• Sonuç bulunamadı

II. 1.2.1.5 Yerelleşme

II.2. Kamu Yönetiminde Yaşanan Dönüşümün Temel Dinamikleri

II.2.1. Dış Faktörler

II.2.1.1. Küresel Trendler/Yönelimler

Küreselleşme, dünyanın tek bir yer olarak algılandığı yönündeki bilinç artışına bağlı olarak her gün daha da gelişen bir trend olarak devletlerin ve kamu yönetiminin yapısında önemli değişikliklere yol açmaktadır. Siyasal değişmelerin doğrudan uluslararası

etkilere bağlandığı küreselleşme bir yandan devletin görev alanını ve biçimini değiştirirken diğer yandan da demokrasi kavramının içeriğini belirleyen özelliğiyle yönetimleri yeni kavramlarla karşı karşıya bırakmaktadır (Çukurçayır, 2002: 92–94).

Küreselleşme birçok kişi tarafından farklı yönleriyle ele alınmış bu yüzden küreselleşmeye birbirinden farklı anlamlar yüklenmiştir. Kimi siyaset bilimciler kürselleşmeye geleneksel egemenlik kuramından uzaklaşma anlamını yüklerken kimi işletme okulu yazarları küreselleşmeyi “Sınırsız Dünya” şeklinde yorumlamayı tercih etmişlerdir. Kimilerince küreselleşme yalnızca özel sektör firmalarınca yönlendirilen bir olgu iken kimilerince küreselleşme sınırlara ilişkin sorunlara indirgenmiştir (Farazmand, 2001: 249).

Farazmand’a göre (2001: 252) küreselleşme, gelişmekte olan ülkelerde eskiden beri etkiler yaratan bir süreç iken batılı ülkeler bu etki ile henüz yeni tanışmaktadır. Bu etkiler batılı gelişmiş devletleri küreselleşmenin sonuçlarıyla ilgilenmek zorunda bırakmaktadır. Doğal olarak bu ilgi de onları küreselleşme tartışmalarında güçleri oranında etkin bir oyuncu konumuna sokmaktadır.

Buradan da anlaşılıyor ki devlet, küreselleşmenin yarattığı etkileri yönetmekle görevli etkin ancak ikincil bir role sahiptir. Çünkü sonuçları yaratan birincil rol zaten küreselleşmenin kendisine aittir. Devlet bu rol dağılımında sonuçları yaratandan ziyade sonuçlardan etkilenendir. Bu da doğal olarak devletin küreselleşme olgusuna göre biçimlenmesini gerektirmektedir. Küreselleşmenin kamu yönetiminde değişiklikler getirdiği süreçte “yönetime katılma, demokratik yönetim, özerkleşme ve yerelleşme, yönetişim, optimal hizmet sunumu, performans yönetimi” en çok öne çıkan kavramlar olarak görülmektedir (Yılmaz, 2007: 222).

Devletin rolünü tartışmaya açan ve küreselleşme olgusu ile hız kazanan yeniden yapılanma arayışları sonucunda merkezi yönetim yerel yönetim ilişkileri yeniden kurgulanırken; devletin küçülmesi, özelleşme, özelleştirme, sosyal refah devleti anlayışındaki değişimler, kent kavramının içeriğine yönelik anlayış ve uygulama değişiklikleri öne çıkan kavram ve tartışma öğeleridir (Görgülü, 2008: 768; Aydın, 2007: 249-252). Bu noktada küreselleşmeye getirilen çok önemli eleştirilerden bir tanesi de küreselleşmenin temel karakteristiğinin “Parçalayıcılık” olduğu şeklindedir (Güler, 1997: 50).

1980’lerden itibaren geleneksel kamu yönetimi modeli; İngiltere, ABD, Fransa, Avustralya, Yeni Zelanda, İsveç ve Kanada gibi yapıları birbirinden farklı ama hepsi de gelişmiş olan ülkelerde güçlü bir reform dalgası ile karşı karşıya kalmıştır.

Literatürün bu konuyu ele alan çalışmalarının detaylarına inildiği zaman kamu yönetimi yapısındaki bu değişimin bir paradigma sorunu olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz. Bu sorunun önümüze koyduğu tablo ise değişimlerin süreklilik içerse bile bu alandaki yerleşik düzen ve anlayışını radikal bir kırılmayı işaret ediyor olmasıdır. Bu çerçevede vurgular ve öncelikler değişirken yaşanan değişimlerin boyutları ülkeden ülkeye farklılıklar gösterse de hedefler, kullanılan teknolojiler ve yöntemlerin ülkelerin hepsinde benzeşiyor olması bu durumun geçici bir moda olmayıp kalıcı ve güçlü bir akım olduğunu göstermektedir (Al, 2007: 136–137).

Küresel bir fenomen olarak karşımıza çıkan bu değişim (reform) hareketleri OECD ülkelerinde “kamu hizmetlerinin piyasaya açılması, uygulayıcı birimlerin oluşturulması, verimlilik ve kaliteyi sağlamak” gibi modellerle kamu yönetimi alanında yerini almaktadır (Al, 2007: 137). YKY olarak tanımlanan bu anlayış en büyük desteğini IMF, DB, AB, OECD gibi ulus üstü kuruluşlardan almaktadır. Bu kuruluşlar muhatabı olan

ülkelere bu yaklaşımın temel öncülleri olan kamunun küçültülmesi, rekabet edebilir bir kamu yönetiminin oluşturulması, yönetimde açıklık, piyasaların ağırlığı gibi kavramları önermektedirler (Dinçer ve Yılmaz, 2003: 57–58; Al, 2007: 137).

Dünya Bankası’nın bu konuda çalışması için bünyesinde oluşturduğu kamu yönetimi komitesi (PUMA) ile bu alanda geniş bir çalışma ve araştırma yapmakta, reformlarla ilgili bilgi ve uygulamaları üye ülkelere sunmaktadır. Ayrıca DB ve İMF üye ülkelere yaptıkları mali yardım ve açtıkları kredilerde kamu yönetimindeki bu yeni anlayışın yerleşmesi için reform yapma, ekonomik politikalarda değişiklik, özelleştirme gibi şartları ileri sürmektedirler (Al, 2007: 137). Bu çerçevede uluslararası finans kuruluşlarının temel rolü kendiliğinden değişmeyen ve gelişmeyen ülkeleri kendilerine ihtiyaç duyulan zamanda değişime zorlamak şeklindedir (Dinçer ve Yılmaz, 2003: 57–58).

Küreselleşmenin şirketlerin örgütlenmesini etkileyen eğilimleri zamanla kamu yönetimine de yansımıştır. Özellikle şirketler arasındaki yatay ve dikey bütünleşme hareketleri sermaye açısından küresel güç merkezleri yaratmıştır. Bu güç merkezleri önemli düzeyde bir örgütlülüğe sahiptir ve kendi içinde bir merkezileşme göstermektedir. Dünya ölçeğindeki sınırlı sayıdaki şirketin dünya üzerindeki bütün şirketlerin mallarının üçte birini elinde tuttuğu ileri sürülmektedir. Bu yeni güç merkezi kendisine ait bir küresel işletme kadrosu ve örgütsel seçkinler tabakası üretirken kendisine ait bir örgüt kültürü de yaratmıştır. Ayrıca özelleştirme gibi kimi politikalar bu şirketlerin ihtiyaçları doğrultusunda üretilmiş araçlardır (Farazmand, 2001: 254–255; Güler, 1997: 49–50).

Birçok alanı kökten etkileyen küreselleşme kavramı kamu yönetimi açısından da birçok yenilik getirirken beraberinde önemli tartışmaları da getirmektedir. Kimi bilim adamları bir medeniyetler çatışmasından söz ederken kimileri tarihin sonunun geldiğini ve yeni bir çağa girildiğini vurgulamakta kimileri ise bir orta çağa dönüşten bahsetmektedir

(Farazmand, 2001: 246). Ancak kesin olan bir şey vardır, o da; küreselleşme ile kamu yönetiminin dönüşüm geçirmekte olduğudur (Yılmaz, 2007: 222). Küreselleşme ile kamu yönetim yapısında ikili ve karmaşık bir yapı ortaya çıkarken geleneksel bürokrasi çözülmekte, kamu idareleri normal şartlarda kendi personeli ile yürütebileceği birçok hizmeti (temizlik, yemek yapımı gibi) özel sektörün işine gelecek şekilde ihale ederek devleti özel sektör için bir pazara dönüştürmektedir. Bunun yanında devlet bürokrasisi de bir özel sektör kuruluşu gibi örgütlenirken, rutin faaliyetlerin pek çoğu bürokrasinin hiyerarşik yapısını parçalayacak şekilde sabit gelirle yetinenler ve maaşlarının yanında ek gelirler elde eden iki ayrı kamu görevlisi tipi yaratmaktadır. Küreselleşmenin bir diğer önemli sonuçlarından birisi ise bizzat kamu idaresinin ve personellerinin kendilerine olan güvenini yitirmesi sonucu vatandaş ile devlet arasında ciddi bir güven bunalımının ortaya çıkmasıdır (Güler, 1997: 46–48).

Yapılan tartışmaların bir kısmı ise dünyanın küresel bir köye dönüşmekte olduğunu, küresel şirketlerin devletler üstü bir güce eriştiğini, küresel bir düzeyde dünya hükümetinin ufukta olduğunu vurgulamaktadır. Bazı bilim adamları bu çerçevede ulus devletin sanılanın aksine varlığını devam ettirdiğini ileri sürerken bazıları da devlet kavramının tarihten silinme olasılığından bahsetmektedirler (Farazmand, 2001: 246–247). Ancak bütün bu teorik tartışmaları bir kenara bırakacak olursak, küreselleşmenin yerleşik birçok kavramı yerinden oynattığı ve değiştirdiği inkâr edilemez bir gerçektir.

Her şeyden önce küreselleşme devletleri değiştirmekte ve (dönüştürmektedir). Devlet iktidarında küreselleşme ile ortaya çıkan geriye doğru kaymalar, devleti alışık olduğumuz rekabet devletinden rekabetin esas olduğu bir çeşit şirketleşmiş devlete dönüştürmektedir (Farazmand, 2001: 247–248; Aydın, 2007a: 250–251).

Özellikle Sovyetlerin yıkılmasından sonra küresel yeniden yapılandırma, açıklık, herkes için barış, soğuk savaşın sona ermesi gibi olgu ve kavramlar kaçınılmaz olarak yeni bir dünya düzeni kavramını gündeme getirmiştir (Farazmand, 2001: 248). Zaten küreselleşmeye ilişkin kavramlar biraz da kendi ürettiği Yeni Dünya Düzeni kavramının oluşturduğu beklentilerden beslenerek kendini sürekli yenilemiş ve güçlendirmiştir.