• Sonuç bulunamadı

AHMED HİLMİ’NİN VARLIK VE ÂLEM ANLAYIŞI (ÂLEMİN

Ahmed Hilmi, genel olarak “varlık”a bakış itibariyle, kendi deyimiyle “İslâm’ın Vahdet-i vücûd Mezhebi ( Vahdet-i vücûd Mezheb-i İslâmîsi)’ne mensûb (sâlik) olduğunu açıkça ifade etmiştir33. Vahdet-i vücûd anlayışının Ahmed Hilmi düşüncesindeki yeri büyüktür. Çünkü O, eserlerinde bu düşünceye geniş yer vermiş ve meseleleri bir de bu bakış açısından değerlendirmeye tâbî tutmuştur. Düşünürümüzün “varlık” problemine yaklaşımının yanında, kurmaya çalıştığı “Tanrı-âlem münâsebeti” nin de yine bu düşünce eksenli olduğunu söylememiz mümkündür. Düşünürümüzün, Vahdet-i vücûd ekolü hakkında hangi görüşleri benimsediğine geçmeden önce onun, “varlık” ve buna bağlı olarak tesis etmeye çalıştığı “Tanrı-âlem münâsebeti” hakkındaki görüşlerine yer vermek istiyoruz.

Ahmed Hilmi’ye göre, “varlık” (vücûd) kavramı, hangi itibarla olursa olsun, insanlık geleneğine göre, iki hadden, iki telakkî sûretinden ibârettir. Dinlere ve çeşitli felsefî ekollere göre, bunlara “hakk-halk, basit-mürekkeb, mer’î olmayan asıl-mahsûsât ve maddiyât âlemi, bilinmesi mümkün olmayan-bilinmesi mümkün olan, Zât-şuûnât vb.” gibi bir çok isimler verilir. Bu iki hadde yaklaşımları itibariyle de felsefî sistemler farklı ekollere ayrılırlar. Mesela, Spiritüalistler (Rûhâniyyûn) bu iki hadden her ikisini de yani hem “Hakk” kı hem de “halk”ı kabul ederler. İdealistler (Fikriyyûn/Hayâliyyûn/Zihniyyûn), iki hadden biri olarak “halk (yaratılan/âlem) ı inkâr ederler. Onlara göre, âlemin hiçbir hâricî hakîkati olmayıp, varlığı insan tarafından vehmedilmekten ibârettir. Materyalistler (Maddiyyûn) da, bu iki hadden birini yani “hâlık” (yaratan) ı inkâr edip sadece maddeden müteşekkil âlemi kabul eder. Panteistler (Vücûdiyyûn) ise varlığın birliğini savunur ve her iki haddi de kabul eder34.

Düşünürümüzün “varlık”ın bu iki haddinden birini oluşturan “Tanrı/Hak” hakkındaki görüşlerine daha önce temas etmiştik. Varlığın ikinci kanadını oluşturan

33 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, s. 146; krş. Neşet Toku, Türkiye’de Anti-

Materyalist Felsefe (Spiritüalizm)-İlk Temsilciler, İstanbul, 1996, s. 84.

34 Ş. F. A. Hilmi, Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabûl Etmeliyiz? Dâru’l-Fünûn Efendilerine Tahrîrî Bir

“âlem” konusunda ise düşünürümüz, yukarıda da işaret etmiş olduğumuz gibi esasen vahdet-i vücûd’çu bir açıklama tarzını benimser. Bu cümleden olarak O, âlemin menşei konusunda, âlemin yoktan yaratılması (ex nihilo) fikrini kabul etmediğini ve bu konuda kelamcılara katılmadığını açıkça ifade eder35.

Ahmed Hilmi’ye göre, geçmiş milletlerin “âlem” (kâinât) hakkındaki görüşleri hemen hemen birbirinin aynı gibidir. Ancak bunlar şekil, ifâde ve örnekler bakımından birbirinden ayrılırlar.36 Ve “âlem” hakkında insanlığın şimdiye kadar vermiş olduğu cevapları üç grupta toplamak mümkündür:

1) Ezelî ve ebedî olan “Bir varlık”ın varlığı: Bu varlığın, anlamı ve değişmez zâtiyeti, “Cenâb-ı Hakk”; görünüşleri ise sonsuz “kâinat” (âlem) tır.

2) Kâinat, bizâtihî mevcûd ve ezelî bir maddî manzûmeden ibâret olup; türlü şekillerde temsîl ve tecsîm edilen kuvvet ve kudret ise bu maddî manzûmenin bir sıfatı bir özelliğidir.

3) Yanlız Cenâb-ı Hakk var idi ve vardır. Kâinat ise onun tarafından yoktan var edilmiştir. Olaylar da fânidir37.

Ahmed Hilmi saymış olduğu bu üç fikrin, dinler ve devirlerdeki değişme ve gelişmelerini gözden geçireceğini ifade etmişse de maalesef eser burada son bulmuş ve düşünürümüz bu konudaki görüşlerini tamamlayamamıştır. Dikkat edilirse, düşünürümüzün bu tasnifinin, sırasıyla panteizm ve vahdet-i vücûd, materyalizm ile dualist spiritüalizm doktrinlerine karşılık olduğu görülecektir.38 Bizim görüşümüze göre, yaptığı diğer açıklamalar da göz önünde bulundurulduğunda Ahmed Hilmi’nin bu konudaki benimsemiş olduğu fikri birinci grupta mütâlaa etmek mümkündür.39

Sanıyoruz ki, bizim bu kanaatimizi düşünürümüzün aşağıda ifâde edeceğimiz görüşleri de yeterince destekleyecek türdendir.

Ahmed Hilmi yukarıdaki tasnifinden başka, “âlem” ve “âlemin menşeî” meselelerine bir de İslâmî düşünce perspektifinden bakmıştır. O, İslâm dünyasında

35 Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, s. 146.

36 Geniş bilgi için bkz. Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün mü? (Sad. Necip Taylan-Eyüp Onart), ss.

200-207.

37 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün mü? (Sad. Necip Taylan-Eyüp Onart), ss. 207-208. 38 Neşet Toku, a.g.e. , s. 85.

“âlemin yaratılması” (hilkat-i âlem)40 konusunda birbirinden farklı iki esas görüşün olduğunu belirtir. Düşünürümüze göre, bu iki görüşün farklılığındaki temel etmen de “halk” (yaratma), “adem” (yokluk), ve “vücûd” gibi kavramlara getirilen farklı yorum ve bu kelimelere yüklenen farklı mânâlardır. Bunlardan birinci görüşü temsil edenlerin ekserisini, “tenzîh” anlayışına sahip ve şeriat mertebesi âlimleri olan çeşitli düşünürler oluşturmaktadır. Bunların kabulüne göre, “halk”, bir şeyi yokluk (adem) tan varlığa (vücûda) getirmek; yoktan var etmek” demektir. Bu görüşe göre “adem”, “vücûd” un tam zıddı olarak görülmüş ve Tanrı’nın âlemi bu sûretle “halk” ettiği (yarattığı) sonucuna varılmıştır. İkinci görüş ise “Tevhîd” anlayışına bağlı düşünürlerin savunmuş oldukları görüştür. Bunlara göre ise “halk”, “İlm-i Zâtî’de, âmâ durumunda ‘esasen’ ve ‘mâye’ (öz) itibariyle mevcûd olan bir şeyin, ilâhî murâd ve takdîr gereğince butûndan zuhûru demektir. Şu halde adem (yokluk) vücûd (varlık) un muhtevasına dâhil olmuş olur. Bu ikinci manadaki “hilkat” i, “teşe’ün” ve “tecellî”41 kelimeleri daha açık bir

şekilde ifade eder. Bu görüşe göre âlem, “özü ve hakikati” itibariyle hâdis değildir. Âlemin hakîkati de, zâtî kayyûmiyetin tecelliyâtından başka bir şey olmayıp “ilâhî şuûn” dan ibarettir.42

Belirtmiş olduğu bu görüşlerden ikincisini benimseyen Ahmed Hilmi, bu iki farklı görüşün temelde bir yorum ve anlayış farklılığından kaynaklandığını ve asıl maksatta bir ihtilafın söz konusu olmadığını ifâde etmiş43 ve bu şekilde bu konuda kelamî ve tasavvufî düşünceyi uzlaştırma yoluna gitmiştir.

İnsanlığın “varlık” konusu hakkındaki farklı bakış açılarını ve telakkîlerini bu şekilde analiz eden Ahmed Hilmi, çeşitli ekollerin bu konuda ifrât ve tefrîte düştüklerini ve esas noktayı gözden kaçırdıklarını ifâde eder. Ona göre, varlığın iki boyutundan biri olan halk (âlem) a gereken önem verilmez ve eşyânın bir zâtî gerçeği olmadığı hakkındaki görüş üstün gelirse aşırı bir “Hayalcilik-Zihincilik” meydana gelir. Bu görüşün aşırı derecede mantıkî sınırı kısmen Hakk’ı inkârdır. Yani Hakk’ı ispat

40 “Âlem” ve “âlemin oluşumu” hakkında geniş bilgi ve bu konuda düşünürlerin görüşleri için bkz.

Hüsameddin Erdem, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, Konya, 1999, ss. 83-100.

41 “Halk, Îcâd, İbda’, Teşe’ün ve Tezâhür” kavramları hakkında Ahmed Hilmi’nin açıklamaları için bkz.

Ş. F. A. Hilmi, Hikmet Yazıları (Haz. Ahmet Koçak), s. 254.

Not: Allah hakkında kullanılan ve hepsi bir şekilde “yaratma” yı ifâde eden bu kelimelerden hiç birisi, Ahmed Hilmi’ye göre “yoktan var etme” anlamına gelmemektedir.

42 Ş. F. A. Hilmi, Târîh-i İslâm, c. I, ss. 275-277; Ayrıca bkz. Hikmet Yazıları (Haz. Ahmet Koçak), ss.

184-186, 217-222.

sevdasıyla ve Hakk’tan başka vücûd olmadığını tesis davasıyla, vücûd sâhibi olan eşyânın bu mazhariyeti unutulur. Gerçekte ise Allah’ın varlığı (vücûdullah) inkâr edilmiş olur. Öte yandan; eğer Hakk’ın zâtına nazar üstün gelirse, aşırı bir “Vücûdiyye” (Panteizm) ekolü hâsıl olur. Bu halde de Hakk, eşyâlar bütününden ibâret sanılıp, tevhîd ve vahdet davasıyla yine Allah’ın varlığı inkâr edilmiş olur.44

B) AHMED HİLMİ’DE TANRI-ÂLEM MÜNÂSEBETİ VE VAHDET-İ