• Sonuç bulunamadı

4. YEREL ÇATIŞMALAR İÇİN ÇÖZÜMLER (2009-2013)

4.1 İnşaat Odaklı Büyümenin Sürdürülmesi

4.1.2 İstanbul’un merkezden idaresi

Afet Yasası yürürlüğe girdikten sonra kısa bir süre içinde Eylül 2012’deki Bakanlar Kurulu kararı ile İstanbul il sınırları içinde riskli ve rezerv alanlar belirlendi14. Daha sonra yeni riskli alanlar da zaman içinde yeni bakanlar kurulu kararları ile bu alanlara eklendi (Şekil 4.2). 42.534 hektar büyüklüğündeki rezerv alan, seçim propagandasında bahsi geçen kanal projesinin içinden geçeceği ve yeni havaalanının yapılacağı alanları da içeriyordu. Dahası, rezerv alanların bir bölümünde depreme karşı riskli olduğu kabul görmüş olan sulak araziler, jeolojik sakıncalı alanlar ile çevresinde yapılaşma sınırı bulunması gerektiği düşünülen içme suyu havzaları, orman ve tarım alanları hatta arkeolojik alanlar bulunuyordu. Bu bölge için başbakanlık düzeyinde bir çalışma birimi oluşturulduğu söylentileri belediye kulislerinde konuşuluyordu. İMP dâhil pek çok kuruma ve yabancı tasarımcılara bu bölge için yeni şehir tasarımları çizdirilmeye başlandı.

Şekil 4.2 : 2013 sonu itibariyle Afet Yasası kapsamında İstanbul’da ilan edilen

rezerv ve riskli alanlar.

2013 yılının sonuna kadarki dönemde İstanbul’un 16 ilçesinde 43 farklı “riskli alan” belirlendi (EK A, Çizelge A.4). 1,7 hektar ile 158 hektar arasında değişen toplam 1144 hektar büyüklüğündeki riskli alanların, daha önce deprem riskli ile ilgili yapılan araştırmalarla da örtüşmediği görülmektedir. Bu alanların depreme ya da afete karşı riskli olduğunu gösteren herhangi bir bilimsel araştırma olmadığı gibi olmadığını iddia edebilecek genel bir veri de bulunmamaktadır.

Ancak, yeni havaalanı, yeni yerleşim alanları, riskli alanlar ve üçüncü köprü ve otoyol kararları birlikte incelendiğinde İstanbul’un gelişmesinin ÇDP kararlarından bağımsız olarak Bakanlar Kurulu kararlarıyla, ÇŞB ve Ulaştırma Bakanlığının faaliyetleri neticesinde yeniden yönlendirildiği görülmektedir. Bu gelişmede ÇDP’de önerilenden farklı olarak, doğu-batı yönünde lineer çok merkezli gelişme gibi gerçekleştirilmesi serbest piyasa koşullarında zor olacak bir yaklaşımdan ziyade mevcut gelişme eğilimlerini yeni mega altyapılarla destekleyerek yönlendiren ve bunu yaparken ormanların korunması, nüfusun sınırlandırılması gibi dinamikleri dikkate almayan bir yaklaşım gözetildiği iddia edilebilir. Zira yeni altyapı ve şehir gelişmelerinin önerildiği bölgelerdeki arazilerin yıllar önce çeşitli iktidar partisine yakın şirketler tarafından buradaki olası gelişme öngörülerek satın alındığı ve imara açılmasının beklendiği

belediye ve gayrimenkul dünyası kulislerinde konuşulmaktadır. Nitekim bu bölgelerdeki arazi değerleri zaman içinde oldukça artmış ve arazi spekülatörleri için de bölge ana ilgi odaklarından biri haline gelmiştir.

İMP tarafından metropol ölçeğinde kent yönetişimi için geliştirilen çabaların gerçekleşmediği söylenebilir. Belediye bürokrasisi planlama süreçlerinde korumacı davranmak istiyordu. Daha fazla gelişmeyi engellemek ve ekoloji önceliğini ve hukuka uygunluğu korumak istiyordu. İMP'nin bulduğu ara yol, kent gelişmesini planlı olarak güneyde sınırlamak, yayılmak yerine dönüşümü teşvik etmek ve teknolojik gelişmeyi teşvik etmek ve büyük altyapı yatırımları ve kontrollü gelişmeyle herkesin kazanabileceği bir kentsel gelişme süreci önermekti. Mevcut altyapıların iyileştirilmesi, yoğun bir kentsel yapı içinde planlı düzenlemeler yapılması gibi geliştirilmiş olan öneriler ise gerçekçi görünmüyordu. Böyle bir uygulama sürecini tarafların birlikte hareket etmesini, uzun vadeli düşünebilmesini gerektirirdi. Gelişme öncelikleri ile ilgili uzlaşmazlıklar giderek daha belirgin olmaya başladı. Merkezi hükümet gelişmeyi kuzeye doğru yönlendirmek istiyordu. Kuzeye yönlendirmek kısa vadede daha çok getirisi olabilecek bir stratejiydi. Kamuya ait ucuz orman ve tarım arazileri birden bire çok değerli hale gelebilecekti ve gelişme baskısı da o yöndeydi. Nitekim bu süreçten sonra İMP, kuruluş amaçlarına yönelik işlevlerini yavaş yavaş terk etti ve belediye bürokrasisine bağlı bir kurum haline geldi. İMP çalışanları, bunu Türkiye için kaçırılmış bir fırsat olarak görüyordu (Görüşmeci 3, Kişisel görüşme, 2014):

İMP Türkiye için katılımcı ve bilimsel planlamanın yapılabileceği ya da yapıldığı tek örnekti ve de çok iyi bir örnekti. Birtakım eksiklikleri, hataları vardı ama bunlar da giderilebilecek şeylerdi. Fakat buna rağmen, belki de bazı yetki dengelerini bozduğu için desteklenmedi. Hatta bazı çevreler tarafından başarısız olması için uğraşıldı. Bazı çevreler derken, daha önce birtakım yetkileri ellerinde bulunduran, daha önce çok fazla katılım sağlamadan, açmadan planı açıklamadan yapılan planlama süreçlerini kaldırdığı için bazılarınca ciddi şekilde baltalandı ve kapatılması için de her şey yapıldı. E sonra çok temel düzeyde kararları İMP'de alabildik. Neydi o temel kararlar? İstanbul'un nüfusunun belli bir yerde sınırlandırılması. Su havzalarının ve ormanların İstanbul'un kuzeyinin yapılaşmaya açılmaması. Doğal varlıkların ve doğal kaynakların korunması. Bunlar bir ÇDP’de alınabilecek 5 tane temel karardan üçüdür. Bunları özellikle odalar desteklemediği için bunları kaybetmek de çok kolay oldu. Bir gün Başbakan kalktı dedi ki, kuzeye ben bir havaalanı yapacağım, şehir kuracağım, yol yapacağım, köprü yapacağım dedi ve bütün bu saydığım planın temel ilkelerinin önemli bir bölümü rafa kalktı.

Metropol ölçeğinde bir diğer önemli gelişme Ankara’dan İstanbul’a taşınacak olan Merkez Bankası ve çevresinde kurulacak olan finans merkezi kararıydı. Kartal Projesi İBB’nin gözünde finans merkezi için aday bölgelerden biriydi. Bunun yanı sıra proje alanında sözü edilen hizmet fonksiyonların gerçekleşmesini tetikleyecek olan büyük kamu kurumlarının ve finansal kurumların bu alanda yer seçmesi projenin uygulanabilirliği açısından belediye bürokratları açısından da uygun görünüyordu (Görüşmeci 6, Kişisel görüşme, 2014). Ancak daha sonra finans merkezinin Ataşehir’de yer seçmesi konusunda çalışmalar başladı ve bakanlık, belediye ve geliştiriciler arasında bir protokol oluşturuldu.

İBB’deki üst düzey bürokratlar planlara uyum sağlamadığında ve imza atmayı reddettiğinde görev değişikliği yapılıyordu. Diğer yandan İBB içinde Gülen Cemaati üyeleri ve daha başka pek çok tarikatın temsilcileri olduğuna dair bilgiler dolaşıyordu. Bürokratların pozisyonlarının bu tarikat ilişkilerine göre belirlendiği de söyleniyordu (Görüşmeci 5, Kişisel görüşme, 2014). Değişiklikler sonucu, yeni oluşan bürokratik kadrolar, plan süreçlerinde daha uzlaşmacı olmaya başladı.