• Sonuç bulunamadı

3.2. TOPLUMA YÖNELİK TEDBİRLERİ

3.2.1. Karz-ı Haseni Öğretmesi

Karz sözlükte, Kesip koparmak, karşılık vermek anlamında kullanılır.Karz’ın terim anlamı ise, Geri ödenmek üzere mal veya birine ödünç/borç vermektir Kur’ân-ı Kerim’de türevleriyle beraber on üç yerde geçmektedir. Karz-ı hasen ise, Kişinin helal malından sırf

954 Tarhan, Toplum Psikolojisi, 266.

955 Tarhan, Toplum Psikolojisi, 267.

956 Dönmezer, Sosyoloji Dersleri, Sulhi Garan Matbaası Varisleri Kollektif Şirketi, İstanbul 1970, 182.

Allah rızası için, dünyevî bir beklentisi de olmaksızın ve ahirette kendisine mükâfat olarak dönebilecek güzel bir şekilde borç verme diye tanımlanır.957

Kur’ân’da karzla ilgili ayetler şunlardır: Verdiğinin kat kat fazlasını Allah’a güzel bir borç isteyene faizsiz ödünç verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır958

Allah’a güzel borç verirseniz ihtiyacı olanlara Allah rızası için borç verirseniz andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi zemininden ırmaklar akan cennetlerime sokarım. Bundan sonra kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur959

Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden dünyada iken ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz960

Hz. Peygamber, Sadaka on misliyle, karz ise on sekiz misliyle mükâfatlandırılır. İki defa borç vermek bir defa sadaka vermek gibidir961 buyurarak karzın önemine sözlü olarak işaret etmiştir.

Borç vermek, toplum birlikteliği için sadaka vermekten daha sağlıklı bir davranıştır.

Borç alan açısından meseleyi değerlendirelim: Maddî durumu zayıf olan bir kişiye borç verildiğinde, onun üretken olmasına katkı sağlanır. Bu davranış, iletişim açısından yetişkinden yetişkine diye isimlendirilir. Borç alan, fonksiyonel ve etken davranışlar sergiler.

Borç verildiğinde ise, yetişkinden çocuğa diye isimlendirilir. Borç alan borç almaya bağımlı hale gelebilir. Edilgen ve fonksiyonel olmayan davranış içine sürüklenir. Toplum için bir şeyler üretmek aklına gelmez.962Borç veren açısından meseleye bakıldığında; Borç veren kişi, borç verdiği kişiye rehberlik etmiştir Tecrübeli bir tüccar, genç meslekteşına yardım ederse buna elinden tuttu, babalık yaptı denir. Borç verdiği kimseyi kendisine bağlar; ama onu bağımlı yapmaz.963

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl fî-Ma’rifeti Ehâdîsi’r-Rasûl isimli eserinde borç veren kişiye, sadaka verenden daha çok sevap verilmesi hadîsini şu misalle anlatır: Borç veren kişiOn dirhemin dokuzu fazla, biri bana yeter diyerek, dokuz lira verir. On sevap alır.

957 H. Yunus Apaydın, “Karz”, DİA, T.D.V. Yay., İstanbul 2001, XXIV, 520.

958 2. Bakara: 245.

959 5. Mâide: 12.

960 73. Müzzemmil: 20.

961 İbn Mâce, Sadakât, 19.

962 Dökmen, 239.

963 Dökmen, 240.

Borç veren kişi ise, borç verirken kendisine para ayırmayı düşünmez.Sadaka olarak vereceğinin iki katını vermek ister. On dirhemden birisini kendisine ayırıp sadaka verecekse, yirmi dirhemden ikisini kendisine saklar on sekiz dirhem borç verir. Karşı tarafın daha çok açığını kapatmış olur. Bu yüzden, ona onsekiz kat sevap verilir

Hakîm et-Tirmizî,Cebrail’inHz. Peygamber’e şunu söylediğini de nakleder: Borç veren kişi, verdiği paraya ihtiyacı olduğu halde parasını verir. Ama sadaka veren, ihtiyacı olmadığı malın fazlasını -daralmadan- verir964

Rasûlullah toplumdaki uygulamalarıyla karz akdinin öncüsü olmuştur. Medine’ye ilk geldiğinde fakir ve ihtiyaç halinde olan Mühâcir ile Ensâr’ı birbirine kardeş yaptı. Toplumda kardeşliği te’sis ederken Medine’ye geldikten beş ay sonra sahâbe arasında kura çekti. Bazen mesleği tüccar olan Mekkeli fakir ile, bir Medineli sermaye sahibi zengini birbirine kardeş yaptı. Bu ailelerin sayısı, her iki taraftan 186’şar aile idi.965

Ebûbekir’i, Hârice b. Züheyrile; Ömer’i, İtbân b. Mâlikile; Abdurrahman b. Avf’ı, Sa’d b. Rebîile kardeş yapmıştı.966 Medineli Ensâr malının yarısını, hatta Sa’d b.

Rebîhanımlarından birini kardeşine vermeği teklif etmişti. Bu kişiler içinde Mühâcir olup da zengin olan Abdurrahman b. Avf gibi sahâbîler de vardı.

Rasûlullah adeta zıt kutupların tenasübünü ortaya koyarcasına bu kardeşliği tesis etti.

Bunu gerçekleştirirken de bazı merhalelerden geçerek hedefe ulaştı. Önce Mekke sonra Medine Dönemleri olmak üzere iki merhalede bunu gerçekleştirdi.Mekke’den Medine’ye hicret etmeden önce sahâbeyi Mekke’de çok iyi tanıdı. Kim, nelerden hoşlanır, neyi iyi yapar?967 Bunların hepsinin krokisini aklında ve gönlünde çıkarmış, öylece Medine’ye hicret etmişti.

Hz. Peygamber Medine’de kurduğu toplumda ise önce kardeşliği ve muhabbeti te’sis etti. Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra müminler arasında kardeşlik müessesesini kurdu. Kurulan bu kardeşlik bağı ile Medineli Ensâr’ın bazıları Mekkeli Mühâcir kardeşlerine malının yarısını vermeği teklif etti. Fakat bazı sahâbîler kendilerine sunulan bu teklifi direkt olarak kabul etmek yerine mudârebe ortaklığı denilen bir ortaklık kurdular.968 Buna göre,

964 Hakîm et-Tirmizî, Ebû Abdillah Muhammed, Nevâdiru’l-Usûl fî-Ma’rifeti Ehâdîsi’r-Rasûl ve Yelîhi Mirkâtu’l-Vüsûl, Dâr’u Sâdir, Beyrut tsz., 219.

965 Hamidullah, İslâm Peygamberi, 159-160.

966 İbn Hişâm, 356.

967 Müslim, İmâre, 16-17.

968 Hamdi Döndüren, Delilleri ile Ticaret ve İktisat İlmihali, Erkam Yay., İstanbul 1993, 262.

Medineli sahâbenin Rabbu’l-mal sermaye sahibi olarak, Mekkeli sahâbenin emeği ve ticârî tecrübesi bir araya getirilerek ortaklık kurulmuştu. Elde edilecek zarar, malını karşılıksız vermeğe hazır olan Medineli Ensâra aitti. Kâr ise iki taraf arasında pay ediliyordu.

Örneğin Hz. Peygamber, Medineli Sa’d b. Rebi’ile Mekkeli Abdurrahman b. Avf’ı kardeş yapmıştı. Sa’d, Abdurrahma b. Avf ’a Malının yarısını vermeyi, Abdurrahman’ı hanımının bir tanesi ile evlendirmeyi teklif etti. Abdurrahman b. Avfise: Malının hayrını gör, ehlini de Allah sana bağışlasın. Bana çarşının yolunu göster!969diyerek işe koyuldu.

Zamanla sahâbe arasında toplumsal dayanışmayı sağlayacak borç verme, mudârebe ortaklığı vb. hususlar gelişti. Sahâbe kendi arasında malını emanet olarak Zübeyr b. el-Avvâm’a verenler vardı.970

Sahâbe arasında Zübeyr’in bu ayrıcalıklı konuma gelmesinde cennet ile müjdelenen on sahâbeden bir tanesi olması ve Hz. Peygamber ile aynı soydan gelmesi etkili olmuştu. Hz.

Peygamber’in, Her peygamberin bir havârîsi vardır. Benim havârim, Zübeyr b. el-Avvâm’dır övgüsüne nail oldu. Sahâbe arasında Ashabı Şûra denilen meclisin de bir üyesiydi.

Dolayısıyla güvenilir olma yönünden herkesin itibarını kazanmıştı. Müslüman olduğunda amcası Zübeyr’i bir hasıra bağladı ve onu dininden dönmeğe zorladı ise de o dininden dönmedi. Yengesi onu Müslüman olduğu için döverdi.971

İbn Hacer Osman b. Affan, Mikdâd b. Esved, İbn-i Mes’ûd, Abdurrahman b. Avfgibi Sahâbîlerin, mallarını koruması için Zübeyr’e verdiklerini, onun da bu malları koruyup, harcama yapmaya geldiğinde onların çocuklarına kendi malından harcama yaptığını ifade etmiştir.972

Zübeyr b. el-Avvâm’ın sahip olduğu yüklü servet hakkında bazı iddialar ileri sürülmüştür. Bunlardan Ali Şeriatî şu iddialarda bulunmuştur: Osman’ın Zübeyr’e altı bin dinar verdiği, onun da bu parayla ev yaptırıp kiraya verdiğini iddia etmiştir Zübeyr’in mal varlığı hakkında ise Şeriatî şu iddialarda bulunur: Zübeyr’in Medine’de on beş, Basra’da iki, Kûfe’de bir, Mısır’da bir ev yaptırmıştı.

969 Hamidullah, İslâm Peygamberi, 160; Akar, Muhlis, İslam’ın Ekonomik Hayata Getirdiği Ticarî ve Ahlâkî Prensipler, D.İ.D., cilt: 39, sayı: 1, 59.

970 Coşkun, “Abdulazîm ed-Deyb’in Zübeyr b. el-Avvâm’a Yönelik Bazı Tenkitlere Cevabı”, Dini Araştırmalar, Mayıs-Ağustos 2000, 140.”

971 İbn Hacer, Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Muhammed b. Ali el-Kisâî el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Dâru’l-Kütübü’l-Arabiyye, Beyrut tsz, I, 526.

972 İbn Hacer, el-İsâbe, I, 257.

Mes’ûdî ise ayrı bir iddia ortaya atarak şöyle der, Osman devrinde Zübeyr’in bin erkek ve bin kadın kölesi vardı. Bütün bunlara ilave olarak, ölümünden sonra bin tane de atı kalmıştı. Geriye elli bin dinar bırakmıştı973

Prof. Dr. Selçuk Coşkun’unAbdulazîm ed-Deyb’in Zübeyr b. el-Avvâm’a Yönelik Bazı Tenkitlere Cevabı isimli makalesinde Zübeyr b. el-Avvâm’a yönelik iddialar ve bu iddialara Abdulazîm ed-Deyb’in verdiği cevaplar değerlendirilmektedir. Biz buradabu makaleye kısaca değinmek istiyoruz.

Zübeyr malını emanet bırakmak isteyen kişiden malı Hayır, ben bu malı emanet olarak teslim almam. Lakin bu mal benim zimmetimde bir ödünçtürdiyerek alırdı. Çünkü ben emanetin zayi’ olmasından korkarım derdi. Emanet kaybolduğu veya telef olduğu zaman, onu ödemeyi takvasından dolayı taahhüt ederdi.Zübeyr'inborcunun aslı bu şekilde oluştu.974 Makâlenin devamında şu konulara yer veriliyor:

Zübeyr’in yaşadığı dönemde kendisine emanet edilen sermayeyi paraları koruma maksadıyla Medine’de on beş ev vs. aldığı belirtilmiştir. Eğer onun niyeti –iddiada ortaya atıldığı gibi- bu paralar üzerinden kendi malını çoğaltma arzusu olsaydı, paraları donuk hale getirecek ev arsa almaz bunları nakit halde tutarak kârını arttıracağına aynı makalede vurgu yapılmıştır. Ayrıca Rasûlullah’ın valilerinin mallarını berekerlendirmesi için dua ettiği,Zübeyr’inde bu duadan nasibdâr olduğu anlatılmaktadır.

Zübeyr’in fakirlere, miskinlere, yetimlere ihsanda bulunmayı seven bir insan olduğu, onların mallarını koruduğu ve onlar rüşde erdiklerinde babalarının vasiyyet ettiği günkü gibi onlara mallarını teslim ettiği anlatılmaktadır. Osman b. Affan, Abdullah b. Mes’ûd gibi sahâbiler bu şekilde mallarını ona emanet etmişlerdi.975

Zübeyr b. el-Avvâm ile ilgili iddialara Selçuk Bey, çeşitli matematiksel çıkarımlar ve Sahâbenin Zübeyr b. el-Avvâm hakkında ona olan güvenlerini belirten ifadeler ile makalesini devam ettiriyor.

Paraya ihtiyacı olan sahâbe, mudârebe akdine göre ondan borç alıyordu. Zübeyr b. el-Avvâm ’da sadece mudârebe akdi için oluşmuş bir fon yoktu. İnsanlar, âriyeten altınlarını Zübeyr’e veriyorlardı. Bunun neticesinde Rasûlullah zamanında Müslümanların elinde tüccarlar için kullanıma hazır büyük bir karz-ı hasen fonu oluştu.

973 Coşkun, “Zübeyr b. el-Avvâm”, 140.

974 Çoşkun, “Zübeyr b. el-Avvâm”, 145.

975 Çoşkun, “Zübeyr b. el-Avvâm”, 146.

Zübeyr b. el-Avvâm vefat ettiğinde oğluna, Önce kişisel borçlarını kendi emlakinden ödenmesini, artanının vakfiye yapılmasını, evli olan kızlarından her hangi birisi eşinden ayrılırsa bu vakfiyelerden istifade edebilmesini, ayrıca elinde ümmetin emaneti olarak bulunan altınların dağıtılmasını vasiyet etti. Bunun içinde toplu olan mekânlarda Müslümanların Zübeyr’den alacağı olan gelsin şeklinde duyuru yapılmasını,976 vasiyet ettiği ileri sürülmüştür.

Buna göre de Zübeyr borçlu olarak ölmüştür. Oğluna yaptığı vasiyette de parasının yetmeyeceği durumda mevlâsından istemesini emretmiştir.977 Ölürken bile müslümanlara olan borçlarını düşünmüş, elindeki emlakle karşılaştırmıştır. Bunlar, onun mala düşkün biri olmadığını emanetlerin zâyî olmasından korktuğunu belirten ifadelerdir.978 Buna göre, onun hakkındaki iddialar çürütülmüş olmaktadır.

Buraya kadar verdiğimiz bilgiler karz-ı hasen konusuyla şu şekilde bütünleştirilebilir:

Hz. Peygamber’in Zübeyr b. el-Avvâm’ı övücü mahiyetteki hadîsleri, onun sahâbe arasındaki güvenilir olma konusundaki konumunu artırmıştır. Borca daralan kişilerin başvurabilecekleri bir kişi olma özelliğini öne çıkarmıştır. Bunun neticesinde borcu olan kişilerin ve ihtiyaç sahiplerinin adeta suça bulaşmadan hayatlarını idame ettirebilecekleri bir fonun temelleri bu dönemde atılmıştır.

Hz. Peygamber bu uygulamalarıyla bir toplumda, toplumsal düşünen insanların daha gerekli olduğu konusuna bir bakıma vurgu yapmıştır. Bu durum küçük topluluklar için de geçerlidir. Bir kurumda karar verirken kurumsal mı yoksa bencilce düşünerek mi karar vermek gerektiği iyi tahlil edilmelidir. Mesela bir gemide giderken makine mühendisi rahatını düşünerek uyursa, makineler çalışmaz.Gemi yolda kalır. Ama mühendis kurumsal düşünür, geminin selameti için uykusundan fedakârlık yaparsa toplumsal düşünerek gemisini kurtarmış olur.979

Toplumsal düşünmek için insanın kendisini değiştirmeyi istemesi gerekir. Toplumsal düşünmeliyim fikrini vicdanına yazması gerekir. Bu sebepten toplumu oluşturan bireylerin vicdanları çok önemlidir. Vicdanların bir bütün halinde hareket etmesi gerekir. Tıpkı vücuttaki uzuvların vücudun bir parçası olmaları gibidir. Her birey kendi kendine, Ben vücudun bir uzvuyum. Vücut bir bütündür. Toplumda benim varlığım, vücutta bir uzvun

976 Gözübenli, 295, 296.

977 Buhârî, Humus, 13.

978 Çoşkun, “Zübeyr b. el-Avvâm”, 143-4.

979 Tarhan, Toplum Psikolojisi, 148.

varlığı gibidir. Bir uzuv, diğer organları yok sayarsa, vücutta kanserleşme olabileceği gibi ben de sırf kendimi düşünür, bencillik yapar malımı paylaşmazsam toplumda vücuttaki gibi kanserleşme olur demelidir. Bir toplumda bir grup kendini tek üstün varlık, tek doğru olarak görürse toplumun narsistik bir şekilde bencilleşmesine sebep olur. 980

Narsist981 nefisperest kişilerin oluşturduğu toplumlarda ise fertlerde bir takım kişilik bozuklukları görülür. Bunlar şöyle sıralanabilir:

1. Narsist kişiler, kendilerini çok önemli ve vazgeçilmez görürler. Yeteneklerini ve başarılarını abartırlar.

2. Kafa yordukları konular, başarı, güç, zekâ, güzellik, kusursuz sevgi gibi hayallerdir.

3. Çok beğenilmek isterler. Ayrıcalık beklentisi içindedirler.

4. Kişiler arası ilişkileri kendi çıkarına kullanıp başkalarının zayıf taraflarını kullanırlar.

5. Küstahlık, nefret duyguları fazladır.

6. Empati yapamazlar. Bu konuda isteksiz davranırlar.982

Narsistik kişiliğe sahip insanların oluşturduğu toplum bireyleri yerine, toplumsal düşünmeyi başarabilen bireylerin oluşturulması yönünde adımlar atmaya ihtiyaç vardır. Buna göre Hz. Peygamber’in başkasına karz-ı hasende bulunma, kardeşliği pekiştirme hususlarında yaptığı teşvik ve uygulamalar toplumsal düşünmeyi sağlayan etkenler olarak görülebilir.

Toplumsal düşünmeyi başarabilen toplumlarda sosyal dayanışma faktörü en ileri düzeyde işlevsellik gösterir. Bu sayede toplumun bütün dinamikleri rahat çalışır.

Osmanlı döneminde, toplumun iç dinamiklerinin çok iyi çalıştığı söylenebilir. Gelin çıkan bir evin komşuları, gelinin çeyizine yardım ederlerdi. Cenaze çıkan evde iki-üç gün yemek pişmez, komşular o eve yemek getirirlerdi. Mahalleliden birinin başına bir hal gelse, hastalansa, hapse düşse -o zamanlarda şimdiki gibi uzun süren hapis cezası da yoktu- veya uzun süren bir yolculuğa gitse, geride kalan ailenin geçimini sağlamak mahallelinin ortak endişesiydi.983

980 Tarhan, Toplum Psikolojisi, 149.

981 Narsistik Kişilik: Hayalde ve davranışlarda üstünlük duygusu, beğenilme isteği ve empati yapmama halidir. Tarhan, Toplum Psikolojisi, 138.

982 Tarhan, Toplum Psikolojisi, 138-9.

983 İlber Ortaylı, Son İmparatorluk Osmanlı-Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, Timaş, İstanbul 2006, 108.

Günümüzde evin reisi aniden hapishaneye düşebiliyor. Toplum hiç haklı haksız ayırt etmeden suçluyu ve ailesini bazen dışlayabiliyor. Evin beyi hapse girip hanımı para kazanma derdine düşüyor, çocuklar perişan bir durumda kalabiliyor. Bazen onların da yanlış yollara sapmaları olunca baba, oğul veya evin hanımı aralarında altı ay, bir sene müddet ile hapse girebiliyorlar.

Bazen de anne veya babası hapishanede olan okul öncesi çocuklar, ruhî sarsıntı geçirebiliyorlar. Özellikle anne yoksunluğu, bu yaşlardaki bir çocuk için, temel güven duygusundan mahrum kalmak anlamına gelir.

Karanlık bir ormanda yolunu kaybetmiş, yapayalnız bir insan nasıl büyük bir korku ve panik yaşarsa, annesinin kendisinden uzakta olduğu küçük bir çocuk daha şiddetli bir korku ve panik yaşar. Okul öncesi çocuğu olan bir kadının, suç işlemesi durumunda adeta anneyle beraber çocuğu da cezalandırılmaktadır.984

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:

Karz-ı Hasen veya kardeş aile türünde sosyal dayanışmayı sağlayacak birliktelikler toplumda dayanışmayı sağlayan etmenlerdir.Bu tür girişimler sayesinde kişiler birbirine daha da bağlanır. İhtiyaç sahiplerinin ihtiyaçları giderilir.

Dayanışmanın olduğu bir yerde de suç kendisine taban bulamaz. Sahipsiz çocukların -eğer ihmal edilirlerse- birer suçlu adayı olabilecekleri unutulmamalı, onların elinden tutulmalıdır.