• Sonuç bulunamadı

1.2. Değişimi Ortaya Çıkaran Koşullar

1.2.1. Küreselleşme

20. yy'ın başlarından itibaren ilk işaretlerini görmeye başladığımız ve teknolojik gelişme sayesinde yüzyılın son çeyreğinden itibaren hızlanan küreselleşme olgusu, tüm dünyada ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan önemli gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Küreselleşme veya küresel bütünleşme, ülkeler arasındaki ekonomik, sosyal ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi, farklı milletlerin kültür ve inançlarının tanınması, uluslararası ilişkilerin artması gibi birbirleriyle ilişkili konuları içermektedir (Altınok,1999:s.4). Bu bağlamda küreselleşme, hem deneyimlenen dönemin kavranmasında hem de siyaset, kültür, iletişim gibi alanlarda ortaya çıkan değişim ve dönüşümlerin anlaşılmasında önemli dayanak noktaları oluşturmaktadır.

Küreselleşme kavramının iletişim alanında popülerlik kazanmasını sağlayan ilk isimlerden birisi Marshall McLuhan'dır. McLuhan, 1964 yılında yayınladığı Understanding Media kitabında, "küresel köy" kavramını kullanarak, telefon, televizyon gibi iletişim araçları aracılığıyla dünya üzerindeki insanların, artan bir biçimde birbirlerine bağlandığını ve bu durumun küçük bir köyde yaşıyorlarmış gibi hissetmelerine neden olduğunu söylemektedir. McLuhan'a göre iletişim araçları sayesinde insanlar, kendilerinden binlerce mil ötedeki haberleri ailelerinden ya da köylerinden birilerine ilişkin haberlerden daha hızlı bir biçimde alabilmektedir. Dolayısıyla elektronik medyanın bu hızı küresel konularda aynı yüz yüze iletişimdeki gibi etkileşime girmede büyük bir olanak sağlamaktadır (Symes,1995; Özdemir, 2006: s.9).

17

David Held vd. (1999) küreselleşmeyi ürünlerin, hizmetlerin, sermayenin, insanların, enformasyonun ve kültürün sınırlar arasında artan akışına ilişkin bir süreç olarak tanımlarken, Giddens (1998) küreselleşmeyi, yerelliğin yitirilmesiyle birlikte, sosyal ilişkileri zaman ve mekân içinde esneten bir süreç olarak tanımlamaktadır. Robertson ise McLuhan'ın küresel köy kavramıyla da bağlantı kurarak, küreselleşmenin "hem dünyanın küçülmesine hem de bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenmesine" gönderme yaptığını belirtmektedir (Robertson, 1999: s.21- 22). Küreselleşmeye eleştirel açıdan yaklaşan Noam Chomsky'e (2001: s.110) göre ise, küreselleşme kâr peşinde koşan "mega işletmelerin" tiranlığı olarak tanımlanmaktadır.

Yapılan tanım ve açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi küreselleşme alanında çalışan araştırmacıların, küreselleşmeyi ekonomik, kültürel ve siyaset alanında gerçekleşen değişimlerle tartıştığı görülmektedir. Dolayısıyla küreselleşme kavramını tek bir tanım çerçevesinde ele almak yerine, farklı boyutlarını tespit ederek bir araya getirmek, kavramı anlayabilmek açısından yararlı olmaktadır.

Ekonomik anlamda küreselleşme, uluslararası ticaretin ve yatırımın yayılması ve yoğunlaşmasına karşılık gelmekte, bununla beraber piyasa ekonomisinin gelişmesini, dünya çapında ekonomik örgütlenmelerin hız kazanmasını, serbest ticaretin yayılmasını, sermaye hareketlerinin olağanüstü serbestliğini, dış ticaret hacmindeki genişlemeyi ve çokuluslu şirketlerin faaliyetlerinin genişlemesini ifade etmektedir (Aktel, 2001: s.96).

Siyasi anlamda kürselleşme kavramı, ulusötesi yönetici ve düzenleyici kurumların örgütlenmesini ve liberal siyasal ideolojinin ve onun kurumsal biçimlerinin yayılmasını ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu durum küreselleşme süreciyle birlikte devlet, toplum ve birey ilişkisinin yeniden tanımlanması ihtiyacını ortaya çıkarmış, ulus devletin hakimiyeti sarsılmış, devletin etkin ve sınırlı bir yapıya kavuşturulması gereği yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Böylece devletin küçülmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yerinden yönetim ilkesinin hayata geçirilmesi, devletin temel kamusal hizmetleri yerine getirmesiyle sorumlu tutulması, insan hakları ve temel özgürlüklerin dikkate alınması, bireylerin devletten özerk ve

18

sivil alanlarının mümkün olduğunca geniş tutulması, temsili demokratik sistemin yetersizliği, sistemin şeffaflaşması, kamu yönetiminin topluma hizmet aracı olduğu düşüncesinin öne çıkarılması ve katılımcı demokrasi gibi değer ve kavramlar küreselleşme süreciyle ön plana çıkmıştır (Dursun, 1998: s.158; Aktel, 2001: s.199).

Küreselleşmenin etkilediği önemli bir alan da kültürdür. Küreselleşmenin kültürel boyutu, iletişim teknolojisinde yaşanan hızlı gelişmelerle birlikte ifade edilmekte, kitle iletişim araçları vasıtasıyla yayılan kitle kültürü veya tüketim kültürü kavramıyla vurgulanmaktadır. Kitle kültürü, kitle iletişim araçlarının yarattığı birbiri ile arasında bağ bulunmayan yığınlar halinde yaşanlar insanların kültürünü temsil ederken, aslında tüketim kültürü dediğimiz olguyla aynı anlamı da taşımaktadır. İkisinde de "çabuk ve hızlı tüketim", "yeniden üretim" ve "tektipleşme" kavramlarına ve süreçlerine vurgu yapıldığını görmekteyiz.

Ritzer, Featherstone, Robertson ve Baudrillard gibi düşünürler, küreselleşme süreciyle yaratılan yeni toplumun temel özelliğini tüketim toplumu olarak nitelendirmekte, kapitalist toplumun üretime yönelik bir yapılanmadan tüketime yönelik bir yapılanmaya kaydıklarını ifade etmektedir (Aktel, 2001: s.196).

Günümüz tüketim toplumu anlayışında, pek çok şeyin metalaştırıldığı, üretimden çok tüketimin ön planda olduğu, reklamlar ve yaratılmış imajlarla değişken yaşam tarzının ve tüketici kültürünün baskın olduğu bir kültürel yapıdan bahsedilmektedir. Bu yapıda tanıtım faaliyetleri ile duygulara ve hazlara yönelik yeni anlamlar oluşturulmakta, tüketicinin bolluk içinde özgürce gereksinimlerinin karşılandığı ifade edilmektedir (Batı, 2013: s.22-23).

Baudrillard'a (2004:s.28) göre tüketim, gündelik yaşam deneyimi olarak yorumlanmaktadır. Buna göre sürekli yeniden oluşturulan, tüketicinin yaşadığı tüm deneyimlerin toplamının artı değeri olarak ifade edilmektedir. Bu bağlamda tüketim kültürü, deneyime dayalı tüketim davranışı temelinde şekillenmektedir. Böylece arzu nesnelerinin gösterge değerleriyle toplumsal değerler üretilmiş olmakta, günümüzün tüketici bireyi vatandaşlık sisteminin bir parçasıymış gibi sevinmek, üzülmek,

19

övmek, mutlu olmak, hatta acı duymak gibi pek çok duyguyu, haz alma görevinin bir uzantısı olarak görmektedir (s.92).

Sonuç olarak küreselleşme sürecinin ekonomik, siyasi ve kültürel yansımaları, vatandaşlık anlayışından devlet örgütlenmelerine, serbest piyasa ekonomisinden uluslararası ticaretin yayılmasına, iletişim teknolojilerindeki gelişmelerden tüketim kültürüne kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsamakta ve içinde bulunduğumuz değişim sürecinin ve Değişim Çağı'nın temellerinin atılmasına katkıda bulunmaktadır.