• Sonuç bulunamadı

AHMED HİLMİ’NİN FELSEFE AÇISINDAN TANRI’NIN VARLIĞINA

Ahmed Hilmi’ye göre felsefe, olayların ve vicdânın hallerini göz önüne alarak “niçin?” sorusunu ortaya atar. Bilim ve tecrübenin keşfettiği sebeblerin de – ki bunlar yine geçmiş olaylardan ibarettir - bir aslî ve nihâî (gâî), sebebi olduğuna “zarûrî” olarak

164 Ş. F. A. Hilmi, Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz? Dârül’l-Fünûn Efendilerine Tahrîrî Bir

Konferans, Matbaa-i İslâmiyye-i Hikmet, Konstantiniyye, 1329, ss. 34-35.

165 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , s. 37. 166 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , ss. 45-46.

167 H. Ziya Ülken, a.g.e. , s. 293 (399. dipnot).

168 Vahdet-i Vücûd ve Panteizm mukayesesi hakkında geniş bilgi için bkz. Hüsameddin Erdem, Bir

Tanrı-Âlem Münasebeti Olarak, Panteizm ve Vahdet-i Vücûd, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. , Ankara, 1990; Ferit Kam, Vahdet-i Vücûd (Sad. Ethem Cebecioğlu), Ankara, 1994; Necip Taylan, Düşünce Tarihinde Tanrı Sorunu, 277-280; Mehmet S. Aydın, a.g.e. , ss. 191-193.

hükmeder. Şöyle ki; herhangi bir olaya bakılsa onda “vahdet”, “zarûret” (vücûb) ve “ebedîlik” (bekâ) vs. gibi, insan idrâkinin “zarûrî” olarak varlıklarına erebildiği özellikleri/nitelikleri (evsâf) ve sıfatları (nuût) göremez. Halbuki bu olayların bütününde yani “kâinat” tasavvurunda bir “intizâm”, bir tür boyun eğmişliği gösteren (mutâviat-ı nümâ) “vahdet” ve bir “devâm” görür. Hâdisenin hiçbirinde [ayrı ayrı] mevcut olmayan bu özelliklerin, bu bütüne (heyet-i mecmua) nereden ve nasıl geldiğini ve bu izâfetlerin kimin yaratması (ibdâ’) ve eseri olduğunu araştırır. “Varlığı zorunlu (vâcib) ve zarûrî, sebebden müstağnî, zâtı ile var olan ve sebeblerin yaratıcısı (müsebbibü’l esbâb)” olan bir tasavvura ulaşır ki, bu “Zat-ı Bârî Teâlâ ve Tekaddes” olan Allah’tır.170

Görüldüğü gibi Ahmed Hilmi, insanın eşyânın hakîkî cihetini bilmeye fıtraten odaklı ve insanda hakîkati bilme hususunda var olan ebedî endişenin ürünü olarak gördüğü felsefe faâliyeti dâhilinde bir tür akıl yürütme ile varlığı zorunlu bir tasavvura ulaşmaktadır. Ki ona göre bu da, dinin temel objesi olan Tanrı (Allah) ’dan başka bir şey değildir. Ahmed Hilmi bu ve birazdan aktaracağımız bazı görüşleriyle Tanrı’nın varlığını bilimsel olarak temellendirmenin yanında bir de felsefî ve ontolojik olarak temellendirme yoluna gitmiştir.

Ahmed Hilmi’ye göre felsefenin varlık sahasında meşgul olduğu yönün, eşyânın hakîki cihetiyle ilgili olduğuna ve bütün illetler ile sebeblerin son tahlilde bir “illet-i gâiyye”ye bir “illet-i vücûd” la son bulduğuna171 daha önceden temas etmiştik. İşte ona

göre bütün hakîkatlerin gâyesi, bir nihâî hakîkattir ki, lisân-ı vedüd ve edeb (sevgi ve hürmet gösterenler, yani kendisine inananlar) O’na “Vâcibu’l vücûd, Allah-u Azîmü’ş- Şân”; lisan-ı tenkît ve hikmet (yani tenkit ve felsefe taraftarları) ise “Varlığın hakîkati (hakîkat-i vücûd) adını verir.172

Düşünürümüze göre Tanrı, “Varlığın kaynağı” dır. O, bunu “hakîkat-i vücûd” ve “merci-i ve menba-ı vücûd” terkipleriyle ifâde etmiştir.173 Varlığın hakîkatini ise bilim ve mantık kuvvetiyle bozma (tahrif) ya çalışmak ve son tahlîlin hedefine “ulûhiyyet ve hakîkat” sıfatlarını (nuût) haiz olmayan bir “tasavvur” u “hak ve hakîkat” yerine ikame etmeye çalışmak; din hissini bile sökmeye çabalamak ve inkârı (küfr) “kasden ve ilmen” meslek edinmiş olmak demektir.174 Tanrı, Ahmed Hilmi’ye göre, bilimin olduğu

170 Ş. F. A. Hilmi, Üss-i İslâm, s. 9.

171 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, İlm-i Ahvâli’r-Rûh, ss. 4, 8. 172 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, s. 41.

173 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , ss. 1, 3, 41, 42; Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, s. 75. 174 Ş. F. A. Hilmi, Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, ss. 3-4.

gibi felsefenin de ruhu ve dayanağı hükmündedir. Çünkü O, felsefî bilginin (ma’rifet-i hikemiyye) son esasıdır.175 Tanrı aklî olarak bir zorunluluktur ve hiçbir akıl tarafından

tam anlamıyla inkâr edilemez bir gerçektir.176

Ahmed Hilmi, felsefî açıdan Tanrı’nın varlığını bir problem olarak şöyle bir soruyla ortaya koymaktadır: “Gerçekten de, Hakk’ı hiçbir sûretle bilgi (ma’rifet) ve gerçeğe (hakâyık) ulaştırmayı dile getirmek (ıtla’) mümkün sayılmazsa din ve yüce felsefe (felsefe-i âliye) bir fikir oyunundan/oyuncağından (melabe-i fikriyye) ibâret kalmaz mı?177

Yukarıda “Ahmed Hilmi’de bilim –Tanrı” bahsinde de sözünü ettiğimiz üzere Ahmed Hilmi’ye göre Tanrı, insan bilgisinin imkânı ve meşruiyet dayanağıdır. Çünkü insan bilgisini (ulûm) birleştirebilmek ve bu sayede ona bir anlam atfedebilmek için; nihâî bir birliğe yani “sebebten müstağnî” bir “sebebe”, bir “mutlak varlık” a ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç reddedildiğinde ise ilmin ve bilimin temeli yıkılmış, insanlığın övündüğü medeniyet ve kültür birikimi (marifet) hiçe indirilmiş olmakla kalmaz; yegâne düşünce sistemi “septisizm”(meslek-i reyb), bütün irfân da “zan” ve “hezeyân” derecesine indirilmiş olur.178 “Varlığın kaynağı”(menba-ı vücûd), “zorunlu varlık”(Vâcibu’l-vücûd) ve “aslî sebeb” fikri her olayı îzâh için “zarûrî” bir fikirdir.179 Aradan bir “vâcibu’l-vücûd” kabulü gibi “zarûrî” ve “mantîkî” bir “tasavvur” çıkarıldıktan sonra meydana gelen şüphe (reyb) ve karanlığı (zulümât) “tesâdüf” ve benzeri “vehmiyât” la îzâh mümkün olamaz.180 Bu fikir dârâya çıkarılırsa varlık muamması çözümlenmiş veya daha basit bir şekle irca edilmiş olmayacağından başka bütün bilim ve felsefe, şüphe ve zulmet denizinde boğulup kalır.181

Ahmed Hilmi’ye göre Tanrı, felsefenin uğraştığı yani aradığı nihâî hakîkattir.182 Bu nihâî hakîkatten (hakikat-ı gâiyye) başka gerçek ve küllî (câmî) bir hakîkat yoktur.183 O gâî hakîkat sonsuz bir güneştir. Ve bütün varlık şekilleri, olaylar yani genel anlamda tabiat, O’nun nuru sayesinde birbirinden ayırt edilir. O nur aradan çıksa bir

175 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. ,ss. 27, 28. 176 Bkz. Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , ss. 27, 28, 40. 177 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , s. 20.

178 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , ss. 1-2.

179 Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, s. 75; 180 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. ,s. 65; Üss-i İslâm, s. 4. 181 Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, s. 75.

182 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , ss. 49-50; Üss-i İslâm, ss. 4, 12; Allah’ı İnkâr Mümkün mü?, (Sad. Necip

Taylan-Eyüp Onart), s.150.

zulmet denizinden başka bir tasavvur şekli kalamaz.184 Çünkü her olayı îzâh için bir bir şekilde “sebeblerin sebebi”(sebebü’l-esbâb) ne kadar fikri ulaştırmak “zarûrî” dir. Hayatı ve her varlık şeklini anlayabilmek için “mutlak varlık” (mevcûd-u mutlak) fikrine ihtiyaç âşikârdır.185

Ahmed Hilmi’nin şu sözleri netice itibariyle kendisinin felsefî açıdan Tanrı’nın varlığına yaklaşımını yeterince ortaya çıkaracağını belirtmek istiyoruz: “Vâcibu’l- vücûd demek, bize en samîmî/derin tecrübe ile malûm olan kendi hüviyetimiz ve bizi kuşatan kâinatı anlamak (fehm) için muhtaç bulunduğumuz ‘hakikat-i külliyye’ ve ‘hakikat-i-gâiyye’ demektir. Eğer akıl ve muhâkememizden bu hakîkati çıkarırsak (tarh), hiçbir şeyi îzâh imkânı kalmaz”186

Görüldüğü gibi Ahmed Hilmi için “Tanrı’nın varlığı” meselesi bilim yanında felsefe için de bir problemdir. Ve bu problem zarûrî ve apaçık bir şekilde insanın karşısında durmakta ve tüm gerçekliğiyle kendini hissettirmektedir. Ancak düşünürümüz, bu temel gerçeğin yani sebebler sebebinin ve son sebebin Allah (Zât-ı Bârî) olduğu konusunda şüphe edilmeyeceğini ama gene de olayların sebeblerinin aranmayıp da hemen bu son sebebe atfedilmesi halinde ilim ve felsefenin mümkün olamayacağını belirtmiş 187 ve bu şekilde felsefî ve ilmî gayretin de kaçınılmaz önemini vurgulamaktadır.

IV. AHMED HİLMİ’NİN DİN ANLAYIŞI VE DİN AÇISINDAN TANRI’NIN VARLIĞINA BAKIŞI

Daha önce de kısaca temas etmeye çalıştığımız üzere, Ahmed Hilmi’nin düşünce perspektiflerinden birini de “din” oluşturmaktadır. Ahmed Hilmi, bir bilim felsefecisi, bir hikmet adamı olmanın yanında bir “din bilgini” vasfını da taşımaya fazlasıyla layık bir düşünür olarak karşımıza çıkmaktadır. O, bir taraftan bilim ve felsefeye dînî açıdan da yaklaşırken diğer yandan dine de bilimsel ve felsefî açıdan yaklaşmayı bilmiş ve kanaatimizce bu yönüyle ülkemizdeki din felsefecilerinin ilkleri arasında yerini almıştır.

184 Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, s. 49. 185 Ş. F. A. Hilmi, a.g.e. , s. 65; Üss-i İslâm, s. 68.

186 Ş. F. A. Hilmi, Maddiyyûn Meslek-i Dalâleti, s. Aynı yer; Üss-i İslâm, s. 4.

Biz, öncelikle Ahmed Hilmi’nin “din” hakkındaki bazı görüşlerine geçmeden önce düşünürün insanlık için bilim ve felsefe faaliyetleri karşısında “din”e ne gibi bir yer ayırdığı ve insan düşüncesi açısından “din” in nasıl bir mevkî işgal ettiğini tespite çalışacağız. Bu sebebe binâen düşünürümüzün, “bilim-din” ve “felsefe-din” bağlamındaki görüşlerine yer vermek, hem bahsettiğimiz meselenin ortaya çıkması hem de “dinin gerekliliği” konusunu aydınlatması bakımından bizce büyük bir önem arz etmektedir.