• Sonuç bulunamadı

1. HİLAFET İMAMET MESELESİ

2.5. Şia’nın Fırkaları

2.5.2 İsmailiyye

Şia’nın altıncı imamı Cafer es-Sadık’ın 148/765 yılında ölümünü takiben, daha önce imam olacağını belirttiği ve fakat kendisinden önce vefat eden büyük oğlu İsmail’in imametini benimseyenlerin oluşturduğu şii fırka İsmail b. Cafer’e nispetle İsmailiyye diye anılır. İsmail’in babasından önce vefat etmiş olmasını mani bir sebep olarak kabul etmeyenler, onun ölmediğini ve gerçek imam olduğunu savunurken, önemli bir çoğunluk İsmail’in öldüğünü, ölen bir kimsenin imam olamayacağını, bu sebeple imamet hakkının ondan oğlu Muhammed b. İsmail’e intikal ettiğini kabul etmişlerdir333. Birinci grup fazla uzun ömürlü olmamış ise de, islam tarihinde başta İsmailiyye olmak üzere, değişik isimlerle anılan ikinci grup, bir kısım bölünmelerle günümüze kadar verlığını devam ettirmiştir.

Cafer es-Sadık’ın İsmail, Abdullah, Musa ve Muhammed isimli oğulları arasında, kendisine imametin intikal etmesi gereken en büyük oğlu İsmail idi. Babası bu konuyu muhtelif defalar ortaya koymuş ve gelecekteki imamı belirlemişti. Fakat bir süre sonra İsmail’in imameti konusunda menfi tavır takındığı bilinmektedir.

Bazı rivayetlerde, bunun sebebinin İsmail’in içki ve kadınlara düşkün olması ve babası Cafer’in ilahlığını, kendisinin de onun peygamberi olduğunu iddia eden Ebü’l- Hattab el-Esedi gibi bir aşırı kimselerle dostluk kurması olduğu belirtilmektedir. Bu sebeple babası Cafer’in imamet görevini onun yerine küçük kardeşi Musa Kazım (183/ 799)’a vermiştir334. Diğer bir rivayete göre de İsmail babasından üç yıl önce (145/762) vefat etmiştir. Ancak İsmail’in aşırı taraftarlarının bir kısmı onun öldüğüne inanmayıp onun öldürülmeye kasdedilmemesi için kendisini takıyye gereği ölmüş gösterdiğini ileri sürdüler335. Ancak bu fikir fazla uzun sürmedi. Nitekim İsmail’in ölümünden sonra babası Cafer’in onun cenazesini Medine’ye getirmiş ve cesedi Medine ileri gelenlerinin

333

Bağdadi, Abdülkahir; Mezhepler Arasındaki Farklar, (çev. E.Ruhi Fığlalı), Türk Diyanet Vakfı Yay./ Ankara 2011/ Ebu’l-Hasan el-Eş’ari, Makalatü’l-İslamiyyin ve İhtilafu’l Musallin; İlk Dönem İslam Mezhepleri, (çev. Mehmet Dalkılıç / Ömer Aydın), Kabalcı Yay. / İst.2005/ Öz, Mustafa, Başlangıçtan Günümüze İslam Mezhepleri Tarihi, Ensar Yay./ İst.2012 / Fığlalı, Ethem Ruhi; Günümüz İslam Mezhepleri, İzmir İlahiyat Vakfı Yay./ İzmir 2008

334

Öz, Mustafa, “İsmailiyye Mezhebi”, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, 13-15 Şubat 1993/ İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayın Dizisi/ İst. 1993

335

huzurunda açılmış ve öldüğü konusunda zabıt tutularak hazır bulunanlara imzalatılmış ve daha sonra Baki mezarlığına defnedildiği de rivayetler arasındadır336.

Bu olaylar sonrasında yine imamet konusunda ihtilaflar olmuş ve İsmailiyye ortaya çıkmıştır. İmamiyye şiası yedinci imam olarak Musa el-Kazım’ı tanırken; İsmail babasından önce öldüğünden kendisi için sabit olan imamet görevinin onun çocuklarına intikal ettiğini söyleyen İsmail’ in kölesi Mübarek’e nispetle Mübarekiyye adını alan ve İsmail b. Cafer adına İsmailiyye’ yi kurduklarını söyleyen ve çoğunluğu teşkil eden bu zümre, oğlu Muhammed b. İsmail el-Mektum’un etrafında toplandılar. Bunlar yedi imam kabul ettikleri için “Seb’iyye”, Kur’an-ı Kerim’in asıl anlamının batında gizli olduğunu ileri sürdükleri için “Batıniye” de denir.337.

Bunlar imameti İsmail kanalıyla oğlu Muhammed el-Mektum’a geçtiğini iddia ettikten sonra da Muhammed’i, “mektum” veya “mestur” da denen saklı imamların ilki saydılar. Çünkü bunlar imamların gizli saklı olabileceğine ve ona itaat etmenin yine vacip olduğuna inanırlar338.

Sonuç olarak bu fırka; Cafer es-Sadık’ın 148/765 yılındaki ölümünden sonra, imametin nass ve tayinle Cafer’in en büyük oğlu İsmail ve onun oğlu Muhammed b. İsmail ve soyundan gelen imamların hakkı olduğunu iddia eden Şii grubu olarak ortaya çıktı ve İsmailiyye/İsmaililer olarak da tarihteki yerini aldı.

Medine’de babasının ölümünden sonra dedesi tarafından eğitilmesi için tayin edilen Meymun el-Kaddah ve oğlu Abdullah b. Meymun’un nezaretinde bulunan Muhammed b. İsmail, dedesinin ölümünden sonra da mürebbi ve hocalarıyla yakınlığını sürdürdü. Fakat daha sonraları Abbasi idaresinin takibi ve özellikle amcası Musa el- Kazım’ın mensuplarından duyduğu rahatsızlık dolayısıyla Medine’den ayrılarak İran’ın güneybatısındaki Huzistan bölgesinde yerleşen Muhammed b. İsmail 179/ 795-796 yıllarında vefat etmiştir. Muhammed b. İsmail’den sonraki İsmailiyye imamları, Ubeydullah el-Mehdi’nin Fatımi Devleti’ni kurduğu 296/908 yılına kadar setr devrini

336

Öz, Mustafa, Başlangıçtan Günümüze İslam Mezhepleri Tarihi, Ensar Yay./ İst.2012

337

Fığlalı, Ethem Ruhi; Günümüz İslam Mezhepleri, İzmir İlahiyat Vakfı Yay./ İzmir 2008

338

Muhammed Ebu Zehra; İslam’da İtikadi, Siyasi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, (çev. Sıbgatullah Kaya),

yani gizlenme dönemini devam ettirdiler. Bir buçuk asır boyu devam eden setr devri dolayısı ile İsmailiyye’nin tarihi pek çok meçhullerle doludur339.

Muhammed Mektum’dan sonra imametin oğlu Cafer el-Musaddık’a, ondan sonra oğlu Muhammed el-Habib’e ve ondan sonra da Kuzey Afrika da çıkıp Mağrib’e hükmeden Muhammed el-Mehdi ye geçer. Daha sonra da Mısır’da Fatımi Devleti’nin kurucusu olan kişinin imam olduğunu kabul ederler340. Ancak Muhammed b. İsmail’den sonra imam olan kimselerin, gerçek tarihi şahsiyetler mi, yoksa hareketin kurucuları, tarafından yaratılınış hayili şahıslar mı oldukları kesin olarak bilinmemektedir. Fırka bu devrede daha çok dailer tarafından yönetilmiştir341. Bu gizlilik devrinde kurulan ve mezhebi de idare eden gizli ihtilal teşkilatının asli unsurları olan propagandacılar (dai) mezhebin yayılmasında da en önemli rolü oynamışlardır. Kufe, Basra, İran, Yemen, Bahreyn, Kuzey Afrika’ya gönderilen dailer mezhebin görüşlerini yaymaya çalıştılar. Hatta Bahreyn daileri bir ara Bahreyn deki iktidarı ele geçirerek Karmati devletini kurmaya da muvaffak oldular342.

Bu grup da, diğer şii grupları gibi Irak’ta ortaya çıkmış ve diğer şii gruplarının karşılaştığı baskılarla bu grup da karşılaşmıştır. Gördükleri baskı sebebiyle bu grubun mensupları İran, Horasan ve Türkistan’a kaçmışlardır. Orada mezheplerine, eski İran inanışından ve Hint düşüncelerinden bazı görüşler karışmıştır. Bunun etkisi ile birçokları yoldan çıkmış, kendi heva ve heveslerine uyanlar, bir hayli olmuştur. Bundan dolayı, İsmailiyye adını taşıyan pek çok grup vardır. Bunların bazısı islam dairesinin dışına çıkmamışken, bazısı da islamın değişmez hükümlerine ters düşen bazı görüşlere kapıldıkları için sapıtmışlardır. Bunlar o bölgelerde Hint brahmaları, İşraki Filozofları, Budistler, Keldan ve Eski İran’dan arta kalan Ruhaniyat, yıldızlar, gezegenler vb. hakkında bazı düşüncelerle temas kurup kaynaşmışlardır. Kimisi, bütün o hurafeleri alıp benimsemiş ve benimsediği oranda İslamdan uzaklaşmıştır. Kimisi de bir ölçüde hurafeleri almış ve İslami gerçeklere tümüyle sırt çevirmemiştir. Bu mezhep

339

Öz, Mustafa, Başlangıçtan Günümüze İslam Mezhepleri Tarihi, Ensar Yay./ İst.2012

340

Muhammed Ebu Zehra; İslam’da İtikadi, Siyasi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, (çev. Sıbgatullah Kaya),

Yenişafak Gazetesi Yay./ İstanbul/ trz.

341

Öz, Mustafa, “İsmailiyye Mezhebi”, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, 13-15 Şubat 1993/ İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayın Dizisi/ İst. 1993

342

mensuplarının, kendileri için gerek gördükleri “gizlilik prensibi” ümmetin çoğunluğundan kopmalarına neden olmuştur343.

Bu gizlilik sayesinde, Sünnilerle kaynaşmamışlar, gizlilik arttıkça beraberinde uzaklaşma da artmıştır344. Hatta gizlilik prensibinde öyle ileriye gitmişlerdir ki yazdıkları kitap ve risalelerin yazar adlarını ilan etmemeişlerdir. Örnek olarak, birçok ilim dalını ve derin felsefi görüşleri içeren “İhvan-ı Safa Risaleleri’ni” yazan bunlardır. Ancak risaleleri yazanların ismine değinilmemiştir345.

Ortaya attıkları, zulüm ve istibdatla dolmuş bulunan dünyayı adalet ve doğrulukla dolduracak bir mehdinin geleceği düşüncesi özellikle idareden memnun olmayan ve iktisadi buhrandan en fazla müteessir olan işçi sınıfından sayıları gittikçe artan muhalif zümreleri kendine çekerek ismaililiği mevcut nizama karşı dini ve içtimai tehlikeye soktu. O kadar ki, Kuzey Afrika’ya Yemen’den gönderilen dailer fırkayı orada öylesine başarılı bir şekilde yaydılar ki, gizli imam olarak kabul edilen Ubeydullah Kuzey Afrika’da zuhur ederek (296/908) kendini “el-Mehdi” ünvanı ile halife ilan etti. Böylece İsmaililer (297/909) yılında Fatımiler adıyla anılacak bir devlet kurmuş oldular346.

Kahire’yi merkez yaparak meşhur “el-Ezher Medresesi” ni kuran Fatımiler, Kuzey Afrika, Sicilya, Mısır, Suriye, Hicaz ve Yemen’e hakim oldularsa da devletleri 567/1171 yılında Selahaddin Eyyubi’nin zaferi ile sükut etti. İsmailiyye, el-Mustansır- billah’ın uzun hilaafeti sırasında (427-487/1036-1094) Nizari ve Musta’li kolu şeklinde ikiye ayrıldı. İsmaililerin Müsta’li kolu esasta batıni inancını ve dailik sistemini benimsemiş olmakla birlikte, Nizarilere göre daha mutedil bir görüşe meyletmişlerdir347.

2.5.2.1. İsmailiyye’nin Görüşleri

Bir bütün olarak İsmailiyye’nin görüşleri, Batıniyye’ye istinat etmektedir. İlk dönem Batıniyye mensupları, kendi düşüncelerini felsefecilerin düşünceleri ile

343

Muhammed Ebu Zehra; İslam’da İtikadi, Siyasi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, (çev. Sıbgatullah Kaya),

Yenişafak Gazetesi Yay./ İstanbul/ trz.

344

Şehristani, El-Milel Ve’n Nihal, (çev. Mustafa Öz)/ Litera yay./ İst.2008

345

Muhammed Ebu Zehra; İslam’da İtikadi, Siyasi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, (çev. Sıbgatullah Kaya),

Yenişafak Gazetesi Yay./ İstanbul/ trz.

346

Büyükkara, Mehmet Ali; “İsmaili Dai ve Fatımi Da’vet”, İlam Araştırma Dergisi, s.3/ 1998 yrz

347

karıştırıp, telif ettikleri eserleri, bu metoda uygun olarak yazdılar. Allah hakkında var veya yok olduğunu, alim, cahil, kadir veya aciz olduğunu söyleyemeyiz” diyerek bütün sıfatlarda aynı yolu takip ettiler. Onlara göre bu sıfatlardaki gerçek ispat, Allah ile diğer mevcutlar arasında belirtilen cihette bir müşterekliği gerektirir, bu ise teşbihtir. Hüküm mutlak olarak ispat veya nefyetme şeklinde olmamalıdır. Çünkü O, birbirine karşıt, düşman ve zıt olan şeylerin yaratıcısıdır, dediler. Bu konuda Muhammed el-Bakır’dan, “Alimlere ilim verildiği zaman, o alimdir denildi, kadirlere kudret verdiğinde O’nun kadir olduğu söylendi. O ilmin ve kudretin kendisiyle kaim bulunduğu veya ilim ve kudretle tavsif edildiği manasında değil, ilmi ve kudreti veren anlamında alim ve kadirdir şeklinde bir ifade naklettiler348.

Özetleyecek olursak, İsmaililer bir çok görüşlerini gizlemişler ve şartların açıklamaya uygun olması dışında, görüşlerini ilan etmemişlerdir. Hatta doğuda ve batıda hakim ve nüfuzlu oldukları zamanlarda bile tüm inançlarını dile getirmemişlerdir. Allah’ın varlığı ve iman konusunda da yukarıda bahsettiğimiz gibi felsefi izahları tercih etmişlerdir.

İlimleri zahiri ve batıni olarak ayıran İsmaililerin ılımlı olanlarının görüşleri üç temel üzerinde kurulmuştur. Bu görüşlerin çoğuna isnaaşeriler de katılmışlardır349.

1-İlahi feyiz, Allah’ın imamlara lütfettiği marifetin bir parçasıdır. Onları imamlıklarının gereği olarak ilim ve değer açısından bütün insanlığın üstüne çıkarır. Onların başka hiç kimsede bulunmayan özelliklere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bir de onlara insanların, idraklerinin üstünde bir şeriat ilmi verilmiştir.

2-İmamın açık ve bilinen bir kişi olması gerekmez. Gizli ve örtülü bir kişi de olabilir. Bununla beraber, ona itaat etmek vaciptir. O, insanları doğru yola ileten Mehdi’dir. Geçmiş nesillerden birinde ortaya çıkmamış ise de mutlaka çıkacaktır. Mehdi çıkıp, kötülük ve zulüm kol gezdiği yeryüzünü adaletle doldurmadıkça kıyamet kopmayacaktır.

3-İmam, hiçbir insana karşı sorumlu değildir. Hiçbir insanında imamı yaptığı işlerde hatalı bulma yetkisi yoktur. Aksine, insanların imamın işlediği her fiilde bir

348

Şehristani, El-Milel Ve’n Nihal, (çev. Mustafa Öz)/ Litera yay./ İst.2008

349

Muhammed Ebu Zehra; İslam’da İtikadi, Siyasi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, (çev. Sıbgatullah Kaya),

Yenişafak Gazetesi Yay./ İstanbul/ trz / İsmailiyye için ayrıca bkz. Farhad Daftary, İsmaililer (Tarihleri

“hayır” olduğunu “şer” taşımadığını tasdik etmeleri vaciptir. Çünkü imam hiç kimsenin marifetine erişemeyeceği bir bilgiye sahiptir. Bundan hareketle, imamların masum olduğunu da ileri sürmüşlerdir. Ancak buradaki masumiyet, onlar bizim işlediğimiz türden hataları işlemezler değildir. Bu masumiyet şu anlama gelmektedir. Sahip oldukları ilim, bizim hata adını verdiğimiz bazı fiiller hakkında aydınlatılmış olabilir ve onu işlemelerine imkan tanımış olabilir. Ancak diğer insanların bu fiilleri işlemesine imkan yoktur.