• Sonuç bulunamadı

İsyancıların Kendilerince Haklı Gördükleri Bir Tevile Sahip Olmaları

III- BAĞY’İN UNSURLARI (İSYAN SUÇUNUN UNSURLARI)

3- İsyancıların Kendilerince Haklı Gördükleri Bir Tevile Sahip Olmaları

Devlet başkanına karşı vuku bulan isyan, bu isyanın sahiplerince meşru görülen bir delile, bir yoruma dayanmalıdır. Bu unsurun eksik olması halinde fiil isyan değil, yol kesme suçu halini alır148. İsyancıların bu yorumu fasit, yanlış olmakla birlikte, bunun doğruluğuna kanaat getirerek kendilerinin haklı olduklarına inanmaktadırlar. İleride göreceğimiz üzere İslam hukukçularının büyük bir kısmı isyancıların bu teviline bazı istisnai sonuçlar bağlamışlardır149.

Kendilerince haklı gördükleri bir tevile dayanarak (Müteevvü) isyan eden gruplara örnek olarak Haricileri ve Hz. Ebu Bekir devrinde zekat vermek istemeyenleri zikredebiliriz. Ancak zekat vermek istemeyenlerin isyancı statüsüne

146 Hamidullah, s. 104. 147 Mevdudi, Hilafet, s. 385. 148

Yol kesme suçu hakkında monoğrafik bir çalışma için bkz. Abdul Fettah Muhammed Fâyed, el-

Hırâbe fil Fıkhi’l İslami, Kahire 1987.

149 Muhammed Ebu Zehra’ya göre “Delil bakımından kesin olmayan hususlara dair cehalet kişi için mazeret sayılabilir. Bu da tevil ve tefsire ihtiyaç gösteren, ancak araştırına ve incelemeden sonra anlaşılması mümkün olan meseleler üzerinde olur. Mesela Allah’ın sıfatlarını bilmemek kişi için mazeret teşkil eder. (İslam hukukçuları bu kısım için misal olarak, halifenin haksız olduğuna inanarak ve ona karşı çıkmak gerekir diye bir tevile kapılarak ayaklanan (bağî) kimseyi de zikrederler ve Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı ayaklanışını bu kabilden görürler). Hanelilere göre bu durumda baği mazurdur, halife ile savaşırken telef olmasına sebebiyet verdiği mal ve candan sorumlu değildir. Çünkü o, hak kendi tarafında olmasa bile te’viline dayanarak bu harekete girişmiştir. Bkz. İslam Hukuku Metodolojisi, Fıkıh Usulü, (Çev: Abdülkadir Şener, Ankara 1981, s. 29.

girip girmedikleri tartışmalıdır150. Bilindiği gibi Sıffîn savaşında Muaviye’nin ordusu Hz. Ali’nin ordusu karşısında yenilip dağılmak üzere iken Amr ibnü’l As askerlerin mızraklarına Kur’an sayfaları astırarak “Allah’ın kitabı aramızda hakem olsun” (Kita-bullahi beynenâ ve beyneküm) diye bağırmalarını sağladı. Hz. Ali bunun bir hile olduğunu söylediyse de, askerlerini ikna edemedi151. Bunun üzerine seçilecek hakemlerin verecekleri kararlara razı olacağını söyledi. Çoğu Temim kabilesinden bir grup ise hükmün ancak Allah”a ait olduğunu, Allah’tan başka kimsenin hüküm veremeyeceğini (Lâ hükme illa lil-lah) 152 söyleyerek hakem olayına karşı çıktılar, ordudan ayrılarak Harura denilen yerde toplanmaya başladılar. Hz. Ali onları döndürmek için önce Abdullah ibni Abbas’ı yanlarına yolladı, daha sonra da bizzat kendisi gitti. Hz. Ali hitap ederken, hakem meselesiyle ilgili olarak birisinin (lâ hükme illa lillah) diye bağırdığını işitince şunları söyledi: “Bu söz doğru ama onunla kastedilen yanlış! Üç husus hakkınızdır. Allah’ı zikretmeniz için O’nun mescidlerini size yasaklamayız, ganimet payınıza engel olmayız ve siz savaşa başlamadıkça sizinle savaşmayız153.

Görüleceği üzere Haricilerin halifeye karşı çıkmalarının temelinde hakem meselesine ilişkin bir tevil yatmaktadır. Bu tevil sayesindedir ki karşı kovuşları silahlı eyleme dönüşmedikçe kendilerine dokunulmaz154. Hamidullah’ın deyişiyle “Mevcut hükümete karşı herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedikleri müddetçe, diğer sünni olmayan mezheplere karşı gösterilen hoşgörü bunlardan da

150 Maverdi, el-Havi, s. 110. 151

Hz. Ali’nin, askerlerini ikna edebilmek için şunları söylediği rivayet olunmaktadır: “Muaviye ve arkadaşları ne din ne de Kur’an dostudurlar. Ben onların hem çocukluklarını hem de yetişkinliklerini iyi bilirim. Çocukken de yetişkinken de iyi kimseler değildiler. Allah’a yemin ederim ki (mızraklarının uçlarında) kaldırdıkları şey tuzak ve hileden başka bir şey değildir. Bkz. İbn-i Haldun, Tarih-u İbni Haldun, C. I, t.y., yy, s. 174.

152

Bu ibare daha sonra Haricilerin sloganı haline gelmiş ve hatta paralarının üstüne bunu basmışlardır. Bkz. Frod M. Donner “The Formation of the İslamic State” Journal of the American Oriental Society, C. 106 (Nisan-Haziren 1986), s. 291.

153 Şafiî’, Kitabü’l Ümm, C. IV, Kahire 1322, s. 136; Serahsi, C. X, s. 125; İbnü’l Hümam, C. VI.,s. 100.

154 İmam Şafii’ye göre, bir kavim Haricilere ait görüşleri açığa vurur. Cumhurdan ayrılıp onları kafir ilan ederse, bu keyfiyet onlarla savaşmayı haklı göstermez, zira onlar hala imanın korunması üzerindedirler. Yine İmam Şafii’nin nakletttiği hadise, Haricilere karşı girişilecek mücadelelerin orantılı ve aşamalı olması gerektiğine işaret etmektedir. Ömer b. Abdülaziz’e yazılan bir mektupta, Haricilerin kendisine hakaret ve küfür ettikleri bildirilir. Ömer b. Abdülaziz cevaben şöyle yazar: “Bana küfrederlerse siz de onlara küfredin, ya da affedin, eğer silaha davranırlarsa siz de davranın; savaşırlarsa siz de savaşın”. Bkz. Kitabü’l Ümm, C. IV, s. 136.

esirgenmez155. Eğer bu edilgen durumu bırakır, hükümeti devirip yerine kendi yönetimlerini tesis etmeye çabalarlarsa o zaman tıpkı siyasi asiler gibi muameleye tabi tutulurlar. Dini mahiyetteki isyanlara, siyasi isyanlardan farklıymışçasına hiç bir özel imtiyaz tanınamaz156.

Tevil sahibi olarak devlete karşı ayaklanmaya bir diğer örnek de Hz. Ebu Bekir zamanında zekat vermek istemeyen bir grubun ortaya çıkmasıdır157. Bu grup Hz. Muhammed’e verdikleri zekatı, Hz. Ebu Bekir’e vermeyeceklerini beyan etmişler ve bunda ısrarlı olmuşlardır. Halife Hz. Ebu Bekir onların üzerlerine gitmeye karar verdiğinde sahabenin bazısının muhalefetiyle karşılaşmıştır. Hatta Hz. Ömer’in “Resulullah, kelime-i şehadet getirmeyi temin edinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Onu söyleyince hakları dışında, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a aittir” buyururken “insanlarla sen nasıl savaşırsın?” dediği ve Hz. Ebu Bekir’in “Zekat malların hakkıdır. Allah’a andolsun ki, Resulullah’a verdikleri bir yuları bile bana vermekten kaçınırlarsa, onlarla bu yüzden savaşırım” şeklinde cevap verdiği ve neticede Hz. Ömer’in ikna olduğu nakledilmektedir158. Daha önce de belirttiğimiz gibi zekat vermek istemeyenlerin isyancı sayılıp sayılmadıkları tartışmalıdır. Zira bu grubun silahlı bir güçle karşı koyup koymadıkları hususunda kaynaklarda bir açıklık bulunmamaktadır159.

Maverdi’ye göre; devlete zekatı inkar suretiyle zekat vermekten kaçınanlar, zekatın asıl hükmünü inkar etmiş sayılırlar. Haklarında dinden çıkanlar hakkındaki hüküm uygulanır. Zekatı ödemeden kaçınırlarsa, farz olduğunu kabul etmelerine rağmen, taşkınlık çıkarmış sayılacaklarından zekat vermeleri uğruna kendileriyle savaşılır. Ebu Hanife’ye göre savaşılmaz160. Hz. Ebu Bekir zekat vermenin kelime-i

155 Hamidullah, s. 105.

156 Hamidullah, s. 106.

157 Şafak, s. 182; Bilmen, C. 3, s. 413.

158 Bkz. İbn Teymiye, Siyaset, s. 153. Aynca bkz. Maverdi, el-Havi, G. XIII, s. 110, Maverdî, el-

Ahkam, s. 126.

159 Udeh, C. IV, s. 329, Hz. Ebu Bekir’e isyan eden gruplar Kur’an Tevbe 9/103 ayetini (Onların mallarından sadaka al ki bununla kendilerini temizlemiş, bununla onları bereketlendirmiş olasın. Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükunettir) ileri sürmüşlerdir.

tevhidin bir icabı olduğunu ve bunun islamiyetten de kaçınma anlamına geldiğini belirtmiş ve bu nedenle savaşmıştır161.

Bağy suçunun oluşması açısından tevilin geçerli veya fasit olması farketmez. Tevil fasit olunca, zaten kesinlik ifade etmeyecektir. İsyanın dayandırıldığı delil, zahiri sebebin tamamen aksine tevil ve tefsir ediliyorsa ve yapılan yorum aleyhine olan deliller zayıf bile olsa, o tevil yine geçersiz, fasit sayılır162. Mesela Şamlıların Hz. Ali’nin halifeliği zamanında O’nun aleyhine “halifenin Hz. Osman’ın katillerini bildiği, onları yakalayıp kısas cezası vermeye gücü yettiği halde böyle yapmadığı, onlarla işbirliği içerisinde bulunduğu” iddiaları -ki, aslında bu ifadeler, sözler kendilerine, söz ve şahitliklerine güvenilir kimselerden sadır olmamakla beraber Şamlılar bu iddialara inanmışlar- halife ve Hz. Ali’ye karşı bu nedenlerle isyan etmişlerdir163.

Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde zekat vermek istemeyenlerin tevili, Hz. Ali’nin ordusundan Sıffîn muharebesinden sonra ayrılan Haricilerin tevili de yine bu şekildedir. Tevilin dayandığı delil fasit olunca artık herhangi bir tevilin varlığına itibar edilmez164.

İsyancıların bir tevile dayanması, bağy suçu açısından oldukça önemlidir. Hatta bazı yazarlara göre yol kesme ile bağy suçunun farkı buradadır. Çünkü yol kesme suçunda böyle bir tevilin olması şart değildir165.

Ebu Hanife ve İmam-ı Ahmed’e göre, herhangi bir yorum ve sebep olmadan ayaklananlar ile herhangi bir yorum sebebiyle ayaklananlar, fakat iktidar kuramayan isyankarlar yağma ve yol kesenler (muharibler) gibidir. Oradaki esaslar burada da uygulanır166. İmam Şafii’ye göre ise bunlar, isyan etmemiş (ehl-i adil) kişilerin hükmü gibidir. Yani işlemiş oldukları fiilin teşkil ettiği suça göre sorguya çekilirler. Şayet fiilleri yol kesme ve yağma suçunu oluşturuyorsa onun cezasıyla, başka bir suçu oluşturuyorsa o suç için belirlenmiş cezalarla cezalandırılırlar167. Bu konuda

161 Maverdi, el-Ahkam, s. 126-127. 162 İbn-i Kudame, C. 10, s. 48-49.

163 İbn-i Hazm, C. 11, s. 99, Udeh, C. IV, s. 329. 164 Udeh, C. IV, s. 329.

165 Ebu Zehra, el-Cerime, C. I, s. 52; Udeh, C. IV, s. 330. 166 Bilmen, C. 3, s. 344, 412.

Hanefîler, Hanbeliler ve Şafiiler arasında bir fark bulunmamaktadır. Hanefî ve Hanbelilerin bu kişileri muharib ebebi, isyankarların kuvvete başvurduklarında, davranışlarıyla ya yol emniyetini ihlal etmeleri, yolcuları korkutmaları ya da bununla birlikte mal almaları ve kendilerine karşı koyanları öldürmeleridir. Bu mezhep hukukçuları, olay anındaki duruma bakarak, isyankarlar ehli adiden iseler ve ilgili suçun şartları gerçekleşmişse o suç ile sorumludur demişlerdir168.

Hanbeli mezhebi hakimiyet tesis etmeden, bir tevile dayanarak ayaklananları muharib saydığı için, tevil şartıyla birlikte hakimiyet kurmayı şart koşmazlar. Bu nedenle güç kuvvet tesis etmemiş kişi, eğer bir tevile dayanarak ayaklandıysa, muharib değil baği’dir. Hakimiyet kurma, kuvvete başvurma şartını ileri sürenlerin dayandıkları şudur; İbnu Mül-cem, halife Hz. Ali’yi yaraladığında, halife Ali, oğlu Hz. Hasan’a dedi ki; “-şayet iyi olursam, re’y ve içtihadımı görürsün. Ama şayet ölecek olursam o kişinin fiili hakkında isyankarların hükmü sübut bulmadığı sürece bu işin benzeriyle muamelede bulunmayın” 169.

Eğer küçük bir grubun hareketine bağîlere ait hüküm uygulanacak olursa bu durum, insanları ayaklanmaya teşvik eder ve insanların mallarının haksız yere elden çıkmasına neden olur170. Çünkü isyankarlar, mala verdikleri zarardan sorumlu değillerdir. Hakimiyet kurma ve kuvvete başvurmayı şart koşmayanların deliline gelince, isyanın esası bir yorumdur. Yoksa hakimiyet temini, kuvvete başvurma ve isyankarların inancı değildir. Aynı görüşü paylaşanların sayısı önemli olmadığı gibi, kuvvete fiilen başvurma şartını aramak da yersizdir171.

Bir yoruma ve kuvvete dayanarak ayaklanan isyankarlar, Ebu Hanife ve İmam Şafii’ye göre, gerçek isyankarlardır. Bunlar ister İslam’daki havariç mezhebinin fikirlerinde olsunlar, isterlerse olmasınlar, her iki hukukçuya göre de havariç fırkası ne kafir ne de fasıktır. Yalnızca isyankardırlar. -Hanbelilere göre mürteddir, imam-ı Malik’e göre isyankardırlar.- 172.

168 Bilmen, C. 3, s. 145, Karaman, C. 1, s. 134. 169 İbnü’l-Hümam, C. 6, s. 100 vd. 170 Udeh, C. IV, s. 333. 171 Kasani, C. 7, s. 140. 172 İbn-i Kudame, C. 10, s. 49.

Malikilere göre; tevil olsun ya da olma sın, güç ve hakimiyeti bulunsun ya da bulunmasın her kim kuvvet kullanarak isyana girişirse o kişi bağîdir. İsyankâr bir tek kişi ya da birden çok kişi olabilir173.

Zahirilere göre ise, herhangi bir yoruma dayansın veya dayanmasın silah zoruyla kuvvete başvurarak imama karşı ayaklanan herkes isyankardır. Fakat te’villeri meşru değilse, isyankar sayılmazlar. Bu nedenle Zahiri mezhebi, diğer dört mezhep ve Zeydiyye mezhebinden ayrılmaktadır. Bu mezheplerin hepsinde sultan zulmedici de olsa ayaklananlar isyankar sayılmaz. İsyankarlar ancak baştaki imama karşı ayaklananlardır. Fakat Zahirilere göre te’villeri meşru bir şekilde ayaklananlar isyankardır174.

Son olarak bağy suçunda tevil şartıyla ilgili olarak şunları söyleyebiliriz. İsyan suçunda te’vil şartı bu suçu yağma, yol kesme suçundan ayıran bir özelliktir. Bazı İslam hukukçuları bu tevilin haklı ya da haksız olmasını önemsemeden isyankarları bağî saymışlardır175. Bazıları ise tevil haksız bir nedene dayanıyorsa failleri bağîdir, haklı bir nedene dayanıyorsa bağî değildir demişlerdir176. Her iki fikir sahiplerine göre de, devlet reisi isyankarlarla derhal savaşa girişmez. Önce isyan sebeplerini sorar. Ayaklananlar, zulme, haksızlığa uğradıklarını, haksız itham altında tutulduklarını iddia ederlerse devlet reisine düşen görev, sözkonusu haksızlıkların sebeplerinin ortadan kaldırması, şüpheli noktaları aydınlatması ve araştırmasıdır. Ancak bunlardan sonra ayaklananları kendisine itaate çağırır177. İsyanı bırakıp itaat etmezlerse, artık itaatten kaçınıp isyankar hale geldikleri için, onlarla mücadeleye girişilir. Çünkü, her ne kadar haklı bir nedenle ayaklanmışlarsa da, sonuç olarak bu nedenler ortadan kaldırıldığından isyan, hukuken geçerliliğini, meşruluğunu yitir- miştir178.

173 Udeh, C. IV, s. 331.

174 İbn-i Hazm, C. 11, s. 97, 98. 175 İbn-i Kudame, C. 10, s. 49.

176 Ebu Hanife bu görüştedir. Bkz. Bilmen, C. 3, s. 412. 177 Şafak, s. 182.

4- İsyancıların Sayı ve Güç Acısından Ciddi Bir Tehlike Teşkil Etmeleri (Menea Sahibi Olmaları)

İslam hukukçularına göre menea, kuvvet, kudret ve topluluk anlamına gelmektedir. Kuvveti, topluluğu ve koruyucusu olmayan herhangi bir grubun ya da kişinin devlet başkanına karşı giriştiği başkaldırı hareketi ıstılâhi olarak bir isyan sayılmaz179. Nitekim Hz. Ali’ye kendisini yaralayan İbn Mülcem’i niçin idam ettirmediği sorulduğunda şunları söylemiştir: “Beni öldürmediği halde ben onu nasıl öldürebilirim? Yaşarsam kanımın sahibi olarak istersem onu affederim, dilersem kısas isterim. Ölürsem onu da öldürün, fakat azap çektirmeyin. Eğer affederseniz bu takvaya en yakın olanıdır. Onu yedirin içirin ve esaretini hoş tutun.”180. Bu ifadeden anlaşıldığına göre Hz. Ali îbn Mülcem’i asi olarak değil, adi suçlu olarak nitelendirmiştir. Menea sahibi olmayan ve devlet başkanım kuvvet kullanma yoluyla değiştirmeye girişmeyen bir muhalefet hareketi diğer unsurların varlığı halinde bir fikir suçu oluşturabilir ki bu da isyan hukuku kapsamı dışındadır181.

Şafîilere göre bir grubun güç ve kudret sahibi sayılabilmesi için, kendisine itaat ettikleri bir liderlerinin olması icab eder. Sayıları ve güçleri ne olursa olsun böyle bir liderden (muta1) mahrum olan gruba isyan hükümleri uygulanmaz. Hanbelilere göre beş on kişilik bir grup savaşmakta çok mahir de olsalar menea sahibi sayılmazlar182.

İsyancıların cinsiyeti suçun oluşması açısından bir öneme sahip

değildir. İsyancı erkek veya kadın olabilir. Kadın isyancı erkeklerle birlikte silahlı bir isyanın içinde bulunursa ve halin icabı öldürülmesini gerektiriyorsa öldürülür. Silah sayılmayacak şekilde taş ve benzeri şeylerle isyana katılmışsa

179 Maverdi, el-Havi, C. XIII, s. 102; Ayrıca bakz. Bilmen, C. III, s. 412.

180 Maverdi, el-Havi, C. XIII, s. 119. İbn Kudame’de ise bu ifade daha mücmeldir. “İn beri’tü raeytü ra’yi, ve in mittü felâ ttimessilü biM” ve “Ahsinü isârahû fe-iştü fe-ene veliyyü demi, ve in mittü fe-darbetün ke-darbetî, bkz. İbn-i Kudame, C. XII, s. 238 ve 242. (Ben affedersem siz cezalandırmayın, yaşarken karar bana aittir. Ama öldürülürsem benim gibi öldürün, esirken de iyi davranın.

181 Tevfık Ali Vehbe “Cerâimü’1-bağy, fı’ş-Şeraiti ve’l Kanun”, Mecelletti’l Ezher, C. 45, Sayı 8 (1973), s. 2, Ebu Zehra, el-Cerime, C. I, s. 152.

öldürülmez. Kadın isyancı esir edildikten sonra silahlı olduğu halde kimseyi öldürmediği anlaşılmışsa artık ona dokunulmaz183.