• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM TOPLUMSAL CĠNSĠYET VE KADININ TANIMI

1.1. Toplumsal Cinsiyet ve Kadının Tanımı

1.1.7. Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları (Stereotipler)

1.1.7.3. Kalıpyargılar ve Cinsiyet Ayrımcılığı

Kabaca bir insan veya bir gruba, herhangi bir özelliğinden dolayı farklı veya eĢitsiz davranılması olarak tanımlayabileceğimiz ayrımcılığın (Peker, 2012, s.42), en sık karĢılaĢılan biçimlerinden ilki toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıktır. Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıktan bahsederken esasında kastedilen ise kadınlara yönelik

ayrımcılık; daha açık bir ifade ile de kadınların kadın olmaları nedeniyle maruz kaldıkları ayrımcılıktır (Bora, 2012, s.177).

Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ―cinsiyetçilik‖ olarak da ifade edilir ve kadını erkeğe göre daha zayıf algılayan ve kadının erkeğe bağımlılığını ifade ederek ona ayrımcılık uygulaması anlamına gelen ―düĢmanca cinsiyetçilik‖ ve yine kadını erkeğe göre daha aĢağı bir düzeyde konumlandırmakla birlikte kadının korunması ve yüceltilmesini gibi olumlu tutumları savunan ―korumacı cinsiyetçilik‖ olmak üzere iki biçiminden bahsetmek mümkündür. Tarif edildiği biçimlerinden de anlaĢılacağı üzere iki ayrımcılık Ģekli de kadın ve erkek arasında hiyerarĢik bir iliĢki kurarken, aynı zamanda kadın ve erkeklerin rollerine de net sınırlandırmalar getirmektedir. Örneğin her iki biçim de kadını özel alana hapseder ve ev içi iĢlerle ilgilenmesi gerektiğini iddia eder. Ancak iddialarını sunma tarzları ve beslendiği kimi noktalar farklılık göstermektedir. Bu doğrultuda, düĢmanca cinsiyetçilik kadını kontrol etme ve yönetme, değersizleĢtirme, seks objesi olarak görme gibi Ģekillerde ortaya çıkarken; kadına Ģefkatle yaklaĢan ve koruma ve yüceltme gibi duyguları ön planda tutan korumacı cinsiyetçilik, kadını zayıf ve korunmaya muhtaç bir varlık olarak konumlandırır ve kadına karĢı erkeği lütfeden bir seviyede tutar (Dökmen, 2004, s.122-123).

Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, doğrudan uygulandığı gibi dolaylı biçimlerde de karĢımıza çıkabilmektedir. Ayrımcılığın tipik görünümü olan doğrudan ayrımcılığın açıkça fark edilebilmesine karĢın; dolaylı ayrımcılıkta bir insan ya da gruba yönelik farklı bir muamele söz konusu değildir. Ancak herkese eĢit bir biçimde uygulanan Ģartların daha çok erkekler lehine görünür olması, örneğin bir iĢ ilanında ―seyahat engeli olmamak‖ gibi bir ölçütün erkeklerden ziyade kadınlar için sorun çıkaran bir ölçüte dönüĢmesi söz konusudur (Gül, 2012, s.125). Bu noktada kadınların annelik rolü baĢta olmak üzere yine büyük ölçüde toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanan kısıtları ve sınırlılıklarına karĢın; herkese yönelik eĢit muamelede normları erkeklerin belirlemesi durumu gündeme gelmektedir.

Gerek doğrudan gerekse de dolaylı biçimlerde toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın en sık iĢ ve eğitime yönelik alanlarda görülmektedir. Kız çocukların okullaĢma oranın erkeklere göre daha az olması bu ayrımcılığın en belirgin halini yansıtmaktadır. ĠĢ yaĢamında çeĢitli iĢ kollarının kadınlara veya erkeklere kapalı

olması, terfi imkanlarının kadınlar için zorlaĢtırılması, ―eĢit iĢ eĢit ücret‖ ilkesinin kadınlar aleyhine kullanılması, iĢ yaĢamına iliĢkin Ģartların anne kadınlar için zorlaĢtırılması, kreĢ imkanının sunulmaması, doğum izni ve süt izni gibi uygulamaların sağlanmaması iĢ yaĢamında en sık karĢılaĢılan ayrımcılık örneklerindendir (Dökmen, 2004, s.123-126). Bu noktada toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın maddi sonuçlarına bakmak, ayrımcılık boyutlarının anlaĢılmasını kolaylaĢtıracaktır. Bora‘nın (2012, s.181-184) çalıĢmasından yola çıkarak bu sonuçların en belirgin biçimde gözlemlenebileceği alanların eğitim, gelir, istihdam, siyasal katılım ve Ģiddet konularına yoğunlaĢtığı söylenebilir. Buradan yola çıkarak Türkiye örneği üzerinden cinsiyete dayalı ayrımcılığın maddi sonuçlarına bakmak somut veriler ıĢığında konunun daha açık ortaya konabilmesini sağlayacaktır.

Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın maddi sonuçları öncelikli olarak eğitim ve istihdam alanına yansımaktadır. Türkiye‘de 2015 verilerine bakıldığında okuma yazma bilmeyen kadın oranının erkeklerden beĢ kat fazla olduğu görülmektedir. Yüksekokul veya fakülteden mezun olma oranlarına bakıldığında ise yüzde 17,9 ile erkeklerin kadınlardan (yüzde 13,1) daha iyi eğitimli olduğu ortaya çıkmaktadır. Aynı yıl istihdam oranları erkeklerde yüzde 65 iken kadınlarda yüzde 27,5; iĢgücüne katılım oranları ise erkeklerde yüzde 71,6; kadınlarda yüzde 31,5‘tir. ĠĢsizlik oranı ise kadınlarda (yüzde 12,6) erkeklere (yüzde 9,2) göre daha fazladır (TÜĠK, 2006). Gelir açısından bakıldığında; BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı Ġnsani GeliĢmiĢlik Raporu‘nun verileri temel alındığında Türkiye‘de kadınların kazandığı gelirin erkeklerin elde ettiği gelire oranının yüzde 26 olduğu ortaya çıkmaktadır (Bora, 2012, s.182).

Siyasal katılıma bakıldığında göstergeler ayrımcılık sonuçlarını net bir biçimde ortaya koymaktadır: 2016 seçim sonuçlarına göre TBMM‘deki kadın millet vekili oranı yüzde 14,7; 2009 yerel seçim sonuçlarına göre kadın belediye baĢkanı oranı yüzde 0,9; kadın muhtar oranı ise yüzde 2,3‘tür (TÜĠK, 2016).

Özetle, kalıpyargıların üretimiyle, cinsiyete dayalı farklılık, toplumsal cinsiyet rollerinin oluĢumuyla neticelenerek, cinsiyete dayalı kimliklerin oluĢumunu sağlamıĢtır. Kadın ve erkek arasında mevcut olan baĢkalık, erkekler lehine hizmet ederek, kadını; ekonomi, siyaset, eğitim, gündelik yaĢam, medya, sanat gibi alanlarda

ikincil konuma indirger. Kadınların toplumsal yaĢamda deneyimledikleri veya maruz bırakıldıkları rollerin neden olduğu ikincil konum, farklılığın cinsiyet ideolojisi tarafından erillikten bir sapma olarak kodlanmasıyla da iliĢkilidir.

Millett‘e göre, cinsler arasındaki iliĢkiler, Ģimdi de, tarihsel süreç boyunca da, bir ezme ve ezilme iliĢkisi olmuĢtur. DoğuĢtan getirilen farklılıklar nedeniyle, cinsellik alanında süregelen üstünlük düzeni, kadın cinsini bağımlı kılmıĢtır. Var olan siyasal sistem içinde, kadınların ezilmiĢliğini ifade etmesi ve çatıĢma kültürü yaratması sanıldığı gibi kolay değildir. Erkeklerin, kadınlar üzerinde egemenliği, doğal bir hak olarak kabul edilmektedir. Eril söylemin yarattığı, ‗iç sömürü‘ düzeni, her nevi sınıfsal, ırksal ayrımcılıktan daha derin ve güçlüdür. Eril söylemin, nüfusun kadın olan yarısının, erkek olan diğer yarısı tarafından kontrol edilmesi, denetlenmesi biçimi olarak ele aldığımızda, söz konusu düzenin ilkeleri iki biçimde karĢımıza çıkar: Kadınların, erkeklere tabi oluĢu ve yaĢlı erkeklerin genç erkekler üzerindeki egemenliği (Millett, 1973, ss.48-50).