• Sonuç bulunamadı

1.3 Yabancılaşma Kavramının Tarihsel Gelişimi

1.3.2 George W.F Hegel Sonrası Dönem (18 Yüzyıl Sonrası)

1.3.2.3 Karl Marx ve Yabancılaşma

Hegel’in öğrencilerinde olduğu ve kendi felsefesinin birçok aşamasında Hegel’in fikirlerine dokunan Marx’ın yabancılaşma kavramına eğilirken kullandığı üslup kavrama felsefi bir açıdan yaklaşmasından dolayı Hegel’in üslubuna benzetilebilir. Ancak Marx, sonraki çalışmalarında kavram hakkındaki fikirlerini felsefi değerlendirmelerin dışına çıkararak “yabancılaşmış emek” gibi kavramlara eğilmiştir. Marx’a göre, emek yoluyla insanın özgür ve bilinçli eylemi, çarpık ve yabancılaşmış bir etkinliğe dönüşmektedir, bunun sonucunda da yaşamın kendisi bir araç olmaya başlamıştır. Marx’a göre işçinin ürününe yabancılaşması, yalnızca emeğin bir nesnesi haline gelmesi, onun bir dışsal varoluş kazanması anlamına gelmez, ama onun dışında bağımsız olarak, ona yabancı bir şey olarak var olması ve onun karşısına bir güç olarak çıkması anlamına gelir (Babür, 2009, s.12).

Mandel ve Novack (1975)’a göre Marx, Feuerbach’ın “genel ve soyut insan”ının karşısına, tarihsel ve toplumsal bir varlık olan, pratik faaliyet içindeki insanı çıkararak, onu pratik yönden yaklaşarak eleştirmektedir. Nitekim Marx, emeğin yabancılaşmasının antropolojik bir nitelikte olduğu yani bu durumun insanoğlunun bir yazgısı olduğu düşüncesini reddeder. Onun için emeğin yabancılaşması, insanın varoluşunun her yerdeki ve bütün gelecekteki sınırı, ayrılmaz doğası kesinlikle değildir. Bu hal, ortaya çıkan çeşitli sosyo-ekonomik örgütlenme biçimlerinin belirli bir sonucudur. Bu görüşleriyle Marx, Hegel’ci yabancılaşmış emek düşüncesini eleştirir ve reddederek yerine farklı bir bakış açısı sunar (Aktaran; Elma, 2003, s.20).

Marx’ın yabancılaşmayı ciddi bir şekilde tartışmış olduğu eserlerinden biri olan “Ekonomi ve Felsefe El Yazmaları” (Economic and Philosophical Manuscripts)’nda, mevcut kapitalist koşullarda işgörenlerin iktisadi sistemde yer alan sıradan bir meta haline düşürüldüklerini, işgörenlerin daha çok ürettikleri oranda, üretimlerinin gücü ve büyüklüğünün tersine bir şekilde sefalete sürüklendiklerini bildirmektedir (Er, 2007, s.20).

Marx, yabancılaşmanın, yalnızca bireyin bireysel psikolojisinin bir ürünü olarak algılanmaması gerektiğini, bu durumun kapitalist toplumun, onun üretim ilişkilerinin, özel mülkiyetin ve tüm bunların ortaya koyduğu toplumsal yapının bir ürünü olduğunu ifade etmektedir (Boeree, 1980, s.23). Yabancılaşmanın bu boyutundan bakıldığında, bu klasik bakış açısının temelleri Marx tarafından atılmıştır. Devrimci bir teorisyen olarak Marx’ın

yabancılaşma durumu hakkındaki değerlendirmesi, yabancılaşmanın, çalışma ve endüstriyel ilişkiler ile ilgili bir kavram olduğu yönündedir (Williams, 1995, s.29).

Kapitalist sistemde, hâkim konumda olanlar, doğal olarak aynı zamanda kapital birikimini elinde bulundurmakla beraber kapitalist üretimin ve pazarın da yönlendiricisi rolündedirler. Bunun karşısında, diğer tarafta işçiler, hayatta kalmak için, emeklerini kapitaliste satmak zorunda kalmakta, hayatta kalmak için başka biri için üretim yapmak zorundadırlar. Bu zorunluluk, işçinin üretim sürecine ve yaşantısına yabancılaşmasına neden olmaktadır (Lu, 2000, s.1).

Marx bu durumu “Yabancılaşma” isimli eserinde şu şekilde ifade ediyor; “İşçi ne kadar çok zenginlik üretir, üretimi erk ve hacim bakımından ne kadar artarsa, o kadar yoksul duruma gelir. Ne kadar çok meta üretirse, o kadar ucuz bir meta olur. İnsanların, dünyasının değersizleşmesi, nesnelerin dünyasının değer kazanması ile orantılı olarak artar. Emek yalnızca meta üretmekle kalmaz, genel olarak meta ürettiği ölçüde, kendi kendini ve işçiyi de meta olarak üretir. Bu olgu yalnızca şunu dile getirir; emeğin ürettiği nesne, onun ürünü, yabancı bir varlık olarak, üreticiden bağımsız bir erk olarak, ona karşı koyar. Emek ürünü bir nesne içinde saptanmış, bir nesne içinde somutlaşmış emektir, bu hal emeğin nesneleşmesidir. Emeğin gerçekleşmesi, onun nesneleştirilmesidir. Ekonomi politik alanında, emeğin bu gerçekleşmesi, işçi için gerçekliğin yitirilmesi olarak, nesneleşme, nesnenin yitirilmesi ya da nesneye kölelik olarak, yabancılaşma ve yoksunlaşma olarak görünür (Marx, 2010, s.21).

Marx, işçinin yabancılaşması ile ilgili olarak “1844 El Yazmaları” isimli eserinde değerlendirmelerine şu şekilde devam ediyor: “İşçinin üretimi ne kadar çoksa, tüketimi de o kadar azdır. Ne kadar çok değer yaratırsa, kendisi o kadar değersizleşir, ürünü ne kadar biçimliyse, işçinin kendisi o kadar biçimsizleşir, nesnesi ne kadar uygarsa işçi o kadar barbardır, emek güçlendikçe işçi güçsüzleşir, emek akıllandıkça işçi ahmaklaşır ve doğaya yabancılaşır” (Marx, 2011, s.77). Marx’ın yabancılaşma teorisinin bir sonraki aşaması incelendiğinde, Marx’ın konuya işçinin iş sürecindeki kontrolü yitirmesine odaklanarak yaklaştığı görülmektedir. Marx, işçiye ve iş sürecine yalnızca yaptığı iş karşılığında işçiye yeterli ücretin ödenmesi şeklinde dar anlamda bakmamakta, bunun haricinde işin gerçekleşme sürecine odaklanmakta, işçinin yaptığı işte ortaya koyduğu yaratıcılığa, işe kattığı akla da kıymet vermektedir. Marx’a göre kapitalist sistemde işçinin, hedeflerin belirlenmesi ve üretimin sonuçlanması gibi çeşitli faaliyetlerde hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Ayrıca iş süreci de işçinin kontrolü dışında gerçekleşmektedir. Böylece yapılan iş, işçi açısından anlamsız hale gelmekte, fakat işçi buna rağmen çalışmaya devam etmektedir (Ferguson ve Lavalette, 2004, s.300-301).

Daha önce de ifade edildiği gibi Marx’ın yabancılaşma kavramı hakkında başlangıçta belirttiği düşünceleri öncelikli olarak, Hegel ve Feuerbach’ın düşüncelerinin eleştirisinden hareket etmektedir. Marx’da yabancılaşma, insana ait olanın, insanın yarattıklarının, öznenin üzerinde yer alarak onun üzerinde belirleyicilik kazanması halidir. Burada Hegel’in yabancılaşmaya yüklediği iki anlam olan ayrılma ve teslimiyet eylemi, Marx’da dışarıdan dayatılma olarak yorumlanmaktadır, yani yabancılaşma kavramı bu şekilde Hegel’in koyduğu yerden kaldırılıp siyasi alana taşınmaktadır. Marx, kendisini doğanın hâkimi haline geldiğini sanan yabancılaşmış insanın, gerçekte nesnelerin ve durumların bir kölesi haline gelmiş, kendi gücünün cansız bir dışa vurumu olan bu dünyanın önemsiz bir kırıntısı niteliğini kazanmış olarak yorumlamaktadır. (Çapan, 2009, s.24).

Karl Marx’a göre yabancılaşma; “ürünü yaratan ile ürün arasındaki ilişkiyi betimleyen üç evreden oluşmaktadır;

 Nesneleştirme: İşgörenin üretimi gerçekleştirdiği ve ortaya bir ürün koyduğu süreç, yabancılaşmanın ilk aşamasını oluşturmaktadır. Üretim sırasında, insan emeği somutlaşmakta, ürünün ortaya çıkması ile birlikte de çalışan ile ürün arasındaki bağ kopmaya başlamaktadır.

 Ürünün Kontrolden Çıkması: Yabancılaşmanın ikinci aşamasında ise, ürün artık kendisini yaratmış olan işgörenden bağımsızlaşmaktadır ve kendisini yaratmış olana dışsallaşmış bir öze dönüşmektedir. Yine de yabancılaşmanın tam olarak gerçekleştiğini söylemek için üçüncü evre gereklidir.

 Köleleştirme: Üçüncü ve son evre, ürünü ortaya koyan işgörenin, ürün tarafından köleleştirilmesidir. Karl Marx’ın ortaya koyduğu yabancılaşma sürecinde ifade edilen; uluslararası bir markanın Endonezya’daki fabrikasında çok kısa sürede spor ayakkabı üreten işçinin, aynı ayakkabıyı satın alması için aylarca çalışması gerektiği gerçekliği ile bağdaşmaktadır. Karl Marx yazınında, işgörenin diğerlerinden, özünden ve ortaya koyduğu üründen yabancılaşması sonucunda, iş tatmin düzeyi düşmekte, yok olmakta ve çalışma fiili anlamsızlaşmaktadır. Söz konusu durumun, ikincil ilişkilerin hâkim olduğu bürokratik bir toplumda yaşanması ise kişinin kendi kendini tecrit etmesi, aciz hissetmesi ve tatminsizlik gibi psikolojik faktörlerle kendini göstermektedir” (Behar, 2007, s.17).

Bununla birlikte Marx, işçiler için yabancılaşmayı şu dört boyutta ele almaktadır;  Çalışma koşulları,

 İşçinin emeği sonucu üretilen ürünün kendisi,  Üretim eylemi,

Karl Marx, Friedrich Engels ile ortak çalışması olan “Alman İdeolojisi (Feuerbach)” isimli eserinde yabancılaşmanın toplumsal işbölümü ile ilgili kısmına da değinerek şunları dile getirmiştir; “işbölümünün bize derhal ilk örneğini sunduğu şey şudur: insanlar doğal toplum içinde bulundukları sürece, şu halde özel çıkar ile ortak çıkar arasında farklılık olduğu sürece, demek ki faaliyeti gönüllü olarak değil de doğanın gereği olarak bölündüğü sürece, insan kendi işine hükmedeceğine, insanın bu kendi eylemi, insan için kendisine karşı duran ve kendisini köleleştiren yabancı bir güç haline gelir. Gerçekten de, iş paylaştırılmaya başlar başlamaz herkesin kendine dayatılan ve onun dışına çıkamadığı, yalnızca kendine ait belirli bir faaliyet alanı olur, o kişi avcıdır, balıkçıdır ya da çobandır” (Marx ve Engels, 2004, s.59).

Marx, yabancılaşmanın işçiye etkileri üzerine düşüncelerine şu şekilde devam etmektedir; “bir kere çalışma işçinin dışındadır, yani onun özsel varlığına ait değildir. Onun için çalışırken kendini olumlamaz, inkâr eder, mutlu değil, mutsuzdur, fiziksel ve zihni enerjisini serbestçe geliştirmez, bedenini harcar ve zihnini yok eder. Onun için işçi ancak çalışma dışında kendine gelir ve çalışırken kendisinin dışındadır. Çalışmadığı zaman kendindedir, çalışırken kendinde değildir. Onun için çalışması gönüllü değil, zorlamadır, zorla çalıştırılır. Dolayısıyla çalışma, bir gereksemenin doyurulması değildir, sadece çalışmanın dışında bazı gereksemelerin doyurulması için bir araçtır. Yabancı özelliğini gösteren bir olguda, fiziksel ya da başka türlü zorlamalar ortadan kalkar kalkmaz vebadan kaçarcasına işten kaçılır. Dışsal emek insanı kendine yabancılaştıran emek, kendini kurban etme, kendini alçaltmadır. Son olarak, çalışmanın, işçi için dışsal olduğunu gösteren bir başka olgu da işin işçiye değil bir başkasına ait olması, yani işçinin çalışırken kendisine değil başkasına ait olmasıdır” (Marx, 2011, s.78).

Marx, 1840’lı ve 1850’li yıllar süresince yapmış olduğu çalışmalarda, yabancılaşma kavramını kullanmış olmasına rağmen, olgunluk eseri olan “Kapital” ve sonrasında yabancılaşma kavramını terk edip, bu kavrama daha büyük bir genişlik ve derinlik katarak yabancılaşma yerine “meta fetişizmi” (commodity fethishism) ve “makineleşmiş işgücü” (mechanic labor) kavramlarını kullandığı görülmektedir. Marx’ın yabancılaşma kavramını “meta fetişizmi” ve “makineleşmiş işgücü” kavramlarına kadar geliştirmesinde etkili olan faktörler, zaman içerisinde sivil toplumda, burjuvazide, üretimde, işgücünde ve toplumsal kurallarda meydana gelen değişimlerdir (Wendling, 2006, s.1).