• Sonuç bulunamadı

1. HİLAFET İMAMET MESELESİ

2.2. Şia’nın Doğuşu

Şia’nın anlamını belirttikten sonra, Şia hususunda bir diğer sorun ile karşılaşmaktayız bu sorun ise Şia’nın bir fırka olarak ne zaman doğduğudur. Kaynaklarda Şia’nın doğuşu konusunda birbirinden farklı ve değişik tarih ve dönemler

244

A.g.e

245

Şehristani, El-Milel Ve’n-Nihal, (Çev. Mustafa Öz), Litera Yay./ İst.2008

246

Hakyemez, Cemil; “Şii İmamiyye Fıkhının Teşekkül Süreci ve İmamet”, Hitit Ünv. İlahiyat. Fak.

Dergisi, 2008/1,c.7,s.13/ el-Eş’ari, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail, (Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve İhtilâfü’l-

Musallîn), İlk Dönem İslam Mezhepleri, (çev. Mehmet Dalkılıç-Ömer Aydın), Kabalcı Yay./ İst.2005/ Sarıkaya, Mehmet Saffet; İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler, Rağbet yay./ İst.2009/ Gümüşoğlu, Hasan; İslam Mezhepleri Tarihi, Kayıhan yay./ İst.2008/

ileri sürülmüştür. Her araştırmacı kendi görüşünü savunurken, karşıt tezleri çürütmek için de deliller serdetmiştir. Şia kaynaklarında ise bu husus Hz. Peygamber’in varlığında var olan bir fikir olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Şiiliğin doğuşuyla ilgili iddiaları İrfan Abdulhamid yedi grupta toplamıştır247.

1- Şii müellifler fırkanın doğuşunu Hz. Peygamber zamanına kadar götürürler. Ancak Hz. Peygamber’in sağlığındaki Şiiliğe manevi Şiilik derler.

2- Şiilik, ilk hilafet tartışmaları esnasında oluşmuştur.

3- Şiilik, Hz. Osman zamanında, ona karşı yapılan isyandan sonra doğmuştur. Hz. Osman’ın şehadetinden sonra Müslümanlar, Hz. Ali ve Muaviye taraftarı olarak ikiye bölünmüşler; Hz. Ali’nin ölümünden sonra Şia, sadece Hz. Ali taraftarlarına verilen bir ad olmuştur.

4- Şiilik, Hz. Ali’nin riyaseti esnasında Talha ve Zübeyr’in ona karşı çıkması üzerine Hz. Ali’ye uyanlara verilen bir ad olarak başlamış, Cemel Vak’asını müteakip teşekkül etmiştir.

5- Şiilik, Hz. Ali’nin öldürülmesinden sonra teşekkül etmiştir.

6- Şiilik, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehadetinden sonra oluşan Tevvabün hareketiyle başlamıştır.

7- Şiilik, nass ve tayin akidesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Buna göre, Şia’nın zuhuru h.1 asrın sonlarına kadar uzanır.

Şii müelliflerin hemen hemen ittifakla Hz. Peygamber’in hayatta olduğu dönemde Şia’nın mevcut olduğunu ileri sürmelerine rağmen, Hz. Peygamber devri şöyle dursun, Hz. Ali’nin ve hatta oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin zamanında bile bir fırka haline gelmiş değildir248.

Öyle görünüyor ki, Arap dilinde, günlük hayatta ıstılah anlamının dışında “taraftar” anlamında kullanılan şia kelimesinin Hz. Peygamber’in bazı hadislerinde geçmesi, Şia’yı böyle bir anlayışa sevk etmiş olmalıdır. Ancak bazı hadislerde rastlanan “şia” sözünden bir fırka anlamı çıkarmak ve bu hadislere muhatap olan Hz. Ali ile diğer

247

İrfan, Abdulhamit; İslam’da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, (çev. Saim Yeprem), Marifet Yay. 1994

248

Fığlalı, E. Ruhi; “Şiiliğin Doğuşu ve Gelişmesi”, Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu 13-15 Şubat 1993 İstanbul/ İslami İlimler Araştırma Vakfı Yay./ İst.1993

ashabın, bu sözleri bir mezhep, bir fırka olarak anlayıp öylece değerlendirdiklerini düşünmek, tarihi olayların seyri ve mevcut rivayetlere göre, fevkalade imkansız görünmektedir249.

İbn Haldun Şiiliğin; Peygamberin vefatından sonra hilafet – imamet meselesi üzerine çıktığı kanaatindedir. İbn Nedim (Öl.385/995)’in kanaati de Hz. Ali ile Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe (Allah onlardan razı olsun) arasındaki mücadelenin başlamasıyla birlikte Şia’nın ortaya çıktığı doğrultusundadır. O, şunları yazar;

“Talha ve Zübeyr, Hz. Ali'ye karşı çıkıp Osman b. Affan’ın kanını talep etmediği gerekçesiyle ona sırt çevirdikleri zaman Ali Aleyhisselam bunların her ikisinin Allah’ın emrine dönmelerini sağlamak için dövüşmeye (mücadeleye) karar vermişti. İşte bu sırada Hz. Ali’ye tabi olanlara Şia dendi. Çünkü Hz. Ali (O’na selam olsun) bunlara “Benim şiam” diyordu250.

Mısırlı yazar Ahmed Emin, “Fecr ül-İslam” adlı eserinde;

“Nebi (S.A.S.) vefat ettikten sonra bazı topluluklar, Peygambere halef olmaya en layık olan O’nun ehl-i beyti’dir, görüşünü ortaya attıkları zaman bu, Şia’nın ilk nüvesi olmuştur” der. Yine aynı eserinde; “Görüldüğü gibi bu fırka Nebi (S.A.S.)’nin ölümünden sonra kurulmuş ve zamanla Hz. Osman’a dil uzatılmasıyla büyümüştür” demek suretiyle Şia’nın doğuş zamanı hakkında fikrini belirtir. Doç. Dr. Yaşar Kutluay yazdığı kitaplarında şiiliğin tarih sahnesinde görünüşünü Hz. Muaviye’nin Irak valileri Muğire b. Şu’be es-Sakafi ve Ziyad b. Ebihi’nin H/50- 51 (M/670-671) yıllarındaki davranışlarına bağlar251. Ona göre Sıffin savaşından sonra Ali b. Ebi Talib’in çevresinde toplanan Müslümanlar “kelimenin ıstılahi değil, lügati anlamında onun taraftarı” durumunda idiler. Ancak Hz. Ali taraftarlarının “bir teşkilat olarak” ortaya çıkması bu valilerin hareketleriyle başlar252demektedir.

Çağdaş yazarlardan İrfan Abdülhamid ise bu konudaki görüşünü şöyle ortaya koyar253; “Benim görüşüm şudur ki; siyasi ve fikri bir mezhep olarak şiiliğin yapısı

249

A.g.e

250

Ecer, A. Vehbi; “Şia veDoğuşu”, Kayseri Ünv. İ.F.D/ Kayseri 1983

251

Bkz. Kutluay, Yaşar; Tarihte ve Günümüzde İslam Mezhepleri, Selçuk Yay./ Ank. 1968

252

Ecer, A. Vehbi; “Şia veDoğuşu”, Kayseri Ünv. İ.F.D/ Kayseri 1983 / Onat, Hasan; “ Şiiliğin Doğuşu Meselesi” ( Hicri Birinci Asır ), Ankara Ünv. İ.F.D/ c.36/ Ankara/ tsz.

253

İrfan, Abdulhamit; İslam’da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, (çev. Saim Yeprem), Marifet Yay. 1994

halifelik konusunda nas ve tayin nazariyesine inanmayla birlikte ortaya çıkmıştır. Bu nazariye o mezhebe öyle bir özellik kazandırmıştır ki bununla Şia diğer mezhep ve hareketlerden ayrılır. Ben şiiliğin, böylece, temelde bu nazariye ile bağlantılı olduğunu ve hala da bu bağın devam ettiğini görüyorum” demiştir.

Hz. Ali’nin sağlığında meydana gelen Hz. Ali taraftarlığını ve Hz. Ali sevgisini bir mezhep hareketi, mezheple ilgili bir zümreleşme olayı olarak görmemek yerinde olur. Ethem Ruhi Fığlalı’ nın da işaret ettiği gibi; “Hz. Ali’nin bütün Müslümanlarca teslim edilen şahsi meziyetleri, ilmi, takvası, kahramanlığı, cesareti ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in amcasının oğlu, Medine'de kendisine kardeş kıldığı kimse ve damadı oluşu söz konusu olduğu taktirde, bu hususlarla ilgili ilk tezahürlerin daha Rasulullah (s.a.s.)’ın sağlığında mevcud olması fevkalade tabii ve doğrudur. Ancak bu tezahür, bir fırka veya ayrı bir zümre teşkil etmek şeklinde değil, manevi bir bağlılık ve samimi bir dostluktur254”.

Sonuç olarak şia düşüncesi en erken Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra siyasi bir temayül olarak efkar-ı umumiyye oluşturulmaya başlanmıştır, denebilir. Özellikle 65/684 yıllarında fiilen ortaya çıkarak Hz. Hüseyin’in intikamını almak üzere toplanan ve onun yardımına gelmedikleri için dövünerek tövbe edenlerin oluşturduğu Tevvabun255 (tövbe edenler) hareketi; Şia’nın bir ıstılah haline gelişinin, yani İslam içinde siyasi bir kitleleşme hareketinin başlamakta oluşunun ilk tezahürleridir256.

Gerçekten bu olay bir zümreleşmenin gözüktüğü olaydı. 65/ 685 yılında Süleyman b. Surad el-Huzai’nin yönetiminde toplanan bazı insanlar askeri bir harekata hazırlandılar. Hz. Hüseyin’e ihanet edişlerinden pişmanlık duyduklarını göstermek istediler ve Hz. Hüseyin’in intikamını almayı da üstlendiler. 16.000 kişi olmaları gerekirken ancak bin kişi bir araya gelebildi ve Kerbela da, Hz. Hüseyin’in türbesi etrafında 24 saat ağlayıp çırpındılar. Bu hareketin sayısı yirmi binlere ulaşınca Süleyman b. Surat liderliğinde bir harekete girişmeye karar vermişlerdi. Vali Ubeydullah’ın yerinde tedbileri bu hareketin de daha başlangıcında akiym kalmasını

254

Fığlalı, Ethem Ruhi; Günümüz İslam Mezhepleri Tarihi, İzmir İlahiyat Vakfı Yay. /İzmir 2008

255

Tevvabun Hareketi; (10 Muharrem 61/ 10 Ekim 680) Hz. Hüseyin’in şehadetinden kısa bir süre geçtikten sonra Hz. Hüseyin’in ölümünden kendilerini sorumlu gören bazı Kufe’liler periyodik olarak bir araya gelip, yaptıklarından tevbe edip, ağlayıp sızlamışlardı. Böylelikle bu harekete Tevvabun denmiştir.

256

sağlamıştır. Ve Emevilere karşı şuursuzca mücadele ederek, Aynü’l-Verde civarında yapılan savaşta Şam ordusuna yenilmiştir (65/ 685)257.

Ancak şu kısmını da belirtmek gerekir ki; Şiiliğin vücut bulması, en azından nass, vasiyet ve ismet veya başka bir ifadeyle imamın yanılmazlığı ve üstünlüğü (efdal), özel bir bilgi ile donatılmış bulunduğu ve dolayısıyla imamet ve hilafetin, Hz. Peygamber’den sonra bu vasıfları sebebiyle Hz. Ali’nin hakkı olduğu inancının genelleşmesi fikri ise en erken, Muhammed el-Bakır (114/733)’ın kardeşi ve arkasından onun oğlu Cafer es-Sadık (1481765) ile Zeyd b. Ali (122/740) arasındaki tartışmalarda söz konusu edilmiş meseleler cümlesindendir258.