• Sonuç bulunamadı

Anahtar Kavramlar

2.2. Akid Kavramı

2.2.1. Akdin Tanımı

Akid sözlükte mastar olarak çeşitli manalara gelirse de bunlar arasından bağlamak, sağlamlaştırmak, güçlendirmek ve iki şeyi bir araya getirmek, manaları öne çıkar. Aslında bağlamak bu manaların hepsini kapsar. Bu kelime ادقع لبحلا تدقع şeklinde kullanıldığında, ipi bağladım veya onun iki ucunu bir araya getirip aralarındaki bağı güçlendirdim, uçlarını birbirine düğümleyerek bu bağı sağlamlaştırdım manası kastedilmiş olur. Buradaki bağlama, maddi bağa delalet ettiği gibi iki söz veya sözleşme yapan iki taraf arasındaki manevi bağa da delalet eder. Mesela “عيبلا تدقع= satım sözleşmesini bağladım” denildiğinde akid, satıcı ile alıcı arasında meydana gelen manevi bağı ifade eder.

Aynı şekilde akid terimi bir kimsenin azmini bağladığı ve kendisini tek taraflı olarak yükümlülük altına soktuğu tek taraflı hukuki işlemler için de kullanılır. Bu sebeple gelecekte bir şey yapmak üzere edilen yemin ve nezire de akid denilir.

Akid kelimesinin mastar anlamı dışında bir de “hâsıl bil’mastar” (mastar ile gerçekleşen olgu) deyimiyle ifade edilen ikinci bir manası daha vardır. Mastar manasına göre ipin iki ucunu düğümlemek akid, hâsıl bil’mastar manasına göre de düğümlemekle hâsıl olan düğüm akid olmaktadır.3

İslam hukuku ile ilgili kaynaklarında akid kelimesi terim olarak biri geniş diğeri dar iki manada kullanılmıştır.

Geniş manada, ister tek tarafın isterse iki tarafın irade beyanlarından oluşsun, her hukuki işleme akid denir. Nitekim Hanefî hukukçulardan Ebû Bekir er-Râzî (v. 370/981) akdi şöyle tanımlamaktadır:

2 Mustafa Ahmed ez-Zerka, el-Medhal, I, 289.

3Ali Haydar, Düreru’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, I, 213.

51

İster kişinin kendi kendini borçlandırması şeklinde isterse başka bir şahısla anlaşarak borçlanması şeklinde olsun, ileride yerine getirmeyi taahhüt ettiği her şey akiddir.4 Geniş manada akid terimine Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerine ait kaynaklarda Hanefi kaynaklarından daha çok rastlamak mümkündür. Genelde akid kelimesinin geniş manada kullanımına çok rastlanmaz.

Dar manada akid sadece iki taraflı hukuki işlemler yani sözleşmeler için kullanılmıştır. Bu manada akid Mecellenin 103. maddesinde şöyle tanımlanmıştır: “Akid, tarafeynin bir hususu iltizam ve taahhüt etmeleridir ki, icab ve kabulün irtibatından ibarettir” Kadri Paşa da (v. 1306/1888) dar manada akid için şu tanımı verir: "Taraflardan birinin yaptığı icabın, akdin konusunda hukuki sonucu ortaya çıkacak şekilde diğer tarafın kabulüne bağlanmasıdır."5 Bu tarif daha sonra gelen birçok İslam hukukçusu tarafından küçük değişikliklerle aynen benimsenmiştir. Akdin sözleşme manasında kullanımı daha yaygındır. Bu kelime mutlak olarak söylendiği zaman anlaşılan mana da budur. Akid kelimesi ile tek taraflı bir hukuki işlem kastedildiği zaman bunun ayrıca belirtilmesi gerekir.6

Ancak akdin, Mecelle’de olduğu gibi icab ve kabulün irtibatı, Kadri Paşanın tanımındaki gibi icabın kabule bağlanması şeklinde tanımı, aynı zamanda in'ikadın da tanımı olmaktadır. Çünkü Kadri Paşa bu tanımı Hanefi hukukçulardan Babertî'nin (v. 786/1384) in'ikad tanımından almıştır.7 Oysa akid ve in'ikad başka başka şeylerdir. Nitekim Mecelle'de akid ile in'ikad ayrı maddelerde tanımlanmıştır. O halde akdin tanımı, in'ikadın tanımından farklı olmalıdır. Mecelle şârihi Ali Haydar’ın da belirttiği gibi akid = bağlama, akdi yapan tarafların, irtibat veya bağlanma ise icab ve kabulün niteliğidir.8 Bu sebeple akdin irtibat ile nitelendirilmesi doğru değildir. Aslında akdi birbirine bağlanmış icab ve kabulün oluşturduğu açıktır. Zira akdi meydana getiren parçalar (rükünler) icab ve kabuldür. Nitekim Hanefi hukukçulardan İbn Hümam (v. 861/1457), Molla Hüsrev (v. 885/1480) ve İbn Abidin (v. 1252/1836) hâsıl bil’mastar manasını dikkate alarak akdi, birbiriyle in'ikad etmiş icab ve kabul diye tanımlamışlardır.9

Akid ve in'ikadın birbirinden ayrı şeyler olduğu göz önüne alınırsa İbn Hümam ve onun görüşünde olanların tanımı, dar manada akid kavramı için daha uygun düşmektedir. Sonuç olarak dar

4Cessâs, Ahkamü’l-Kur’ân, II, 294.

5Kadri Paşa, Mürşidü’l-Hayran, Madde, 262.

6Ebû Zehra, el-Milkiyyetü ve Nazariyyetü’l-Akd, 180-181.

7 el- Babertî, el-İnâye, (Fethu’l-Kadir kenarında) V, 74.

8Ali Haydar, Düreru’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, I, 213.

9İbn Hümâm, Fethu’l-Kadir, II, 341; Molla Hüsrev, Düreru’l-Hukkâm, I, 405; İbn Abidin Reddü’l-Muhtâr, II, 361.

52

manadaki akid için, konusunda hukuki sonucu ortaya çıkacak şekilde birbiriyle irtibatlanmış icab ve kabuldür, tanımı önerilebilir.

2.2.2.Akdin Kuruluşu (İn’ikâdı)

Akdin kuruluşunu ifade etmek üzere İslam hukuku literatüründe in'ikad terimi kullanılır.

Mecelle bu terimi şöyle tanımlar: “İn’ikâd, icab ve kabulün müteallakında eseri zahir olacak vechile yekdiğere ber vechi meşru teallukudur”. Tanımda geçen icab ve kabulün müteallakı, ile akdin konusu, eseri ile hukuki sonucu, tealluk ile de irtibat ve bağlanma anlamı kastedilmiştir. İşte akdin kurucu unsurları olan icab ve kabul, akde konu olan şeyde hukuki sonucu ortaya çıkacak şekilde birbiriyle meşru olarak bağlanırsa akid kurulmuş ve varlık kazanmış olur. Meşru şekilde bağlanma ancak rükünlerin mevcut ve in’ikâd şartlarının gerçekleşmesi halinde mümkün olur. . Mesela bir kimse muhatabına “Bu otomobili sana 25.000 TL.ye sattım” şeklinde teklifte bulunur, karşı tarafta da bu teklife dilerse akid meclisinde “Ben de o otomobili, 25.000 TL.ye aldım ” cevabını verirse, bir satım akdi kurulmuş olur.

Şayet kabulcü uygun görmezse ileri sürülen teklifi reddedebilir. Onun kabul veya ret seçeneklerinden birini tercih hakkına kabul muhayyerliği (لوبقلا رايخ) denir. Aynı şekilde icapçı dilerse karşı taraf kabul beyanında bulunmadan önce icabını geri çekebilir. Onun icabı geri çekme hakkına da rücû’

muhayyerliği (عوجرلا رايخ) adı verilir. Akdin kuruluş aşamasında her iki tarafın da sahip olduğu meclis muhayyerliği denen üçüncü bir muhayyerlik daha vardır. Meclis muhayyerliğine göre, icab ve kabul tamamlandıktan sonra tarafların her biri akid meclisinden ayrılmadan önce akitten vazgeçebilir. Hanefi ve Maliki hukukçular bu muhayyerliği kabul etmezler ve şöyle derler: İcab ve kabul tamamlandıktan sonra akid her iki tarafı da bağlayıcı olarak kurulmuş olur. Akdin yapıldığı meclisten ayrılmamış olsalar da taraflardan hiçbiri tek başına akdi bozma yetkisine sahip değildir. Şafii ve Hanbeli hukukçular ise şu görüşü ileri sürerler: Kabul beyanı yapıldıktan sonra taraflardan her biri bedenen akid meclisinden ayrılmadığı sürece tek başına akdi bozabilir. Akit meclisini terk ettikten sonra artık bu hakkı kullanamaz.

2.2.3. Akdin Rükünleri (Unsurları)

Bir şeyin rüknü, o şeyin mahiyetinden bir parça ve o şeyin varlık kazanması varlığına bağlı unsur demektir. Mesela kitabın varlık kazanması kâğıt ve yazının, duvarın varlık kazanması taş tuğla ve harç gibi yapı malzemelerinin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla kâğıt ve yazı kitabın, yapı malzemeleri duvarın rükünlerini oluşturur. İbadetlerde kıyam, kıraat, rüku ve sücud, namazın rükünleridir ve bunlar olmadan namazın varlığından söz edilemez.

Hanefilere göre akdin rüknü, icab ve kabuldür. Dar manasıyla her akid, (sözleşme) tarafların birbiriyle uyumlu irade beyanlarından meydana gelir. Bu beyanlardan birincisine icab ikincisine kabul

53

denir ve icab kabule bağlanarak (in’ikad) ikisi birlikte akde varlık kazandırır. . Şu halde biri diğeri ile bağlantılı icab ve kabul akdin rükünleridir. İcab ve kabul veya bunların yerini tutacak diğer beyan vasıtaları olmadan akid varlık kazanamaz. Bu görüş Hanefi mezhebine aittir. Bu mezhebe göre akdi tasavvur etmek için varlığına ihtiyaç duyulan mesela satım akdinde, taraflar نادقاعلا, akdin konusu هيلع دوقعملا ve satış bedeli (نمثلا), rükün değil akid için gerekli diğer unsurlardır.

Hanefiler dışındaki diğer İslam hukukçularına göre akdin rükünleri, irade beyanı (ةغيصلا), taraflar, akdin konusu ve bedeldir. Bunlara göre bir satım akdinin rükünleri denildiği zaman, irade beyanları, satıcı-alıcı, satım konusu mal ve satış bedeli anlaşılır. Bu farkın sebebi çoğunluğu teşkil eden fakihlerin bir şeyin rüknü sözüyle onlar, mahiyetinden bir parça olmasa da o şeyi tasavvur edebilmek için bulunması gereken unsurları kastetmeleridir. Ancak Hanefilerin rükün anlayışı akdin tanımını kolaylaştıran ve onun mahiyetini açıklamaya yardım eden dakik bir yaklaşımdır. Hemen belirtelim ki bu görüş ayrılığı pratikte herhangi bir sonuç doğurmaz. Çünkü irade beyanı zaten diğer unsurların da varlığını gerektirmektedir. Dolayısıyla irade beyanı hukuki işlemin geçerli bir şekilde kurulabilmesi ve sonuçlarını tam olarak doğurabilmesi için temel kurucu unsuru olarak ortaya çıkmaktadır.

İrade beyan akde varlık kazandıran kurucu unsur olarak ortaya çıktığına göre bu temel kurucu unsurdan başlayarak diğer unsurları da sırayla ele alalım.

2.2.3.1. İrade Beyanı (دقعلا ةغيص)

İrade beyanı, isminden de anlaşılacağı üzere iç dünyada saklı olan ve sahibinin zihninde soyut bir halde bulunan iradenin dış görünüşü, insanlar tarafından bilinebilecek hale gelmiş şeklidir. Şu halde hukuki işlemin rüknü olan irade beyanı aslında, iç iradeyi içinde barındıran bir zarf niteliğindedir. Bu sebeple daha yakından bakıldığında iradeyi biri iç diğeri dış irade olmak üzere iki kısma ayırmak gerekir.

2.2.3.1.1. İç İrade

İster tek taraflı bir hukuki işlem ister iki taraflı bir sözleşme olsun aslında bütün hukuki işlemlerin temelini işlem yapmak isteyen şahsın iradesi oluşturur. Bunun delili, “Ey iman edenler, birbirinizin mallarını bâtıl yollarla değil; sadece karşılıklı rızaya dayalı ticaretle yiyin” (Nisa, 4/29) ayetidir. Bu ayete göre başkasına ait bir mala sahip olmanın meşru yolu karşılıklı rızaya (iç irade) dayalı olarak yapılan akittir. Ancak rıza insanın iç dünyasında saklı psikolojik bir olgudur. Akdin kurulmasında bu iç olguya dayanmak mümkün olmadığı için onun dış dünyadaki göstergesi olan beyan esas alınmıştır.

54 2.2.3.1.1.1. Hanefilere Göre İç İradenin Unsurları

Hukuki işlemin temelini oluşturan iç irade, özellikle Hanefi mezhebindeki hukukçular tarafından ihtiyar ve rıza diye iki unsura ayrılmıştır. Şimdi Hanefilere göre iradeyi meydana getiren bu unsurları gözden geçirelim.

2.2.3.1.1.1.1. İhtiyar Kavramı Ve Çeşitleri

İhtiyar bir şahsın, varlık ve yokluk ihtimali taşıyan ve güç yetirebileceği bir fiile, bu ihtimallerden birini tercih ederek yönelmesidir.

Hukuki işlem çerçevesinde ihtiyar, hukuki işlem meydana getirmede kullanılan sözleri (irade beyanlarını) söyleme kastı şeklinde tanımlanmıştır. Kişi ne zaman hukuki işlem meydana getirme de kullanılan bir sözü telaffuz ederse onda ihtiyar gerçekleşmiş sayılır. Mesela latife ve eğlence olsun diye beyanda bulunan kimsenin (hâzil) bu isteği bir ihtiyardır. Çünkü o, doğuracağı sonuçları arzu etmeksizin, sadece hukuki işlem meydana getirmede kullanılan irade beyanını söylemeyi kastetmiştir.

O halde hâzil, ihtiyarı (beyan iradesi) bulunan bir kimsedir. Mükreh (zorlanan kişi) de böyledir. O, maruz kaldığı tehdide katlanma veya kendisinden istenilen irade beyanında bulunma seçeneklerinden birini tercih etmekle karşı karşıya kalmış ve irade beyanında bulunmayı tercih ederek maruz kaldığı tehdidi kendisinden uzaklaştırmak istemiştir. Öyleyse mükreh de hâzil gibi ihtiyar sahibidir. Hanefi hukukçulara göre ihtiyar, bütün hukuki işlemlerin in'ikad şartıdır. İhtiyar üç kısım halinde ele alınır: