri edebiyatta işlenen

sembolik gül ve bülbül aşkının ilk örneği olarak kabul edilir.

Fars edebiyatında bülbülün gül ile olan sembolik aşkı edebiyatımıza da yansımıştır. Özellikle divan edebiyatında bülbül, bütün şairlerin kullandığı bir mazmun olarak görülmektedir. Bu mazmun tıpkı Fars edebiyatında olduğu gibi bülbülü âşık, gülü ise sevgili şeklinde göstermiştir.

Divan edebiyatında âşık için bülbül sıfatı ile birlikte, “Avâre, zâr u bîçâre, sinesi

rîş, kalbi pür-teşvîş, bî-nevâ dervîş, latîf-elhân, meşrebi sâf, tab’ı latîf, harîf-i şerîf, rind-i zarîf, bir zarîf âlim, aşk ile fütâde aslda şehzâde” (Nizam, 2010: 466) şeklinde

sıfatlarda kullanılmıştır. Divan edebiyatında bir âşık olan bülbül, bütün bu sıfatları bünyesinde taşımaktadır. Bülbül için kullanılan bu sıfatlarla birlikte bülbül, bazen rind ve çapkın bir âşık olarak nitelendirilmesine rağmen, genelde perişan ve dermansız bir âşık olarak görülmüştür.

Divan edebiyatında âşık pozisyonunda görülen bülbülün, güllerin açıldığı mevsim olan ilkbaharda daha neşeli öttüğünden dolayı gül ile arasında sembolik bir aşkın olduğuna inanılır. Bu şekilde duyguların en özeli olan aşk, kutsal bir durum olarak ele alınmış ve Allah’ın dilemesi ile bülbülün kalbine girmiştir. Bu da bülbülün kutlu bir canlı olarak görüldüğü ve gül ile olan aşkının Allah’ın dilemesi ile meydana geldiğine dair inancı göstermektedir.

Kültürümüzde bir âşık sembolü olarak görülen bülbül, dikenlere aldırmadan gülün aşkı için feryat eden dertli bir âşıktır. Çiçekler içinde en güzeli olan güle ulaşmak için feryat eden bülbül, bu uğurda her türlü tehlikeye atılır. Efsaneye göre “Gül, ilk

yaratıldığında soluk renkli bir çiçektir. Ona çılgınca âşık olan bülbül, açılışını görebilmek için dikenlerine aldırış etmeden geceler boyunca dallarına konup yalvarır. Gül bu yalvarmalara aldırış etmez. Ne zaman ki bülbül mecalsiz kalıp kendinden geçer, gül dikenlerini batırıp bağrını kanatır. Böylece canından olan bülbülün kanı, gülün dikenlerine sızıp goncaya renk katar. İşte güle kırmızı rengini veren de bülbülün aşk için akıttığı kandır.” (Pala, 1989: 174). Bir efsane şeklinde anlatılan bu sembolik aşkta

gülün daha kırmızı ve güzel olması için ona kanını veren bülbülün durumu “Aşk ve

ölüm arasındaki sıkı bağı çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır.” (Ersoy, 2007: 289). Bu

bağ bir anlamda aşktaki güçlü enerjinin ölüm ile kontrol altına alınmasıdır. Bunun bülbül kanı ile sembolize edilmesi, bülbülün aşkta daima yenilen ve ölüme mahkûm olunan bir karakter olarak kabul edildiğini göstermektedir.

Gülün renginin kırmızı oluşu ve bu duruma bülbülün neden olması Doğan Kaya tarafından şu şekilde yorumlanmaktadır: “Efsaneye göre bülbül güle âşık olur. Devamlı

yanına gelerek yanık yanık öter. Gül onun vefalı ve aşkına sadık olup olmadığını anlamak için dallarına konmasına izin verir. Bülbül, gülün dalına konar ve yine yanık

nağmeler ile öter, kendinden geçer. Öyleki gülün dikeni göğsüne batar. Kırmızı kanı gülün üzerine akar. Gül kızıllığını bülbülün kanından alır.” (Kaya, 2010: 176). İşte bu

yüzden bülbül her daim âşık olarak görülmektedir. Edebiyata ve sanata yansıması da bu şekildedir.

Gülün renginin neden kırmızı olduğuna dair toplumumuzda var olan efsanelerin bir benzeri erguvan ağacı ile ilgili anlatılmaktadır. Bu konuda Hıristiyanlar arasında anlatılan hikâyeye göre; “Hz. İsa’ya ihanet eden havari Yahuda, daha sonra pişman

olarak kendini bir erguvan ağacına asmış. Önceleri beyaz çiçek açan erguvan bu yüzden utancından kıpkırmızı kesilmiş.” (Ayvazoğlu, 1992: 45). Dikkat edilirse kırmızı

genelde kan rengi olarak görülmüş, âşığın ve aşkın rengi olarak kabul edilmiştir. Bülbülün de kırmızı renk ile olan ilişkisi bu temeldedir.

Tasavvuf edebiyatı düşüncesinde tasavvuf ehli insanlar kendini bülbül ile özdeşleştirir. Tasavvufta bülbülün ötüşü ferdi bir aşk için feryat değil; aksine İlahî bir aşk için feryattır. Bülbülü bu şekilde gören tasavvuf ehli, Allah için yaptıkları zikirde kendilerini bülbül olarak görür.

“Şol cennetin ırmakları Akar Allah deyü deyü Çıkmış İslam bülbülleri

Öter Allah deyü deyü” (Tatçı, 2012: 23).

Yunus Emre’nin yazdığı bu ilahiye dikkat edilirse Mevlana’nın “Aşk deliliktir

biz delinin delisiyiz.” (Özcan, 2007: 3) şeklinde söylediği sözlerdeki aşk felsefesini

görürüz. Dolayısıyla tasavvuf düşüncesine göre; zikir halinde olan bülbül, aslında tasavvuf ehlinin Allah aşkını dile getirmektedir.

Genelde İslâmî inancın olduğu bölgelerin edebiyatına mal olan gül ve bülbül arasındaki sembolik aşk, dünya edebiyatında da görülen bir motiftir. Dünya edebiyatında bülbül, âşık portresi ile görülmektedir. Rus şair Aleksandr Sergeyeviç Puşkin Soloveyi Roza, Bülbül ve Gül şiirinde bu sembolik aşkı dile getirir.

“Bahçelerin sessizliğinde, bahar gecesinin sisinde, Güle söyler doğu bülbülü.

Fakat tatlı gül hissetmez, iç geçirmez.

Kendine gel, ey şair, arzuladığın nedir? O dinlemiyor, seni hissetmiyor.

Bak nasıl da canlı, seslenmen cevapsız.” (Türkmen, 2007: 684).

Rus edebiyatının bir ürünü olan bu şiirde dikkat edilirse bizim kültür ve edebiyatımızda olduğu gibi gül kendisine ulaşılmaya çalışılan sevgili; bülbül ise âşık konumunda görülmektedir.

Bülbülün âşık portresi Oscar Wilde’nin Happy Prince and Other Tales (Mutlu Prens ve Diğer Hikâyeler) kitabında da yer almaktadır. “Ah, aşk ne küçük şeylere bağlı!

Bilge adamların yazdığı her şeyi okudum ve bütün gizli felsefeler benim, ama bir kırmızı gülün yokluğu yüzünden hayatım perişan oldu. Mutlu ol diye bağırdı Bülbül, ‘mutlu ol’; kırmızı gülüne kavuşacaksın. Onu ay ışığının müziğinden yapacak ve kalbimin kanıyla boyayacağım. Karşılığında senden istediğim tek şey, gerçek bir âşık olman, çünkü aşk felsefeden daha bilgecedir.” (Wilde, 2004: 39).

Gül ve bülbül aşkının dile getirildiği bu bölümde bülbülün, gül için yanıp yakılarak çılgınca aşk şarkıları söyleyerek aşk denen duyguyu ortaya çıkardığını anlıyoruz. Dolayısıyla bülbül sadece bizim edebiyatımızda değil dünya edebiyatında da âşık konumundadır.

Bülbülün aşk ile olan ilişkisi edebiyattan sonra mimariye de konu olmuştur. BM tarafından koruma altına alınan Divriği Ulu Camii’nde bir kitabe bulunmaktadır. “Sağ

tarafta kitabenin başladığı yerde gül motifi, kitabenin bittiği yerde de sol tarafta bülbül motifi vardır.” (http://www.cirbanonline.net. 08.04.2015). Sembolik anlamda gül ve

bülbül figürlerinin bir arada aşkı ifade ettiğini düşündüğümüzde kitabedeki bu figürlerin, Allah ve Resulüne karşı duyulan İlahî aşkın bir sembolü olduğunu görürüz. Bu da caminin aşk ile yapıldığını göstermektedir.

Rüya tabirlerinde bülbül görmek ile ilgili şu yorum yapılır: Bülbül her haliyle hayırlıdır. Rüyada bülbül, izzet ve kerem sahibi olmaya, çocuğu olmayan kişi için bir evlat sahibi olmaya, evladı olan için iyi yetiştirilip tatlı sözlü, konuşkan ve akıllı olmaya yorumlanır (http://www.ruyatabirleriislami.com 05.04.2015). Bu durum bülbülün her zaman olumlu olan durumları ifade ettiğini göstermektedir.

Güzel ötüşünden dolayı çeşitli efsanelere konu olan ve edebiyatta âşık konumunda gösterilen bülbül, Anadolu insanının atasözlerinde de geçmektedir.

Atasözlerin genelinde bülbüle güzel ötüşünden dolayı sembolik yakıştırmalar yapılmıştır. “Bülbülün çektiği dilinin belasıdır.”“Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah vatanım demiş.” şeklinde atasözlerimiz mevcuttur. Bu durum bülbülün hayatımızın her alanında kendisine yer bulduğunu göstermektedir.

Bülbül, Anadolu inançlarında koruyucu bir ruh olarak görülmekte ve çeşitli ritüellerde ismi geçmektedir. Anadolu’da yılan ve akrep sokmalarına karşı söylenen

“Bismillahi bülbül leyli ve billahi gulgul leyli uzun kız kiş kiş, var duvara yapış.”

(Karaoğlan, 2004:1005).sözleri zehire karşı bir koruma görevi görmektedir. Anadolu insanına göre zehirlenen biri bu sözleri söylediğinde zehir etkisini göstermez ve zehire maruz kalan kişi zarar görmeden kurtulur. Bu durum bülbülü daima olumlu olan durumlar ile ifade eden Anadolu insanının bülbüle dair bakış açısını göstermektedir.

Edebiyatta işlenen bülbülün simgesel anlamı Hakkâri kilimlerine de konu olmuştur. Bülbülün kilimlere konu olması evrensel kültürün getirdiği bir etkinin sonucu olmakla birlikte yörede var olan halk kültürünün etkisinin de bir yansıması olarak kabul edilir. Tabiat ile iç içe yaşayan yöre halkı bülbül ile ilgili pek çok önemli husus dile getirmektedir. Bu hususları bazen sözlü ve yazılı edebiyat yolu ile ifade ederken bazen de yörenin kültür aktarıcısı olan kilimler ile meydana getirir.

Bütün edebiyatlarda bir aşk ozanı olarak geçen bülbül, yörenin sözlü edebiyatında da dermansız bir âşık olarak görülmektedir. Hakkâri’de anlatılan en meşhur aşk öyküsü olan Mem u Zin’de bülbül motifi görülmektedir. Hikâyeye göre; günlerden bir gün Zin, Mem’den selamını keser. Bu durum Mem’i derinden etkiler. Günlerce aç susuz dolaşır. Zin’in aşkı ile avare avare dolaşırken gül bahçesine gelir. Orda bülbülün feryadını gören Mem, buna çok şaşırır. Mem,“Ey bülbül, Zin benden selamını kesti. Dünyam yıkıldı. Dünyanın en büyük derdi bendeyken sen neden böyle dünyan yıkılmış gibi feryat figan ediyorsun. Bu halin nedir?” der. Bülbül de“Gülün sabah yaydığı ilk kokuyu almak için şafak sökene kadar uyanık kalıyorum; fakat her gün şafak söktüğü anda uyku beni esir ediyor. Ömrüm olduğundan beri tek derdim gülün sabah kokusunu içime çekip tavaf etmek; ama bu hayalim hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bundan büyük dert var mı? Git ve Zin ile hemen barış. Yoksa sende benim gibi bir ömür böyle yanarsın.” der (K9).

Mem u Zin öyküsünde geçen bu bölümde “Bülbül, aşığı sembolize eder; gül ise

sevgiliyi. Âşık her baharda gülün gülen yüzünün yüzü suyu hürmetine öter.” (Gürbüz,

2014: 496). Bu durum bülbülün âşık portresinin Hakkâri sözlü edebiyatında da kabul edildiğini göstermektedir. Bülbülün kilimlere motif olarak yansıması da bu düşüncenin ürünü olarak kabul edilebilir.

Hakkâri’de bülbülün neden acı bir şekilde feryat ettiğini anlatan bir efsaneye göre; zamanın birinde kıskanç bir kral, haremine aldığı kızları kimse görmesin diye sarp bir kaleye hapseder. Bir gün şiddetli bir yağmur yağar ve kale su ile dolar. Sular çekilince kalenin bir köşesinde bir delik açılır. Bunu fark eden ve kralı hiç sevmeyen bir kız buradan gizlice çıkar ve bir çoban ile tanışır. Çoban ile aşk yaşayan kız her gün delikten çıkar çobanın yanına gider, akşam tekrar kaleye döner. Bu durumu fark eden kral, çobanı yakalar fakat hangi kızla görüştüğünü anlayamaz. Ertesi gün çobanı kızlar ile yüzleştirmeye karar verir. Kral, biliyordur ki aşkı, sevdiği kızın gözlerine bakınca kendisini ele verecektir. Çobanı haremdeki bütün kızlar ile yüzleştirir, fakat çobanın gözlerinde hiçbir anlam göremez. Çünkü çoban aşkını ele vermemek için gözlerine mil çektirmiştir. Bunun üzerine kral, çobanı serbest bırakır. Çoban, kızın aşkından bülbül gibi öter durur. Bu o kadar uzun süre devam etmiştir ki çoban bir yerden sonra Allah’ın dilemesi ile bülbüle dönüşmüştür (K7).

Çobanın bülbüle dönüşmesi efsanelerde yer alan şekil değiştirme motifi örneğidir. Şekil değiştirme “Bir efsanede yer alan canlı veya cansız unsurların, bir

üstün güç tarafından cezalandırılması veya bir felâketten kurtarılması için o andaki şekillerinden daha farklı bir şekle çevrilmesidir.” (Sakaoğlu, 1980: 29). Bu bazen ceza

olurken; bazen de kurtuluş olarak görülmektedir. Çobanın bülbüle dönüşmesi de bu bağlamda bir kurtuluş olarak görülmektedir.

Hakkâri el değmemiş doğası ile özellikle mayıs ayında güllerin diyarı olur. Yörede bülbül, neşeli sesi ile bütün yaz boyunca öter; fakat haziran ayı başlarında bülbüllerin sesi kesilir. Yöre halkının kültüründe bu durum şu şekilde açıklanır:Haziran ayı başlarında dut meyvesi olgunlaşır, dut yemeyi çok seven bülbül o kadar çok yer ki şişmanlar ve halsiz kalır. Uzun bir süre ötmez (K8). Hakkâri’de ve bütün Anadolu’da halk arasında var olan “Dut yemiş bülbüle dönmek” deyimi bu inanışın bir sonucu olsa gerek diye düşünülebilir.

Hakkâri’de ilkbaharda coşkulu öten bülbülün bir süre ötmemesi, bir başka görüşe göre şu şekilde yorumlanmaktadır: Erkek bülbül mayıs ayına kadar bütün neşesi ile durmadan öter, bu süre boyunca kendisine eş arar.Ne zaman kendisine eş bulur ve çiftleşirse bir süre susar ve ötmez (K8). Bu durum insanın gelişim süreci ve kendini tamamlama aşamasınaörnek bir durumdur. Kendini gerçekleştirmek için arayış halinde olan kişi “Ruhsal bütünlüğünü sağlamak için karşı cins ile karşılaşmak böylelikle bir

denge kurmak zorundadır. Bunu sağlayamazsa kendini tamamlama yolunda büyük bir eksiklik yaşayacaktır.” (Namlı, 2007: 1229). Hakkâri’de bülbül ile ilgili anlatılan bu

inanış neticesinde kendi eşini bulup gelişimini tamamlama arayışının doğada diğer canlılar arasında da olduğu görülmektedir. Doğada birbirini tamamlayan bu iki denge bir araya geldikten sonra düzen meydana gelir. Burada erkek bülbül ile dişi bülbülün eksik yanları da bir araya geldikten sonra tamamlanmanın gerçekleştiğini görüyoruz.

Bülbül motifi Hakkâri’nin türkülerine de konu olmuştur. Şehir halkı tarafından söylenen meşhur bir türküde bülbül ve gül aşkı dile getirilmektedir.

“Yar güzel, can güzel, Gül bahçesi sarı gül, Yar güzel can güzel, Her gül bir güzel bülbül Yar güzel can güzel O güzel benim yârim, Yar güzel can güzel,

Söyle yârime gelsin” (www.hakkârim. net. 03.05. 2015).

Bu dizelerde görüldüğü gibi yörenin kilimlerine, türkülerine, efsanelerine konu olan bülbül, her daim âşık portresi ile gösterilmiştir. Bu da yöre insanının hafızasında bülbülün âşık konumunda olduğunun en somut göstergesidir.

Hakkâri kilimlerinde görülen bülbül motifi, kırmızı renk ile dokunmuştur. Sembolik anlamda kırmız renk, “Âşıkla ilgili anlatımlarda genellikle aşkın, ayrılığın ve

derdin bir yansıması olarak mübalağalarda kendini gösterir.” (Eren, 2008: 36).

Kilimlerde görülen bülbül motifinin kırmızı renk ile dokunması da bu durumun bir sonucudur.

Her kilimin, yaratıcısının sanat eseri olarak kabul edildiğine göre kilime yansıyan her rengin, her desenin ve her motifin bir anlamı vardır. Her kültür ve edebiyatta âşığı temsil eden bülbül, Hakkâri kilimlerinde işleniş şekli ve yöre halkının sözlü anlatmalarındaki yeri itibari ile gülün aşkı ile yanan, dertli bir âşık olarak kabul edilmektedir.