• Sonuç bulunamadı

GENEL OLARAK BİLİM KARŞISINDA TANRI’NIN VARLIĞI

B) AHMED HİLMİ’NİN BİLİM AÇISINDAN TANRI’NIN VARLIĞINA

3. GENEL OLARAK BİLİM KARŞISINDA TANRI’NIN VARLIĞI

Ahmed Hilmi öncelikle, Allah’ın varlığını hakîkat bakımından tahlîl etmenin mümkün olmadığı görüşündedir. O, bu konuda Gazzâlî (1058-1111) ’nin Allah’ın varlığı ile yaptığı açıklamaları değerlendirirken ona bu konuda katılmış görünmektedir.113 Zaten kendisinin de bu konudaki diğer açık görüşleri bizi bu yargıya götürmektedir. Çünkü Ahmed Hilmi’ye göre, “Allah’ın varlığı” konusu doğal olarak bilimsel açıdan sâbit olmaz. Zaten bilim de, mesela “Allah vardır”, “O, Yaratıcı’dır” vb. konularla uğraşmaz.114 Allah’ın varlığının bilimsel olarak ispatlanamaması ise düşünürümüze göre doğal bir durumdur. Çünkü “gâî (nihâî)” ve “küllî hakikat” (hakîkat-ı mahza ve câmi’) olan Allah115 nihâî hakîkat olarak his ve tecrübeye sığmaz.116 Ancak bir şeyin hakîkatini (özünü/gerçeğini) tamamıyla bilmemekle, o şeyi hiç bilmemek ve hele o şeyi “bilinemez” diye iddiâ etmek arasında büyük bir fark olduğunu unutmamak lazımdır.117 Ayrıca bir şeyi bilimsel olarak bilemememiz, bu konular hakkında olumsuz bir tavır takınmamıza (inkâr) neden olamayacağı gibi, hele hele bu konularda fikir yürütmemize engel değildir.118

“Vâcibu’l Vücûd” olan Allah’ı, bilime hâs olan “kat’î bir tecrübe metodu” ile, ispat etmek mümkün olmasa bile, onun reddedilip (nefy) inkâr edilmesi ise daha büyük bir imkansızlıkla mümkün değildir. Kaldı ki, insan aklı, gerek kendi prensipleri (desâtîr) ne ve gerekse bilime dayanan pek çok akıl yürütmeler (istikrâât) le Vâcibu’l-vücûd’un varlığını kabul etmektedir.119 Üstelik Ahmed Hilmi’ye göre, tecrübe ve tetkîk ile ispâtı

mümkün olmayan bir şeyi, inkâr etmek, kabûl etmek (ikrâr) kadar bilime ters/aykırıdır.120 Hatta usûl olarak Ahmed Hilmi’ye göre, bilimsel anlayış ile

113 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, Târîh-i İslâm, c. I, s. 199.

114 Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, ss. 137-138.

115 Ş. F. A. Hilmi, Üss-i İslâm, ss. 4, 12; Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, ss. 49-50.

116 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün mü?, (Sad. Necip Taylan-Eyüp Onart), s. 150. 117 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, s. 64.

118 Ş. F. A. Hilmi, Târîh-i İslâm, c. I, ss. 290.

119 Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, ss. 74-75. 120 Ş. F. A. Hilmi, Târîh-i İslâm, c. I, s. 21.

uzlaştırılamayan esasların da kabûlü lâzımdır. Çünkü bazı kânunları bilimsel ve felsefî olarak tartışma imkânı yoktur.121

Görüldüğü gibi Ahmed Hilmi, “bilim-Tanrı” ilişkisinde, meseleyi “bilgi” ve “isbât” zemininde ele almış ve Tanrı’nın varlığı konusunun bilimsel olarak ispat etmenin ve meseleyi bilimsel olarak analiz (tahlîl) etmenin mümkün olamayacağı sonucuna varmıştır. Ancak bu sonucu meselenin “isbât” 122 boyutu ile ilgili olup “bilgi” boyutuyla ilgili değildir. Çünkü bir şeyi “bilmek” ile onun bilgisini “bilimsel olarak ispât etmek” ayrı ayrı şeylerdir. Zaten düşünürümüz “bilimsel ispât” la ilgili olarak “tam anlamda sübût” un hangi şey için geçerli olduğu sorusunu sorar.123 Ahmed Hilmi’nin meseleyi bu şekilde ele alması, bizce, onun bilimin ve bilimsel bilginin insan için ne anlam ifâde ettiği konusuyla doğrudan alakalıdır. Hatırlanacağı üzere, O, bilimi ve bilimsel bilgiyi insanlık için yegâne değer ifade eden bir anlayışa karşı çıkmış ve insanlık için bilimin yanında, varlığı ve hakîkatini anlamak ve algılayabilmek için, yeri geldiğinde açıklanacağı üzere, felsefe ve dini ve bunların bilgilerini de şart koşmuştur. Şimdi de bizce önemli bu girişten sonra “Ahmed Hilmi’de bilim-Tanrı’nın varlığı ilişkisi” ne kaldığımız yerden devam edelim.

Ahmed Hilmi’ye göre bilimin, kısmen birleştirilmiş insanlık bilgisi olduğuna124 daha önce temas etmiştik. İşte böyle bir birleştirmeyi/birliği (tevhîd) mümkün ve meşrû sayabilmek için, düşünürümüze göre, nihâî bir birliğe, kânunları dahî götürebilecek “sebebten müstağnî bir sebebe, bir mutlak varlık (vücûd-u mutlak) a mutlak sûretle ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç red ve inkâr edildiği takdirde bilim ve fennin temeli yıkılmış, insanlığın iftihâr ettiği medeniyet ve bilgi (ma’rifet) hiçe indirilmiş, yegâne düşünce, ‘şüphe’ olmuş, bütün kültür (meârif) zan ve hezeyan derecesine indirilmiş olur.” 125

Tanrı (Allah), Ahmed Hilmi’ye göre, bilimin rûhu gibidir. O, bütün bilgilere “esas”, “sonsuz bir nokta” hükmündedir. Bilim ve tabiat kânunları gerçek anlamlarını ve önemlerini/geçerliliklerini de Tanrı’da bulur.126 O, başlangıç ve kaynaktır.127 O, gâî (nihâî) hakîkat, sonsuz bir güneştir ki bütün varlık şekilleri, bütün olaylar yani tabiat, O’nun nûru sayesinde birbirinden ayırt (fark ve temyiz) edilir. O nur aradan çıksa geriye

121 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün mü?, (Sad. Necip Taylan-Eyüp Onart), ss. 186-187. 122 Bu konu ileride “deliller” meselesinde ayrıca ele alınacaktır.

123 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün mü?, (Sad. Necip Taylan-Eyüp Onart), s. 199. 124 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, İlm-i Ahvâli’r-Rûh, s. 3; Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, s. 1. 125 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, ss. 1-2.

126 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , ss. 1-2, 28.

ummân gibi bir karanlık (zulmet) tan başka bir tasavvur şekli kalamaz. Güneşin sâyesinde varlığı (eşyâ) gözleyebildiği ve ayırt edebildiği halde, güneşin varlığını veya lüzûmunu ve hakîkatini inkâr eden kişinin dâvâsı ne ise nihâî hakîkati araştırma ve düşünce alanından çıkarmaya (hazf) çalışan kimsenin dâvâsı odur.128 Aradan bir Vâcibu’l vücûd kabûlü gibi zarûrî ve mantîkî bir tasavvur çıkarıldıktan sonra ortaya çıkan şüphe (reyb) ve karanlık (zulümât) ları, “tesâdüf” ve benzeri kuruntular (vehmiyyât) la îzâh etmek mümkün olamaz.129

Ahmed Hilmi’ye göre, akıl ile doğrulanmayan (te’yîd) bir şeyin dâima aklın hücumlarına marûz kalacağı ve çoğu kez mağlûp olacağında şüphe yoktur.130 Akıl, dinî inancın bile gerek şartıdır. 131 Bütün felsefî sistemleri ve düşünceleri muhâkeme etmeye yetkili olan hâkim, bütün insanlık malûmâtının kendinden yardım gördüğü ve aynı zamanda bu malûmâtı mümkün ve anlamlı (manidâr) kılan akıl (hassa-i akl) dır.132 Hiçbir insan aklı ise hiçbir şekilde tam anlamıyla “inkâr” a güç yetiremez.133 Allah

gerçeğinin aradan çıkarılması ve eşyâyı tesâdüf vb. gerçeklerle açıklamak Ahmed Hilmi’ye göre mümkün değildir. Çünkü ona göre, bir şey için, “kendi kendine öyle olmuş” demek, bilimin en büyük nefretle karşılayacağı bir sözdür. Eğer bilemediğimiz şeylerin sebebleri aranmaz da, kendi kendine öyle oluyormuş denilseydi, bizzat bilim meydana gelmezdi. Ve bugünkü buluşlar (bedâyi’) meydana gelmezdi. Bir olayı (hâdise), tesâdüfe hamletmek en açık bir şekilde aptallık (hamâkat) ve cehâleti îlân etmektir. Çünkü böyle bir durum yalnızca Cenab-ı Hakk’ı inkâr olmayıp aynı zamanda aklî kuralları (desâtir-i akliyye) ve tabiat kânunlarını da inkâr etmek demek olur.134

“Varlığın kaynağı” (menba-ı vücûd), “Vâcibu’l-vücûd”, “aslî sebeb”(sebeb-i aslî) fikri ve düşüncesi, her olayı (hâdise) açıklamak için zarûrî bir fikirdir. Eğer bu fikir dârâya çıkarılırsa, varlık bilmecesi (muammây-ı mevcûdiyet) halledilmiş veya daha basit bir şekle indirgenmiş olamayacağından başka, bütün bilim (fen) ve felsefe (hikmet) şüphe ve zulmet bataklığı (umman-ı reyb ve zulmet) içinde boğulup kalır.135

128 Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, ss. 49-50.

129 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , ss. 65, 75; Ayrıca bkz. Allah’ı İnkâr Mümkün mü?, (Sad. Necip Taylan-Eyüp

Onart), s. 128.

130 Ş. F. A. Hilmi, Târîh-i İslâm, c. II., s. 611.

131 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, s. 43. 132 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , s. 26.

133 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , s. 40. 134 Ş. F. A. Hilmi, Üss-i İslâm, s. 35.

Ahmed Hilmi, bu görüşlerinin yanı sıra, yani son tahlilde ilmin temeline ve hedefine Tanrı’yı yerleştirmesine karşılık bilimin ve bilimsel araştırmanın her şeye rağmen önemine ve mutlaka icrâ edilmesine yönelik olarak şu sözleri ortaya koymuştur: “Gerçi, sebebler sebebinin ve son sebebin Zât-ı Bârî olduğuna şüphe edilemezse de, eğer olayların sebebleri aranmaz da (hemen) son sebebe atfolunursa bilim ve felsefe mümkün olmaz.”136

Buraya kadarki açıklamalarımızda Ahmed Hilmi’de çeşitli uzantılarıyla (tabiat kânunları, hipotezler vs.) “bilim” meselesini ve bu bilim anlayışı karşısında “Tanrı” ya bakışını ele almaya çalıştık. Ulaştığımız sonuçları, ilgili her konunun ardından da kendimizce bir değerlendirmeye tâbi tuttuk. Mesele yeterince anlaşılmıştır sanıyoruz. Bu nedenle gereksiz tekrarlardan kaçınmak amacıyla bu noktada ayrı bir açıklamayı gereksiz buluyor ve aynı metotla “Ahmed Hilmi’de Tanrı’nın varlığı” problemini bir de felsefe anlayışı açısından irdelemek istiyoruz.

III. AHMED HİLMİ’NİN FELSEFE ANLAYIŞI VE FELSEFE