• Sonuç bulunamadı

2.2. Şehir Markasını Oluşturan Faktörler Açısından Şanlıurfa

2.2.7. Kültürel Yapı

96

97 portresini Şanlıurfa kralı Abgar Ukkama’ya gönderdiği yer almaktadır. Bütün bu faktörlerden dolayı Şanlıurfa ‘Peygamberler Şehri’ ve ‘Kutsanan Şehir’ isimleriyle anılmaktadır (Çelik, 2015: 551-552).

Üç dinin mensupları tarafından şehrin yukarıda sayılan özelliklerle anılması inanç turizmi yönünden oldukça büyük fırsatlar sunmaktadır. Örneğin, M.Ö. 132 ve M. S. 250 yılları arasında Urfa’da hakim olan ve Hristiyanlığı ilk kabul eden devlet olan Orshone Krallığı’ndan dolayı Hristiyanlar tarafından da ‘Kutsanmış Şehir’ olarak adlandırılmış olan Şanlıurfa onlar açısından da ayrı bir öneme sahiptir (Göktaş ve Türkeri, 2016: 106).

Dolayısıyla Şanlıurfa Hristiyanlar için ilk İncil, ilk kilise, ilk krallık ve ilk kilise müziği anlamına gelir. Şehirdeki başlıca Hristiyan yapıları Norhut Kilisesi, Tella (Viranşehir) Martyrionu, Aziz Stefanos Kilisesi, Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi, Rahibeler Kilisesi, Çardak Manastırı ve Deyr Yakub (Yakub Manastırı)’dır (Zengin ve Sancar, 2014: 146).

Üç büyük dinin yanı sıra ‘Tek Tanrılı Dinler Öncesi’ evre açısından da Şanlıurfa önemli çekim merkezlerini barındırmaktadır. Yapılan arkeolojik kazılar neticesinde bu dönemden kalma önemli bulgulara ulaşılmıştır. Yukarıda anlatılmış olan Göbeklitepe, ayrıca Karahan Tepe, Sefer Tepe, Çöplük Tepe ve Balıklı Göl’deki buluntular bölgenin tamamının önemli bir inanç merkezi olduğunu ortaya çıkarmıştır (Göktaş ve Türkeri, 2016: 106). Örneğin, ay, güneş ve gezegenlere kutsallık atfedildiği eski Mezopotamya’daki Asur ve Babillerin putperestlik inancına dayanan Paganizm’in önemli merkezi yerleri olan ve adları önceden geçen Harran ve Soğmatar Urfa sınırları içerisindedir (Özbek, 2010: 16).

Hal böyle olunca şehir o zamandan itibaren dini bir kimlik kazanmıştır. Bütün bu zenginliklerine rağmen Şanlıurfa günümüzde dini bir merkez olma özelliğini tam olarak gösteremese de sayılan bu unsurlardan dolayı yine de önemli bir konuma sahiptir (Şahinalp, 2005: 74).

Böylece Şanlıurfa, bütün bu kültürel ve tarihi mirası dolayısıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye Turizm Stratejisi Belgesi’nde Marka Kültür Şehri olmaya aday illerden biri olarak tanımlanmıştır. Şanlıurfa öte yandan, damak zevkine düşkün ziyaretçiler için de çok çeşitli yöresel yemekleriyle zengin seçenekler sunmaktadır (Zengin ve Sancar, 2014: 147). Yemek kültürü oldukça zengin olan Şanlıurfa için kimlik ögesi konumuna ulaşan markalaşmış yöresel yemekler ve içecekler vardır (Özbek vd., 2010: 14). Bunlardan bazıları; çiğ köfte, patlıcanlı kebap, lahmacun, şıllık ve mırradır. Bu kültürel ögelerden dolayı Şanlıurfa, Kültür ve Turizm Bakanlığının 2013 Turizm Eylem Planı’nda ‘Güneydoğu

98 Anadolu Gurme Aksı’nda konumlandırılan illerden biri olmuştur (Zengin ve Sancar, 2014:

147).

Geleneksel el sanatları olarak ise Şanlıurfa şehrinde; Abacılık, Ağaç Oymacılığı, Bakırcılık, Cülhacılık (Bez Dokumacılığı), Çulculuk (Semercilik), Dabbaklık, Kazazlık (İpek İşlemeciliği), Keçecilik, Kürkçülük, Saraçlık, Tarakçılık ve Taş Süslemeciliği günümüzdeki tarihi han ve çarşılarda sürdürülmektedir (Özbek vd., 2010: 13).

Turistik belgeli otel yetkililerinden temin edilen bilgilere göre şehre gelen yerli ve yabancı ziyaretçilerin geliş amaçları arasında yerel halkın hayat tarzının görülmesi, sıra geceleri, müzik ve yemek kültürü önemli çekim unsurları arasında bulunmaktadır. Restore edildikten sonra ziyarete açılan geleneksel Urfa evlerinde düzenlenen faaliyetlere çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçi katılmaktadır (Şahinalp, 2005: 77).

Turistik açıdan her biri ayrı birer öneme sahip olan yukarıda sayılmış çekim unsurlarının en çok ilgi görenlerinden sıra geceleri özetle şöyledir:

Sıra Geceleri: Bölgede izleri bulunan kadim kültürlerin günümüzdeki yansımalarından biri olarak Şanlıurfa’da halk oyunları ve müzik kültürü ileri düzeydedir. Bu kapsamda sıra geceleri de Şanlıurfa için kimlik ögelerinden biri halini almış önemli bir marka değeridir (Özbek vd., 2010: 14). Urfa kültürü dendiğinde akla evvela, çiğköfte, türküler, hoyratlar ve sıra geceleri gelir. Urfa’nın kültürel dokusunun en önemli yapıtaşlarından olan sıra geceleri birbirine akran sayılan arkadaş gruplarının haftada bir gece bir kişinin evinde olmak üzere belirli bir düzene göre sıra ile icra ettikleri ve geceye katılanların sıra gecesinin kurallarına uymak zorunda oldukları toplantılardır. Sıraya katılan misafirler ya da yaşça büyük olanlar saygı göstergesi olarak üst tarafa oturtulur, ev sahibi ise kapıya yakın bir köşede oturur. Bir diğer kural da müzik icra edilirken konuşmanın ve sohbet etmenin hoş karşılanmamasıdır (Göktaş ve Türkeri, 2016: 107).

Şanlıurfa’da uzun yıllara dayanan sosyo-kültürel birikimin bir neticesi olarak gelişen sıra geceleri otantik insani değerleri yaşatması sebebiyle UNESCO tarafından 2010 yılında İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne alınmıştır. Sıra gecesi gibi adetler dayanışma, yardımlaşma, eğlenme ve bilgilenme temelli sosyal kültür enstrümanlarıdır. Bu geleneğin ilk ne zaman ortaya çıktığına dair eski Urfa müftülerinden Hasan Açanal tarafından kaleme alınan bir makalede şöyle denmektedir:

Sultan Abdülaziz’in saltanatının son günlerinde… tatil günlerinde yapılan sohbet toplantıları, müzikle canlandırılırdı, sefahat yoktu, işret (içki içmek) menfur (nefret edilen) idi… Kış geceleri evlerde sıra denilen toplantılar yapılırdı. Ulema, Salı ve Cuma geceleri, esnaf, çoğunlukla gece aşırı toplanırdı.

(Kaya, 2015: 573)

99 Urfa müziği ile alakalı olarak ayrıca Konservatuar Birimi bünyesinde 2005 senesi Mayıs ayında Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği koroları oluşturulmuş ve çalışmalarına başlamıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Türk Halk Müziği Korosu ses ve saz sanatçıları ile bir arada faaliyetlerini sürdüren bu korolar çeşitli ulusal kanallarda yayınlanan programlarda yer almıştır (Özbek, 2010: 15). Bununla beraber, yazılı ve görsel medyada şehrin çoğunlukla bu yönleriyle ön plana çıkması şehrin sahip olduğu tarihi vasıfları da geri planda bırakmaktadır. Bu açıdan ilgililerin şehrin tarihi ve dini boyutlarını önceleyen tanıtımlara eğilmeleri büyük önem taşımaktadır (Şahinalp, 2005: 79). Çünkü Şanlıurfa’da, örneğin, Halilurrahman semtinde, zaman ve mekânla bütünleşmek rengi, kokusu, dokusu ve ruhani bir atmosferi olan manevi bir boyutu da hissetmeyi, Hz. İbrahim ve Şair Nabi gibi önemli isimlerin mirasını da zihinde taşımayı gerektirir (TASAM, 2014: 8).

Şehrin medya araçlarında problemli tanıtılış biçimiyle alakalı olarak bu noktada, çalışmanın ilk bölümünde ayrı bir başlık olarak ele alınmış olan sinema sektörüne de ayrıca değinmek gerekmektedir.

Urfa ve Sinema: Sinema sektörünün İstanbul’dan sonra en çok ilgisini yakalayan şehir Urfa’dır. Yerli dizilerde de Urfa hem mekân hem de konu olarak cazibe merkezi olmaya başlamıştır; fakat bu dizilerin senaryoları bazen Urfalıları dizi seti basmaya itecek kadar rahatsız edici olabilmektedir. Urfa’nın tanıtımı ve turist çekmesi açısından dizilerin (sinemanın) önemli etkisinin olduğu muhakkaktır. Bununla beraber, ekonomik amaçlar uğruna bölge insanını kamuoyuna görgüsüz ve kaba olarak tanıttığı da yadsınamazdır.

Edebiyatta, turizmde, belgesellerde yer alan Urfa maalesef sinemada ve televizyon ekranlarında hayatı yücelten değil, can alan ve can yakan bir şehir olarak tasvir edilmektedir.

Urfalılar kaçakçı, kadına şiddet uygulayan, maganda, kan davası güden insanlar olarak sunulmaktadır. Sinemada Urfa tasviri Hüseyin Peyda ile başlayıp, Yılmaz Güney ile politize olup, İbrahim Tatlıses ile arabeske dönüşüp, Kemal Sunal ile mizah unsuru haline gelmiştir (Yıldız, 2015: 499).

Halbuki sinemasal şehirler diye tabir edilen Paris, Roma, Venedik, İstanbul, Urfa vb.

mekânsal anlamda sinemaya taşınmış olsalar da hakikatte kameranın perspektifi kadardır ve yönetmenin seçiciliği sebebiyle sınırlıdır. Kadrajın dışından kalan çok farklı bir dünya vardır.

1950’lerden itibaren genelde Doğu, özelde ise Urfa vahşi hayat tarzıyla zihinlerde yer edinmiştir. Ağasız ve eşkıyasız bir Doğu tasavvur edilemez. Roma ve Paris ile yarışabilecek kadar güzellikleri olan Urfa gibi kadim bir şehrin en büyük talihsizliği sosyal anlamda feodal bir hayata mahkum sayılmış olmasıdır. Ağa ve eşkıya ekseninde işlenen Urfa, sinema

100 izleyicisinin zihninde kadim bir şehir olmaktan ziyade bir ‘köy’, medeni olmaktan ziyade

‘bedevi’ olarak algılanmıştır. Urfa ile ilgili çekilmiş olan ‘Söyleyin Anama Ağlamasın’,

‘Mezarımı Taştan Oyun’, ‘Hudutların Kanunu’, ‘Düğün’, ‘Amansız Yol’, ‘Kan’, ‘Eşkıya’,

‘Züğürt Ağa’ gibi filmlerin yalnızca isimlerine bile bakılsa beyaz perdede nasıl bir imajın oluştuğu anlaşılabilir (Kurtoğlu, 2015: 564).

Bütün bunlara bir çözüm önerisi ise var olan bazı sorunların işleniş tarzını gözden geçirmektir. Urfa konusu yöre insanını yıpratmayacak, yargılamayacak, tahkir etmeyecek şekilde işlenmelidir. Ağalı-marabalı Urfa yerine kültür şehri Urfa işlenmelidir. Reytingden bağımsız olan, hem yerel halkın dertlerine çözüm üreten hem de şehir kültürünü yansıtan senaryoların üretilmesi için sivil toplum kuruluşlarına ve sponsorlara büyük sorumluluk düşmektedir (Yıldız, 2015: 504).

Ayrıca, Antalya’da Altın Portakal, Adana’da Altın Koza, Gaziantep’te Altın Dilim film festivalleri yapıldığı gibi Urfa’da da sinema festivali yapılmalı, ödüller verilmelidir. Urfa’nın bu konudaki potansiyeli dikkate alındığında bu tarz festivallerin yapılması önem arz etmektedir (Kurtoğlu, 2015: 566).