• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ XIX. YÜZYILDA OSMANLI VE MESNEVİHANLIK

C. II Dîvân-ı Murâd Molla

Dîvân-ı Murâd Molla, Murâd Nakşbendînin bütün şiirlerini ihtivâ eden divânıdır.

klasik dîvan tertibi üzere nât-ı şeriflerle başlar ve ehl-i beyte yazılan medhiyelerle devam eder. Hz.Hüseyin’in Kerbelâ’da şehîd edilmesini dokunaklı ifadelerle dile getiren

264 M. Nakşbendî, Kavaid-i Fârisiyye, s.1; A.m., Şerh-i Tuhfe-i Şâhidî, vr. 2a.

265 M. Hüdâî Şentürk, “Murad Nakşbendî”,DİA,İstanbul, 2006, c. 31, s. 189; A.m.,“Şeyh Mehmed Murâd-ı

Nakşibendî ve Vekâyinâmesi”, İlmî Araştırmalar Dergisi, sy.1, Bahar, 1997, s. 40.

266

Eserin ismi Fatin Tezkiresi’ne Hulâsatü’ş-Şüyûh şeklinde kaydedilmiştir.;Davud Fatin Efendi, Tezkire-i Hatîmetü’l-Eşâr, İstanbul, 1870, s. 374; 266 Babanzade Bağdatlı İsmail Paşa, İzahü'l-Meknun fi'z-Zeyl ala

kasîdelerden sonra pek çok tasavvuf ehli ve tarikat erbâbınını tazim eder nitelikte medhiyeler dizilmiştir. Bir parça evliyâ tezkiresi mahiyetindeki divan, sözkonusu şahıslar hakkında ayrıntılı denilebilecek bilgiler içerir. Kişilerin künyeleri, haklarında şâyî’ olmuş menkıbeler ve tasavvufî şahsiyetlerine dâir ipuçları bulunan divânda, müellifin geniş bir tabakât bilgisine sâhib olduğunu ve irfânî bir bakışla ele aldığı kişilerin iklimine nüfûz ettiğini görmek mümkündür. 48 varak olup, 1290/1873 tarihinde el-Hâc Hüseyin Efendi tarafından basılmıştır.267

Divân, 1290/1873 tarihinde el-Hâc Hüseyin Efendi editörlüğünde basılmış olup 94 sayfadır. Divânın girizgahında Salim Sermedî ismindeki şahsın yazdığı, tanıtıcı nitelikte bir not bulunmaktadır :

“Bismike. El-ibtidâü yâ Fettâh. Hâce Muhammed Murâd Nakşbendî (kuddise sırrahu ki bostân-ı hakāyıkın şâh-ı ser-bülendi ve gülistân-ı şakāyıkın bülbül-i neş'e- mendidir. “El-ulemâü veresetü'l-enbiyâ” hadîs-i şerîfindeki me'âl-i münîfe mâ-sadak olarak ulûm-ı âliye ve âletde tasnîfât-ı celîle ve te'lîfât-ı cemîlesiyle çârşû-yı ma'ârifde - inde's-sıgâr ve'l-kibâr şöhret-şi'âr olup evsâf-ı ber-güzîde ve ezkâr-ı hamîde-i pesendîdeleri orada kayd u beyândır ve müşârun ileyhin menbâ'-ı medâyıh-ı evliyâ-yı âgâh ve mecma'-ı sitâyiş-i ârifân-ı bi'l-lâh olan manzûme-i fesâhat ve dîvânçe-i belâgatlarının her birisi birer yetîm-i sadef-i deryâ-yı maâni ve gül-gonce-i gülistân-ı esrâr-ı sühânî ve her mısrâ'ı mesâbîh-i eflâk-i cihân ve mefâtîh-i ebvâb-ı cinân olmağa şâyân bir nâme-i şâyigân bulunmakla kâffeten hırz-ı cân olunacağı ihtâr birle hâtime-yi makāl eylerim”268

2. Muhtevâsı:

Dört adet na’tın ardından sırasıyla Hz.Ali , Hz. Hatîce, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hüseyin, Hz. Mevlânâ Celâleddin, Abdülkâdir Geylânî (v. 561/1166) , Bahâeddîn Nakşibend (v. 791/1389), Seyyid Ahmed Rıfâî (v. 578/1182), Ahmed Bedevî (v. 675/1276) , Sa’deddin Cibâvî (v. 700/1301) , gibi bir çok tasavvuf büyüğü için yazılmış medhiyeler yer alır.

Dîvân-ı Murâd Molla, bedîî bakımdan fazla öne çıkmamakla birlikte şiirlerde zaman zaman oldukça tesirli kullanımlara ve özgün mısrâlara rastlanır. Şâirliği ile tebârüz etmemiş ve şiiri tasavvufî şahsiyetine uygun didaktik bir amaca yönelik kullanmış olan Murâd Molla’nın Divân’ının orijinalliği bu bakımdan edebî cihette değildir.

267 M. Nakşibendî, Divân, s. 94. 268 M. Nakşibendî, a.e., s. 1.

Na’tlerinden “Ya Resûlallah” redifli na’ti Osmanlı Müellifleri’nde kendisi ile ilgili bölümde örnek olarak verilmiştir.269 Üslûbuna dâir bir fikir vermesi bakımından buraya tamamını alıyoruz:

“Vücûdun âlemine oldu rahmet yâ Resûlallah Husûsa ins ü cinne mahz-ı ni'met yâ Resûlallah

Kapunda bende olmak halka sultân olmadan yeğdir Senün kulluğun oldu ayn-ı devlet yâ Resûlallah

Var ise cennet-i a'lâda âşık iftirâkunla Bilir dûzah değildir âna cennet yâ Resûlallah

Ne etsin cenneti âşık değişdi habbeye âdem Ne kadri var ki olsun câna minnet yâ Resûlallah

Hemân ancak murâdı âşıkānun vech-i pâkindür Bulur kand-i lebinden cân-ı lezzet yâ Resûlallah

Değişse aşk-ı pâkün bir kişi dünyâ vü ukbâda Bu fevkında olmaz ayn-ı gaflet yâ Resûlallah

Kovarsân da döğersen de derk-i terk eyleyüp gitmez Akl geçer oldu kapunda kul oldum yâ Resûlallah”270

Mevlânâ Celâleddin Rûmî’ye yazdığı muhammesin bir kıtasında Mesnevî dersleri vererek hâtırâsına muhabbetini izhar ettiğini ifade eder:

“Gerçi mücrimdir efendim bu Murâd-ı nâ-murâd Âşık-ı efgenden olmuşdur seni eyler murâd Hizmet eyler hem kitâbına bu abd-ı nâ-reşâd Okutur hem şerh eder haddince ey sâhib-sedâd Çünki dendi bir atâdır Hazret-i Mollâ-yı Rûm”271

269 Bursalı Mehmet Tâhir, Osmanlı Müellifleri,c.1,s. 159. 270 M. Nakşibendî, Dîvân, İstanbul, 1290, s. 5.

Medhiyelerde yer yer Fuzûlî’nin üslûbuna yakın olduğunu farkedebileceğimiz kullanımlara rastlamak da mümkündür. Mehmed Emin Tokâdî (v. 1158/1745) için kaleme alınmış olan “bu” redifli medhiye divandaki en güzel şiirlerden biridir:

“Nakşbendî güllerinden bir gül-i ra'nâ da bu İster isen söyle bülbül bir gül-i zîbâ da bu

Nâm-ı pâkidir Muhammed hem Emîn oldu lakāb Gülşen tekyesinde bitmiş verd-i müstesnâ da bu”272

Dîvan’ında bu türde birçok sûfî ve zâhide medhiye yazmış olmasının sebebini “onların yüksek ruhlarının teveccühlerini elde etmek ve himmetlerine müstehak olmak” olarak açıklamaktadır:

“Hâzır olsun himmeti hem de Murâd'ın üstüne Kılmadan bu nazmı inşâ maksad-ı aksâ da bu”273

İleride bahsedileceği gibi Mesnevî şerhlerinde zaman zaman vahdet-i vücûd eksenli açıklamalarda bulunması onun melâmî-nakşî meşrebine de işaret etmektedir. Dîvânında İbn-i Arabî’ye yazdığı;

“Cemî'i evliyâya kutb-ı a'zâm Şeyh-i Ekberdir Kıdve-i ehl-i aşka gavs-ı efhâm Şeyh-i Ekberdir”274

matlâ’lı medhiyesinde eserlerini de zikretmiştir. Kalbinin Hakk’ın ilhâmının mazhârı olduğundan, Kur’ân-ı Kerîm’i baştan sona tefsîr ettiğinden ve hatmü’l-velâyetin kendisinde olduğundan söz eder.

Divânında ele aldığı kişilerin vefat tarihlerini hicrî olarak kaydetmiş, eseri olanların eserlerinden bazılarını sitâyişkâr ifadelerle zikretmiştir. Okuttukları dersler, kitaplar ve ilmî şahsiyetleri ile ilgili de ayrıntılı bilgiler verir. Özellikle hizmetinde bulunduğu ve derslerine devam ettiği kişiler hakkında buna daha fazla özen gösterdiği dikkat çekmektedir.

Divânında göze çarpan bir diğer husus ise, Abdülmecid Sivâsî (v. 1049/1639)275, Ümmî Sinân (v. 1067/1658)276, Abdülâhâd Nurî (v. 1061/1651)277 gibi zâtlara âit bilgiler 271 M. Nakşibendî, Dîvân, s. 20; “Bu murâdına nâil olmamış Murâd esasında, son derece günahkârdır ama senin

düşkün âşığındır. Ey doğruluk sahibi! Bu eksik kul senin kitâbına hizmet eder, elinden geldince onu okutur. Zira kendisine Molla-yı Rum’un bir ihsân olduğu söylendi.” Krş: Mâ-Hâzar, İstanbul, 1260, s. 261-264; Kendisine bu görevin min-tarafillah verildiğini beyan etmektedir.

272 M. Nakşibendî, Dîvân, s. 92. 273 M.Nakşbendî, a.e., s. 92. 274 M.Nakşbendî, a.e., s. 33. 275 M.Nakşbendî, Dîvân, s. 73. 276 M.Nakşbendî, a.e., s. 79. 277 M.Nakşbendî, a.e., s. 78.

verirken, Kadızâdeliler ve Sivâsiler arasındaki hadiselerden yola çıkarak, ulemâ ile bâzı mutasavvıflar arasında var olagelen çekişmelerden de bahsetmesidir. Burada ilmi ile mağrur olanlara bir mesaj verme gayesiyle , “Bu makâma münâsip hikâye” başlığı altında Ümmî Ahmed nâmında bir zâtın Ebu’s-Suûd Efendi’ye gelip, Allah’ın ilmi yanında mahlukâtın ilminin ne kadar olduğuna dâir bir misal istemesi şeklindeki anekdotu nakleder.278

3. Nüshaları :

Yazma Nüshaları:

Edirne Selimiye Ktp, no. 1340; Hacı Selim Ağa Ktp, Hüdâî Efendi, no. 1485; Süleymâniye Ktp, [Hacı Mahmud Efendi], no. 3626

Eser, 1290/1873’de basılmıştır 279

C. III. Vekâyinâme: