• Sonuç bulunamadı

AHMED HİLMİ’DE DELİLLER MESELESİ

Ahmed Hilmi’nin, Din Felsefesi’nin önemli problem alanlarından biri olan “deliller” meselesine büyük ölçüde önem verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta O, “Allah’ı İnkâr Mümkün müdür? Yahut Huzur u Fende Mesâlik-i Küfr” adlı eserinin yazılış amacıyla ilgili olarak, “Eser esas itibariyle ‘Vâcibu’l-vücûd’u, ‘Nâmütenâhî’yi isbât gâyesiyle yazılmıştır.” diyerek45 “deliller” konusu ile ilgili müstakil bir eser kaleme alma gayretini dile getirmiştir. Ancak eser maalesef tamamlanamamıştır.

İnsanın gerçekte tabiatında saklı olan algılama kuralları gereğince, şeylerin hakîkatini aramak ve her şeyin ortaya çıkış ve var oluş hikmetini araştırma

41 Ş. F. A. Hilmi, Târîh-i İslâm, c. I, s. 66.

42 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, s. 61-62. 43 Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, s. 150. 44 Ş. F. A. Hilmi, Târîh-i İslâm, c. I, s. 64.

mecburiyetinde olduğunu belirten46 Ahmed Hilmi, aslında gelişmiş idrâkler baz alındığında “Hak” ve “Hakîkat” olan Tanrı’nın varlığının, zâtı ile sâbit olduğunu ve bu nedenle varlığının delile muhtaç olmaktan uzak olduğunun altını çizmiştir. Ona göre, hakîkatte akıl, îmân ve bütün eşyânın varlığının delili Yaratıcı Zât’tır. Bu delil (Tanrı) sâyesindedir ki, idrâk ve olayların bir mânâsı ve bir hakîkati sâbit olur. Ne var ki, Ahmed Hilmi’ye göre din, bütün insanlığın malı ve Tanrı da her şahsın Tanrı’sıdır. Diğer taraftan bütün insanlığa bugün bile tam anlamıyla yetkin anlayış sâhibi denilemez. Ayrıca insan tabiatında mevcut “fıtrî îmân” ın zıddı da “şüphe” şeklinde vardır. Buna bağlı olarak da aklî uygunlukların yanlış ölçüleri de vardır ki, “ilmî şüphe ve inkâr” ortaya çıkarır. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, öteden beri bir “aklî akâid ilmi” meydana getirilmiş ve Yaratıcı’nın ispatı maksadıyla deliller bulunmuştur.47

Görüldüğü üzere Ahmed Hilmi’ye göre, Tanrı’ya duyulan inancın öncelikle fıtrî bir temeli vardır. Zaten daha önce de kısaca belirtildiği üzere, din ve Allah fikirleri düşünürümüze göre, fıtrî olup birer ihtiyaç türündendir. İnancı, böylece insanın fıtrî özelliğine dayandıran48 Ahmed Hilmi, bir bilgi kaynağı olarak insanın “fıtrî icâbât” ının büyük önemine değinmiş49 ve insan fıtratının/tabiatının değiştirilmesinin mümkün olmadığını da ileri sürerek50, bize göre, Tanrı’ya iman için aradığı değişmez esâsı tesis etmeye çalışmıştır.

Ahmed Hilmi’nin düşüncesinde deliller açısından, bu bireysel fıtratın yanı sıra bir de toplumsal fıtrattan da söz etmek mümkündür. Şöyle ki: Ona göre, milyonlarca insanın binlerce seneden beri bir dinle mütedeyyin olması ve bir dine bağlanmak gereğini hissetmiş olması ve bugün bile yeryüzünün sâkinlerini oluşturan milyarlarca insanın farklı dinlerden birine girmesi durumu bile tek başına, dinin ve bu arada Tanrı’nın varlığı ve gerekliliği hakkında kanıt ve delillerin anlamsız bir külfet olduğu düşüncesini uyandırır. Aslında bu düşünce, Ahmed Hilmi’ye göre, bir dereceye kadar doğru sayılabilirse de, bu konuda ileri sürülecek deliller, zihinleri aydınlatmaya yardım edeceğinden gereksiz değildir.51

46 Ş. F. A. Hilmi, Üss-i İslâm, s. 5. 47 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , ss. 30-31.

48 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, s. 37; Üss-i İslâm, ss. 3, 11, 13. 49 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün mü? (Sad. Necip Taylan-Eyüp Onart), s. 199.

50 Ş. F. A. Hilmi, Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabûl Etmeliyiz? Dârü’l-Fünûn Efendilerine Tahrîrî Bir

Konferans, s. 24.

Bu uğraş adına eskilerin buldukları delillerin çoğuna çeşitli açılardan itirazlar yapıldığını ifade eden Ahmed Hilmi’ye göre, bu deliller arasında insan idrâkini bozmaya kadar yürünmedikçe hiçbir zaman haklı olarak itiraz edilemeyecek gibileri de vardır.52

Ahmed Hilmi’nin düşüncesinde, bu “deliller” in gerekliliği meselesinin yanında önemli bir husus daha vardır. O da ileri sürülen delillerin niteliği sorunudur. Ve bu anlamda düşünürümüzün, delilleri, nitelikleri açısından biri dînî/itikâdî, diğeri de aklî/felsefî olmak üzere iki ana kısımda ele aldığını görmekteyiz. Buna göre, bir dine bağlı olanların kendi kutsal metinlerine referansla ortaya koydukları deliller “dînî/itikâdî”; insanlığın geneline hitap edecek tarzda, akıl ve mantığa dayalı olarak ortaya konan deliller ise” aklî/felsefî” deliller olmaktadır.

Ahmed Hilmi bahsi geçen bu delillerden, günümüz için geçerli olan delil çeşidini ikinci tip deliller olarak görmektedir. Çünkü Ahmed Hilmi’ye göre, nübüvvet çağı artık kesilmiş ve geride kalmıştır. Ona göre, şu anda içinde yaşadığımız devre akıl ve keşf devresidir.53 Düşünürümüze göre, kafasına bugünün bilim ve tekniği dolayısıyla bazı sorular takılmış olan mütereddit bir kişi, ortaçağın mantığı, bilgisi ve metoduyla iknâ ve tatmîn edilemez. Ona göre, bunun aksini zannetmek gelişme (tekâmül) den ve tekniğin anlamından habersiz olmaktır. Zira her devrin kendine has ihtiyaçları, her dönemin insanlarının kendilerine has bir zihniyeti vardır. Bu durum asla unutulmamalıdır. Örneğin bugün materyalistçe düşünen bir genç ile din hizmeti gören bir görevli arasında bir tartışma meydana gelse, bu gence ne ile ve neye göre cevap verilebileceğini soran Ahmed Hilmi, bu soruya “tabi ki âyet ve hadîsle değil, zira bunların tesiri îmâna bağlıdır” cevabını vermiştir. Ona göre, bu inkârcıya veya şüpheciye bu silahla karşı konulamaz. Bu nedenle böyle bir tartışmaya mantîkî ve felsefî bir yön vererek mesela kelâma başvurmak gerekir. Felsefenin bu konudaki delilleri öne sürülebilir.54 Ahmed Hilmi’ye göre, “ İsbât-ı Vâcibu’l-vücûd” bahsinde eskilerin kullandığı deliller ise genellikle bilim ve ispat dairesinden çıkıp îtikâd veya mutlak hüküm veyahut da zan derecesinde kalmıştır.55

52 Ş. F. A. Hilmi, Üss-i İslâm, s. 31. 53 Ş. F. A. Hilmi, a. g. e. , s. 44.

54 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, s. Önsöz ( - ). 55 Ş. F. A. Hilmi, Hikmet Yazıları (Haz. Ahmet Koçak), s. 201.

Ahmed Hilmi’ye göre, “deliller” hususunda, sırf îtikâdî bir değer ifade eden ve Kur’ân’ın da eleştirdiği bir yaklaşım olan “Biz babalarımızı böyle bulduk”56 demek ilke

ve metot olarak haklı olmak için yeterli ve doğru bir yaklaşım tarzı olmadığı gibi;57 “Ben böyle inandım, bundan dolayı bu gerçektir” in de geçerli bir düşünce olması mantık dışıdır.58 Çünkü Ahmed Hilmi’ye göre, düşünceler konusunda hisler (sevk-i tabiî) ile hareket edilmemeli, tercihlerimiz ilmi sebeplere dayanmalıdır.59 Ayrıca yukarıda gördük ki, prensip olarak Ahmed Hilmi’ye göre, bir düşünce veya fikir (tasdîk, inkâr vb.) bir muhâkeme sonucu olmalıdır. Aksi durum düşünürümüzün eleştirdiği “bir şeyi kanıtlamak için yine kendisini delil gösterme” tarzı, “kerameti kendinden menkûl” darbı meseline uygun ve kendinden başkası için ilmî ve felsefî bir değeri olmayan bir yaklaşım tarzı olmaktadır.

Ahmed Hilmi’nin deliller meselesi hakkındaki bu genel yaklaşımını ana hatlarıyla belirtmeye çalıştıktan sonra konumuzu, kendisinin, düşüncesinde yer verdiği bazı deliller ile sürdürmek istiyoruz.