• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM TOPLUMSAL CĠNSĠYET VE KADININ TANIMI

1.1. Toplumsal Cinsiyet ve Kadının Tanımı

1.1.4. Özel ve Kamusal Alan Açısından Toplumsal Cinsiyet

Özel ve Kamusal alan, tüm toplumların aile ve çevresi ile kurulan ekonomik iliĢkilerin varlığını siyasetten ayıran Yunan felsefesinin en temel kavramıdır. Bu kavram bireyin ev ile iĢinin ayrılmasında, toplumsal cinsiyete dayalı iĢ bölümlerinin incelenmesine olanak sağlamaktadır. Bireyin doğumla beraber getirmiĢ olduğu

biyolojik temelli farklılıkları, toplumsal-kültürel olarak yorumlanarak anlamlandırılır. Kadın ve erkek olmanın içerdiği yorumlar, bir kadın ya da bir erkeğin düĢünme biçiminden eylem tarzına kadar olan toplumsal varoluĢ halini belirlemektedir. Cinsiyetin toplumsal olarak biçimlendirilmiĢ olduğu gerçeği, bütün bir toplumsal yaĢamda bireylerin hangi konumda ve hangi biçimlerde, ne yapacağını da Ģekillendirmektedir. Bir diĢi ya da erkek olarak dünyaya gelen birey, içinde bulunduğu aile ve toplumsal çevrenin etkisiyle, bir kız çocuğu veya erkek çocuğu olmayı öğrenir. Ġlerleyen zamanlarda kendi cinsiyetine uygun rolleri benimseyen birey, toplumsal cinsiyet kimliğini de edinmiĢ olur. Kimliğin inĢasında önemli bir bileĢen olan üretim alanı, aynı zamanda bireylerin iktidar alanıdır. Kadın, özel alanla özdeĢleĢtirilmiĢ, erkek ise kamusal alanla tanımlanmıĢtır. Ev iĢlerinin yürütülmesi, çocukların bakımı, ailenin devamlılığının sağlanması gibi özel alana ait görevler, kadınlar tarafından üstlenilirken; erkeğin, ailenin geçimini sağlamak amacıyla kamusal alanda iĢ rolleri edindiği görülmektedir. Nasıl kadınlar özel alandaki varlıkları nedeniyle yüceltiliyorsa; erkek için iĢ rollerinin, aile rolleri üzerinde üstünlüğü olduğunu söylemek mümkündür (Terzioğlu ve TaĢkın, 2008, s.63). Aile, taĢıdığı iĢlev bakımından hem üretim ve tüketim ve hem de soyun devamı görevlerini yerine getirir. Toplumsal ve kültürel yeniden üretim iĢlevi söz konusu olduğunda ise, ailenin; toplumsal değerleri ve bununla iliĢkili olarak toplumsal cinsiyet rollerini yeniden ürettiği söylenebilir. Geleneksel ailede, bir kız çocuğu, hem yetiĢtiği ailede hem de gelin olarak gideceği aile içinde egemen olan eril söylemin öngördüğü toplumsal yapıya uyum sağlamak üzere yetiĢtirilmektedir. Bu aile tipinde, kız çocuğu, daha sonra genç kız ve nihayetinde kadın, hane içi iĢlerden sorumludur. Kız çocuğu, geleneksel olarak, hane içi iĢlerin sorumluluğunu almazdan önce, ailedeki diğer kadınların yapıyor bulundukları iĢlere katılır ve yardımda bulunur. Kız çocuğu, toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimi sürecinde, henüz küçük yaĢlardan itibaren, ailede iĢ yapan kadınları taklit etmeyi öğrenir. Taklit yoluyla, cinsiyet rollerini benimseyecektir. Çocukluk döneminde, sosyalleĢmeye aracı olan en önemli unsurlardan biri, oyuncaklar ve oyundur. Toplumsal cinsiyetin inĢasında kız çocuklarına, çocukluk döneminde, küçük mutfak eĢyaları, oyuncak tencere, tabak, bebek vs. gibi kadınsılıkla özdeĢ görülen unsurlar sunulmakta ve kız çocukları, hane içi iĢlere ve kadına atfedilen görevlere ısındırılmaktadır. Toplumsal cinsiyet söyleminin yeniden üretiminde, erkek çocuklarına, kız çocuklarının sosyalleĢmesine

karĢıt biçimde, araba, top, uçak, kılıç, silah gibi saldırganlık, bağımsızlık ve dövüĢ simgelerini taĢıyan oyuncaklar verilmektedir (Tolan, 1991, ss.209-210).

Tüm belirtilen nedenlerden dolayı feministler Kamusal ve özel alan çerçevesinde incelenen kadın çalıĢmalarının yeterliliğine inanmamıĢlardır. Özellikle ―KiĢisel Alan Özeldir‖ söyleminin kadının özel alanda daha fazla baskıya maruz kalmasına neden olduğu ve özellikle ev içi iĢlerin ―iĢ‖ olarak görülmeyerek indirgendiğini vurgulanmıĢlardır. Bireyler, sosyalizasyon sürecinden geçerken, toplumsal cinsiyet rollerine dair sayısız girdiyle donatılırlar. Hâkim eril söylem, kendi varlığını devam ettirecek ve meĢru kılacak cinsiyet rollerini besler ve büyütür. Ġkili karĢıtlıklar üzerinden kurulmuĢ olan erkek ve kadın rolleri, erkeği daha üstün bir konuma yerleĢtirmekte ve sosyalizasyon süreci boyunca bireylere bu anlam dünyasını dayatmaktadır. Kadının özel alan ile sınırlandırılmıĢ, erkeğin ise kamusal alanda özgür kılınmıĢ olması, farklı bir okumayla eĢleĢme yapılan kavramların da değer cinsinden durumunu belirlemektedir. Özel alan, kadın gibi görünmez olan, olduğu için değerden yoksundur. Bunun yerine, özgürce eylemde bulunulan, aktivite ve üretimin alanı olan kamusal alan üstün bir değerle maluldür. Bu süreçte değersizleĢtirilen sadece özel alan değil; aynı zamanda kadının ilgi alanı, kadının eylem alanı, ilgi ve beğenileridir.

Toplumsal iĢbölümünde de kadın ve erkek üzerine olan kalıp yargılar, kadınların mağduriyetine neden olmaktadır. Kadınlar, genellikle toplumsal olarak önemli roller gerçekleĢtirebilecekleri alanlardan uzak tutulmuĢ; gerçekleĢtirdikleri hallerde ise baĢarıları görmezden gelinmiĢ, inkâr edilmiĢ ya da takdir edilmemiĢtir. Ailenin devamlılığı ve ev iĢlerinin yeniden-üretimi kadına ait olduğunda da, burada sözü edilen emek üretici bir emek olarak değerlendirilmemekte, ―hanenin geçimini sağlayan‖ olarak, kamusal alanda çalıĢarak kazanç elde eden erkek görülmektedir. ĠĢbölümünde veya toplumsal varoluĢ alanlarında çoğu zaman eĢitsizliğe neden olan farklılaĢma, toplumsal yapının sürekliliği için gerekli addedilmektedir. Kamusal alanda erkeklerden güçlü durmaları, ailelerinin geçimini üstlenmeleri, çevre nezdinde etkin ve kontrollü olmaları beklenirken, kadınların hane içinde yani mahrem olan özel alanda; sabırlı, anlayıĢlı, evin idaresini baĢarıyla yürütme ve ailenin insan iliĢkilerini düzenleme rollerini yerine getirmeleri beklenir. Geleneksel anlamda aile içinde tanımlanan görev ve sorumluluklar, cinsiyet farklılıklarına uygun olarak

bölüĢtürülmekte ve bu iĢ bölümü iĢlevsel olarak ailenin devamını garanti altına almaktadır (Parsons, http://home.ku.edu.tr/~mbaker/CSHS503/TalcottParsonsSocial System.pdf). Cinsiyet rolü farklılaĢması ya da cinsiyet hiyerarĢisi, iĢlevselci perspektife göre, toplumsal yapının güvencesi ve toplumsal uyumun asli öğesi olarak ele alınmaktadır.

Toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında, üretici emeği görülmeyen ve etkinliği sadece özel alanla sınırlandırılmıĢ kadınların, toplumsal alanda dezavantajlı pozisyonda olduğu söylenebilir. Zira üretici emeği reddedilmekle beraber, kadınlar hane içinde ―tüketici‖ olarak değerlendirilmektedirler. Bu haliyle kadın, ailenin temsilinde ikincil olarak sunulur, özel alanda gerçekleĢtirdiği somut üretim, bir üretim biçimi olarak anılmaz (Rakow, 1995, ss.21-22).

Üretim söz konusu olduğunda, kadının toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlığa yüklediği anlam doğrultusunda, tarih boyunca özel alanla ve üretici olarak görülmeyen bir emekle özdeĢ kılındığı görülmektedir. Üretimin sadece erkeklerin kamusal alanda gerçekleĢtirdiği bir faaliyet olarak kodlanması, kadınların pek çok alandan ve meslekten dıĢlanmasına neden olmuĢtur. En çarpıcı örnekler sanatsal üretim alanından verilebilir. Kadın, eril söylemin hâkim olduğu sanat alanında ancak partnerinin –erkek kardeĢi, babası, kocası, sevgilisi, gibi- adı veya koruyuculuğu altında sanatsal üretimde bulunabilmiĢtir. Sanat tarihinde, ancak partneriyle var olabilen kadın sanatçıların yetenekleri ya yok sayılmıĢ, ya sömürülmüĢ, ya da yaratıcı payları dıĢlanmıĢtır. Eril söylem tarafından ―görünmez‖ kılınan kadın sanatçılar, bu eĢitsiz ortamda var olabilmek için kendilerine uygun görülen Ģartlar altında, erkek egemenliğine rağmen sanat çalıĢmalarını sürdürmüĢlerdir. Çoğu zaman kadın sanatçıların çalıĢmaları, eril söylemin hâkimiyeti altında kadınsı olarak tescillenmiĢ, üretilen sanat eserleri ötekileĢtirilmiĢtir. Sanat alanında hâkim olan eril söylemin dayandığı temel, yaratma edimini yalnızca erkeğe ait görmesidir. Bu toplumsal inĢa, sanat alanında pek çok kadın sanatçının kendini gösteremeden kaybolup gitmesine neden olmuĢtur (Ulusoy, 1999, ss.47-73).

1.1.5. Sınıf ve Irk Açısından Toplumsal Cinsiyet- Ataerkillik/Hegomanya