• Sonuç bulunamadı

1.2 Kentsel Dönüşüm Siyasetini Araştırmak İçin Kavramsal Çerçeve

1.2.1 Kapitalist mekânın üretimi

Yapısal çerçeveyi açıklamaya girişen Marksist düşünürler, mekân üretimini kapitalist üretim ilişkilerinin bir parçası olarak değerlendirirken iki konu üzerinde durur. Bunlardan ilki, sermaye birikimi açısından kent mekânının taşıdığı değer, ikincisi ise kapitalist devletin sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak üzere mekânı yeniden üretmek için geliştirdiği politikalarla ilgilidir. Bu açıklamalar, kapitalist sermaye birikim sürecinin kendi içsel çelişkileri nedeniyle sürekli olarak krizlere neden olduğu ve bu krizleri aşmak üzere ekonomik ve toplumsal alanın sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak üzere sermaye sahiplerinin lehine organize edildiği varsayımını kabul eder.

Harvey, Marx’ın üretim kuramının mekânsal bir değerlendirmesini yaparak, kapitalist üretim süreçlerinin gerçekleşmesi için sermayenin sürekli olarak yeni üretim alanları ve yeni pazar alanları bulması gerektiğini (Harvey, 1975), kapitalizmin işlemesi için dönemsel ve bölgesel sınıf ittifakları kurularak, görece istikrarlı ancak kriz dinamikleri ile yenilenen jeopolitik çerçeveler oluşturulduğunu belirtir (Harvey, 1985a). Bölgesel olarak, sınıf dinamiklerinin özelliklerine bağlı olarak şekillenen bu çerçeveler, sermayenin küresel coğrafya içindeki düzensiz hareketini ve etki alanını açıklamakta

kullanılabilir. Diğer yandan, belirli bir bölgede sermaye birikimi fazlası olduğunda, sermaye yapılı çevreye yönelir (Harvey, 1985b). Harvey, sermaye birikimi açısından kentsel yapılı çevrenin güvenlik supabı olarak işlev gördüğünü, yapılı çevre üretiminin maliyetli ve zaman alan bir yatırım olduğundan, sermayenin orijinal üretim alanına geri dönmeye meyilli olduğunu belirtir (Harvey, 1985b). Balaban (2008) yapılı çevrenin yalnızca sermaye fazlasını massetmek üzere değil, aynı zamanda sermaye eksikliğinin oluşturduğu krizlerle başa çıkmak için yeni bir yatırım alanı olarak işlev gördüğünü gösterir (Balaban, 2008). Dolayısıyla sermayenin yapılı çevrenin üretimi ile ilişkisi yalnızca Harvey’in sermayenin birinci çevrimi dediği üretim alanının dinamiklerine bağlı değildir. Mekânın üretimine ilişkin sermaye akışlarının büyüklüğü ve yönünü bu üretim sürecinden elde edilecek kar oranları belirler; kar oranlarının belirlenmesinde ise gayrimenkul sektörünün kendisine ilişkin dinamiklerle birlikte devletin ve ilgili kurumlarının rolü ve politikaları da etkilidir (Balaban, 2008). Bu kuramsal çerçeve mekân üretiminin sermaye birikim stratejisi olarak değerine ve mekânın metalaşma sürecine ilişkin temel yapısal kuralları açıklamakta yeterli görünmektedir. Bu kapsamda, mekânın yeniden üretimine ilişkin devletin rolünün, sermaye birikimi yetersizliği ya da fazlasının yarattığı ekonomik çıkmaz durumlarında, sermayenin yapılı çevreye yönelmesini ya da yapılı çevrenin üretimini kolaylaştıran düzenlemeleri yapmak olduğu anlaşılmaktadır. Ancak burada iki sorun karşımıza çıkmaktadır. İlki, üretim ilişkilerinden kaynaklanan sorunlardır. Yani, yapılı çevreye yatırım yapacak olan sermayenin bulunması ve yapılı çevre üretimi ile oluşan birimlerin alıcı bulması gerekmektedir. İkincisi ise üretim ilişkilerinin ve sermaye birikim krizlerinin yarattığı toplumsal çatışmaların mekânsal karakteri ile ilgilidir. Dolayısıyla devlet, sermaye birikiminin sürekliliğini sağlarken, bir yandan sermaye birikiminin krizlerine çözümler üretmeli, bir yandan da bu krizlerden ve çözüm için gerçekleştirilen düzenlemelerden kaynaklanan toplumsal çatışmaları kontrol altında tutabilmelidir.

Kent mekânının dönüşümüne ilişkin genel politikaların coğrafi olarak farklılaşmasını, sermaye birikim hareketleri ile ilişkili olarak açıklamak, küresel kapitalizmin kentleri ne yönde etkilediğine ilişkin temel bir çerçeve oluşturmaktadır. Ancak, ekonomik politikaların gündelik yaşamda ve mevcut kurumlarda yarattığı değişim baskısının oluşturduğu çatışmaların nasıl düzenlendiği ve bu düzenlemelerin mekân ile ilişkisini açıklamakta yetersiz kalmaktadır.

Kapitalist devletin, sermaye birikiminin krizlerini “nasıl” düzenlediğine ilişkin araştırmalar Fransız Düzenleme Okulu tarafından geliştirilmiştir. Düzenleme yaklaşımına göre kapitalizm tarihinde gelişen birikim rejimleri (birbirini tamamlayan üretim ve tüketim örüntüleri), bu rejimleri düzenleyen ve kalıcılığını belirleyen düzenleme biçimleri ile var olur (Aglietta, 2015). Düzenleme biçimleri, ücret ilişkilerini, yatırım usullerini, paranın doğası, devleti ve uluslararası rejimlerin yapılarını belirleyen kurumsal formları ve toplumsal normları içerir (Goodwin, 2001). Düzenleme biçimleri sınıf mücadelesinin kurumsallaştırarak ücret ilişkilerinin kurallarını belirler ve toplumsal güç ilişkilerini sermaye hareketini kolaylaştıracak şekilde yeniden oluşturulmasını sağlar (Aglietta, 2015). Ancak bu durum kalıcı bir durum olmaktan çok sermaye krizleri ve sınıf çatışmasının kurumlar dışı dinamikleri ile şekillenir. 1970lerden sonra dünya çapında yaşanan toplumsal ve siyasal dönüşümün kapitalizmin krizleri ile ilişkisini araştırmak üzere ortaya çıkmış olan Düzenleme Okulu, zaman içinde farklı biçimlerde gelişmiş olsa da, özellikle dünya üzerindeki farklı coğrafya ve zamanlarda kapitalist kurumsal düzenlemelerin farklılaşmasını açıklamak için etkili bir kavramsal çerçeve sunmuştur. Bu çerçeve, mekânın yeniden üretimine ilişkin devlet politikalarının ve kurumsal yapıların kapitalizmin 1970lerin sonundan itibaren küresel ölçekte neoliberal yeniden yapılanması ile ilişkisini açıklamak üzere gereken kavramsal araçları oluşturmuştur. Ancak düzenleme kuramı düzenlemelerin oluşum süreçlerine ilişkin bir açıklama üretmemektedir.

Jessop (1997) düzenleme kuramının Gramscici bir değerlendirmesini yaparak, söz konusu düzenlemeleri, yönetici sınıfın sürekliliğini ve hâkimiyetini sağlamak üzere, sınıflar arası ve sınıf içi çatışmaları çözmeye yönelik, zorla ya da ikna yoluyla toplumsal güçler arasında mutabakatı oluşturmak için geliştirdiği hegemonik projenin bir parçası olarak değerlendirir (Jessop, 1997). Gramsci’ye göre devlet yönetici sınıfın meşruiyetini ve hâkimiyetini sürdürmek üzere yalnızca ekonomik değil ekonomi dışı alanları da yeniden üreten, teorik ve pratik aktivitelerin tamamını içine alır ve gücünü baskı ile zırhlanmış hegemonya ile korur (Gramsci, 1971). Hegemonya kavramı, dar kapsamlı ekonomik çıkarların ahlaki, entelektüel ve siyasi pratiklerle geniş kapsamlı “etik-siyasi” çıkarlara dönüşümü ile oluşan piyasa hâkimiyetini tanımlamak üzere kullanılır (Jessop, 1997).

Gramsci’nin hegemonya kavramsallaştırması ile Lefebvre’in mekân üretimi kavramsallaştırması arasında paralellikler görülür (Kipfer, 2008). Kipfer (2008), Lefebvre’in Gramsci’nin hegemonya kavramını mekânsallaştırdığını, mekân üretiminin hegemonyaya hizmet ettiğini gösterdiğini belirtir (Kipfer, 2008). Mekân üretimine ilişkin kapitalist devletin rolü yalnızca sermayenin yapılı çevre ile ilişkili ekonomik faaliyetlerini kolaylaştırmak ve ekonomik üretim için gerekli mekânsal altyapıyı oluşturmak değil aynı zamanda bu faaliyetlerin sürdürülebilmesini sağlayacak gündelik yaşamın, gündelik pratiklerin kendiliğindenliklerini ve farklılıklarını içine dâhil ederek ‘devlete benzer’ şekilde organize edilmesini sağlamaktır (Kipfer, 2008). Bu şekilde mekân, devlet, sermaye ve patriarkanın çok boyutlu mantığını gündelik yaşamla ilişkilendiren bir aracı olarak algılanır (Kipfer, 2008).

Mekânda ifade bulan hegemonya tamamlanmış bir proje olmadığı gibi, bir çatışma alanıdır ve gündelik yaşamın pratiklerini ve sembollerini, sermayenin mantığı ile eşleştirebildiği sürece etkili olur (Kipfer, 2008). Goodwin ve Painter (1997) da düzenleme biçimlerinin oluşturduğu kurumsal yapıların hiçbir zaman sabit ve istikrarlı bir ortam yaratmayacağı iddiasıyla, düzenlemeyi kapitalist düzen içinde coğrafi ve zamansal olarak farklılık gösteren çatışmaları sürekli olarak çözmeye çalışan bir “kurumsallaşma süreci” olarak tanımlar (Goodwin ve Painter, 1997).

Özetle, Türkiye’deki kentsel dönüşümü anlamaya yönelik bir araştırma, mekânın ve yapılı çevre üretiminin kapitalist üretim süreçleri açısından değerlendirilmesini, sermaye birikimi ile ilişkili olarak mekânın taşıdığı kullanım ve değişim değerinin dönüşümüne ilişkin mekanizmaların ortaya konmasını gerektirir. Bu çerçeve, ekonomik krizler ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına ilişkin devletin yaptığı düzenlemeler ile kentsel dönüşüm politikaları arasındaki ilişkiyi açıklayacaktır. Ayrıca, kentsel dönüşüm politikalarının devlet, sermaye ve toplum arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesine katkıda bulunurken, ne tür çatışmalara yol açtığı ve bu çatışmalar için geliştirilen çözüm yolları bu çerçevede tartışılabilir.

Ancak Kartal Projesi’ndeki işbirliği ve çatışmaların gerekçelerini tam olarak anlamamız ve elde edilen ampirik veriyi yorumlamamız için bu çerçeve eksik kalmaktadır. Kentsel dönüşümün ekonomi politiğine ilişkin bu kuramsal yaklaşım, aktörlerin yerel ölçekte hangi ilişkiler içinde bu politikaları ürettiğini tüm boyutlarıyla açıklayamamaktadır. Bu eksikliği gidermek için, öncelikle devletin farklı yönetim

ölçeklerinin sermaye ve toplumla ilişkisine dair terminolojinin açıklama kapasitesi dikkate alınmalıdır. Diğer bir deyişle, devletin yerel ve merkezi birimlerinin mekânın dönüşümü ile ilişkisi tartışılmalıdır.