• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ XIX. YÜZYILDA OSMANLI VE MESNEVİHANLIK

A. ESERİN TANITIMI

Çalışmamızın konusu olan Hülâsatü’ş-şürûh adlı eserin bir Mesnevî şerhi olması dolayısıyla eser hakkında tanım ve açıklamaya başlamadan önce Mesnevî ile ilgili bâzı bilgileri vermeyi uygun buluyoruz.

A.1. Mesnevî’ye Genel Bakış:

“Mesnevî” kelimesi, Arapça, “s-n-y” fiilinen türetilmiş olup, “ikiye katlanmış, iki kat olmuş”341 anlamına gelen ism-i mefuldür. Her beytin kendi içinde kafiyeli olduğu “aa,bb,cc..”şeklinde dizilmiş olan nazım biçimine “mesnevî” denilmektedir. Nazm olarak İran-Fars Edebiyatında ortaya çıkmış, aynı isimle Türk Edebiyatı’na ve Arap Edebiyatı’na geçmiştir. Kafiye bakımından serbest olması sebebiyle, uzun yazılmayı gerektiren konularda bir edebî tür olarak mesnevi tercih edilmiştir.342Taşlıcalı Yahyâ’nın Hamse’si Hâkânî’nin Hilye’si XVI. yüzyılın önemli Mesnevî lerindendir. Yusuf u Züleyhâ Leylâ ile Mecnûn, Yusuf ile Züleyha, Şeyh San’an Mesnevîsi gibi isimlerle meşhûr hikâyeler üzerine yazılan Mesnevîler bu türe örnek teşkil etmektedirler.343 XIII. asırda âlim ve ârifler için kullanılan “Mevlânâ” kelimesi, daha sonraki asırlarda Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin özel ismi olarak kullanılmaya başladığı gibi “Mesnevî” türü de onun eserinin husûsî ismi olmuştur.344

Hz. Mevlânâ’nın İslam âleminde elden ele dolaşan, neredeyse mukaddes bir kitâb olarak mânâlandırılmış olan eseri Mesnevî “fâilâtün fâilâtün fâilün” vezniyle ve Mesnevî şekliyle tertip edilmiştir. Mesnevî’den önce Feridüddin-i Attar’ın Mantıku’t-Tayr ve İlâhînâme isimli eserlerinin meclis ve mahfillerde okunması, mütâlaa edilmesi yaygınlaşmışken Hz. Mevlânâ’ya böyle bir eser kaleme alması ricâ edilmiş, Hüsâmettin Çelebî’nin gayretleriyle de yazılmaya başlanmıştır.345

Hakk’ın varlığı ve tecellilerini, vatan-ı aslîsinden uzak düşmüş insanın, âlem-i şehâdette karşılaştığı çileleri ve selametle seferini tamamlaması için gereken bilgileri, hayatın içinden gerçekçi bir bakışla söylediği, benzetme ve hikayelerle gözler önüne seren bu eser, tam bir eğitici kitap vasfını taşımaktadır. Hikâyeler üzerinden en büyük hakikatleri, en kolay

341 Muhammed b. Mükerrem İbn Mahzur, Lisânü’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, thz., s.I-XIV, Mütercim Asım

Efendi, Kâmûs Tercemesi, I-IV, Matbaa-yı Osmâniyye, İstanbul, 1304-1305/1886/1887, s. 893-895; M.Zeki Paka

lın, Osmanlı Deyimleri&Terimleri Sözlüğü II, s.488

342 Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı I, Türkiye Yay., İstanbul, 1973, s. 619; Mustafa Uslu, Türk Dili ve Edebiyatı

Terimleri Sözlüğü, Yağmur Yay., İstanbul, 2007, s. 230.

343

İskender Pala, Dîvan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara, 1989, s.336.

344

Yılmaz Öztuna, “Mesnevî”, Türk Ansiklopedisi, XXIV, s. 46.

345 Semih Ceyhan, “Mesnevî”, DİA,c. 29, Ankara, 2004, s. 328; Gölpınarlı, Mesnevî ve Şerhi I, MEB. İstanbul,

benzetmelerle anlatan Mesnevî, kendisine kadar gelen zaman içinde neredeyse rastlanmamış ölçüde hikmet, mânâ ve bilgi zenginliğini bir araya getirmektedir. Mevlânâ, Mesnevî’sinde, Kur’ân’ın tamâmına dâir bir algı ve anlayış seviyesine ulaşmak için gerekli olan bütün argümanları sunmuş, menkıbe ve kıssalarla, her seviyeden insanın mutlaka istifâde edeceği bir hâle getirmiştir. Mesnevî, ilm-i ilahi olan tasavvufun asıl konusu vücûd ve vücûdun zuhur mertebelerinden, insan-ı kâmil ve Hakk’a vuslat yollarından bahseden bir ilimdir. Nitekim Mevlana, Mesnevî’nin vuslat ve yakîn sırlarını keşfetme konusunda sâlike rehber olduğunu söyler. 346

Dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta da şu olmalıdır ki, Mesnevî, Hz. Mevlânâ’nın kendi hal ve tecrübeleri üzerinden yazılmış bir eserdir. “Sevgiliye dâir sırların başkaları üzerinden söylenmesi” metodolojisinde devam eden bu anlayışa göre anlatılan hikaye ve verilen örnekler geri planda Hz. Pîr’in seyrini de ortaya koymaktadır. 347

Mevlânâ, yüzlerce çetin vâdiden geçerek kemâle ulaşma yolundaki ruha, edeb, tevâzu ve aşkı tavsiye etmiş, ibâdet ölçüsünde bir hayat yaşamanın ip uçlarını vermiştir. Hased, kibir, kıskançlık ve hodbinliği helâkın sebepleri olarak değerlendirilen Mesnevî Kur’an-ı Kerim, İncil, Tevrat, Hadis-i şerifler, Feridüddin Attâr’ın eserleri, hocaları Burhaneddin Muhakkik Tirmizî (v. 642/1244) ve Şems’in eserlerindeki hikmetler, tasavvuf klasikleri, Kuşeyrî Risâlesi gibi kaynaklardan beslenmiş348 ilhâm-ı Rabbânî ile yazılmış ve asırlarca feyz menbağı olmuştur. Mağz-ı Kur’ân ve Fars dilinde Kur’ân olarak isimlendirilen349 Mesnevî Kur’ân-ı Kerim’in bâtınî yorumu olarak tanımlanmıştır.350 Mesnevî’yi bu bağlamda değerlendirebilmek için tasavvufî gelenekteki irfânî şiir anlayışına nazar etmek gerekmektedir. Şeyh Ârif-i Azeri (v. 1450) hal ehli ile diğerlerinin şiirleri meyanında şöyle bir farktan bahseder: “Bütün şâirler şiir söylemek hususunda söz meclisinde, elest bezminde bir kadehten sarhoş oldular. Lakin bazılarının şarabına sâkinin nazarının tesiri de karışmıştır. Mânâ âleminin dili ile konuşan bu şâirlerin ağızları şiir söyledikleri zaman sûret âlemine karşı kapalıdırlar. Bunlar hakikat denizine ağ atmış kemâl deryası dalgıçlarıdırlar. Sen bunları öteki zümre ile bir tutma. Zira bunların şiirlerinde şâirlikten başka senin anlamadığın bir şey daha vardır.”351

346

Semih Ceyhan, a.g.m., s. 328.

347

Abdülhüseyin Zerrinkub-Nasrullah Pürcevâdî, Mevlânâ’nın Dünyâsı, trc. Ertuğrul Ertekin, Birleşik Yay., Ankara, 2007, s. 11.

348 İsmail Güleç, Türk Edebiyatında Mesnevî Şerhleri, Pan Yay., İstanbul, 2008, s. 53-55. 349

Seyyid Hüseyin Nasr, İslam Sanatı ve Maneviyatı, ter. Ahmed Demirhan, İnsan Yay., İstanbul, 1992, s.161; Muhammed İkbal, Esrar ve Rümuz-Benlik ve Toplum, ter. Ali Yüksel, Birleşik Yay., İstanbul, 1996, s.26.

350 Krş. M. Nakşbendî, “Dibâce”, Hülâsatü’ş-şürûh I, vr. 1b-6a. .

Hz. Sultan Veled’in şu sözleri bize tasavvufî şiirin ne olduğunu özetleyen bir serlevha sunmaktadır:

“Evliyânın şiiri tamamen Kur’an’ın tefsiridir. Zira evliya kendilerinden yok olup Hak ile var olmuşlardır. Onların duruşları ve hareket etmeleri Hak’tandır. Çünkü “Mü’minin kalbi Rahman’ın iki parmağı arasındadır, onu dilediği gibi döndürür.” Şairlerin şiiri ise onun tersine fikir ve hayal mahsulüdür. Evliyanın şiiri şairlerin düşünceyle yalan dolan mübalağa ile uydurdukları şiirlere benzemez. Öbür şâirler bunların şiirlerini de kendi şiirleri gibi zannederler. Onların amacı kendi üstünlüğünü göstermektir. Bilmezler ki hakikatte evliyanın fiilleri ve sözleri Hâlık’tandır, mahlukun onda yeri yoktur. Zira onların şiiri kendini değil Hakk’ı göstermek içindir. Bu şuna benzer: Rüzgâr gül bahçesi tarafından gelirse gül kokusu, külhandan gelirse kül kokusu getirir. Bununla beraber rüzgâr aynı rüzgârdır, fakat geçtiği yerler farklıdır. Koku alma hassası kuvvetli ve keskin olan, bu iki çeşit şiiri birbirinden ayırabilir. Meselâ sarımsak yemiş olan bir kimse her ne kadar da misk dese sarımsak kokusu yayar, ondan o koku duyulur. Onun tersine ağzında misk varsa sarımsak demiş olsa da ondan misk kokusu duyulur. Âşığın şiiri tamamıyle tefsirdir. Şâirin şiiri ise sarımsağın verdiği hararettten meydana gelir. Âşığın şiirinden Hak kokusu gelir, şâirinkinden ise şeytanın vesveseleri. Çünkü âşığın şiiri Kur’an’ın tefsiridir, ruhun huzurudur, imânın nurudur. Hatta ondan da öte, herkesi Allah’a ulaştırır. Bu sırrı bil de kendine gel! Bu şiirleri herkesin şiiri gibi okuma, her ikisinin şiirini bir tutma. Zira Cenab-ı Hak şâirler hakkında “şâirlere ancak sapıklar uyar” buyurmuştur.352

Hindistan’dan Avrupa içlerine kadar, pek çok dilde okunmuş, yazılmış olan Mesnevî Avrupa müsteşrikleri arasında da husûsi bir ilgiyle karşılanmıştır.

Kendisinden sonraki tasavvuf yazınını da önemli ölçüde etkileyen Mesnevî, kısmî alıntılar veya üzerine yazılan şerhlerle, ismi zikredilmeden veya atıf yapılmadan tasavvufî eser yazmanın mümkün olmadığı bir “deryâ-yı marifet” telakkî edilir.

Mesnevî Üzerine Yapılan Şerhler:

Mesnevî açık bir dille yazılmış olmakla birlikte, sırlar ifâde eden bir kitab olduğu ve mânânın muhatabın anlayış seviyesi ile irtibatlı olduğu gerçeğine binâen üzerine pek çok şerhler yazılmış, müşkil ve kapalı noktaları anlaşılmaya çalışılmıştır.

Murâd Nakşbendî’nin Mesnevî Şerhi sonunda ismini zikrettiği353 şârihlerden başlayarak Mesnevî Şerhlerinden kısaca bahsetmemiz gerekirse şöyle sıralayabiliriz.

352

Sultan Veled, İbtidânâme, trc. Abdülbaki Gölpınarlı, M.E.B. Yay. Ankara, 1976, s. 66; bytno. 1055, 1057, 1065, 1067, 1068.

1- Gelibolulu Mustafa Sürûrî (v.956/1561) tarafından yazılan “Şerh-i Mesnevî” ile Mesnevî ‘yi tam olarak ve Farsça şerhetmiştir. Şerhin beyitlerin tahlîli ve gramatik açıklamasıyla sınırlı kaldığı bu sebeple de tasavvufî açıdan çok güçlü olmadığı belirtilmiştir. 354 Üzerine bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır.355Sül. Ktp. [H.Hüsnü], no. 686’da bulunmaktadır.

2- Mustafa Şem’î (v. 1600) - Şerh-i Mesnevî: III. Murâd’ın emriyle onun zamanında başlanan bu şerh, Mesnevî’nin tamamına yapılmıştır. Türkçe olan şerh XVI. yüzyılda yazılan şerhlerin en önemlilerindendir. Şemî’nin hastalanması üzerine yarım kalan şerh daha sonra yine kendisi tarafından III. Mehmed’in emriyle tamamlanmıştır. 356Bu şerh üzerine bir doktora tezi yapılmıştır.357“Şerh-i Mesnevî” ismiyle bilinen şerh Süleymaniye Ktp. Halet Efendi Bölümü, no. 334’dedir.

3- İsmâil Rüsûhî Ankaravî (v.1041/1631)- Mecmûatü’l-Letâif ve Matmûretü’l- Maârif: Türkçe şerhlerin en değerlilerindendir. Mesnevî’de geçen anlaşılması zor kelimeleri ve yine Mesnevî’de geçen âyetleri bir araya getirmiş risâlelerin toplamı olan şerh, makam ve menzilleri tasnif etmiş, varlık ve vücûdun mertebelerini sınıflandırmış, vahdet-i vücûd ekseninden hareketle izahlarda bulunmuştur. Şârih-i Mevlevî ünvânıyla anılmasına sebep olan Ankaravî’nin şerhi Mesnevî şerhleri içinde esas kabul edilen bir mevlide durmaktadır. Ankaravî, şerhinin mukaddimesinde adlarını zikrettiği kırka yakın kaynak içinde en çok İbnü’l-Arabî’nin Fütûhâtü’l- Mekkiyye adlı eserinden faydalanmıştır. Eseri doktora tezi olarak çalışan değerli araştırmacı Semih Ceyhan’a göre Ankaravî şerhinin ilgi görmesinin temel sebebi, şârihin kendisinden önceki şerh birikimini özümsemesi ve Mesnevî’yi tasavvufi meselelere dair asli bir kitap olarak kabul etmesidir 358

354 Semih Ceyhan, ‘Mesnevî’, DİA, c. 29, Ankara, 2004, s. 331.

355 Orhan Baştürk, Sürûrî’nin Mesnevî Şerhi, dan. Adnan Karaismailoğlu, SÜSBE, Konya, 1997. 356

Sahih Ahmed Dede, Mecmua-yı Tevârih-i Mevleviyye, haz. Cem Zorlu, İnsan Yay., Mayıs, 2003, s. 154.

357 Bkz. Şeydâ Öztürk, Şem’î’nin Mesnevî Şerhi, (Basılmamış Doktora Tezi), dan, Mustafa Tahralı, MÜSBE,

İstanbul, 2007.

358

Şerheden kişinin İsmail Rusuhî Dede olması bu konuda sanıldığı kadar kolay bir hüküm verilebilmesini güçleştirmektedir. Semih Ceyhan’ın yapmış olduğu geniş araştırmalar sonucunda edindiği kanaat de bu konuyu destekler niteliktedir. bkz. Semih Ceyhan, İsmâil Ankaravî ve Mesnevî Şerhi, (Basılmamış Doktora Tezi), UÜSBE, Danışman. Mustafa Kara, Bursa, 2005, s. 366.

4- Abdülmecid Sivâsî (v. 1049/1639) – Şerh-i Müntehabât-ı Mesnevî : Halvetiyye Tarikatı Şemsiyye kolundan olan Abdülmecid Sivâsî, Mesnevî’nin ilk cildinin bir kısmını şerhetmiştir. Şerh-i Mesnevî isimli eserde ise Mesnevî’nin ilk 1315 beytinin şerhi vardır.359 Şerhin Sivâsî’nin vefâtından iki yıl önce yazılmış nüshası İstanbul Üniversitesi Türkçe Yazmalar no. 196’da bulunmaktadır.360

5- Sarı Abdullah Efendi (v. 1661) – Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî, ;XVII. yüzyılın ikinci büyük Mesnevî şârihi Reisü’l-Küttâb Sarı Abdullah Efendi’dir.361

6- Bursalı İsmâil Hakkı (v. 1138/1725) - Rûhu’l-Mesnevî : Mesnevî’nin ilk 738 beytinin şerhi olan eser iki cild hâlinde yazılmıştır. İlk onsekiz beyite özel bir önem veren şârih, sistematik bir usulde şerhetmiştir. Şerhte, Kur’ân, hadis ve bir de manzûme ile açıklamalar bulunmaktadır. Semih Ceyhan, Bursevî şerhinin, Mesnevî’nin Ekberî-Konevî perspektiften yorumunun önemli bir örneği olduğunu ifade etmektedir. Mevlevi geleneğinden gelmemekle beraber Bursevî’nin,şerhinde mecâzi hikâye unsurları arasındaki bâtın irtibatını sağlayarak tasavvufî mânâyı daha sistematik bir şekilde ortaya koyduğunu belirtir.362

7- Abidin Paşa (v.1906) - Mesnevî Şerhi : Mesnevî’nin sadece birinci cildini şerhetmiştir. Osmanlı âlimi ve paşası olması sebebiyle önem arzetmektedir. İsa Çelik tarafından üzerinde bir doktora tezi yapılmış ve basılmıştır. 8- Ahmet Avni Konuk (v.1938): Mesnevî ‘nin gayet tafsilatlı bir diğer Türkçe

şerhidir. Mustafa Tahralı öncülüğünde yayına hazırlanmıştır. Avni Konuk eserini 1929-1937 yılları arasında kaleme almış, şerhi hazırlarken pek çok şerhi incelemiş, hattâ Hindistan’da basılan şerhleri dahi görmüştür. Avni Konuk şerhinde esas olarak Ankaravî şerhini kullandığını da belirtir.363 9- Kenan Rifâî (v. 1950) – Şerhli Mesnevî-i Şerîf isminde sonradan

basılmıştır. Oğlu Kâzım Büyükaksoy tarafından ilk olarak 1968’de Mesnevî Hâtıraları ismiyle yayınlanmış daha sonra yeniden basılmıştır.

359

Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s.144

360 Gölpınarlı, a.g.e., s.144

361 Nihat Sami Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi II, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1943, s.700; H.Kamil Yılmaz, “Sarı

Abdullah Efendi”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları VIII, haz. Süleyman Uludağ, Mustafa Kara (v.d), Şûle Yay., İstanbul, 1995, s. 254-257.

362 Semih Ceyhan, “Mesnevî”, DİA, c. 29, s. 328. 363

10- Tahir Olgun (v. 1951) – Mesnevîhan Tahirü’l-Mevlevî’nin Fatih Süleymaniye ve Lâleli Câmiilerinde yaptığı Mesnevî derslerinde tutulan notlardan meydana getirilmiş olup, öğrencisi Mesnevîhan Şefik Can Dede tarafından tamamlanmıştır. Mesnevî’nin ilk dört cildi ve beşinci cildden bin beyit kadarını şerh etmiş, geri kalan kısım Şefik Can tarafından basılmıştır. Mesnevî Şerhi ismiyle 18 cild basılan eserin ilk 14 cildi tâhir Olgun’a geri kalan cildleri Şefik Can’a âittir.

11- Bunlardan başka Mesnevî’nin bazı beyitlerine yapılmış şerhler bulunmaktadır. Son olarak Abdülbaki Gölpınarlı tarafından yazılan bir şerh mevcuttur.364 Hikayelerin kaynakları ve beyitler arası ilişki açısından faydalıdır. 365

12- Reynold A. Nicholson, The Mathnawi of Jalaluddin Rumi; İngilizce bir şerh olmasına rağmen çok tanınan ve kendisinden sonra yapılan Mesnevî çalışmaları için kaynak olan bu şerhten de bahsetmek gerekir. Konya Mevlânâ Müzesi’nde bulunan bulunan ve Mevlânâ’nın vefâtından beş yıl sonra yazılmış olup, Hüsâmeddin Çelebi ve Sultan Veled’in huzurunda mukâbele edilen nüshayı esas alarak terceme ve şerh etmiştir. 366

Görüldüğü gibi Mesnevî yazıldığından beri şerhedilmekte ve kendi başına bir şerh medeniyeti inşâ etmektedir.