• Sonuç bulunamadı

KKDP vakası incelenerek gündelik mekân siyaseti ile küresel ekonomi arasındaki çok boyutlu ve katmanlı bağlantının toplumun yeniden üretimi ile ilişkisinin izi sürülebilir mi? Gerring, (2004), siyaset bilimi çalışmalarında vaka araştırmalarının nedensel mekanizmaları anlatmak açısından avantajlar sunduğunu belirtir (Gerring, 2004). Ona göre bir vakaya konu olan değişkenler arasındaki ilişkileri süreç takibi ve örüntü eşleştirmesi yoluyla incelemek mümkün olabilir (Gerring, 2004). Süreç takibi, vakanın gerçekleştiği süreçleri zaman sırasıyla ve bağlamıyla birlikte değerlendirerek, neden sonuç ilişkisi kurmaya yarar (Gerring, 2004). Örüntü eşleştirmesi ise, kuramsal olarak tanımlanmış neden sonuç mekanizmalarını sahada test etmeye yarar (Gerring, 2004). KKDP’yi neoliberal kent politikalarına ilişkin kuramların bir temsili olarak incelemek, bu yaklaşımların alandaki yansımalarını ve bu bölgeye özel ilişkileri gözlemek açısından çeşitli olanaklar sağlayabilir. Ancak, yalnızca Kartal vakasına ilişkin neden sonuç ilişkilerinin izini sürdüğümüzde kentsel dönüşüm politikalarının kurumsallaşma dinamiklerini gözlemlemek mümkün olmayacaktır. Kentsel dönüşüm politikalarına ilişkin genel kurumsallaşma dinamikleri sorunsal olarak belirlendiğinde, söz konusu proje süreci boyunca bu bölgede gerçekleşmeyen ancak İstanbul'un diğer bölgelerinde gerçekleşen mekân üretim süreçlerinin de dikkate alınması gerekli görülmüştür. Gerring (2004), vaka analizlerinde bir ana vaka bir de ikincil vakalardan söz eder (Gerring, 2004). İkincil vakalar ana vakadan daha yüzeysel ve ikincil kaynaklara referansla incelenebilir ve bu şekilde araştırmayı kuvvetlendirmeye yönelik kıyaslamalar yapılabilir (Gerring, 2004). Bu çalışmada ikincil vakaları belirlerken iki önemli noktadan yola çıkılmıştır. Birincisi projenin gerçekleştiği bağlama ilişkin kıyaslamaların yapılabileceği benzer vakalar, ikincisi ise projede önemli değişimlere sebep olan politikaların uygulandığı diğer alanlardır. Projede geçerli olan yasaların uygulandığı diğer sahalar, projenin bazı kısımlarında benzerlik görünen diğer uygulamalar ve gerçekleşmekte olan yaygın kentsel dönüşüm uygulamaları kısmen de olsa inceleme alanının parçası haline getirilmiştir.

Bilimsel geçerliliğe ilişkin tartışmaların bir kısmı nitel araştırmalardan nesnel ve genellenebilir sonuçlar çıkarılamayacağı iddiaları ile ilgilidir. Genel olarak, vaka

araştırması esnek bir araştırma çerçevesi ile hareket etme, sahadaki deneyim ve yüzleşmeyi de araştırmanın parçası olarak değerlendirme olanakları sunarak, varsayım kavram ve hipotezlerin tekrar tekrar gözden geçirildiği esnek bir araştırma ortaya koymayı sağlar (Johansson, 2003; Flyvbjerg, 2006; Swanborn, 2010; Creswell, 2013; Becker, 2014). Nitel verilerin toplanması ve değerlendirilmesi sürecinde açıklamaya ve genellemeye dayalı, eleştirel ya da ucu açık ve tesadüflere dayalı olan sezgisel kuramlaştırma süreçlerinden faydalanılabilir (Beauregard, 2012). Pozitivist bakış açısı, bu şekilde öznel olarak üretilen bilgiye değil, araştırılan nesnenin araştıran özneden ayrı olduğu varsayımıyla nesnel olarak elde edilebilecek bilgi varsayımına dayanır. Ancak, özellikle 80li yılların ortasından itibaren tamamen nesnel bir bakış açısıyla araştırma yapılamayacağına, araştırmacının bakış açısının öyle ya da böyle araştırmaya yansıdığına, olası öznelliğin çalışmaya dürüstlük ve açıklık kattığına ilişkin görüşlerde artış olduğu görülmektedir (Maxwell, 2012). Özellikle post- yapısalcı ve post-pozitivist feminist araştırmacıların katkılarıyla araştırmacıyı vakaları dışardan izleyen ve “bilen kişi” olarak tanımlamak yerine yoruma dayalı bir araştırma sürecinin dünyayı anlamak için daha gerçekçi bir yaklaşım olacağına ilişkin tartışmalar devam etmektedir. Diğer yandan, bir vakadan objektif ve mutlak tek bir bilgiye ulaşılabileceği iddiası, araştıran kişiye dair şaibeli bir “bilen kişi” pozisyonunu varsaymak anlamına gelecektir. Oysa, araştırılan nesne ile araştıran özne arasında steril bir ilişkinin mümkün olduğu varsayımı yanıltıcıdır. Araştırmacının kendi içinde bulunduğu toplumsal ilişkiler ve ortam, araştırılan nesneyi algılamasında oldukça belirleyicidir ve çoğu zaman bu ortam araştırılan vakanın gerçekleştiği ortamdan farklıdır. Ancak, Maxwell, araştırmacının kendi görüşlerinin ve varsayımlarının eleştiri süzgecinden geçirilmeden araştırmaya hâkim olması durumunda araştırmanın niteliğini zedeleyebileceğini; bu yüzden, araştırmacının kendi görüş ve yaklaşımlarına eleştirel bir mesafe koyması, bu deneyimin etkilerinin farkında olarak araştırmayı sürdürmesi gerektiğini hatırlatır (Maxwell, 2012). Yüzleşmeye dayalı bu araştırma sürecinde, araştırmacı zaman zaman kendine dışardan bakmaya çalışarak, kendi düşüncelerini ve kendi konumunu sorgular. Kente ilişkin vaka incelemesi, eleştirel bir perspektifle olayları açıklamaya yönelik bir çabanın yanısıra, vakanın taraflar için anlamları arasında diyalog kurmayı ve araştırmacının bilimsel geçerliliği olan yeni bir anlam arayışını ortaya koymasını gerektirir. Angen (2000), de araştırmanın geçerliliğini değerlendirmek için nesnellik yerine öznellikler arası uzlaşma süreci önerir (Angen, 2000).

Denzin (2012), yöntem-odaklı bilimsel geçerlilik tanımını değiştirerek yerine etik odaklı bir tanımlama önerir (Denzin, 2012). Yoruma dayalı bir araştırma sürecinde, uygulamaya dönük değeri olan, yeni sorulara olanak tanıyan ve toplumsal dönüşüm için anlam ifade eden bir sorunsal belirlemek araştırmanın etik geçerliliği açısından belirleyicidir (Angen, 2000). Denzin (2012), bu etik tanımı biraz daha spesifik hale getirerek nitel analiz yapan sosyal bilim araştırmacılarının adaletsizliklerle yüzleşerek ve yüzleştirerek, dünyayı değiştirme gibi bir sorumlulukları olduğunu vurgular (Denzin, 2012). Bir vakayı ele alırken öncelikle onu açıklamak ve çözümlemek anlamlı görünür. Ancak, her toplumsal vaka bir toplumsal güç ilişkisi barındırır. Bu yüzden bilimsel olarak geçerli bir bilgi üretebilmek için toplumsal ilişkilerin ilk bakışta görünmeyen baskı ve eşitsizlik mekanizmalarını göstermek gerekir. Bu mekanizmaları görmezden gelmek, güçlü olan gruplar adına veriyi manipüle etmek anlamına gelecektir.

Geçerliliğin bir diğer boyutu ise araştırmacının pozisyonunun açık bir şekilde tanımlanması, araştırma sürecinin açık dökümünün yapılarak, hangi kaynaktan edinilen hangi bilginin sonucunda nasıl bir anlam çıkarıldığının net bir şekilde ifade edilmesi ile ilgilidir (Angen, 2000). Becker (1996), geçerlilik yerine güvenilirlik tartışmasını koyarak, iyi bir nitel çalışma için üç ana kriterden söz eder: uzak mesafeden belirlenmiş göstergeler yerine araştırılan konunun yakından gözlemlenerek doğru veri elde edilmesi; başlangıçtaki sorunsal tanımında dikkate alınmayan konuların dikkate alınmasına hazırlıklı olunarak verilerin hassas bir biçimde ele alınması ve çalışılan konu ile ilgili birkaç değişkene odaklanmak yerine geniş kapsamlı bir analiz yapılması (Becker, 1996). Nitekim Flyvbjerg (2006) ve Maxwell (2012) çalışma alanıyla kişisel ilişki kurmanın, araştırma bağlamının içinde yer almanın ve hayatın diğer kısımları ile araştırmayı birleştirmenin çalışılan fenomenle ilgili kavrayışımızı geliştirdiğini ve veri toplama olanaklarımı arttırdığını söyler (Flyvbjerg, 2006; Maxwell, 2012). Becker (2014), sosyal bilimcilerin pek çoğunun çalıştıkları saha ile ilgili doğrudan bilgi sahibi olmamasından dolayı, kendi deneyim ve ön bilgilerinden yola çıkarak imgelemler oluşturduğundan ve bu imgelemler üzerine araştırmayı inşa ettiğinden bahseder (Becker, 2014). Bu durumda daha sağlıklı bir imgelemin oluşması için araştırmacının tecrübelerini oluşturan, kendi gündelik yaşamına müdahale etmesinin ve birinci elden bilgi elde etmesinin gerektiğini söyler. Flyvbjerg (2006) araştırmayı öğrenme sürecinin bir parçası olarak

değerlendirdiğinden, anlamanın en gelişkin biçiminin araştırmacının araştırdığı bağlamın içinde olduğu zaman gerçekleştiğini belirtir (Flyvbjerg, 2006). Yalnızca bu şekilde toplumsal aktörlerin bakış açıları ve davranışları anlaşılır hale gelir (Flyvbjerg, 2006). Saha ile derinlemesine ilişki kurmak, başlangıçta kurduğunuz kavrayış hatalı bile olsa, zamanla daha fazla bilgi edinerek ve daha çok veriye ulaşarak imgeleminizi yenilemek için olanaklar sağlar. Örneğin sahada daha fazla vakit geçirmek rastlantı şansını arttırabilir. Becker (2014), sahada karşılaştığınız birinin ya da başınıza gelen bir olayın araştırmanın yapısını ve sonucunu değiştirebilecek kadar önemli olabileceğini söyler (Becker, 2014). Örneğin tesadüfen bazı verilere ya da kişilere ulaşma imkânınız artabilir. Sahada daha fazla vakit geçirdikçe; daha önce görmediğiniz ya da etkili olduğunu bilmediğiniz aktörleri, yasaları ya da aktörlerin önceliklerini öğrenme ve kamuyla paylaşılmayan verilere erişim şansı yükselir. Van Hulst (2008), kentsel yönetişimle ilgili saha araştırmalarında veri toplamak için beş saha aktivitesinin önemini vurgular: bilgiye erişme olanaklarını arttırma, gözlem yapma, formal veya enformal çeşitli yöntemlerle pek çok kişiyle konuşma, gerekli bilgileri ve mümkün olan bütün dokümanları toplama ve sahadan edinilen izlenimleri not alma (Van Hulst, 2008).

Bu tez çalışması, 2008-2017 yılları arasında proje ve planlama süreçlerinde ana aktörlerle düzenli ve sürekli ilişki içinde bulunularak tamamlanmıştır. Araştırmacı, proje sürecinde aktif rol oynayan mülk sahiplerinin kurduğu dernekte şehir plancısı olarak çalışmıştır ve bu süre içindeki gözlem ve notlarını 2013 yılında başladığı tez araştırmasına dâhil etmiştir (Araştırmacının saha ile ilişkisine dair ayrıntılı bilgi için bkz. Ek-B). Projenin bu düzeyde içinde olmanın proje sürecindeki ilişkilerle ilgili miyop bir bakış açısı geliştirme riski olduğu da söylenebilir. Aktörlerin arasındaki çıkar çatışmaları ve ilişkiler araştırmanın odağına alındığında, ekonomik değişimlerin etkilerini ve genel siyasi belirleyicilerin dinamiklerini de aktörler arasındaki gündelik ilişkilerle açıklama eğilimi oluşmuştur. Bu durum yalnızca eldeki verileri değerlendirerek neden sonuç ilişkisi kurmak ve çabuk genellemelere ulaşmak gibi bazı mantıksal hatalara sebep oldu. Diğer yandan, belirli bir aktör grubu için profesyonel olarak çalışmak, zaman zaman bu grubunkine benzer imgelemler oluşturmaya ve proje sürecini kavrayışı belirli bir perspektifle sınırlandırmaya sebep olmuştur. Van Hulst (2008), vaka ile kimler üzerinden ilişki kurduğumuzun araştırmanın yapısını belirlediği konusunda bizi uyarır (Van Hulst, 2008). Dolayısıyla sahanın içinde çalışan

olarak yer almanın oluşturabileceği yakın körlüğü ve dar bakış açısından çıkmak için önceki araştırma ve kuramları keşfetmek ve incelemeye konu edilen farklı aktör grupları ile ilişki biçimlerini çeşitlendirmek gerekmiştir. Bunun yanısıra proje süreci ile ilgili 20 aktörle yarı yapılandırılmış mülakatlar yapılarak, gündelik ilişkiler dışında da proje sürecine ilişkin bilgi ve görüşler elde edilmiştir (Ek A, Çizelge A.1). Diğer yandan inceleme alanına ikincil vakaların eklenmesi, araştırma sürecinde projenin İstanbul'un genel tablosu içindeki konumunu sürekli olarak değerlendirmeye katılmasını sağlamıştır. Araştırma kapsamında, aktörler arasındaki ilişki bu çerçevede değerlendirilerek, Kartal vakasında yer alan aktör gruplarının, birbiri ve proje ile kurduğu ilişkilerin değişimi katılımcı gözlemci bir yöntemle izlenmiştir. Proje sürecinin dönüm noktaları, çatışma alanları, mutabakat krizleri ve bunların çözümü için geliştirilen yaklaşımlar ve bu yaklaşımlarla ilgili aktörlerin davranışlarındaki değişimler tespit edilmiştir.

Araştırmayı metin haline getirirken olayları arka arkaya, onları keşfetme süreçlerimi de içine alacak şekilde bir anlatı olarak anlatmanın, 10 yıllık proje öyküsünü tüm yönleriyle anlatmak için en uygun yöntem olacağı düşünülmüştür. Dolayısıyla kırılma noktalarına dikkat ederek belirlenen dönemsel bir kategorizasyonla, eldeki veri bir araştırma metnine dönüştürülmüştür. Yazma süreci de araştırmanın bir parçasını oluşturmuştur. Hikâye oluştukça, eksik kısımları, kolaya kaçılmış neden-sonuç ilişkileri, failin belirsiz kaldığı durumlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle araştırmanın güvenilirliğini geliştirmek için sahadan yeni bilgiler edinmek, bazı ayrıntıları gözden geçirmek, mantıksal kurguyu revize etmek gerekmiştir. Flyvbjerg (2006) vaka araştırmasını özetlemek yerine anlatı biçiminde çalışmayı ayrıntılarıyla aktarmanın vakanın yoğunluğunu, karmaşasını ve çelişkilerini açıklamak açısından avantajlar sağladığını belirtmektedir (Flyvbjerg, 2006). Sahadaki veriyi tüm zenginliği ile anlatmak, araştırmayı açık bırakarak diyaloğa açmanın yollarından biridir. Bu şekilde yaratılacak “sanal gerçeklik” araştırmayı inceleyen kişinin anlatılan vakayı derinlemesine deneyimlemesini ve kendi ilgilendiği konuya uygun çıkarımları yapabilmesini sağlar (Flyvbjerg, 2006). Hiçbir şeyin tek bir nedeni olmadığından, süreçlerdeki çeşitliliği ve olayların arka arkaya nasıl gerçekleştiğini etraflıca açıklamak, vakayı anlatmak için geçerli bir yöntemdir (Becker, 2014).

Araştırmanın kaleme dökülmesi süreci sürekli tekrarlamalar ve güncellemelerle gerçekleşmiştir. Sonuç olarak, bu tekrarlı yazım süreci yalnızca teorik bilgiler ve saha

araştırması ile diyalog halinde değil aynı zamanda metnin kendisiyle de yüzleşerek ilerlemiştir. Bu noktada Becker’in de referans verdiği Blumer’in bilimsel eylem tanımına atıfta bulunmak açıklayıcı olacaktır (Becker, 2014): "dünyayla kurulmuş derinlikli bir ilişkinin bize sunduğu olanakları sorgulamak, buradan devşirilmiş fikirleri, topladığımız verilerle ilişkisi içerisinde sistematikleştirmekten; bu fikirleri verilerin ışığında sınamaktan; bulmayı beklediğimiz ile bulduğumuz arasındaki kaçınılmaz farklılıkları, farklı olasılıkları yeniden düşünerek ve daha da fazla veri toplayarak aşmaya çalışmaktan vb.nden ibaret bir bilimsel eylem.”