• Sonuç bulunamadı

Devlet Başkanının Meşru ve Adil Olması

III- BAĞY’İN UNSURLARI (İSYAN SUÇUNUN UNSURLARI)

2- Devlet Başkanının Meşru ve Adil Olması

Bu unsur suçun gerçekleşmesi için bir ön şart niteliğindedir. Kaynaklarda “el- imamü’l hakk veya el-hükmül adi” olarak belirtilen bu sıfatlar nelerdir, bunu inceleyelim.

a- Devlet Başkanının Meşru Olması

Bundan kasıt devlet başkanının (halife, imam) islam hukukunun kabul ettiği usullerden birisiyle işbaşına gelmiş olmasıdır.

Müslüman devletin en yüksek görevlisine imam denir. Şayet görevli kişi en yüksek imamın naibi, onun yerine geçen birisiyse onun için de “naib” terimi kullanılır110.

Devlet reisliği de hakimlik (yargılama) görevi gibi, İslam Hukukunda farz-ı kifayelerden birisidir. Zira müslüman toplum için dini ayakta tutan, sünneti yaşatan, ezilenleri ve zayıfları koruyan, hakları ve görevleri yerine getiren bir imama ihtiyaç vardır. Hukukçular arasında bu konuda bir ihtilaf yoktur111.

Devlet başkanında bulunması gerekli vasıflar da şunlardır. Alimlerin üzerinde ittifak ettiği unsurlar halife olacak kişinin müslüman, erkek, mükellef, adalet sahibi (adil), ilim sahibi olması, kifayet şartının gerçekleşmesi, duyu organlarının ve diğer uzuvlarının tam ve sağlıklı olmasıdır. Halifenin Kureyş kabilesine mensup olması, çağdaşlarının en faziletlisi olması gibi birtakım vasıflarda ise hukukçular arasında ihtilaf vardır112.

Genel olarak islam hukukçularının halife seçilecek kişide bulunması gerektiği konusunda üzerinde ittifak ettikleri şartları şu şekilde açıklayabiliriz.

a) Müslüman olması113,

b) Baliğ ve mümeyyiz (âkil) olması, yani tam ehliyetli olması gerekir. Bu nedenle çocuk, akıl hastası veya köleler halife olamazlar,

110 Cin-Akgündüz, C. I, s. 206. 111 Cin-Akgündüz, C. I, s. 206. 112 Şafak, s. 180.

c) Erkek olmalıdır. Aslında sözkonusu ayet ve hadislerin emredici değil de tavsiye edici olduğunu ileri süren alimlere göre bu konu da ihtilaflıdır. Fakat genel kabul gören görüşe göre kadınlar, halifelik yapamazlar114. d) Adaletli olmalıdır. Halife üstün ahlaklı, dürüst olmalıdır. Yani İslam dinine göre Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı sayılan fiillerden kaçınmalıdır. Zalim ve fasıkların halifeliği konusu ilerde ayrıntılı olarak incelenecektir. Ancak Hanefî mezhebinin kamu düzeni için zaruri hallerde zalim ve fasığın halifeliğini kabul ettiğini belirtelim,

e) Kifayetli olmalıdır. Yani vazifesinin mesuliyet derecesini kavramak ve maddi ve manevi yeterliğe sahip olmalıdır. Hanefî hukukçuları halifelerin ilmi ve seri açıdan bilgili ve hilafetin gereklerini bilmesini yeterli görmüşler, müçtehit derecesinde alim olması gibi bir şart aramamışlardır115.

f) Duyu ve diğer organları sağlam olmalıdır,

g) Bazı hukukçulara göre imamlar Kureyş’ten olmalıdır fakat bu görüş Hanefî hukukçusu Buharalı Sadrüs-Şeria tarafından “zaruret gereği ortadan kalkan bir şart” olarak değerlendirilmiş ve Osmanlı padişahları bu şekilde halife olmuşlardır116.

İsyan suçu bir kişinin devlet başkanlığı sabit olmadan işlenemeyeceğine göre117, devlet başkanı olma usullerini de belirtmemiz yerinde olacaktır. İslam hukukunda esas itibariyle üç türlü yönetime gelme usulü vardır. Seçim, ahd veya istihlaf ve zorla devlet başkanı olma. İslam hukukçuları konuyu incelerken seçim usulünü daima ilk sırada zikretmişlerdir. Bu halkın iradesine ve demokrasiye verilen değer açısından önemlidir118.

Seçim usulüne biat da denmektedir. Hz. Peygamberin vefatından sonra, İslam toplumunun ileri gelenleri, alim ve fakih kişiler (ehl-i hail vel-akd, tayin ve azl heyeti) Hz. Ebu Bekir’i devlet başkanı seçmişlerdir. İslam hukukçuları ehl-i hail ve’1-akd’in sayısı ve nitelikleri konusunda değişik görüşler ortaya koymuşlardır. Fazla ayrıntıya girmeden bu kişilerin doğru, adil ve adaylar hakkında bilgi sahibi

114 Kur’an, Nisa, 34; Ahmed İbn-i Hanbel, el-Müsned, Mısır 1313, 5/43. 115 Maverdi, el-Ahkam, s. 31, 32; Cin-Akgündüz, C. I, s. 207.

116 Cin-Akgündüz, C. I, s. 207, Maverdi, el-Ahkam, s. 32. Bu konuda daha geniş bilgiçinbkz. M. Akif Aydın, “Anayasa” md. D.İ.A, C. III, s. 155 vd.

117 Udeh, C. IV, s. 324. 118 Cin-Akgündüz, C. I, s. 209.

kişiler olması gerektiğini ve sayılarının bir görüşe göre en az 5, bir görüşe göre 3, bir görüşe göre de 1 kişi olması gerektiğini belirtebiliriz. Birinci görüşün delili, Hz. Ebu Bekir’in biat işlemidir ve bu 5 kişi ile olmuştur. Sonradan halk, yapılan bu işleme uymuştur. 2. görüşte olan Kufe’li bazı alimler nikah akdinde bir veli ve iki şahitle akdin tamam olmasını örnek göstererek 3 kişiden ikisinin rızası ile içlerinden birini halife seçebileceklerini belirtirler. Diğer görüştekiler ise Hz. Abbas’ın, Hz. Ali’ye “Elini uzat, sana biat edeyim” demesini örnek göstererek 1 şahısla da hilafetin kurulabileceğini savunmuşlardır 119.

Ahd veya istihlaf adı verilen usulde, mevcut devlet başkanı yerine geçecek kimseyi tespit eder. Bunun da iki türü vardır. İş başındaki devlet başkanı yerine geçecek kişiyi ya bizzat tayin eder ya da bu işi bir heyetin seçimine bırakır. Birinciye örnek olarak, Hz. Ebu Bekir’in Hz. Ömer’i veliahd olarak bizzat göstermesi verilebilir120. İkinciye örnek olarak da Hz. Ömer’in kendisinden sonra işbaşına gelecek halifeyi tesbit etmek üzere, aşere-i mübeşşereden olan altı kişiyi bu işle görevlendirmesi zikredilebilir. Hz. Ömer’in altı kişilik seçici kurulun, bir kişi üzerinde ittifak edememesi halinde, oğlu Abdullah’ın hakem olarak heyete girmesini ve fakat halife seçilmemesini açıkça istemesi kayda değer bir husustur121. Bazı yazarlar bu ikinci türü şura usulü olarak adlandırıp, müstakil bir devlet başkanı olma hali olarak kabul etmektedirler122. Sünni hukukçular devlet başkanı tayini hususunda temel olarak yukarıda özetlemeye çalışılan iki yolu kabul etmiş olmakla beraber Emeviler dönemi ve daha sonraki yönetimlerde görüldüğü üzere hilafetin zorla ele geçirilmesi durumunu -istilâ- tatbikattan gelen bir zaruret olarak kerhen de olsa meşru görmüşlerdir123.

İslam siyasi düşüncesinde statüko lehine kuvvetli bir tercih mevcuttur. Bu tercih, mantığa aykırı olarak zorla kendi otoritesini tesis eden müteğallib devlet başkanını desteklemekten men etmez. Bir kimse mevcut devlet başkanına isyan eder, onu yener ve halkı kendisine zorla da olsa itaat ettirmeyi başarırsa o kimse artık zarureten yeni devlet başkam kabul edilir. Buna örnek olarak Emevi halifesi

119 Maverdi, el-Ahkam, s. 33. Udeh, C. 4, s. 326. 120 Udeh, C. IV, s. 326.

121 Maverdi, el-Ahkam, . 33. 122 Udeh, C. IV, s. 326.

Abdülmelik b. Mervan’ın durumunu gösterebiliriz. Mervan’a karşı Abdullah b. Zübeyr isyan ettiğinde halife onu şehid etti ve ülkelerin halkını emri altına aldı. Neticede onlar da isteyerek veya istemeyerek Abdülmelik b. Mervan’a biat ettiler ve ona halife dediler. İslam hukukçularının çoğunluğunun görüşüne göre halifeliği bu şekilde sübut bulan kişiye de itaat vacibtir124. Bu son usulden dolayı, tarih boyunca devlet başkanlığına gelme konusunda meşruluğun gücün arkasında kaldığını, fakat bu hususun İslam devletleri için olduğu kadar diğer devletler için de geçerli olduğu fikrine katılabiliriz125. İslam hukukunda devlet başkanı belirleme meselesi daha geniş olarak incelenebilir, fakat konumuz itibariyle bu kadarıyla yetinilecektir126.

İşte halifelik bu üç yoldan herhangi birisiyle subut bulunca, o kişiye karşı ayaklanma, bağy (isyan) sayılır. Fakat halifelik bu üç yoldan herhangi birisiyle subut bulmayınca ayaklanan kişiler, bağî (isyankar) sayılmaz ve fiil de isyan değildir127.

b- Devlet Başkanının Adil Olması

Adalet, devlet başkanında bulunması gerekli temel vasıflardandır. Bu konuda hukukçuların tümü ittifak halindedir128. Adalet sıfatının karşıtı ise zulüm ve risktir. Fısk buradaki anlamıyla devlet başkanının yetkilerini aşması, ya da İslam dininin kuralları dışına çıkması halidir. Adalet sıfatından yoksun bulunan fasık bir devlet başkanına karşı ayaklanmak mümkün müdür; fasık bir halifeye karşı direnme hakkı mevcut mudur? Bu soruların cevabı isyan suçunun oluşup oluşmaması açısından önem arzetmektedir. Dört mezhep ile Zeydiyye mezhebinde fasık, facir imama isyan haram sayılmıştır. Her ne kadar genel kural fısk gibi haklı bir nedenle devlet reisini, islam ümmetinin azil hakkı var şeklinde ise de, azil hali fitneye yol açacaksa halife

124 Udeh, C. IV, s. 326.

125 Joel L. Kramer “Apostates, rebels, and brigands” Israel Oriental Studies X. Tel-Aviv-1980 s. 73. 126 İslam Hukukunda devlet başkanının yönetime gelme usulleri hakkında geniş bilgi için bkz.

Mehmet Akif Aydın, “İslam Hukukunda Devlet Başkanının Tayin Usulü” Osmanlı Araştırmaları, Sy. X, İstanbul 1990, s. 181, 193.

127 Şafak, s. 180.

128 Ebu Zehra, el-Cerime, C. I, s. 150, Cin-Akgündüz, C. I, s. 207, Şafak, s. 180, Udeh, C. IV, s. 327. Ancak bir kısım haneli hukukçular “nizamı alem” kaidesi gereği açık fâsık bir şahsın da zaruri hallerde halife olabileceğini kabul etmişlerdir. Bkz. el-Ferra, s. 4

görevinden alınamaz129. Zayıf bir görüşe göre ise ortada fısk, zulüm, haksızlık, haklara saygı göstermeme gibi haklı bir azil nedeni var ise, islam ümmeti halifeyi görevinden azledebilir130. Zahirilere göre zalim bir halifeye karşı onun yaptığının misliyle (benzeriyle) veya ondan daha hafifi ile mücadele verilirse yine halifenin safında yer alınır. Çünkü baştakinin kötülüğü ile mücadele verilirken yeni ve ağır kötülüğe yol açılır. Malikiler de bu fikirdedir131. Bu görüşün ana fikri, ağır bir zararın daha hafif bir zarar ile bertaraf edilmesidir. Ubeyd Oğullarından üçüncü halifeye karşı Ebu Yezid ayaklanınca fakihler, Ebu Yezid el-Harici lehinde yer almışlardır. Çünkü her ne kadar Ebu Yezid, fasık birisi idiyse de Ubeyd Oğullarının üçüncü halifesi kafir idi. Zira küfür fısktan daha ağır ve kötüdür132.

Bu konuda mezheplerin görüşlerini belirttikten sonra genel olarak klasik devir hukukçularının özellikle sünni hukukçuların fasık ve zalim bir devlet başkanına karşı direnme hakkının bulunduğunda hemfikir olduklarını belirtebiliriz133. Ancak bu durumda direnme hakkının nasıl kullanılacağı, halifenin azline kadar varıp varmayacağı, silahlı bir direnmenin meşru olup olmayacağı ve özellikle halifenin fasık olduğunun nasıl belirleneceği meseleleri tam bir açıklıkla ortaya konmuş değildir. İslam tarihine genel olarak bakıldığında üç tür siyasi muhalefet örneğiyle karşılaşılmaktadır: Devrim ve devrim ekolü, pasif anlayışı ifade eden sabır ekolü ve uygun zamanı kollama ve gerekli hazırlığı şart koşan temekkün ekolü134.

Ehli sünnet alimlerinin direnme hakkını kabul ettiği yukarıda belirtilmişti. Ancak bunlara göre direnme hakkının kullanılması devlet başkanının azline kadar varmaz135. Aşağıda vereceğimiz örnek bunu veciz bir şekilde göstermektedir. Hasan ül Basri’nin şöyle dediği rivayet olunmaktadır: “Emevi devlet başkanları (mülûk) var ya, işte onlar insanları ayaklarıyla da ezseler, kalpleri günahlara da meyletse, bizim itaat etmemiz gerekli kılınmıştır. Onlara karşı ayaklanmaktan da men edildik. 129 Udeh, C. 4, s. 327. 130 İbnü Hazm, C. 9, s. 372. 131 Şafak, s. 181, İbnü Hazm, C. 9, s. 372. 132 Udeh, C. IV, s. 328. 133 Akman, s. 206.

134 Abdülhalık Mustafa Nevin, İslam Siyasi Düşüncesinde Muhalefet, (Çev: Vecdi Akyüz), İstanbul 1990, s. 35

Zararlarından tövbe ve dua ile korunmamız emredildi”. Emeviler hakkında ne düşündüğü sorulunca da şöyle cevap verir. “Onlar hakkında ne diyeceğimi sanıyorsunuz! Emevioğulları bizim beş işimizi üstlenmişlerdir. Cum’a, cemaat, vergi, savunmamız ve hadlerin yerine getirilmesi. Allah bu dinin ayakta kalmasına onları vesile kılmaktadır. Zulüm ve taşkınlık etseler de bozduklarından daha fazlasını Allah onlara düzelttirmektedir.”136.

M. Reşid Rıza’ya göre, yönetimi zorla ele geçiren bir devlet başkanına (müteğallib) karşı gösterilecek itaat, bir zorunluluktan kaynaklanmaktadır ve kamu yararının gerektirdiği nisbette olmalıdır. İmkan varsa itaatsizlik yoluna gidilmelidir137. Hz. Hüseyin’in Yezid’e karşı ayaklanması meşru ve hukuka uygun bulunmakla birlikte yeteri kadar hazırlıklı değildi. Ebu Hanife kendisine tevdi edilen görevi halifeye itaat etmemek için reddetti. İmam-ı Malik’in, devlet erkanıyla birlikte cuma namazı kılmadığı rivayet olunmuştur138.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Haricilerin bu konuya yaklaşımları farklılık göstermektedir. Haricilere göre, devlet başkanına itaat, onun islam hukuku kurallarına uyması şartına bağlıdır. Bu şart gerçekleşmemişse devlet başkanı zaten dinden de çıkmış sayılır. Bu itibarla böyle bir hal devlet başkanına karşı ayaklanmayı ve azledilmesini haklı kılar139.

Son devrin büyük hukukçularından Senhûri, fasık bir devlet başkanının ancak iki şartın birlikte gerçekleşmesi halinde kuvvet kullanmak suretiyle değiştirilebileceğini beyan etmektedir. Bunlar ayaklanmanın başarılı olma ihtimalinin fazla olması ve sözkonusu eylemin gerekli vasıflara sahip bir halifeyi işbaşına getirmek amacıyla yapılmış olması şartlarıdır140.

Devlet başkanının azledilmesi imkan ve ihtimali kuvvetli değilse, bu takdirde yapılacak iki şey vardır. İtaatsizlik ve devlet başkanına yardımcı olmama. İtaatsizlik

136 Ebu Zehra, el-Cerime, C. I, s. 175. 137 Nevin, s. 36.

138 Muhammed Reşid Rızâ, Tefsiru’l Menar, C. XII, Beyrut t.y., s. 183.

139 Fuat Muhammed en-Nâdi, Mebdeü’l Meşraiyye ve Zevabitu Hudûi’d Devleti li’l Kanun fil Fıkhil İslami, Kahire 1980, s. 368.

140 Abdürrezzak Es-Senhûri, Fıkhü’l Hilafe ve Tatavvuruha, (Çev: Nadiye Abdürrezzak es-Senhûri), Kahire 1989, s. 219 vd.

esas olup itaat edilecek hususlar sınırlıdır. Bunlar az önce belirtilen cuma, cemaat, vergi, savunma ve hadlerin uygulanması hususlarıdır141.

Belirtilen bu farklı durumlardan şu sonuçlara varılabilir. Kendisine karşı isyan edilen, savaş açılan halife adaletli olabilir -ki bu durumda ittifakla böyle bir halifeye karşı çıkmak haramdır-, kafir ve mürted olabilir -ki bu durumda böyle bir kimseye karşı gelmenin ve güç yetiyorsa kılıçla savaşmanın vacib olduğu hususunda da ittifak vardır-. Bu ikisinin arasında tereddütlü durumlar olabilir. Yeni halife fasık veya zalim olabilir. (Burada fasıklığı ve zulmü kendisine karşı veya özel işlerinde mi, yoksa, halka sirayet edip onların mallarına ve canlarına veya din ve namuslarına karşı da oluyor mu buna bakılmalıdır.)142. Yine önemli olan bir nokta da fasıklığın derecesidir. Bir kısmı adalete yakın, bir kısmı küfre yakındır. Bu nedenle bu sınıf halifeler için basit ve tesbit edilmiş bir kural koymak zordur. Fakat bu konuda başlıca iki ekolün olduğunu ve ihtilafın âlimlerin şer’i nassları anlamadaki farklılıklarından ortaya çıktığı belirtilebilir143.

Görüşlerden ilki zalim halifeye karşı çıkmayı kabul etmez ve caiz görmez. İkinci görüş ise kabul eder ve vacib görür. Ehli sünnetin çoğunluğu birinci görüşü savunur144. Bunlara göre zalim halifelerin zulmü açıkça küfre veya namazı ve namaza çağırmayı terke yahut da ümmete Allah’ın kitabından başkasıyla önderlik etmeye varmadıkça o halifeye kılıçla karşı çıkılamaz. Bu görüş Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan fitneden ayrı duran ashaba aittir. Bunlar Sa’d b. Ebi Vakkas, Üsame b. Zeyd, İbni Ömer ve M. b. Mesleme ve Ebu Bekre (r.a.) dır. Aynı zamanda Hasan Basri (r.a.), Ahmed b. Hanbel ve hadisçilerin çoğu da bu görüştedir145.

Bu görüş taraftarlarından İ. Teymiye, “azgın krallara kılıçla karşı çıkmanın bırakılmasını ve iyi olan gelinceye kadar veya günahlardan kurtuluncaya kadar

141 Abdülkerim Fethi, ed-Devle ve’s Siyade fil Fıkhü’l İslami, Kahire 1977, s. 438. Mevdudî, Hilafet, s. 208.

142 Abdullah b. Ömer ed-Demici, el-İmametül-Uzma, Hilafet-Bey’at-Şûra (Terc: İbrahim Cücük), İstanbul 1996, s. 440 vd. Bu iki ekol hukukçuların dayandığı deliller (şer’i naslar) ve daha ayrıntılı açıklamalar için bkz. s. 43 vd.

143 ed-Demici, s. 440, 443. 144 Hamidullah, s. 102.

145 İbn-İ Hazm,. C. XI, s. 19, İbn-i Teymiye, Siyaset, es-Siyasetü’ş-Şeriye, (Çev. Vecdi Akyüz) İstanbul 1986, s. 153.

onların zulümlerine sabretmek gerektiğini” belirtir. Yine İbni Hazm’ın anlattığına göre bu konuda icma vardır. Fakat icma iddiasında şüphe vardır. Zira Ehli sünnetten bu görüşe karşı çıkanlar da vardır146. Fasık halifeye karşı çıkmak gerektiğini savunanların en önemlilerinden biri Ebu Hanife’dir. Ebu Hanife’ye göre zalim ve fasığın imamlığı batıldır ve kendisi aleyhine isyan lüzumludur. Fakat isyanın muvaffak olmasını iyice hesaplamak şartı vardır. Yani zalim halifeyi ber- taraf edip, onun yerine salih ve adil bir imam getirmenin mümkün olacağı zamanı iyice tespit edip sonra ayaklanmalıdır. Yoksa zaruri hesaplar yapılmadan ayaklanmak suretiyle bir yığın kuvveti heba etmenin manası yoktur. Bu nedenle Ebu Hanife Hz. Ali’ye karşı ayaklananların hepsinin beğavet suçunu işlediklerini söyler147.