• Sonuç bulunamadı

A. Hazar’ın “Kapalı Deniz” Olduğu Görüşü

2. Kıta Sahanlığı

bitişik bölge konusunda anlaşmazlık teşkil edecek huşularda, örf ve âdet kuralı niteliğini haiz hükümlerin uygulanması gerekmektedir

Kıta sahanlığı kavramı 1958 yılında Cenevre'de düzenlenen BM Birinci Deniz Hukuku Konferansı'nda gündeme gelmiş ve konferans çerçevesinde imzalanan 29 Nisan 1958 tarihli Kıta Sahanlığı Hakkında Cenevre Sözleşmesi (1958 Sözleşmesi) 114 ile uluslararası anlamda kıta sahanlığının ilk kez hukuki rejimi düzenlenmiştir. Kıta sahanlığı kavramı, 1973-1982 yılları arasında düzenlenen BM Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı sonucunda, 10 Aralık 1982 tarihinde imzalanan BMDHS’de yerini almış, teknolojide yaşanan gelişmeler dikkate alınarak kapsam ve sınırlarına ilişkin 1958 Sözleşmesi'nde öngörülen kriterlerde önemli değişiklikler yapılmıştır. 1945 yılında yayımlanan Truman Bildirisi'ni müteakip ABD tarafından kıta sahanlığına yönelik iddia edilen ve deniz yatağı ile toprak altını kapsayan münhasır egemenlik alanının, özellikle bazı Güney Amerika ülkelerince (Peru, Şili vb.) su üstünü de kapsayacak şekilde genişletilerek ileri sürüldüğü görülmüştür. Bu itibarla gerek uygulamada yeknesaklık sağlamak gerekse bu gibi aşırı egemenlik iddialarının önüne geçmek maksadıyla, 1958 Sözleşmesi'nin 1. maddesinde kıta sahanlığının tanımına yer verilmiş ve kapsadığı alan tespit edilmiştir. İlgili hüküm uyarınca kıta sahanlığı; sahillere bitişik fakat karasuları bölgesinin dışında kalan ve 200 m derinliğe kadar olan veya bu derinlikten sonra, üzerini örten suların deniz altı bölgelerindeki tabii kaynakların işletilmesine imkân verdiği derinliği geçmeyen deniz altı bölgelerinin, deniz yatağı ve toprak altı ile adaların sahillerine bitişik bu çeşit bölgelerin deniz yatağı ve toprak altı olarak tanımlanmıştır.115

İlgili hükümle, kıta sahanlığının dış sınırının tespitinde “200 m derinlik kriteri”ne ilaveten, bu derinliğin ötesindeki alanlar için “doğal kaynakların işletilmesi imkânının bulunduğu derinlik kriteri” getirilmiş ve derinliği hiçbir yerde 200 m.’ye ulaşamayan sığ

114 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin orijinal metni için bkz. “Convention on the Continental Shelf 1958”, <http://maritimeinfo.moi.gov.tw/marineweb/pdf/D01E.pdf> (Erişim Tarihi: 8.3.2018);

Sözleşme’nin gayri resmi çevirisi için bkz. KURAN, s. 326-343.

115 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi, md. 1.

kıyılara sahip devletler yahut kıta eğimi az olan devletler ile deniz tabanının aniden büyük derinliklere ulaştığı devletler arasında denge sağlanması amaçlanmıştır.116

Buna karşın, teknolojide yaşanan gelişmelerle birlikte 1958 Sözleşmesi ile getirilen doğal kaynakların işletilmesi imkânını esas alan derinlik kriteri yetersiz kalmış;

1982 Sözleşmesi'nin 76. maddesinin 1. ve 5. fıkralarında söz konusu derinlik kriteri yerine doğal uzantı ve mesafe-uzaklık kriteri getirilmiştir. İlgili hükümlerde, kıta sahanlığının, kıyı devletinin karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan117 itibaren 200 deniz mili mesafeye kadar olan kısımda, bu devletin kara ülkesinin doğal uzantısının bütünündeki denizaltı alanlarının deniz yatağı ve toprak altlarını içerdiği; kıta uzantısının 200 deniz milinden fazla olduğu kıyılarda ise kıta sahanlığının azami 350 deniz mili yahut 2500 m derinlikten itibaren azami 100 deniz miline kadar uzanabileceği ifade edilmiştir.

Başka bir deyişle, kıyı devletinin kıta uzunluğu 200 deniz milinden kısa olsa dahi, bu uzunlukta kıta sahanlığına sahip olmakta; kıta uzunluğu 200 deniz milinden uzun olan kıyı devleti için ise bu uzunluğun ötesinde, ancak 350 deniz mili (veya 2500 m derinlikten itibaren azami 100 deniz mili) ile sınırlı olacak şekilde bir kıta sahanlığı geçerli olmaktadır. Bu düzenlemeyle birlikte, kıta uzunluğu 200 deniz milinden az veya fazla olan ülkeler arasında denge sağlanmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır.118 Görüldüğü üzere 1982 BMDHS’nin 76. maddesi ile kıta sahanlığı hukukî kavramının doğal uzantı ile fiziksel ilgisi onaylanmış ve -karasularının ölçüldüğü esas hattan itibaren kıta

116 KURAN, s. 225.

117 1982 Sözleşmesi’nin 5. maddesi hükmü uyarınca karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı normal esas hat, kıyı devleti tarafından resmen kabul edilmiş büyük ölçekli deniz haritalarında belirtildiği şekliyle, sahil boyunca uzayan en düşük cezir hattını teşkil etmektedir. Sahilin derin bir şekilde girintili çıkıntılı olduğu veya sahil boyunca hemen yakında bir adalar dizisinin bulunduğu yerlerde ise anılan Sözleşme’nin 7. maddesi uyarınca, karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hattın çizimi için, uygun noktaları birleştiren düz esas hatlar yöntemi kullanılabilir. 1982 BMDHS, md. 5.

118 KURAN, s. 225; PAZARCI, 2017, s. 266; BMDHS, md. 76/1 ve 76/5.

sahanlığının 200 milden daha uzun olması hâlinde- kıyı devletine de uzaklık kriteri getirilmiştir.119 UAD’nin karara bağladığı Libya-Malta Davası kararı da dikkate alındığında kıta sahanlığı üzerinde hak kazanımı doğal uzantı ile birlikte artık mesafe esasına bağlı olan bir husus haline gelmiştir. Ayrıca Dava’da hak kazanım esası olarak mesafe kavramının örf ve âdet hukukunun bir parçası olduğu ifade edilmiştir. Bu bakımdan mesafe kavramının hem münhasır ekonomik bölge hem kıta sahanlığının sınırlandırılmasında örf ve âdet hukuku kuralı olduğu düşünülmektedir.120

Buna ilaveten ilgili hüküm incelendiğinde, kıta sahanlığının yalnızca deniz altı bölgesinin deniz yatağı ve toprak altını kapsadığı, başka bir deyişle su yüzeyi ve deniz üstündeki hava sahasını kapsamadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla 1958 Sözleşmesi’nin 3.

maddesinde ve 1982 Sözleşmesi’nin 78. maddesinin 1. fıkrasında açıkça düzenlendiği üzere, kıyı devletinin kıta sahanlığı üzerindeki hakları, kıta sahanlığını örten suların veya bu sular üzerindeki hava sahasının hukuki statüsünü etkilememektedir.

Kıta sahanlığının, üzerinde araştırma ve işletme hakkı bahşettiği doğal kaynakların kapsamı ise, 1958 Sözleşmesi’nin 2. maddesinin 4. fıkrası ve 1982 Sözleşmesi’nin 77. maddesinin 4. fıkrası hükümlerinde “deniz yatağının veya toprak altının madenleri ve diğer cansız kaynakları ile sabit deniz ürünlerine dâhil olan canlı organizmalar”121 olarak ifade edilmiştir.

119 IŞIK, N. Gökdemir: Kıta Sahanlığı, Hukukî Rejimi ve Ege Sorunu, (Yayımlanmış Doktora Tezi) Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, s. 33-34.

120 GÖKALP, İbrahim: Milletlerarası Adalet Divanı’nın Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasına Dair Kararlarında Dikkate Aldığı İlkeler, 1. Baskı, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 2008, s. 36;

ICJ, Continental Shelf (Libyan Arab Jarnahiriya/Malta), Judgment, I.C.J. Reports 1985, p.13, par. 34.

121 Anılan hükümlerde, sabit deniz ürünlerine dâhil olan canlı organizmalardan; hasata elverişle hale geldikleri zaman deniz yatağı üstünde veya altında sabit kalan veya ancak deniz yatağı veya toprak altı ile daimi fiziksel temas halinde hareket edebilen organizmaların anlaşılması gerektiği belirtilmiştir(Ör:

sünger, midye, mercan, yengeç, ıstakoz, deniz tarağı, deniz kestanesi vb.). Bir diğer deyişle kıyı devletinin hak sahibi olduğu canlı kaynaklar sürüngenler, midyeler, mercanlar gibi tam olarak tabana yerleşik bir biçimde bulunan sabit deniz ürünlerinden, ya yengeçler, ıstakozlar, salyangozlar gibi tabana

1958 Sözleşmesi'nin 2. maddesi ve 1982 Sözleşmesi'nin 77. maddesi hükümleri uyarınca kıyı devleti, kıta sahanlığı üzerinde araştırmada bulunmak ve buranın doğal kaynaklarını işletmek hususunda egemen haklara sahip olup,122 bu haklar inhisari bir nitelik arz etmektedir. Nitekim anılan hükümlerin 2. fıkralarında ilgili hakların bu niteliği açıkça vurgulanmış, kıyı devletinin açık rızası olmaksızın hiç kimsenin bu çeşit faaliyetlerde bulunamayacağı ifade edilmiştir. Ancak bahse konu hak ve yetkilerin inhisari olması, sınırsız olması anlamına gelmemektedir. Nitekim kıyı devletinin üzerinde tam egemenlik hak ve yetkilerine sahip olduğu içsuları ve karasuları (zararsız geçiş müstesna olmak üzere) dışındaki deniz yetki alanlarındaki egemen haklarının uluslararası sözleşmelerle sınırlandırıldığı görülmektedir. Örneğin; 1958 Sözleşmesi’nin 4. ve 1982 Sözleşmesi’nin 79. maddeleri gereğince kıyı devleti, başka devletlerce kıta sahanlığına deniz altı kabloları yahut petrol-doğal gaz borularının döşenmesine veya bunların bakımına engel olamayacaktır. Ancak 1982 Sözleşmesi’nin 79. maddesi gereğince, kıta

sürekli fiziksel dokunma içinde hareket eden sürüngenlerden, ya da deniz tarakları, deniz kestaneleri gibi deniz yatağının çökeltisine yerleşen canlılardan oluşmaktadır. Aynı şekilde deniz yosunları ve öteki deniz bitkileri gibi deniz tabanına yerleşik bulunan bitkileri de bunlara eklemek gerekecektir. Ayrıca gerek deniz yatağı üzerinde çökelti tabakası içinde bulunan maden yumruları gerekse toprak altındaki her türlü maden ve hidrokarbünerler, doğal kaynaklara dâhil olan diğer madenler ve cansız kaynaklar olarak bu kapsamda ele alınabilecektir. PAZARCI, 2017, s. 267.

122 1958 Sözleşmesi’nin 5. maddesi ve 1982 Sözleşmesi’nin 80. maddesinde yapılan atıfla birlikte uygulanacak 60. maddesi uyarınca, kıyı devleti kıta sahanlığında araştırma ve işletme faaliyetlerinde bulunmak üzere gerekli suni ada ve tesisleri inşa etmek yahut kullanmak hakkına da sahiptir ve bu tesisler etrafında 500 m mesafeye kadar güvenlik bölgeleri ihdas edebilir. Kıyı devleti, söz konusu tesis ve yapılar üzerinde yargısal ve zabıta yetkilerine sahiptir. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi, md.

5; 1982 BMDHS, md. 80. Ancak suni adalar ada statüsünde olmayıp herhangi bir karasuları ve öteki deniz alanına sahip değildir, dolayısıyla varlıkları deniz alanlarının sınırlandırılmasını etkilemeyecektir.

1982 BMDHS, md. 60/2 ve md. 60/8; Ayrıca Hazar açısından da önem arz eden adaların rejimine ilişkin 1982 BMDHS md. 121 ve adasal yapılar (ada, kaya ve cezir yükseklikleri) bağlamında Güney Çin Denizi Tahkiminde Hakemlik Mahkemesi’nin ortaya koyduğu değerlendirme kriterleri konusunda daha ayrıntılı bilgi için bakınız. BAYILLIOĞLU, Uğur; “Güney Çin Denizi Tahkiminde Hakemlik Mahkemesi’nin İnsanlığın Ortak Mirası ve Diğer Devletlerin Deniz Alanlarına Sağladığı Koruma:

Ada Statüsünün Sınırlanması”, TBB Dergisi, 2017 (130), s. 419-456.

sahanlığına döşenen petrol borularının takip edeceği hat, kıyı devleti tarafından kabul edilmelidir. Ayrıca kıyı devleti, kıta sahanlığının araştırılması, işletilmesi ve boru hatlarından kaynaklanan kirlenmenin önlenmesi konularında makul tedbirler alma hakkına ve kablo veya boru hatları üzerinde yargı yetkisine sahip olduğu gibi üçüncü devletler de kıyı devletinin haklarını gözetmek durumundadırlar. Boru hatlarına ilişkin söz konusu düzenlemeler özellikle Hazar’a kıyıdaş devletler için önem arz etmektedir.

Ayrıca 1958 Sözleşmesi’nin 5. maddesinin 1. fıkrası ile 1982 Sözleşmesi’nin 78.

maddesinin 2. fıkrası uyarınca, kıyı devletinin kıta sahanlığındaki araştırma ve işletme faaliyetleri için o alandaki seyrüsefer, balıkçılık yahut denizin canlı kaynaklarının muhafazası faaliyetlerine ve ilmi araştırmalara herhangi bir şekilde müdahale edilemeyecektir.

Buna ilaveten, 1958 Sözleşmesinin 2. ve 1982 Sözleşmesi’nin 77. maddelerinin 3. fıkraları dikkate alındığında, kıta sahanlığı ile kıyı devletine bahşedilen hakların ortaya çıkması için bunların talep edilmesine, ilan edilmesine yahut başka birtakım eylemlerde bulunulmasına gerek bulunmamaktadır. Zira Uluslararası Adalet Divanı (UAD), 1969 tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları kararında kıyı devletinin kıta sahanlığı üzerindeki haklarının başlangıçtan beri (ab initio) ve fiilen (ipso facto) mevcut olduğu kabul edilmektedir.123 Ayrıca bu davada Divan, kıta sahanlığının uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı haline geldiğini teyit etmiştir.124

Hazar açısından özellikle deniz yatağı ve toprak altının araştırılması, doğal kaynakların işletilmesi, kablo ve boru hattı döşemesine ilişkin konular önem arz etmektedir. Kıyı devletinin doğal uzantısı olan kıta sahanlığı üzerindeki haklarının, başlangıçtan beri ve fiilen var olduğunun kabul edilmesi, söz konusu haklarının ilana veya

123 ICJ, “North Sea Continental Shelf, Judgment, I.C.J. Reports 1969, p. 3”, par. 19 ve 39; PAZARCI, 2006, s. 279.

124 ICJ, “North Sea Continental Shelf, Judgment, I.C.J. Reports 1969, p. 3”, par. 61-64.

herhangi bir eyleme dahi bağlı bulunmaması Hazar’a kıyıdaş devletler bakımından önem arz etmektedir. Kıyıdaş devletlerin uluslararası hukuka uygun olarak sınırlandırılmış kıta sahanlığı bölgesinde en azından statü sorunu kesinleşinceye kadar deniz yatağı ve toprak altına ilişkin faaliyetler gerçekleştirmeleri ve kablo ve boru hattına ilişkin hükümleri uygulamaları doğal olmalıdır.