• Sonuç bulunamadı

6.1. ORTAÇAĞ’DA SOSYAL-SİYASAL HAREKETLER

1.1.4. John Locke

Yasama ve yürütme erklerini ilk kez ve tartışmasız bir şekilde birbirinden ayıran düşünürdür Locke. O, anayasal monarşi fikriyle Hobbes’un tam karşıtı bir biçimde doğal durumda bulunan insanın her istediğini yapabilen vahşi bir hayvan olmadığına ve bu durumda bile aklının buyruklarına bağlı olduğuna inanmıştır. 238 Hobbes sivil toplumu; insan doğasındaki en kötü şeyler üzerine bina ederken, Locke en iyi insani nitelikler olan akla ve ahlaki kurallara uygun yaşama yeteneği üzerine inşa eder. Aslında, Hobbes’un en kötü durum senaryosunu kurgulaması mutlak yönetimin gerekliliğini temellendirmek amacıyladır. Buna karşın, Locke iyimser durum tablosunu doğal özgürlüğe, eşitliğe ve akla dayandırarak buna uygun olmayan hiçbir mutlakiyetçi yönetimin mümkün olamayacağını benimsetmeye çalışır. 239 Locke’a göre, doğa hali Hobbes’un aksine mutlak ya da keyfi iktidarın olmadığı bir kusursuz özgürlük halidir. Locke’da doğa durumu barış, eşitlik ve özgürlük 240 durumu olarak ele alınır. “Doğa durumu, onu yöneten ve herkesi bağlayan bir doğa yasasına sahiptir.” Burada doğa yasası olarak akıl başkasının hayatına, sağlığına, 241 özgürlüğüne ya da mülküne zarar verilmemesi konusunda öğretici rol üstlenir.

Locke, eşitlik durumunu başka birinin iradesine ve otoritesine bağlı olmadan, her insanın kendi doğal özgürlüğününü sağlayacak eşit haklara sahip olması olarak ele alır. Doğa yasasının bir sonucu olarak karşımıza çıkan eşitlik, bu yasasının 242 uygulamasını ve yaptırım gücünü de kapsar. Buna göre, herkesin, yasanın çiğnenmesini engelleyecek şekilde yasayı çiğnemeye yeltenenleri cezalandırma hakkına sahip olduğu ve kimsenin bir diğeri üzerinde üstün bir güç ve yargılama yetkisine sahip olmadığı tam bir eşitlik durumunun olduğu doğa durumu vardır.

Böyle bir doğa durumunda herkes doğa yasasının uygulanması yönünde herhangi bir kişinin yaptığı herhangi bir şeyi yapmak hakkına sahiptir. Tam bir eşitlik 243

Ben-Amittay, s.175.

238

M.Wood/N. Wood, s.184.

239

Neocleous, Güvenlik, Özgürlük ve Denge Miti, s.25.

240

John Locke, Hükümet Üstüne İkinci Tez, Çev: Aysel Doğan, İlya Yayınevi Yayınları, İzmir, 2000,

241

s.30.

Mehmet Ali Ağaoğulları, Filiz Çulha Zabcı, Reyda Ergün, Kral-Devletten Ulus-Devlete, İmge

242

Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005, s.166.

Locke, s.31.

243

vurgusunun özü dikkate şayandır. Bütün insanların doğa yasasının (aklın) sağladığı hak ve ayrıcalıklardan yararlanma konusunda tam bir eşitlik ve özgürlük içinde doğduklarına dair vurgu, yöneten ve yönetilenlerin doğuştan getirdikleri haklar bakımından eşit olduklarını belirtmek içindir. Diğer bir anlatımla, kralların Tanrı 244 tarafından bahşedilen üstünlüklerini çürütmek içindir. Doğa durumunu, barış içinde ortak bir üstün otorite olmadan birbiriyle aklın emirlerine göre yaşayan ve birbirlerini yargılama yetkisine sahip olanların durumu olarak ifade eden Locke, kuramını Hobbes’un savaş teorisinin aksine müspet bir durum üzerine bina eder.

Toplumsal sözleşme, özgürlüğü herkesin yararına daha güvenli bir duruma getirmek amacıyla bireylerden fedakarlık beklemektedir. Şunu belirtmek gerekir ki, bu 245 Hobbes’un düşünmüş olduğu gibi tüm haklardan vazgeçmek veya sınırsız bir hükümeti olanaklı kılacak yolun açılması şeklinde olmaz. Aslında, Locke’un teorisinde insanlar cezalandırma ve adaleti tesis etme hakkı dışında diğer haklarından vazgeçmiş değildir. İnsanlar diğer haklarını yanlarında saklı bırakmıştır. 246 Dolayısıyla, mutlak bir devir ve mutlak bir egemen söz konusu değildir.

Toplumsal sözleşmeler genellikle iki sözleşme biçiminde olur. Birinci sözleşme ile doğa durumundan “toplum” durumuna geçilir (toplum sözleşmesi);

ikinci sözleşme ile siyasal iktidar oluşturulur (siyasal sözleşme). Son tahlilde insanlığın gelişimi doğa durumu, toplum sözleşmesi ve siyasal sözleşme olarak üç evrede değerlendirilir. Hobbes, insanları doğa durumunda eşit ama güvenliğin 247 olmadığı bir savaş ortamında görürken; Locke ise, insanları doğa durumunda eşit, özgür ve barış ortamında görür. Hobbes’un sözleşme kuramında eşit durumda olan insanların bir araya gelerek yetkilerini bir siyasal güce devretmeleri aynı anda olur.

Aynı durumu Locke’ta da görmekteyiz. Locke’un kuramında dikkat edilmesi gereken bir konu, doğa durumunda olumsuz bir vasıf yüklenmeyen insanın toplumsal-siyasal yaşama geçerken meydana gelen yeni duruma ayak uydurmak için birtakım yeni mekanizmalara ihtiyaç duymasıdır. Locke’a göre, insanların doğa durumuna son

Ağaoğulları/Zabcı/Ergün, s.169.

244

Ben-Amittay, s.177.

245

Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Esasları: Ders Kitabı, Ekin Basım Yayın Dağıtım,

246

2.Baskı, Bursa, 2011, s.153.

Şenel, s.436.

247

verip siyasal toplumsal yaşama geçmelerinin nedenleri şunlardır: Ortak rıza ile oluşturulan bir yasanın olmaması, anlaşmazlıklar durumunda tarafsız bir yargıcın bulunmayışı ve yeni durumda haklı bir cezayı destekleyen ve cezayı uygulayan bir iktidarın bulunmayışı. Yeni düzene geçilince yasama organı yetkisini ve gücünü doğa durumundaki kişinin kendisinin ve insanların geri kalanının korunması için gerekli bulduğu her şeyi yapma iktidarını devretmesinden; yürütme organı ise yetkisini kişinin tümüyle son verdiği cezalandırma gücünden alır. Uygar yönetim 248 meşruluğunu “rıza”dan almaktadır. Uygar bir toplumun veya yönetimin oluşması için rıza konusunda ısrarcı olan Locke’a göre, rızanın olma zorunluluğu, doğa durumundaki eşit ve bağımsız insanda yatar. Doğa durumunda özgür olan insanlar 249 için siyasal toplum, ancak onların özgür iradeleriyle rıza göstermeleri sonucunda olur.

Anayasal monarşi öğretisinde ve doğal hukuk tartışmasında Locke, ayrıca yönetime güçler ayrılığını da ekleyerek ilk kez siyasal düşünceler tarihinde bu konuyla ilgilenen kişi olmuştur. Locke yasama, ve yürütme organlarının yanında 250 federatif bir güçten söz etmektedir. Buna göre, yasama gücü toplumu ve üyelerini korumak için oluşturulan devlet gücünün nasıl kullanılacağını belirlemeye hakkı olan erktir. Yasama gücü tarafından çıkarılan kanunların sürekli yürürlükte kalacak olması kamu yararı gereği yasama organının sürekli ve aktif olarak çalışmasını gerektirmez.

Bunun yerine bir defada ve kısa zaman içinde yapılan yasalar sürekli ve daimi bir güce sahip olduklarından ve daimi olarak uygulanmaları veya takip edilmeleri gerektiğinden yapılan yasaların uygulanmasını gözeten ve gücünü hissettiren, her zaman yürürlükte olan bir güce gerek vardır: Yürütme gücü. Böylece yasama ve 251

Locke, s.111-113.

genellikle Montesquieu ile bilinmektedir. Ancak, bilinenin aksine bundan ilk söz eden düşünür Locke’tur. Aslında, Montesquieu Kanunların Ruhu’nda yargı erkinden ayrı bir güç olarak bahsetmez.

Yargı organı, kanunlar ile işlevsel hale getirilmemiştir. Yargıçlar, sadece kanun koyucunun sözlerini dillendiren ağızlardır ve bu yüzden talidirler. Dolayısıyla, Montesquieu’nun düşüncesinde, yargı, sürekli bir organ olarak tasavvur edilmez; sürekliliğe ve uzmanlaşmaya sahip olmaz. Ancak kanunların izin verdiği nisbette var olur. Çünkü, yargı organları sürekli oldukları takdirde ayrı bir güç olarak varlık kazanmış olacaklardır. Bu durum yalnızca kanunları dillendirme görevi yüklenen yargıçların, kanunların ruhuna zarar vermesine sebep olacaktır. Sonuç olarak, yargı organı kanunların yerine geçecektir. Bkz. Abdurrahman Saygılı, “Modern Devlet’in Çıplak Sureti”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı: 59, 2010, s.73; Baron de Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine, Çev: Fehmi Baldaş, Hiperlink Yayınları, İstanbul, 2011.

Locke, s.125-126.

251

yürütme gücü genellikle birbirinden ayrılır. Şenel, yasama ve yürütme erklerinden ayrı ayrı söz eden Locke’un yargı erkinden söz etmemesinin sebebini, İngiltere’de o dönemde yargı erkinin çok az bağımsız olmasına bağlar. Federatif güç ise, savaş 252 ve barış yapmayı, antlaşma yapmayı ve ittifak kurmayı ve ulusa ait olmayan bütün kişiler ve toplumlarla ilgili işlemleri yapmayı kapsayan güçtür. Locke’un İngiltere’de yaşadığı dönemde Crown in Parliament (Parlamentoda Kral) sistemi vardı. 253 Mutlak monarşi anlamına gelen bu durum anayasal monarşiyi benimseyen Locke için kabul edilemezdi. Locke’un çözüm için öngördüğü formül, tarafsız bir varlık olarak halka başvurmadır. Buna göre, uyruklar sadece kendi aralarındaki uyuşmazlıklar için değil, yönetimle aralarında çıkan uyuşmazlıklar için de halkın temsilcisi konumundaki yasamaya başvuracaktır. Locke’un bu isteğinin somut 254 karşılığı olarak 1640-42 ayaklanmaları gösterilebilir. Parlamento, anayasal monarşinin temel ilkelerini kurumsallaştırmak için önemli değişiklikler yapıyordu:

Parlamentonun onayı olmadan vergi konamayacak, parlamento en azından üç yılda bir kez toplantıya çağrılacak, mevcut parlamentonun feshi ancak kendi onayı ile mümkün olacak, kralın politikalarını güçlendirmek için kullandığı imtiyaz mahkemelerine son verilecekti. Bu sayede yürütmenin sorgulanması ve elinde bulunan yetkilerin sınırlandırılmasının yolunu arayan Locke için de uygun ortam oluşmaktaydı. Yasama ve yürütme organlarını ayırmasının yanı sıra yürütmeyi sorgulanabilir bir erk haline getiren Locke’un düşüncesi güç dengelerinin değişmesi bakımından çok önemlidir. Amaç, böyle bir özgürlüğün güvenceye alındığı, 255 vatandaşların özgürlüklerini zayıflattığını düşündükleri "hükümet”i feshetme hakkına sahip oldukları bir toplum bulmaktır. 256

Şenel, s.443.

252

Crown in Parliament İngiliz anayasal sisteminin özünü ele veren siyasal kurumsallaşmadır. Crown

253

in Parliament, iç savaşın taraflarını içinde barındıran ve Lordlar Kamarası ile Avam Kamarasından oluşan parlamentonun yasama gücünü eline geçirmesine karşılık kralın bunu kabul etmek zorunda kaldığı sistemdir. Crown in Parliamentte, yürütme erki olarak monarşiye dayanan kral iktidarını yasama ile paylaşmaktaydı, ancak kral yasama organı tarafından görevden alınamazdı. Dahası yasama erki, yürütmeye aykırı hareket edemezdi. Bkz.Ağaoğulları/Zabcı/Ergün, s.103-106; M.Wood/N.Wood, s.35-40.

Ağaoğulları/Zabcı/Ergün, s.211.

254

M.Wood/N.Wood, s.44.

255

Neocleous, Güvenlik, Özgürlük ve Denge Miti, s.25.

256