• Sonuç bulunamadı

C) AHMED HİLMİ’NİN KULLANDIĞI BAZI DELİLLER

5. KABUL-İ ÂMME DELİLİ

Ahmed Hilmi’nin düşüncesinde yer vereceğimiz son delil olan kabul-i âmme delili, “beşer tarihinin şehâdeti” ve “şehâdet-i âmme delili” vb. adlarla, insanlık tarihinin tetkiki ve insandaki din ve Allah fikirlerinin doğuştan geldiği esasına dayanan129 ve öteden beri özellikle müslüman kelamcıların kullanageldikleri130 bir delildir.

Bu delile göre, tarih boyunca dilleri, ırkları, bölgeleri ve devirleri farklı olmakla birlikte insan topluluklarında hep bir şekilde din ve Tanrı fikirleri ve inancı bulunmaktadır. İşte devirleri, memleketleri ve kültürleri birbirinden farklı olan milletlerde görülen bu ilâh fikri ve duygusu, Allah’ın varlığına delâlet etmektedir.131 Düşünürümüz de eserlerinde bu delil kapsamına giren bazı açıklamalarda bulunmuştur.

Her şeyden önce belirtmekte yarar var ki, Ahmed Hilmi’ye göre, bir şey hakkında bilgi edinmek ve fikir sahibi olmada “hiss-i müşterek-i beşer” (Senscommun) in büyük bir önemi vardır. “Hiss-i müşterek-i beşer”i, “bütün insanlarda ortak bulunan his” olarak tanımlayan Ahmed Hilmi132 ’ye göre bu duygu/his, düşünürlerin de dâima önemli telakkî ettikleri bir ölçüdür.133

Ahmed Hilmi’ye göre, bir durum tespiti olarak insan yaratılışında “itidâl” galip gelmekle beraber “aşırılık” (ifrâd) da gizlenmiştir. Bu aşırılığı taşıyanlar (müfritler) da îmân aşkı görüldüğü gibi, küfür aşkı da görülmüştür. Ancak şu kadar ki, Vacibu’l- vücûd’u inkâr ve ahlâki güzellikleri red fikirleri insanlığın ekserisinin vicdânına hoş gelmemiştir. Bu sebebe mebnî, yedi-sekiz bin yıllık devresi yaklaşık olarak bilinen

127 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , c. I, ss. 39-41, c. II, ss. 669-670. 128 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , c. I, ss. 39-40

129 Bu delil hakkında bkz. Şerafeddin Gölcük-Süleyman Toprak, Kelâm, ss. 158-159; Bekir Topaloğlu,

İslam Kelamcılarına ve Filozoflarına Göre Allah’ın Varlığı (İsbât-ı Vâcib), s. 107; Komisyon, İslam Üzerine Düşünceler, TDVY. , (Mustafa Çağrıcı, İslam’da Eğitim-Ahlâk Meseleleri ve Toplum Kalkınması), ss. 11-12; A. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelâm’a Giriş, s. 60.

130 Hüsameddin Erdem, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, s. 75.

131 A. Saim Kılavuz, a.g.e. , s. 60; Şerafeddin Gölcük-Süleyman Toprak, Kelâm, ss. 158-159; Bekir

Topaloğlu, a.g.e. , s. 107.

132 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün mü? (Sad. Necip Taylan-Eyüp Onart), ss. 100-101. 133 Ş. F. A. Hilmi, Târîh-i İslâm, c. I, s. 64.

insanlık tarihinin hemen her devrinde inkâr ekoller (mesâlik-i inkâr) i mevcut bulunmuş ise de bu, hiçbir zaman çoğunluğun benimsediği görüş olmamıştır. Durum şimdiki zaman itibariyle de böyledir.134

Düşünürümüze göre, milyonlarca insanın binlerce seneden beri bir dine bağlanmak gereğini hissetmiş olması ve bugün bile yeryüzü sakinlerini oluşturan milyonlarca insanın farklı dinlerden birine girmesi durumu bile tek başına dinin insanlık için gerekliliği hakkında diğer kanıt ve delillerin anlamsız bir külfet olduğu düşüncesini uyandırmaktadır. Ancak daha önce de belirtildiği gibi böyle bir düşünce Ahmed Hilmi’ye göre, aslında doğru ise de, bu konuda ileri sürülecek deliller, zihinleri aydınlatmaya yardım edeceğinden gereksiz değildir.

Yine daha önce değinildiği gibi Ahmed Hilmi’ye göre din fikri, bütün insanlarda ortaktır. Tarihin en eski devirlerinde yaşamış insanlarda bile din fikrinin varlığı, inkâr edilemez bir şekilde gerçektir. Hatta ilkel dinlerin taraftarlarında olsun, yanlış düşüncelere kapılmışlarda olsun bu din hissi tamamıyla mevcuttur. Düşünürümüze göre din fikri konusunda görülen bu yalan ve yanlışlar ise, din hissinin açıklanmasında ve pratik hayata uygulanmasına ilişkin olup esasla bir ilgileri yoktur.135

Ahmed Hilmi’ye göre, bütün bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, bu kadar uzun zamandan beri milyarlarca insanın âdetâ doğal bir zorunluluk olarak hissettiği bir fikrin gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkar.136

Ahmed Hilmi’ye göre, Tanrı inancına ulaşmada ve “ikrâr” ve “inkâr” şıklarından birincisinin kabulü konusunda sağduyunun galip gelmesi olarak niteleyebileceğimiz “hiss-i müsterek”, kendini sadece din ve Tanrı fikirlerinin gerekliliğinde göstermekle kalmaz. Aynı zamanda hak-bâtıl tüm dinler arasında da insanların doğruya yönelmelerinde ve doğru dini seçmelerinde de kendini gösterir. Ona göre, bu konuda insanlık medeniyetinin şereflerinden biri de “asıl fikir” den başka “din” kelimesinin kapsamış olduğu fikirler topluluğundan yoksun; akıl ve hikmete aykırı ve apaçık saçmalıklarla dolu olan dinlere çoktan beri değer vermiyor olmasıdır.137 Bugün dahî insanlığın kâhir ekseriyeti, bâtıl olduğu açıkça belli olan dinlere değil de, her birinin esası birer mukaddes kitaba ait olan üç büyük ilâhî dine bağlı bulunmaktadır. Bu

134 Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, ss. 37-38.

135 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün mü?, s. 3; Târîh-i İslâm, c. I, s. 28. 136 Ş. F. A. Hilmi, Târîh-i İslâm, c. I, s. 30.

noktada da düşünürümüze göre, ilke olarak bir dinin târihi hayatı, o dinin esasının sağlamlığı hakkında en büyük vesîkadır.138

Çalışmamızın bu ikinci bölümünde şu ana kadar ki açıklamalarımızda, Din Felsefesi’nin önemli problemlerinden olan ve Tanrı probleminin esas konularından birisini teşkil eden “deliller” meselesi hakkında düşünürümüz Ahmed Hilmi’nin fikrî mesâisine bir göz atmaya ve bunları mantıkî bir sıra gözeterek ele almaya çalıştık. Bu konuyla ilgili olarak özet halinde şunları söylemek mümkündür:

Ahmed Hilmi’ye göre, her şeyden önce Tanrı bilgisi (marifetullah) en yüce bilgidir ve bu bilgiyi elde etmek insan için bir ödevdir. Tanrı’nın bilinmesi konusunda bu meyanda ortaya atılan “Tanrı tamamen bilinir” ile “Tanrı mutlak olduğu için bilinemez” iddiâları iki aşırı görüş olup kabul edilemez. Bu konuda söylenebilecek söz, insanın sınırlı potansiyeli sebebiyle Tanrı bilgisine tamamen değil de bir dereceye kadar sahip olabilmesidir.

Deliller konusuna gelince; Ahmed Hilmi’ye göre Tanrı, zorunlu varlık olması ve varlığının da zâtının gereği olması sebebiyle apaçık bir gerçekliğe sahiptir. O, her varlığın dayanağı, ilk ve son hakîkattir. Bu yönüyle O, her ne kadar varlığı delile muhtaç olmaktan uzak olsa da, insanların bu uğurda verdiği çabalar küçümsenemeyecek bir öneme sahiptir. Hatta bu uğurda Tanrı’ya inanmayanların ortaya koydukları açıklamalar bile belli bir değere sahiptir. Çünkü Ahmed Hilmi’ye göre, Yaratıcıyı görmezden gelerek varlık açıklaması ortaya koymaya çabalayanların bu çabaları bile üstü kapalı bir şekilde Yaratıcı Zât fikrine vurgu yapar.139

Deliller meselesinde Ahmed Hilmi’nin bu görüşleri bizce Tanrı probleminin aydınlanması bakımından büyük bir öneme sahiptir. Çünkü kendisinin de dediği gibi “oturduğu zemini bilmeden göklerden bahsetmek”140 çok geçerli bir düşünce tarzı

olamayacağından; Tanrı konusunda temel bir fikre ulaşmada önemli bir yere sahip olan “deliller” meselesinin felsefi açıdan taşıdığı değer ortadadır.

138 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , c. I, s. 64.

139 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , c. I, s. 30; Üss-i İslâm, ss. 32-33. 140 Ş. F. A. Hilmi, Târih-i İslâm, c. II, s. 494.

II. AHMED HİLMİ’DE TANRI’YI ALGILAMA ŞEKİLLERİ (TANRI