• Sonuç bulunamadı

2.1. MODERN DEVLETİN UNSURLARI

2.1.1. Egemenlik

Egemenlik kavramını devlet kuramında ilk defa kavramsallaştıran Jean Bodin’dir. Bodin egemenliği yurttaşlar ve uyruklar üstündeki en yüksek, mutlak ve sürekli güç olarak tanımlar. Carl Schmitt’e göre, egemenlik en üstün, hukuken bağımsız ve asli güçtür. Hinsley egemenlik kavramını siyasal bir topluluk içinde 275 var olan en son, nihai ve mutlak otorite olarak tanımlar. Weber’e göre, “Egemenlik 276 belli spesifik emirlere belirli bir grup kişi tarafından itaat edilecek olması ihtimalidir.” Bodin, mutlak monarşilerde otoriteyi temellendirme misyonunu 277 yükleyerek egemenlik kavramını çıkarır karşımıza. Egemenliği başlangıçta halka dayandıran Bodin, daha sonra halkın Tanrı’ya hesap verme yükümlülüğünü doğurmak suretiyle halkın egemenliğine sınır koyar. Hobbes’un teoreminde devlet otoritesinin kaynağı, tanrısal iradede değil; toplumu oluşturan bireylerin kişisel güvenliklerini sağlama düşüncelerinin ürünü olarak doğan toplumsal sözleşmede bulunmaktadır. Hobbes’un kuramında egemenliğin kaynağı Tanrı değil, bizzat 278 toplum olmaktadır. Ne var ki Hobbes’un kuramındaki sorun egemenlik hakkının halk tarafından kullanılmayıp bir egemene devredilmesindedir. Hobbes’u takiben Locke sınırlı; J.J.Rousseau doğrudan halka dayandırılan bir egemenlik kuramı oluşturur.

Son olarak Weber’e göre, egemenlik otoriteye boyun eğme, basit bir alışkanlıktan rasyonel olarak hesaplanabilecek çıkara kadar çeşitli nedenlere dayanabilir.

Schmitt, Siyasal İlahiyat, s.24.

275

F. H. Hinsley, Sovereignty, 2nd Edition, Cambridge University Press, Cambridge,1986, s.1.

276

Max Weber, Ekonomi ve Toplum, Çev: Latif Boyacı, I.Cilt, Yarın Yayınları, İstanbul, 2012, s.331.

277

Cemal Bâli Akal, Sivil Toplumun Tanrısı, 2. Baskı, Engin Yayıncılık, İstanbul, 1995, s.111.

278

Mairet, modern zamanlarda egemenliğin kendini yalnızca din dışı iktidar düşüncesinde bulabileceğini belirtir. XIV. ve XV. yüzyıllarda güç anlayışı din dışı bir alanda düşünülemezdi. Bu dönemde “güç” hep kutsal ve tanrısal olanla düşünülmüştür. Ortaçağ’ın dünyevi iktidar ile ruhani iktidar çatışmasında Papa ile imparator arasındaki mücadelelerde hep Tanrı tarafından verilen bir yetki varsayımı olmuştur. Ancak, daha sonra laik iktidar anlayışının belirmesiyle egemenlik bütünüyle laikleştirilmiş ve yalnızca din dışı güç olarak tanımlanmıştır. Ortaçağ’ın 279 feodal ve zümreye dayalı yapısı yeni egemenlik anlayışıyla ortadan kalkmış, Kilise’ye dayalı birlikler etkisini yitirmeye başlamıştır. Eski dünya bir taraftan 280 papalık, diğer taraftan imparatorun siyasal varlığı içerisinde hayat bulan hiyerarşik bir düzen karakterine sahipti. Yeni düzen devletlerin üstün bir güce tabi olmadığı, aralarındaki prensiplerinin kendilerinin belirlediği uluslararası hukuk kurallarına ve güç dengelerine dayanan bir model sunar. 281

İster toplumsal bir iktidara, ister siyasal bir iktidara talip olsun bir topluluğu idare etme düşüncesinin olduğu yerde iktidar taliplilerinin bir takım mekanizmalara sahip olması gerekir. Otoriteyi kişiler nezdinde kabul ettiren mekanizmalardan birisi de meşruiyeti sağlayan egemenlik anlayışı olmuştur. Bu çerçevede devlet de egemenlik kavramı/düşüncesi ile otoritesini meşru bir zemine oturtmaktadır.

Egemenlik kuramı öteden beri farklı zamanlarda farklı kaynaklarda meşruiyet zemini bulmuştur. Feodal dönemde prensler; mutlakiyet dönemi ve modern devletin doğuşunda krallar; daha sonraki dönemlerde halk ile görünür hale gelmiş bir şekil almıştır egemenlik. Diğer bir deyişle, prensler, krallar ve halk ayrı dönemlerde meşruiyetin bir zemini olan egemenliğin kaynakları olmuşlardır.

Akal’ın belirttiği gibi, modern siyasi-hukuki kavramların en belirsizi, en kapalısı olan egemenlik sayesinde modern devlet, tanrısallık dışı gizemliliğe kavuşur.

Siyasal iktidar düşüncesinin vazgeçilmez meşrulaştıcı unsuru kutsallığın tanrısallık

Gerard Mairet, “Padovalı Marsilius’dan Louis XIV’e: Laik Devletin Doğuşu”, Çev: Cemal Bâli

279

Akal, Düz: Balca Çelener, Devlet Kuramı, Der: Cemal Bâli Akal, 2.Baskı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005, s.217.

Carl Schmitt, “Somut ve Çağa Bağlı Bir Kavram Olarak Devlet”, Çev: Bertil Emrah Oder, Düz:

280

Burak Oder, Devlet Kuramı, Der: Cemal Bâli Akal, 2.Baskı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005, s.248.

Leo Gross, “The Peace of Westphalia: 1648-1948”, The American Journal of International Law,

281

Vol: 42, No: 1, 1948, s.20.

dışına oturtulmasını sağlayan laikleşme süreci yine egemenlik kavramıyla başlar. 282 Mairet’in belirttiği şekliyle, egemenlik sayesinde varlık nedenini ve amacını kendinde bulan siyasal iktidar tipi olarak devlet, yine egemenlik sayesinde meşruiyetini kendisinden alır veya doğrudan doğruya meşruiyetin kendisi olur. 283 Modern devlette egemenliğin baskın niteliği bütünüyle laikleşmiş ve dindışı bir iktidar anlayışının açığa çıkmasıdır. Tanrı artık iktidarın temeli olarak kabul görmez.

Diğer bir anlatımla, egemenlik iktidarın kutsal olanla bağlantısının alt üst olmasıdır.

Böyle bir egemenlik anlayışında iktidar ruhani makama bağlı olmaktan sıyrılır.

Burada güç meşruiyetini ve doğrulamasını kendinde bulur. Yeni egemenlik anlayışında sorunların çözümü, devlet adamlarının ya da filozofların kendilerinin bilecekleri gerçek bir dindışı esrar olarak yeni siyasal düzlemde olacaktır. 284

Egemenliğin siyasal pratikler açısından uluslararası düzlemde belirmesi 1648’de imzalanan Westphalia Barışı ile olmuştur. Siyaset bilimci J. Gerard Ruggie 1648 Westphalia Barışı’nın -Ortaçağ dünyasından modern uluslararası sistem kadar- Avrupa’ya getirdiği değişiklikleri bu milenyumda uluslararası siyasette en önemli bağlamsal değişiklikler olarak görür. Westfalia Barışı ile dünya, kendilerini bir 285 otorite olarak kabul görmeyen egemen devletlere bölünmüş ve bu devletlerden oluşmuştur. Philpott’a göre, Westphalia Antlaşmaları’nın modern devletin oluşumu 286 açısından en önemli sonucu, otorite ile toprak arasında bağ kurulması, böylece kendi coğrafyası içerisinde devletin geniş bir özerkliğe sahip olduğunun kabul edilmesidir. Kuşkusuz ulusal ordular kurarak güç kullanım kullanma hakkını tekeline alan, merkezi bürokratik kurumlar aracılığıyla kendi uyruklarının yalnızca kendisine vergi ödemesini güvenceye bağlayan modern devletin doğuşu egemenlik kavramının ortaya çıkışını önceler. Leo Gross’un belirttiği üzere, Westphalia Barışı ile birlikte 287 siyaset sahnesinde egemenlikleri sınırlandırılmayan herbiri kendi toprakları üzerinde egemen, eşit ve bir başka otoriteye tabi olmayan, bağımsız, çok sayıda bir arada

Daniel Philpott, Revolutions in Sovereignty: How Ideas Shaped Modern International Relations,

285

Princeton University Press, Princeton and Oxford, 2001, s.4.

Pierson, Modern Devlet, s.70.

286

H. Emrah Beriş, “EgemenliK Kavramının Tarihsel Gelişimi ve Geleceği Üzerine Bir

Değerlendir-287

me”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Sayı: 63-1, 2008, s.58.

bulunan devletler sistemi kurulmuştur. Bir anlamıyla Westphalia modeli 288 devletlerin kendi toprakları içindeki hakimiyetlerinin mutlak olması ve hiçbir yabancı gücün bir başka devletin içişlerine karışamayacak olmasıdır. Devlet 289 iktidarının başka hiçbir güce bağlı olmadığı, bundan dolayı hiçbir otorite tarafından sınırlandırılamayacağı, kısacası kendi sınırları içinde son sözü söyleme yetkisinin devlete ait olduğu düşüncesi egemenliğin (içe dönük) temel varsayımıdır. Bu 290 mutlak, sürekli ve bölünmez otoritenin berraklaştığı, pürüzsüz göründüğü bir zemindir aynı zamanda. Hiçbir devletin başka bir devletin içişlerine karışamayacak olması egemenliğin bir diğer (dışa dönük) varsayımıdır. Bu minvalde, Carl Schmitt Bodin’de bile egemenlik kavramının sadece iç siyasete ilişkin olmadığını, Avrupa’da dış siyasetin egemenlik kavramı bakımından ele alındığını belirtir. Son olarak şunu 291 belirtmek gerekir ki, günümüzde egemenliğin meşruluk zemini gelişen hukuk devleti anlayışıyla iyice farklılaşmıştır. Bu bağlamda, egemenlik-meşruiyet tartışmasında modern hukuk devletinde egemenliğin görünümünün değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Günümüz devlet yapılanmaları geleneksel egemenlik anlayışına pek uymamaktadır. Egemenliğin mutlak, sürekli, bölünmez oluşu artık pek geçerli değildir. Egemenlik daha çok üç erk (yasama, yürütme, yargı) eliyle uygulanmaktadır. Yani, kuvvetler ayrılığının olduğu yerde geleneksel egemenlik anlayışı hüküm süremez. Ama farklı görünümlerde de olsa günümüzde modern hukuk devletinin gereği olarak farklı anlamlarda egemenlik anlayışı vücut bulmaktadır. Değişmeyen şey egemenlik düşüncesinin hep canlı kalması olmuştur.