• Sonuç bulunamadı

2.3 Kişilik Kuramları

2.3.2 Davranışçı Kişilik Kuramları

Davranışçı kişilik kuramları olarak adlandırılan bu çalışmaların genel olarak bireyin davranışları ve toplumsal kişilik üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. En başta, Eysenck, Watson ve Skinner’ın örnek verilebileceği bu çalışmalarda araştırmacılar, bireylerin çevreleri ile olan ilişkilerinin ve davranışlarının dikkatli bir biçimde gözlemlenmesinin, kişiliğin gelişiminin temelini oluşturduğunu savunmuşlardır (Isır, 2006,s.49).

“Hans Jürgen Eysenck, kişiliği dört düzeyde ele almaktadır;

Birinci düzey; kişiliğin en alt düzeyidir ve çok özel tepkileri içerir. Belirli uyarılara biyolojik olarak belirli tepkilerin gösterilmesi, kalıtımsal özelliklere göre bireyin belirli özellikler taşıması, bu düzeyle ilgilidir.

İkinci düzey; bireyin bulunduğu ortamlardan elde ettiği alışkanlıklara dayalı özellikler ile ilgilidir. Bazı bilgi ve deneyimleri elde eden bireyin benzer durumlar karşısında benzer davranışları göstermesi hali, bu düzey ile ilgilidir. Kişiliğin ikinci basamağı denilen bu düzeyle bireysel davranışların ve yapının devamlılık kazanması gerçekleşecektir “(Erdoğan, 1994; Aktaran; Dede, 2009, s.53).

“Üçüncü düzey; bireylerin eğilimlerinden oluşmaktadır. Yani birey bazı eğilimleri bu düzeyde kazanmaktadır. Bazı gensel özellikler ve alışılmış davranışların sonucu eğilimler oluşur. Bu düzeyde kişiliğin; süreklilik, değişmezlik, bireysel dengesizlik, doğruluk ve heyecanlılık özellikleri ortaya çıkar.

Dördüncü düzey; tip aşamasıdır. Yani bu aşamada belirli tipler oluşur. Eysenck’in görüşüne göre, tipin oluşumunda, her bir düzeyin baskın faktörlerinin etkisi vardır” (Güney, 2006, s.201-202).

Başaran (1991)’e göre, Eysenck faktör analizi yöntemi ile kişiliği oluşturan boyutları tespit etmiştir. Faktör adı verilen davranış değişkenleri büyük insan gruplarının çok yönlü ölçümü ve sayısal puanlanması sonucunda belirlenmektedir. Faktör analizi de, çeşitli davranış değişkenleri arasındaki bağların ve bağımlılıkların ölçüldüğü istatistiksel bir yöntemdir. (Şimşek, 2006, s.20). Eysenck, yaptığı çalışmaların sonucunda kişilikle ilgili 6 farklı kategoride kişilik farklılıklarını incelemiştir. Bunlar; içedönüklük-dışadönüklük, duygusal dengesizlik ve uyum, dik başlılık-yumuşak başlılık, espri anlayışı; cinsellik ve ortalama cinsiyet ve sosyal ve siyasi tutumlardır (Yalçın, 2010, s.46). “Eysenck (1996), kişiliği; bireyin çevresine, kendine özgü bir şekilde uyumunu tayin eden karakter, mizaç, zihin ve beden yapısının az ya da çok yerleşmiş ve kalıcı bir organizasyonu olarak tanımlamaktadır. Eysenck’in çeşitli kültürlerde ve toplumlarda binlerce katılımcı ile yaptığı araştırmalardan ulaştığı sonuçlar tezini doğrular nitelikte olmuştur. İnsan davranışlarının

sağlıklı bir şekilde incelenmesi için geniş bir örneklem kitlesiyle yapılan istatistiksel çalışmaların önemi üzerinde durmuştur. Puanlar, testler ve anketler yöntemiyle elde ettiği verileri derleyerek davranışların hangi etmenler sonucunda meydana geldiğini belirlemeye çalışmıştır. Buna göre ölçümlerin genellikle üç ayrı özellik üzerinde yoğunlaştığını bulgulamıştır. Bunlar; nevrotiklik, içedönüklük-dışadönüklük ve psikotikliktir. Eğer kişilik sadece çevrenin ve kültürün etkisiyle oluşmuş bir yapı olsaydı, farklı kültürlerde farklı sonuçların meydana gelmesi beklenebilirdi. O’na göre kişilik; bireyin DNA yapısı ve dolayısıyla genetik olarak soyundan taşıdığı kişilik özellikleri, limbik sistem aktivitesi, psikometrik özellikleri, kişisel hazır oluş (hassaslık, tetiktelik, algı, hafıza, şartlanma) ve sosyal davranış biçimleri’nden (sosyallik, suçluluğa yatkınlık, yaratıcılık, psikopatoloji, seksüel davranış örüntüleri..vs) oluşmaktadır” (Deniz, 2007, s.51).

Goodworth (1988)’e göre, Eysenck, yaptığı çalışmalar neticesinde kişilik yapısını, genel olarak birbirinden bağımsız iki uçlu yatay ve dikey iki boyut üzerinde değerlendirmiştir. Yatay boyutun bir ucunda içedönüklük, öteki, ucunda dışadönüklük; dikey boyutun üst ucunda nevrotik, alt ucunda normal tipler bulunmaktadır. Eysenck’e göre, bütün insanların kişilik yapıları bu iki boyut arasında bir yerde bulunur. Bu yer, gözlem, dereceli ölçek ve testlerle saptanır. Dikey ve yatay boyutlarda yer alan ve kişiliği oluşturan öğeler, birbirinden ayrı olan, ancak, aralarında bağlantı bulunan dört ayrı düzeye yerleştirilerek açıklanmıştır. (Sağlam, 2008, s.38). Eysenck (1967), içe dönük ve dışa dönük bireylerin sadece davranışsal özelliklerinin değil, fizyolojik özelliklerinin de farklı olduğunu iddia etmiştir. Çalışmaları neticesinde, bu iki tip insanın sakin ve heyecansız bir durumda beyin kabuğu uyarılma düzeylerinin farklı olduklarını savunmuştur. İlk başta tam tersi bir durum söz konusuymuş gibi gelse de, dışa dönüklerin içe dönüklere göre beyin kabuğu uyarılma düzeylerinin daha düşük olduğunu öne sürmüştür. Eysenck’e göre, dışa dönük bireyler, kendilerini uyarıcı özellikte sosyal davranışlar peşinde koşmaktadırlar, çünkü hiçbir şey yapmadıkları zamanlarda beyin uyarılma düzeyleri istenenin çok altındadır. İçe dönük bireyler ise tam tersi bir sorunla karşı karşıyadırlar. Normalde beyin uyarılma düzeyleri, olması gerekenin üzerinde olduğundan dolayı, bu yüksek düzeyi daha da rahatsız edici duruma getirmemek için yalnızlığı ve sakinleştirici ortamları tercih ederler. Bu nedenlerden dolayı dışa dönükler gürültülü partilerden hoşlanırken, içe dönükler oradan bir an önce kurtulmanın yolunu ararlar (Stelmack, 1990; Aktaran; Aydın, 2008, s.27).

Tablo 2.1 Eysenck’in Kişilik Kuramına Göre Kişilik Tipleri (Sağlam, 2008, S.38). MELANKOLİK KOLERİK Hırçın Alıngan Endişeli Huzursuz Katı Saldırgan

Temkinli Çabuk heyecanlanan

Kötümser Hercai Ketum Atak Anti-Sosyal İyimser Sessiz Faal FLEGMATİK SENGEN Pasif Sosyal İtinalı Dışa dönük

Başkasını düşünen Konuşkan

Rahat Hazır cevap

Geçimli Pratik

Kontrollü Canlı

Güvenilir Tasasız

Sakin Lider

Eysenck yaptığı çalışmaların sonucunda insan kişiliğini, kişinin kalıtımsal mirasına bağlamaktadır. Bu doğrultuda Eysenck’in yaptığı yorum şu şekildedir; kişiliğimizi değiştirmek için yapabileceğimiz bir şeyler olsaydı, belki de o kadar kötü olmayacaktı, ne yazık ki durum böyle değildir. Kişilik, büyük ölçüde kişinin genleri tarafından belirlenmektedir. Kişi, ana ve babanın genlerinin rastlantısal düzeni ile oluşan kişidir. Çevrenin dengeyi düzeltme konusunda etkisi olmakla birlikte bu son derece kısıtlı bir etkidir (Eysenck ve Wilson, 1995, s.20).

Watson, kişilik kuramı üzerine yaptığı çalışmaların neticesinde, kişinin uyarılara vermiş oldukları tepkilere odaklanmayı tercih etmiştir. Watson’a göre, uyarılara karşı verilen öğrenilmemiş duygusal tepkiler; korku, öfke ve sevgi olmak üzere üç tanedir. Bu duygusal tepkiler koşullanmamış tepkiler olarak değerlendirilebilir. Watson ve Raynor (1920), 11 aylık Albert adlı bir çocukta bir dizi deney yapmışlar ve bunun sonucunda koşullanmış tepkilerin doğrudan veya dolaylı olarak transfer edilebileceğini ve kişiliği etkilediğini ortaya koymuşlardır (Cipani, 1991, s.292).

Skinner ise kişilik ile ilgili olarak geliştirmiş olduğu kendi kuramında koşullanma kavramına yoğunlaşmıştır. Ona göre, klasik koşullanma yolu ile öğrenmeyi sağlayabilmek için ortaya çıkan davranışa neden olan uyarıcının keşfedilmesi gereklidir. Ancak bireyin davranışına sebebiyet veren uyarıcıları bulup ortaya çıkarmak çok da kolay olmayabilir. Bireyler çevrelerinde bulunan çeşitli nesnelerle etkileşim halinde hareket ederek farklı davranışlar sergileyebilirler. Skinner (1981)’ın değerlendirmesine göre bireyler öğrenmeyi, başkalarını izleyerek gerçekleştirmektedirler. Bu nedenle kişilik gelişiminde farklı insanlar ile etkileşim halinde olmanın ciddi bir etkisi olduğu söylenebilir. Skinner’ın ortaya

koymuş olduğu bu kuram, güdüleme kuramı olarak da ele alınabilmektedir (Debell ve Harles, 1992, s.68).