• Sonuç bulunamadı

1.3 Yabancılaşma Kavramının Tarihsel Gelişimi

1.3.2 George W.F Hegel Sonrası Dönem (18 Yüzyıl Sonrası)

1.3.2.1 George W F Hegel ve Yabancılaşma

Hegel, ortaya koymuş olduğu felsefi yaklaşım ile başta Alman felsefe tarihi olmak üzere Dünya felsefe tarihinde de haklı bir üne sahiptir. Hegel’in felsefesini ve düşünce sistemini daha iyi anlamak için Hegel’in yetiştiği döneme odaklanılarak Hegel’i ve içinde yaşadığı dönemi daha yakından tanımak faydalı olacaktır. Hegel 1770 yılında doğmuş ve bu yüzyıl Avrupa’nın en hareketli yüzyılı olarak tarihe geçmiştir. 1776’da Amerikan devleti kurulmuş, Avrupa’da modern düşünce ortaya çıkalı 150 yıldan fazla bir süre geçmiş, özellikle Almanya’da tarih ve arkeoloji araştırmaları derinleştirilmiş, mitoloji ve Yunan felsefesi önem kazanmıştı. 17.yy.da mekanik dünya görüşüne Alman felsefesinde çeşitli itirazlar ortaya çıkmış, mekanik dünya görüşünün insanı makine gibi görüşü onun sevgisine, acısına ve elemine önem vermemesi ve insanın bir matematik denklemi gibi algılanmasına bir tepki olarak romantik felsefe ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu dönemde aydınlanma kavramı bilhassa Fransa’da yaygın bir felsefe olarak ortaya çıkmıştır. Bütün gelişmelerin ışığında Hegel, felsefesinin odak noktasına “varlık” kavramını oturtmuştur. “Varlık” kavramından temellenen Hegel felsefesinin amacı; insanın varlığının bütün alanlarının bilgisine ulaşmak ve insanın felsefesi ve varlığının ne olup olmadığını kavramaktır. Bu bakımdan Hegel’in felsefesi varlığın - yani insan aklının - kendi kendine düşünmesidir. Her şeyin başlangıcı varlıktır ve mutlak varlık sadece var olmak değildir. Bir değişme gelişme ve ilerlemedir. Mutlak varlık, farkların ve karşıtlıkların ortaya konulmasıdır. Felsefedeki diyalektik ilişki Hegel vasıtasıyla ilk defa sorgulanmıştır (Sezer, 2007, s.4).

Yabancılaşma kavramı ilk olarak Hegel tarafından belirli bir çerçeveye alınmıştır. Hegel’in yabancılaşma hakkındaki teorilerinin en önemli kısımları Hegel’in temel eserleri olan “The Phenomenology of Mind” ve “The Philosophy of History”’de belirttiği ana fikirleri üzerine şekillenmiştir (Kang, 1969, s. 37). Yabancılaşma kavramını ilk yazılarında “pozitiflik” adıyla ileri sürmüştür. Hegel’e göre insanlık tarihi aynı zamanda insanın yabancılaşmasının tarihi anlamına gelmektedir (Büyükyılmaz, 2007, s.15). Hegel’in, düşünce sistematiğindeki insan varlığına ilişkin bilgiler bütünü, 1808’de yayımlamış olduğu “Phenomenology” adlı eseriyle merkezi bir yer kazanır. “Hegel’e göre dünya, doğa bilimlerinin söylediği gibi, insanın bilinci dışında, birbirinden kopuk nesnelerden

oluşmamıştır ve sonuç olarak, insanla ilişkili olmayan, hiç bir gerçek olamaz” (Weber,1991, s. 361).

Hegel ve çağdaşlarında yabancılaşma kavramı daha çok soyut, felsefi ve dinsel bir nitelik olarak ele alınıp değerlendirilmiştir. Marx’a göre, yabancılaşma kavramını ilk kez felsefi bir kavram haline getiren Hegel’dir. Hegel’den önce yabancılaşma kavramının üzerinde Hegel’deki kadar derin ve geniş bir şekilde durulmamıştır. Hegel’de yabancılaşma kavramının birbiri ile ilişkili iki anlamı olduğu bilinmektedir. Bunlardan birincisi; bireyin özde farklı olmadığı ve geçmişte birleşik olduğu bir şeyden ayrıldığının farkındalığıdır. İkincisi ise; bireyin özde farklı olmadığı ve geçmişte birleşik olduğu, bir şeyden ayrı olan benliğinden kesin vazgeçişi ya da teslimiyeti, yani yabancılaşma durumundaki kendisini, bu ayrılığın zeminini yok etmek için kurban edişidir (Demirer ve Özbudun, 1998, s.84).

Hegel, yabancılaşmayı, insanın kendi eyleminin, kendi oluşunun dışında bir şey olarak algılaması durumu şeklinde ifade etmektedir. Bu duruma da, Hegel, insanın kendine yabancılaşması demektedir. Hegel, böyle bir çıkarıma kendi geliştirdiği rasyonel (Hegelian) düşünme yöntemi ile varmaktadır. Bu yöntemi de “The Phenomenology of The Mind” isimli eserinde “diyalektik süreç” olarak nitelemektedir. Hegel’in “diyalektik süreç” yöntemine göre her durum veya düşünce kendi karşıtı ile bir çeşit mücadeleye girmektedir. Girilen bu mücadele - karşıtların savaşımı - bir süre sonra bir gelişmeyi, çelişen her iki şeyden daha farklı bir gelişmeyi ortaya çıkarmaktadır. Diğer bir ifadeyle tez ve anti-tezin çelişmesi, sentez adı verilen bir gelişmeyi ortaya koymaktadır. Hegel, yabancılaşma hakkındaki fikirlerini bu diyalektik yöntem ile geliştirmiştir (McMillen, 1997, s.18).

Hegel’in yaklaşımına göre, birey, içinde yaşamakta olduğu doğaya yabancılaşması, bireyin ruhunun tipik bir özelliğidir. Birey ancak ve ancak ruhsal anlamdaki gelişimini tam anlamıyla tamamladığında, kendi gücüyle yabancılaşmış benliğinin üstesinden gelebilecektir. Yabancılaşma durumu, mutlak ruh için kaçınılmaz bir haldir. Ruh, bu yabancılaşma halinden diyalektik sürecin göstereceği diyalektik hareket sayesinde kendiliğinden kurtulacaktır. Dolayısıyla yabancılaşma, “Mutlak Ruh”un kendini dışsallaştırması için zorunludur ve “Mutlak Ruh”un kendine dönme sürecinde aşılacaktır” (Sayers, 2003, s.120).

Hegel’e göre insan, öznel şekilde kendi bireysel amaçları ve bireysel tutkularıyla güdümlenerek, kendisini fiziksel nesneler, toplumsal kurumlar ve kültürel ürünlerde dışsallaştırarak yabancılaşır ve daha sonra Tanrıyı sevme ve ibadet etme yoluyla Tanrının kendi bilgisine ulaşma sürecinin bir unsuru olarak yabancılaşmadan kurtulur. Hegel’de yabancılaşma bu şekilde adeta bir döngü olarak ele alınmıştır (Akyıldız ve Dulupçu, 2003, s.30).

Hegel, çalışmalarında daha çok insanın bilinçli bir varlık olduğuna kendilerine ait bir ruha ve zihne sahip olduklarını vurgulamıştır. Bununla beraber bireyin sahip olduğu zihin bireyseldir. Bu bireysellik bireyin “öznel tin”ini oluşturur. İnsanın toplumsal yönünü oluşturan sivil toplum örgütleri, aile gibi kavramları da “nesnel tin” kavramını oluşturmaktadır. Mutlak tin kavramı ise ruhun kendi bilincine ulaşması, bir üst bilinçlilik durumuna gelmesi sayesinde oluşur. Bir üst bilinçlilik evresi -mutlağa ulaşmak- dinle felsefeyle ya da güzel sanatlarla olur. Sanatı sezgi, dini inanç ve felsefeyi de bilgi yardımıyla kavrayabilir. Tin kavramı kendi bilincine, tek tek bireylerde değil, toplum, din, devlet gibi diğer insanlarla ortaklaşa kurulan dünyanın kendisinde erişmektedir (Halaçoğlu, 2008, s.23).

Yabancılaşmayı, Hegel’in diliyle diğer bir şekilde şöyle açıklamak mümkündür: “İnsanoğlu doğa içinde ortaya çıkar. Ama insanoğlu doğadan yavaş yavaş sıyrılarak kendi bilincine ulaşır.” Hegel yabancılaşmayı başlangıçta dinsel nitelikte açıklamış, tanrısal bilgiye ulaştıran yüksek duygulardan aşağıya doğru düşüş olarak kabul etmiştir. Hıristiyanlık inancında da bu yorum söz konusudur. Hegel felsefesinde yabancılaşma kavramının dinsel boyutunun yanında soyut ve metafizik boyutu da bulunur. Hegel’e göre yabancılaşmada bilinç içinde gerçeklik yabancılaşmıştır. Hegel felsefesinde yabancılaşma ilk dönemlerde dinsel ve soyut öğelerle süslü olmasına rağmen sonraki dönemlerde mülkiyet kurumunun oluşumunu inceleyip mülkiyetin insanın bilgisi ve emeği ile şekillenmiş olmasına karşın mülkiyetin insana sahip olmasını yabancılaşmayla bağdaştırmıştır (Sezer, 2007, s.5).

Hegel’in dile getirmekte olduğu şekliyle yabancılaşma kavramına göre, birey zaman içerisinde, içinde yaşamakta olduğu doğal çevreye yabancı hale gelmekte, kendisini seven, hisseden ve düşünen önemli bir varlık olarak algılamaktan çok, ürettiği ürün veya hizmet nedeniyle anılan bir şey haline geldiğini fark etmektedir. Birey kendi öz varlığı ile değil, meydana getirmiş olduğu meta aracılığıyla hatırlanmaktadır. İşte bu sebepten dolayı birey kendi değerinin kaybolduğunu düşünmektedir. Bu açıdan Hegel’in yabancılaşma kavramı, fiziki anlamda insanın varoluşu ile ruhi anlamdaki varlığı arasındaki mesafeye dayanmaktadır (Erkal, 1993, s.126).