• Sonuç bulunamadı

Kültür içinde bulunduğu toplum gibi dinamik ve değişken bir yapõya sahiptir. Zaman içinde çeşitli etmenlerle karşõlaşarak köklü ya da kõsmi değişikliklere uğrarlar. Her kültür değişmesi bir gelişim olarak değerlendirilemez. Ancak, kültürel gelişmenin ilk koşulu değişimdir. Ne kadar köklü bir değişimden geçerse geçsin, hiçbir kültür tamamõyla yok olmaz. O kültüre ait bazõ değerler veya öğeler başka bir kültürün şemsiyesi altõnda yaşamaya devam ederler.

Kültür değişmesinde ilk dikkat çeken konu, geleneksel toplumlarõn, modern toplumlara oranla daha geç ve zorlu bir değişim sürecinden geçmeleridir. Modern toplumlarõn kültürel değişim alanõndaki bu üstünlükleri, kitle iletişim araçlarõnõn ve

teknolojik gelişmelerin toplum üzerinde yarattõğõ yeniye karşõ açõklõk düşüncesinden gelmektedir (Bostancõ, 1990, s.49).

Kültür değişmelerinde ele alõnmasõ gereken ilk kavram “difüzyon”, yani yayõlmadõr. Yayõlma kõsaca, davranõş kalõplarõnõn bir kültürden diğerine geçmesi biçiminde tanõmlanabilir. Tarih içerisinde yayõlma; göçler, savaşlar, ticaret gibi yollarla gerçekleşirken, günümüzde kitle iletişim araçlarõ bu alanda önemli rol oynamaktadõr. Kültürel değişimde var olan önemli ilkelerden biri, maddi öğelerin, manevi öğelere oranla daha hõzlõ değişme özelliğidir. Bu durum, maddi ve manevi öğeler arasõnda kültürel gecikmeyi doğurur. Kültürel gecikme, kültür değişmesinde önemli bir sorun olarak görülmektedir. Kültür değişmesini sağlayan başka bir unsurda buluşlardõr. Burada buluş, var olan kültür öğelerinden yeni kültür öğeleri türetecek biçimde bileşimler yapmak anlamõna gelmektedir (Tezcan, 1995, 167).

Yayõlmanõn tartõşõlmaz önemine karşõn, başka bir kültüre ait öğelerin benimsenmesi konusunda, “yerli” olanlarõn benimsenmesine oranla daha fazla güçlükle karşõlaşõlabildiği söylenebilir. Bununla birlikte, “yerli” öğeler konusunda karşõlaşõlan güçlüklerin geçerli olmasõnõn yanõnda, alõnan öğenin “yabancõ” oluşu da ayrõ bir engeldir (Haviland, 2002, s475).

Konuya tarihsel açõdan bakõlmak istenirse, Toynbee’nin tarih içerisinde birbirleriyle mücadele eden medeniyetlerden yola çõkarak geliştirdiği şu teorisinin, bir anlamda kültür değişmesini de işaret ettiği düşünülebilir. Toynbee’ye göre, bir toplum başka bir toplumun tehdidi karşõsõnda iki ayrõ davranõş biçimi sergiler. Bunlardan ilki, Zelotizm olarak adlandõrdõğõ, toplumun içe dönerek kendi değerlerine tutucu bir şekilde bağlanmasõdõr. Herodyanizm adõnõ verdiği diğer davranõş biçimi ise, toplumun tehdidinde bulunduğu diğer toplumun değerlerini benimseyerek ona karşõ koymasõdõr (Berkes, 1993, s.173).

Kültür değişmesi üzerine farklõ bir yaklaşõm da Kõncal tarafõndan getirilmektedir. Kõncal, kültürün değişme sürecine girmesini üç ana etmene bağlamaktadõr. Bunlar:

1. Toplumun içinde bulunduğu ekolojik alanda yaşanan değişiklikler. 2. Değişik kültürlere sahip toplumlar arasõndaki kültürel ilişkiler.

3. Gelişme yolu ile bir toplumda meydana gelen değişmeler. (Kõncal, 1990, s.79).

Kõncal bu etmenler yoluyla toplumun kültür değişmesi sürecini üç farklõ başlõk altõnda incelemektedir.

Serbest kültür değişimi: Bir toplumsal grubun ya da toplumun, yabancõ başka bir toplumsal grup ya da toplum ile kurduğu ilişki yoluyla, her hangi bir baskõ söz konusu olmadan, kültürün ya da bazõ öğelerinin değişmesi ile oluşan süreçtir.

Zorlanmõş kültür değişimi: Aynõ kültüre sahip iki toplumdan ya da toplumsal gruptan birinin diğerine kendi kültürünü ya da bazõ kültür öğelerini zorla ve baskõ yoluyla kabul ettirmeye çalõşmasõ ile oluşan süreçtir.

Güdümlü ya da planlõ kültür değişimi: Toplumlarõn, kendi geleneksel ilişkilerini, düşünce biçimlerini ve maddi donanõmlarõnõ gereksinim üzerine planlõ bir biçimde gerçekleştirdiği değişim ile oluşan süreçtir. (Kõncal, 1990, s.79).

Görüldüğü üzere, kültür değişmesi beraberinde toplumun da köklü bir değişim süreci içerisine girmesini sağlamaktadõr. Kültürün tanõmõ göz önüne alõnacak olursa, bu doğal bir sonuçtur. Araştõrmanõn bu bölümünde, kültür ve toplum arasõndaki bu etkileşimli ilişkinin işleyişine õşõk tutulmaya çalõşõlacaktõr.

1.1.1.5. Kültür ve Toplum

Buraya kadar verilen bilgiler, anlaşõlacağõ üzere, çoğunlukla kültürün yapõsõnõn ve içinde bulunabileceği olasõ süreçlerin betimlenmesine yöneliktir. Kültür ve toplum arasõnda neden-sonuç olarak nitelendirilebilecek bir ilişki bulunmaktadõr.

Bu ilişkiyi açõk bir biçimde çözümleyebilmek için, öncelikle toplumun yapõsal özelliklerinin araştõrmayõ ilgilendirdiği kõsõmlarõnõn kõsaca incelenmesinde yarar görülmektedir.

Toplum; belirli bir bölgede yaşayan insanlardan oluşmuş ve üyelerinin ortak bir yaşayõş tarzõnõ bölüştükleri en büyük insan grubudur (Dönmezer, 1999, s.6). Bugün, yapõlan araştõrmalar tarihte ve insan tarihi öncesinde ne kadar eskilere gidilirse gidilsin, insanõn grup ya da gruplar içerisinde yaşadõğõnõ göstermektedir. İnsanlarõn bu birliktelik anlayõşõ doğa üzerinde ve doğayla olan ilişkileri içinde oluşmuştur. Buradan hareketle, toplum, insanlarõn, doğa ile ilişkilerinin ve kendi aralarõndaki ilişkilerinin bir bütünü olarak da tanõmlanabilir (Ergun, 1993, s.98).

Kültür ve toplum arasõndaki ilişkiyi anlamak için sosyal yapõ kavramõna da göz atmak gerekir. Sosyal yapõ, bir insan topluluğunda mevcut sosyal etkileşmelerin toplamõ olarak tanõmlanabilir (Özönder, 1981, s.9). Bununla birlikte, bu yapõ toplum tarafõndan tekrarlanan davranõş kalõplarõnõn zaman içinde meydana getirdikleri kurumlardan oluşur. Sumner ve Keller, kurumlarõn toplumsal yaşam için önemini “eğer gelenekler toplumun hücreleri ise kurumlar da kemik ve derisidir” ifadesi ile dile getirmektedirler (Ulusoy, 1991, s.21).

Sumner ve Keller’e göre kurum, “görenek ve örfler demeti ile çevrelenmiş yaşamsal bir ilişki veya eylemler olarak sosyal yapõnõn içeriğidir” (Güçlü, 2005, s.21). Hertzler’e göre ise kurum, “bir grubun üyeleri arasõnda genellikle kabul görmüş ilişkilerin örgüsüdür” (Ulusoy, 1991, s.22). Farklõ bakõş açõlarõ ile yaklaşõp, farklõ tanõmlarõ öne sürseler de, sosyologlar sosyal kurumlarõ genellikle temel insan ihtiyaçlarõna hizmet amacõyla tesis edilmiş ve organize olmuş temel yapõlar olarak tarif etmektedirler. Karmaşõk toplumlarda çeşitli ihtiyaçlara hizmet eden çeşitli kurumlar vardõr. Bunlara örnek olarak; aile, ekonomi, hukuk, din, eğitim, sanat ve devlet gösterilebilir. Toplum içinde bütün kurumlar birbirleriyle karşõlõklõ ilişki içindedir. Kurumlarõ oluşturan parçalar birbirlerine dayanõrlar ve birbirleri üzerinde baskõda bulunurlar. Diğer bir anlatõmla, kurumlarõn herhangi birisinde meydana gelen bir değişme (planlõ veya plansõz) az ya da çok diğer kurumlara da yansõr

(Güçlü, 2005, s.17-24). Kültürün ana veya alt öğeleri de toplumda birer kurum olarak iş görebilirler. Buna en iyi örnek olarak, kültürün estetiksel yansõmasõ olarak nitelendirilebilecek sanat kavramõ gösterilebilir.

Kültür ve toplum arasõndaki ilişkinin aydõnlatõlmasõnda iş görebilecek diğer bir konu ise, kültürün işlevleridir. Bu işlevlerden görüleceği üzere, kültür sadece topluma bir kimlik ve ait olma duygusunun kazandõrõlmasõnda değil, o toplumun devamlõlõğõnda ve yaşamsal bütünlülüğünde de önemli bir rol oynamaktadõr. Şüphesiz, kültürün işlevleri ile ilgili birçok unsur dile getirilebilir. Tezcan, bu işlevleri şu şekilde özetlemektedir:

1. Kültür, bir toplumu diğerinden ayõrmaya yarayan bir işaret gibidir. 2. Kültür, bir topluma özgü olan değerleri içerir ve onlarõ yorumlar. 3. Kültür, toplumsal dayanõşmanõn temellerinden birini oluşturur.

4. Kültür, bir toplumsal yapõnõn hem kalõbõnõ, hem de içeriğini dolduracak, biçimlendirecek malzemeyi sağlar.

5. Kültür, toplumsal kişiliğin doğuş ve gelişiminde egemen bir etmendir. (Tezcan, 1995, s.166)

Yukarõda sayõlan bu işlevlerin gerçekleşmesinde, doğal olarak sanatõn da yer alabileceğini söylemek yanlõş olmayacaktõr. Buna karşõn, günümüzde genellikle bireysel niteliklerinin ön plana çõkarõldõğõ sanat ile toplum arasõnda kurulabilecek bir bağõntõnõn dayanak noktasõnõn ne olabileceği her zaman için yanõt bekleyen bir soru olarak beklemektedir. Bu soruya Sena, şu şekilde yanõt vermektedir:

“Bireysel duyumlar ve duygular ilk bakõşta insanlarõ birbirinden ayõrõrlar. Zevklerin ve renklerin tartõşmaya elverişli olmamalarõ, bunlarõn kişisel olduklarõnõ kabul ettiğimizdendir. Fakat, onlarõ bazõ bakõmlardan toplumsallaştõran ve büyük bir kõsmõnõ birbirleriyle özdeş hale getiren bir vasõta vardõr ki, o da sanattõr.” (Sena, 1972, s.58)

Bireysel duyum ve duygularõn, toplumsal bir noktada birleşebilmesinin sanat yoluyla olanaklõ olabileceğini belirtmek isteyen Sena, bu görüşünü “sanatõn büyük

sõrrõ aynõ tarzda hissettirmektir” ifadesiyle pekiştirmektedir (Sena, 1972, s.58). Ulusoy, sanat ve toplum arasõndaki bağõntõya sanatçõ yönünden yaklaşarak, sanatçõlarõn yaratma sürecinde esin kaynağõ olarak yararlandõklarõ duygularõn ve yargõlarõn, aslõnda toplumsal hayatõn birer ürünü olduklarõ, sanatçõlarõnda eserleriyle toplumun diğer üyelerini etkilediklerini, böylelikle, sanatçõ ve toplum arasõnda bir geri besleme sisteminin oluştuğunu dile getirmektedir. Ayrõca, bu durumu, sanatõn insanlar arasõnda iletişimi sağlayan sembolik bir dil olduğunun bir kanõtõ olarak görmektedir (Ulusoy, 1991, s.4). Bu düşünceye koşut olarak Parsons da sanatçõyõ tanõmlarken, sanatõ toplumun beklentileri doğrultusunda sembolik bir dil olarak değerlendirdiğini belirtmektedir. Parsons’ göre, “sanatçõ, toplumun gereksinmelerine uygun yeni, anlamlõ estetik sembol standartlarõ üreticisidir” (Edles, 2005, s13).

Buraya kadarki bilgilerden yola çõkarak, sanatõn toplum içindeki işlevleri şu şekilde sõralanabilir:

1. Bütünleştirme 2. İletişim

3. Haz verme (Ulusoy, 1991, s.7)

Yukarõda sõralanan işlevlerin, müzik içinde geçerli olduğu söylenebilir. Buna karşõn, müziğin toplum içindeki işlevlerini anlamak ve belirlemek için, müzikle toplum arasõndaki ilişkinin çözümlenmesi gerektiği düşünülmektedir. Müzikle topluma arasõndaki ilişki şu iki basamakta açõklanabilir:

• Müzik insanõn en çok başvurduğu ve tükettiği sanat dalõdõr. Bunda müziğin en basit düzeyde yapõlmasõnda asgari bir becerinin ve fazla bir araç-gereç ihtiyacõnõn olmamasõ etkilidir.

• Müzik insan topluluklarõnõn birlikte icra ederek ortak duygu ve düşüncelerini yansõtabileceği sanat dallarõnõn başõnda gelmektedir. Bu özelliğe sahip diğer bir sanat dalõnõn da dans olduğu söylenebilir. Bu özelliğin müziğin şu yönüne işaret ettiği düşünülmektedir. Müzik toplumun kültürünü yaşatan, yaşattõğõ

kadar da etkileyen, toplumun geçirdiği farklõlaşmalarõ gösteren en önemli kültür ve sanat öğesidir.

Müzik ile toplum arasõndaki bu ilişki akla, müziğin toplumsallaşma sürecinde etkin bir araç olarak yer alabileceğini getirmektedir. Toplumsallaşma, “bireyin içinde yaşamakta olduğu toplumun ürettiği kültürel değerleri rasgele ya da sistematik yolla öğrenerek ve kendisi de katkõlarda bulunarak, onun iyi bir örneklemi olma sürecidir” (Günay, 2006, s.188). Günay müzik aracõlõğõyla toplumsallaşmanõn, öncelikle insanlarõn “müzikte buluşarak”, birbirleri ile olan etkileşimleri sonucunda gerçekleşebileceğini belirtmektedir. Bunun yanõnda, hangi düşünce doğrultusunda yazõlõrsa yazõlsõn her müzik eserinin ortaya konduktan sonra toplumun ortak bir malõ haline gelmesini ve toplu müzik yaparken uyulmasõ gereken olağan kurallar çerçevesinde bireyin uyum gösterme zorunluluğunu da birer kanõt olarak sunmaktadõr (Günay, 2006, s.194-196). Kaplan da, müzik ile toplum arasõndaki ilişkiye müzik türleri açõsõndan yaklaşarak, her hangi bir toplumun ya da toplum içindeki farklõ gruplarõn kendilerine ait kültürün içyapõsõnõ anlatan ve bireyler arasõnda duygusal bütünleşme sağlayan bir müziklerinin olduğunu ifade etmektedir (Kaplan, 2005, s.81). Belli toplum ya da gruplarõn kendilerini tanõmlamada, diğer toplum ya da gruplardan ayõrmada müziğin tek araç olarak iş gördüğünü de eklemektedir (Kaplan, 2005, s.79).

Müziğin toplumla olan ilişkisine, tarih boyunca birçok düşünür dikkat çekmek istemiştir. Çoğunlukla, söz konusu ilişkiye birey ve müzik eğitimi açõsõndan yaklaşan bu düşünürler arasõnda ilk çağ düşünürleri, bu ilişkiyi toplumun biçimlenmesi açõsõndan öncelikli bir konuma getiren görüşleriyle dikkat çekmektedir. Sözgelimi Aristoteles, en önemli eseri olarak nitelendirilebilecek “Politika”nõn son bölümünü oluşturan ve toplumun eğitilmesini konu alan “Kitap VIII”in büyük bir bölümünü müzik ve şarkõya ayõrmõştõr. Aristoteles bu bölümde müziğin, özellikle, Yunanlõlarõn (çoğunlukla ‘boş zaman etkinlikleri’ olarak çevrilen) skhole dediği zihin, sanat ve düşün yaşamõ içerisindeki yerinin önemine işaret etmiştir (Aristoteles, 2006, s.233-246). Benzer bir yaklaşõmla, bir başka ünlü ilk çağ düşünürü olan Platon

da, müziğin eğitim boyutunun toplum üzerindeki etkisine “Devlet” adlõ çalõşmasõnda değinmektedir.

“...müzik eğitimi, bundan ötürü eğitimlerin en iyisidir. Hiçbir şey insanõn içine ritim ve düzen kadar işlemez. Müzik eğitimi gereği gibi yapõldõ mõ insanõ yüceltir, özünü güzelleştirir. Kötü yapõlõnca da, bunun tersi olur.” (Platon, 2006, s.94)

Müziğin işlevleri konusunda öne sürülen farklõ görüşler de vardõr. Uçan, müziğin işlevlerini ya da diğer bir deyişle işgörülerini, bireyin içinde yaşadõğõ müziksel çevreyi göz önüne alarak ve insan yaşamõnõn ana boyutlarõnõ içeren bir yaklaşõmla müziği yalnõzca toplumsal boyut içinde değerlendirmeyerek şu şekilde sõnõflandõrmõştõr:

1. Bireysel (fizyo/biyo – psişik) işgörüler 2. Toplumsal işgörüler

3. Kültürel işgörüler 4. Ekonomik işgörüler

5. Eğitimsel işgörüler (Uçan, 1994a, s. 18)

Uçan, bu sõnõflandõrma içerisinde en temel olanõnõn “bireysel boyuttaki fizyo – psişik işgörüler” olduğunu dile getirmektedir. Neden olarak da, diğer işgörülerin bu temelden kaynaklandõğõnõ göstermektedir (Uçan, 1994a, s.18).

Kültür karşõlõklõ ilişkide bulunduğu toplumun yaşadõğõ yapõsal değişimlerden, yaptõğõ hareketlerden doğal olarak birebir etkilenir. Bu, kültür farklõlõklarõna değinildiğinde açõklanmaya çalõşõlan alt-kültür kavramõnda olduğu gibi, toplum içinde farklõ kültür tiplerinin ortaya çõkmasõnõ sağlar.

1.1.1.6. Kültür Tipleri

Bir kültür, ait olduğu toplumun içinden geçtiği çeşitli süreçlere bağlõ olarak farklõlaşabilir ve kendi içinden yeni kültür tiplerinin doğmasõnõ sağlayabilir. Bu yeni kültür tipleri temelde, birer alt kültür özelliği taşõmakta olup, toplum içindeki belli gruplarõn farklõ beklentilerine göre yeni ürünlerin –sanat eserleri gibi- oluşmasõ işlevini yürütürler.

Modern toplum içinde birçok farklõ kültür tipinden söz edilebilir. Oktay, bu kültür tiplerini ve ürünlerinin barõndõrdõklarõ özellikleri şu şekilde açõklamaktadõr:

• Folk(Halk) kültürü 1. Biçimi basittir

2. Her türlü duyu ya da gelenek aracõlõğõyla doğrudan aktarõlabilen ya da iletilebilen bir yapõdadõr.

3. Anonimdir.

4. İçinden çõktõğõ grubun değer yargõlarõnõ içerir ve iletir. 5. Ürün tüketiciye dönüktür.

6. Genellikle herkes için parasõzdõr. • Popüler kültür

1. Biçim olarak orta karmaşõklõktadõr.

2. Aktarõmõ ya da iletimi, ortam ve teknoloji olarak dolaylõdõr. 3. Bilinen bir kaynağõ ya da yaratõcõsõ vardõr.

4. Kültürel değerleri ve gelenekleri, yeni formüller biçiminde yansõtõr. 5. Ürün tüketiciye dönüktür.

6. Oldukça ucuza, fakat parayla elde edilir. • Üst kültür

1. Karmaşõk bir biçimi ve beğenilmesinin estetik ölçütleri vardõr.

2. Tüketicileri yüksek eğitimli kişilerdir, bu yüzden iletilebilme aracõ, yapõtõn kendisidir.

4. İlk değerlendirilmesi yine yüksek beğeni sahibi gruplar ya da eleştirmen topluluğunca yapõlõr. Ekoller ve küçük topluluklar oluşur. 5. Ürün, yaratõcõsõnõn yaratõm süreciyle oluşturduğu bir düşünsel ve

sanatsal çabayla ortaya çõkmõştõr. Ancak bu çabayõ göstereceklere dönüktür.

6. Ürün pahalõ ve değerlidir. (Oktay, 2002, s.16)

Yukarõda belirtilen bu kültür tipleri tanõmlanmaya çalõşõlõrsa, halk kültürünün, halkõn günlük yaşam içindeki beklentilerini karşõlamaya ve estetiksel gereksinimlerini gidermeye yönelik ürünler ortaya koyan, toplumun ve kültürün farklõlaşmaya başladõğõ günden beri var olan bir kültür tipi olduğu söylenebilir. Popüler kültür ise, sanayi devriminden sonraki iki yüzyõl içinde dünya genelinde yaygõnlaşan ve yerleşen serbest piyasa ekonomisinin, topluma getirdiği günlük yaşam tarzõna, yine kendi koşullarõ içerisinde bulduğu kültürel çözüm olarak tanõmlanabilir. Oldukça geniş toplumsal kesimlere hitap etme özelliği bulunan halk ve popüler kültüre oranla üst kültürün, toplumun ortalama beğeni düzeyinin üstünde farklõ bir beğeni çizgisini paylaşan ve seçkin olarak nitelendirilebilecek dar bir zümrenin gereksinimlerini karşõladõğõ dile getirilebilir. Müzik açõsõndan bakõlacak olursa, halk, popüler ve üst kültür tiplerinin, müziksel ürünlerini sõrasõyla halk, popüler ve sanat müziği içerisinde oluşturduğu ve geliştirdiği söylenebilir. Kültür tiplerinin ürün özelliklerine bakõlarak, bugünkü anlamda disipline edilen ve rafineleştirilen sanat eseri kavramõna en yakõn olanõnõn, üst kültür ürünlerinin olduğu söylenebilir.

Buna karşõn, sanat kavramõnõn farklõ kültür tiplerinden her şekilde etkilenebileceğini öne sürmenin yanlõş bir tutum olmayacağõ düşünülmektedir. Sorokin bu durumu, özellikle kültür tiplerinin düşünsel alt yapõsõna, diğer bir anlatõmla, her kültür tipinin içerdiği zihniyet ile ilişkilendirmektedir:

“Her sanat türü yahut akõmõ, parçasõ olduğu kültür tipinin zihniyeti ile bütünleşmiş, onunla şekillenmiştir. Dolayõsõyla bu türün tabiatõnõ ve dinamiklerini anlamak, bunlarõn altõnda yatan zihniyeti de kavramamõza yardõmcõ olacaktõr.” (Sorokin, 1964, s.195)

Ürünler bakõmõndan günümüzün sanat eseri anlayõşõna yakõn gibi gözüken üst kültür tipi, ürünlerin ortaya konmasõnda etkili olan düşünsel alt yapõya göre üçe ayrõlmaktadõrlar. Bunlar:

1. Düşünsel kültür tipi 2. Duyumcul kültür tipi

3. Ülkücü kültür tipi (Ulusoy, 1991, s.14)

Düşünsel kültür tipinde; egemen olan akõl ve duyum ötesi inançlardõr. Buna örnek olarak, tamamõyla Hõristiyanlõk üçleme inancõnõn(baba, oğul, kutsal ruh) en üstün doğru olduğu ortaçağõn sanat anlayõşõ gösterilebilir. Duyumcul kültür tipinde ise; duyu organlarõyla algõlanabilen nesnel doğrular temel alõnmaktadõr. Bu kültür tipine örnek olarak empresyonizm sanat anlayõşõ verilebilir. Ülkücü kültür tipte ise; kõsmen duyum üstü, kõsmen de nesnel gerçeklik doğrudur. 13. ve 14. yüzyõl Avrupa sanatõ bu kültür tipine örnek olarak verilebilir (Ulusoy, 1991, s.14-15).

Toplumda farklõ kültür tiplerinin bulunmasõ, kültür ve toplum ilişkisi hakkõnda bambaşka bir soruya dikkat çekmektedir. Acaba, toplum içinde farklõ kültür tiplerinin bir arada yaşamasõ, hangi toplumsal örgütlenme yoluyla olanaklõ hale gelmiştir?

1.1.1.7. Kültür ve Devlet

Toplumsal yaşamda, tarih boyunca var olan bir gerçek, bir grubun toplumda yönetim erkini ellerinde tuttuklarõdõr. Bu gerçek, toplumda yönetenler ve yönetilenler olarak en az iki farklõ grubun oluşmasõnõ sağlamaktadõr. Bu farklõlaşma devletin ortaya çõkmasõna yol açan sosyal bir durumdur (Göğer, 1974, s.168).

Kültür de, devletin ortaya çõkmasõnõn arkasõndaki önemli itici güçlerden biridir. Toplumun dõş etkilere karşõ devamlõlõğõnõ sağlamasõnda rol oynayan ve kültürün toplum üyelerine aktarõmõ yoluyla gerçekleşen sosyalleşme, hiçbir zaman

mükemmel bir seviyede işlemez. Bu, toplumda ve kültürde bazõ sapmalarõn oluşmasõnõ sağlayabilir. Bu sapmalar, toplumda bilinen kültür kalõplarõyla çözülemeyecek yeni sorunlarõ beraberinde getirir. Yeni sorunlar toplum için yeni çözümler anlamõna gelmektedir. Bu nokta da, yeni çözümlerin neler olabileceğine ve nasõl işleyeceğine ilişkin toplum adõna karar verecek bir yönetici ve otorite grubu devreye girer. Bu yönetici ve otorite grubu zaman içinde kurumlaşarak devletin toplum içinde yerleşmesini olanaklõ kõlar (Beals, Hoijer, 1965, s.501).

Tarih içinde kültür gibi birçok itici gücün aracõlõğõyla ortaya çõkan devlet içi birçok tanõm yapõlabilir. Özkalp, devleti sosyal işlevleri açõsõndan ele alarak, “insanlarõn ilişkilerini düzenleyen siyasi bir örgütlenmedir” diye tanõmlamaktadõr (Özkalp, 1986, s.165). Weber ise, elinde bulundurduğu gücün meşruluğunu temel alarak devleti, “belli bir bölgede meşru baskõ gücünün üzerinde tekel (tekel sahibi) olan organizasyon” şeklinde açõklamaktadõr (Spencer, 1982, s.398). Kongar da devlete sõnõfsal açõdan, diğer bir anlatõmla toplumsal tabakalaşma bakõmõndan yaklaşarak devleti, “bir toplumun sõnõfsal dengesinin (ya da dengesizliğinin) o toplumun yönetim örgütünde somutlaşmasõ” olarak ifade etmektedir (Kongar, 1999, s.113).

Farklõ odak noktalarõna dayanan bu tanõmlarla beraber, bir devletin ancak, belirli bir toprak parçasõ üzerinde egemen olan, yasal sisteme dayanan ve politikalarõnõ yürütmek için askeri güç kullanma yeteneğinde olan (bir parlamento ya da kongre gibi kurumlarõn yanõnda kamu görevlilerinin de dâhil olduğu) bir politik aygõtõn bulunmasõyla var olabileceği açõk bir gerçektir (Giddens, 2005, 419).

Devletin, toplum içinde birçok işlevi yerine getirdiği yadsõnamaz bir gerçektir. Bu işlevler kõsaca özetlenecek olursa, devlet;

1. Bütünleştiricidir, 2. Düzenleyicidir, 3. Koruyucudur,

4. Toplumun refah seviyesini ve mutluluğunu arttõrmayõ amaç edinir (Ulusoy, 1991, s.6).

Bu işlevlerin yerine getirilmesi, Weber’in devlet tanõmõnõ yaparken üzerinde durduğu meşru güçle, diğer bir deyişle otoriteyle ilişkilidir. Weber, otoriteyi dayandõğõ kaynağa göre şu şekilde sõnõflandõrmõştõr:

1. Geleneksel otorite 2. Karizmatik otorite

3. Çağdaş-akõlcõ otorite (Özkalp, 1986, s.189)