• Sonuç bulunamadı

İslami Kalvinistler ya da Yeni Bir Orta Sınıfın Doğuşu

Belgede Konyada Dini Hayat (sayfa 139-162)

Merkezi Berlin’de,429

bulunan ”European Stability Initiative/Avrupa İstikrar İnisiyatifi” (ESI) adlı düşünce kuruluşu tarafından 19 Eylül 2005 tarihinde açıklanan

“Islamic Calvinists: Change and Conservatism in Central Anatolia” (İslamî Kalvinistler: Orta Anadolu’da Muhafazakârlık ve Değişim) başlıklı bir araştırma

raporu430 birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ses getirmiştir.

Kayseri örneğinden hareketle Müslüman kimlikli işadamları üzerine yapılan ve bu bağlamda Türkiye’de İslam, serbest pazar, kapitalizm, modernleşme, küreselleşme ilişkisi üzerine bir yorumda bulunmaya çalışan sözkonusu raporun içeriği incelendiğinde çok kapsamlı ve derin bir bilgilendirme ortaya koymasa da, İslam-modernlik-kapitalizm ilişkisi üzerine bir tartışma başlatması açısından üzerinde durulması gerekmektedir. Zira raporun yayınlanmasıyla beraber 2006 yılının başlarında “İslami Kalvinizm” yaygın medyada popüler bir konu haline gelmiş bu rapora dayanarak yapılan bazı tartışmalar gazete manşetlerinde ve köşe yazılarında geniş yer bulmuştur.

Raporun içeriği ve ana teması kısaca şöyle özetlenebilir:

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini istemeyen Avrupalılara göre; biri İstanbul ve çevresinde odaklanan Batılı, laik ve modern; diğeri ise Anadolu’ya hâkim olan dindar, daha az gelişmiş ve yoksul olan “iki Türkiye” vardır. Tarıma dayalı ekonomisi, erkek egemen İslam kültürünün hâkim olduğu Orta Anadolu “diğer/öteki” Türkiye’nin kalbi olarak kabul edilmektedir. Zira son yıllarda Orta Anadolu zengin sanayi merkezlerinin ortaya çıktığı mucizevî bir kalkınmaya sahne olmuştur. İşte bu açıdan bakıldığında ekonomik bakımdan en gelişmiş merkezlerin başında Kayseri gelmektedir. Kayseri örneğinde ortaya çıkan ekonomik gelişmişlik ve yeni refah ortamı, geleneksel değerlerin değişmesine, çalışmaya, girişimciliğe ve kalkınmaya önem veren yeni bir kültürün oluşmasına yol açmıştır. Toplumsal açıdan

429 Bu kuruluşun Brüksel ve İstanbul’da şubeleri bulunmaktadır.

430 Avrupa İstikrar Girişimi (ESI) adlı kuruluş Türkiye ile ilgili şu konular üzerinde çalışmalar

yapıyordu 1. Ülkenin farklı yerlerinde ekonomik ve sosyal kalkınma, 2. Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecindeki reformlar, 3. Avrupa Birliği'nin genişlemesi ve üye ülkelerde Türkiye konusundaki tartışmalar. İşte bu çalışmalar sonucunda ISLAMIC CALVINISTS: Change and Conservatism in Central Anatolia (İslami Kalvinistler: Orta Anadolu'da Değişim ve Muhafazakârlık) başlıklı raporun yayınlandığı bilinmektedir..

muhafazakâr ve dindar bir toplum olma özelliğini koruyan bu merkezler “sessiz İslam reformu” sürecinden geçmektedir.

1950’li yıllarda bir Orta Anadolu köyünde araştırma yapan Amerikalı Antropolog Delenay’ın o yıllara ait gözlemleriyle başlayan rapor şu ifadeleri aktarır.

“Köylüler, hiç istekli olmasa da çalışmak zorunda; hangi biçimde olursa olsun çalışmak küçümseniyor. Hayatı öğrenmenin, kendini geliştirmenin ya da tatmin etmenin bir yolu olarak görülmüyor. Hayatın anlamının çalışmak olarak algılanmadığı çok açık. Örnek kişisel etkinlik oturmaktır” Bu halka göre iş ve

çalışma “cehennem habercisi” gibi algılanmaktaydı.431

Geçmişte iş ve çalışma bu şekilde küçümsenir ve hoş görülmezken, yakın zamanda Orta Anadolu, Doğu Asya kaplanlarının ekonomilerini anımsatan biçimde bir ekonomik mucizeye şahit olmuştur diyen rapor işte bu noktada şu soruların cevabını aramaktadır:

Acaba ne oldu da bu şehirlerde çalışmak hoş görülmezken girişimciliğin merkezi haline geldi? İslam dininin Müslümanlara kazandırdığı zihniyet, ekonomik kalkınma ve modernleşme konusunda nasıl bir rol oynamaktadır? Bu sorulara Kayseri örneğinden hareketle cevap vermeye çalışan rapor, Kayseri’deki müteşebbislerle konuşuyor, belli değerleri tartışıyor ve bu dindar insanların gerçekleştirdikleri ekonomik başarıda dinin kendilerine kazandırdığı değerlerin ve zihniyetin etkisini belirlemeye çalışıyor. Raporda çok sayıda Kayserili girişimcinin iş hayatındaki başarılarından örnekler veriliyor, yapılan röportajlardan kesitler sunuluyor.

Rapora göre; “ekonomik kalkınmayı sağlayan ekonomik erdemlerin nereden

kaynaklandığı” sorusuna; girişimcilerden bazıları, İslam dininin ticarete önem

verdiğini ileri sürerek cevap verirken bazıları da kendi toplumlarının özelliklerini Kalvinizm’e ve Protestan çalışma etiğine gönderme yaparak cevaplamaktadırlar. Örneğin, şehrin eski belediye başkanı “Kayseri’yi anlamak için önce Max Weber’i

okumak gerekir”432 diye ifade ederken, önemli bir işadamı derneğinin Kayseri şube müdürü “Anadolu kapitalistlerinin yükselişi, sahip oldukları Protestan iş etiği

431

Carol Delaney, The Seed and the Soil – Gender and Cosmology in Turkish Village Society, 1991, s.116. (Akt. İslami Kalvinistler, s. 5-6)

432 Raporda bu ifade daha önceki dönemde Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlılığı yapmış olan

sayesinde oldu. Müsriflik yok, spekülasyon yok, kârlar yeniden yatırıma aktarılıyor."433

şeklinde ifade etmiştir. Bunların dışında bir takım başka örnekler de

sunan rapor, “Max Weber Kayseri’de” şeklinde ara başlık da kullanmıştır.434

Buradan hareketle rapor, ortaya attığı Kayseri odaklı İslami Kalvinizm tezinin, iktidar olduğundan bu yana yoğun ilgi gören AkParti’nin “Muhafazakâr

Demokratlık” yaklaşımı ile uyuştuğu ve örtüştüğünü iddia etmektedir. Ayrıca rapor,

bu ekonomik kalkınmanın ve modern dünyanın değerlerinin İslam ile bütünleşebileceğini ortaya koymaktadır.

Sözkonusu rapor bir başka noktaya daha dikkat çekmektedir. Bu araştırmanın sonuçlarına göre Anadolu’da yaşananlar, Cumhuriyetçi seçkinlerin paylaştığı ekonomik kalkınma ve modernleşmenin ancak dinden uzaklaşmayla mümkün olabileceğine dair görüşleri de temelden sarsmaktadır. Rapor şu cümlelerle bitmektedir: "Ekonomik başarı ve toplumsal gelişmenin, İslam ve modernliğin

sorunsuz biçimde birlikte yaşadığı bir ortam oluşturduğu ortada. Bugün Avrupa Birliği'ne girmek için çabalayan işte bu tür değerlerle şekillenen bir Anadolu."435 Başka bir ifade söylemek gerekirse rapor Avrupalılara, Avrupa Birliğine girmek için çabalayan Türkiye’nin Batı’nın bildiği “değerlerle şekillenen bir Anadolu” olduğu haberini veren cümlelerle sona ermektedir.

Görüldüğü gibi bu düşünce kuruluşu, Kayseri özelinden hareket ederek, başta Konya, Kayseri, Erzurum, Gaziantep gibi dindar/muhafazakâr kimliği ile ön plana çıkmış şehirlerdeki ekonomik kalkınma ve gelişmeyi Weberyen bir bakış açısı ile yorumlamış, dolayısıyla bu şehirlerdeki gelişmelerin motor gücünün “din” olduğunu tespit etmiştir. Buradan yola çıkarak Kayseri özelinde bütün orta Anadolu’daki ekonomik gelişmeyi ifade etmek için Weber’yen bir bakış açısı ile durumu en iyi özetleyen "İslami Kalvinizm" kavramını ortaya atmıştır. Başka bir ifade ile genelde Orta Anadolu, özelde ise Kayseri, Konya gibi dindar/muhafazakâr kimlikli kentlerdeki söz konusu ekonomik gelişmeleri raporun “İslami Kalvinizm” olarak

433 Raporda bu ifade MÜSİAD Kayseri şubesi müdürü Hasan Hasnalcı’dan nakledilmiştir. 434

İslami Kalvinistler, s. 22-25.

435 Daha geniş bilgi için bkz. ISLAMIC CALVINISTS: Change and Conservatism in Central

Anatolia” (İslamî Kalvinistler: Orta Anadolu’da Muhafazakârlık ve Değişim), European Stability Initiative, 19 Eylül 2005, Berlin-Brussel-İstanbul.

anlamlandırması, Weber’in Protestan Ahlâkı ve Kapitalizm Ruhu arasındaki kurmuş olduğu ilişkiyi İslâm ve Türk toplumlarına uyarlamasıyla bu kavramsallaştırmayı yaptığı söylenebilir.

İşte sözkonusu raporu değerlendireceğimiz bu bölümde şu soruların cevabını arayacağız. Acaba bir önceki bölümde anlattığımız tahıl ambarından KOBİ başkenti haline gelen Konya‘daki ekonomik kalkınma ve gelişmeyi söz konusu raporda olduğu gibi Weberyen bir bakış açısı ile okuyabilir miyiz? Söz konusu raporun, dindar/muhafazakar kimliği ile ön plana çıkmış bu şehirdeki işadamları için “İslami

Kalvinist” kavramsallaştırması ne kadar doğru bir niteleme olmuştur.? Acaba

sözkonusu bu ekonomik kalkınma bir yeni sınıf ve yeni bir zihniyeti de beraberinde getirmiş midir?

Bu sorulara burada cevap bulmamız için; Weber’in çok iyi anlaşılması gerekmektedir. “Weber’in meşhur tezi nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır?” Bu tez,

“bütün sosyal bilimciler tarafından genel geçer olarak kabul edilmiş midir yoksa bir takım eleştiriler getirilmiş midir?” “Eleştirilmiş ise hangi noktalardan eleştirilmiştir?” Weber’in iyi anlaşılması için ilk önce bu soruların cevabını

aramamız gerekmektedir.

Acaba Weber’in tezi, yani Protestan Ahlâkı ve Kapitalizm Ruhu arasındaki kurmuş olduğu bu ilişki nasıl ortaya çıkmıştır?

Almanya’nın niçin geri kaldığına cevap arayan Weber, kendi zamanındaki ekonomik olarak gelişmiş ülkeleri incelediğinde bu ülkelerdeki, büyük girişimci, sermaye sahiplerinin ve modern işletmelerde üst düzey yönetici konumunda olan bireylerin daha ziyade Protestan inancına sahip kimseler olduğunu görmüştür. Bu durumun yani; sermaye sahiplerinin büyük çoğunluğunun Protestan oluşu ve Protestanların modern ekonomide yönetici konumunda bulunmaları kısmen miras aldıkları ortalama zenginliğin bir sonucu olabilirse de bundan başka bir takım olguların da olabileceğini söyler.436

436

Yapılan çalışmalar doğrultusunda Weber; Katolik ve Protestan aileler arasında bazı farklılıkları şöyle sıralar: Protestan ve Katolikler eğitim olarak farklı okulları tercih etmektedirler. Katolikler hümanist liselerin verdiği eğitimi tercih ederken, Protestanlar ise özel olarak teknik eğitim veren ticari ve sınaî sektörlere hazırlayan liseleri tercih etmektedirler. Ayrıca; işgücüne katılan Katolikler

Weber bu amaçla din ve iktisat ilişkisini Batı bağlamında 16. yy. başlarındaki reformasyon sürecinden kendi zamanına kadar olan süreci “anlamaya”437

girişmiştir. İşte bu “anlama” sürecini Weber şöyle özetler:

Tarihsel süreçte ekonomik olarak kalkınmış Hollanda, Fransa, İngiltere, Amerika ve Almanya’nın bazı bölgeleri incelendiğinde, “ahlak” maskesi içinde ortaya çıkan, belli bir kurala bağlanmış “yeni yaşama tarzı” anlamındaki “kapitalizmin ruhu”438

buralarda ortaya çıktığı ve bu ruhun, “gelenekçilik”439

kalfalıkta kalmakta daha meyilli ama Protestanlar ise üst düzey yönetici sınıfı olmak için vasıflı işçi olarak çalışmaktadırlar. Protestanların yetenekli üyeleri, kamu hizmetinde tatmin edemeyecekleri tutkularını para kazanma yoluyla tatmin etmeye girişmektedirler. Fakat Katoliklerde böyle bir durum ya hiç görülmemiş yada göze çarpacak derecede olmamıştır. Bütün bunların yanında Katolik kilisesi ister baskı altında oldukları isterse hoşgörüyle karşılandığı dönemlerde ve yerlerde de herhangi bir ekonomik gelişme göstermemişlerdir. (Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu (Cev: Milay Köktürk), BilgeSu Yay.,İst. 2011, s. 7-12.)

437 Burada Weber’in bu tezde de kullandığı “anlayıcı” yönteminden bahsetmek gerekmektedir. Zaten

Weber sosyolojisinin, genel olarak toplumsal eylemler ve bu eylemlerin içerdiği anlamlar üzerine kurulduğu söylenebilir. Eylem davranıştan/hareketten farklı olarak, anlam ve niyet içerdiğinden eylemi yapan kişinin (fail/aktör) gözünde öznel bir anlam taşımaktadır. Ona göre davranış, aktörün bir anlam yüklemediği (göz kırpma gibi) sadece fiziksel harekettir. Weber’in amacı, her aktörün, bir anlam ve niyet içeren sosyal eylemine kendi verdiği anlamı kavramaktır. Bu, onun anlayıcı (verstehende) sosyoloji dediği şeydir. Böyle bir yöntem ile araştırmacı, öncelikle kendisini aktörlerin yerine koyarak, onların eylemleriyle amaçlarının ve niyetlerinin ne olduğunu anlamak çabasındadır. Bir kimsenin sembolik eyleminin anlamı, ancak kendi niyetini açığa vuran ifadeleriyle anlaşılabilir. Çünkü niyet ve eylem ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Weber, bununla da yetinmeyerek, eylemin yorumunun nedensel izahının yapılmasını da istemektedir. Sosyolojik analiz, ancak, eylemlerin aktörler için ifade ettiği anlam bilindikten sonra yapılabilir. Zira açıklamak için önce anlamak, yani bireyin eylemindeki niyeti bilmek gerekir. Weber, böylece sosyolojinin kişisel (sübjektif) değer yargılarından soyutlanacağını düşünüyordu. (Sezgin Kızılçelik, Sosyoloji Teorileri, c.1, Yunus Emre Yay, Konya, 1994, s.246- 248.)

438 Protestanlık Ahlakı ile Kapitalizmin Ruhu arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışan Weber,

“kapitalizmin ruhu” derken neyi kastettiğini Benjamin Franklin’den şu alıntıları yaparak açıklar: “Zaman paradır, kredi paradır, para çoğalma gücüne ve verimli bir doğaya sahiptir. Para parayı para parayı üretir, yavruları da çok daha fazlasını üretebilir. Böylece kar hızlı ve daha hızlı artar. Unutmayın, bir dişi domuzu öldüren kişi, ondan çoğalcak olan binlerce yavruyu, onun çocuklarını, bütün torunlarını ortadan kaldırmış olur…Borcunu zamanında ödeyen kişi herkesin cüzdanının efendisidir. Kişi kredisini etkileyecek hertürlü davranıştan uzak durmalıdır… Genç bir tüccara kanaatkârlık, çalışkanlık, dakiklik, dürüstlükten başka hiçbir şey yardımcı olamaz… Kendi kredisini etkileyecek davranışlardan uzak durmalı, en önemsiz davranışlara bile dikkat etmelidir…. Alacaklıların senin çekicinin vuruşlarının sabahleyin saat 5 ya da akşamleyin saat 8 civarında duymaları onları memnun eder. Sen çalışmam gereken yerde meyhanede isen orada sesini işiten alacaklılar ertesi sabah borcunu ister yada hatırlatır. Borcuna sadık kalmış kalmalısın bu senin kredin artırır.” Weber’e göre bunlar tam olarak olmasa bile genel hatlarıyla “kapitalizmin ruhu” dur. Burada bireyin yükümlülüğü öne çıkar, kendine özgü bir “ahlak” öğütlenir. Bu ahlaka zarar vermek, hem akılsızlık hem de görev ihmalidir. (Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, s. 20-22.)

439 Örneğin, Modern girişimcilerin “kendi” işçilerinden olabildiğince yüksek verim almak için ve

emek yoğun yoğunluğunu artırmak için kullandıkları araçlardan biri parça başı ücret uygulamasıdır. Tarımda emek yoğunluğunun en fazla olması gereken zaman, hasat zamanı. İşte bu zamanda sunulan bu fırsat fazla para kazanma değil fazla zaman kazanma anlayışını öne çıkardı. Normal şartlarda bu günde yevmiye 100 TL kazanıyorsa, parça başı çalışan hızla çalışıp öğleye kadar çalışıp 100 TL alıyor

denilebilecek eski iktisadi anlayış biçimi ile mücadele ettiği görülmektedir. Buradaki Protestanlarda eski iktisadi gelenekçiliği kıran bir takım “yeni iktisadi yaşam tarzları” ortaya çıkmıştır. Geleneğin reddedilerek, iktisadi faaliyetin değerinde ve yönteminde böylesine hızlı bir değişim, kendine yardım eden güçlü bir yardımcının desteği olmaksızın amacına ulaşamazdı. İşte Weber, geleneksel iktisadi anlayıştan yeni anlayışa geçişte yardımcı ve itici güç olarak Protestan ahlakı440

ve özellikle Kalvinci Ahlakı olduğunu tespit etmiştir. Bu ahlak anlayışının temellerini ise Protestanlıktaki “meslek” (çağrı, hizmet) anlayışında bulmuş441

ve bu yeni anlayışı da Kalvinist “kader öğretisine/akidesine” dayandırmıştır.

Bu yeni yaşam tarzı ya da yeni “ahlak” anlayışının tarihsel süreç içinde nasıl ortaya çıktığı, evrilmenin ve kurumsallaşmanın anlaşılması açısından son derece önemlidir.

Weber’e göre Martin Luther’in (1483-1546) öncülük ettiği “birinci reformasyon”, “meslek” (Almanca “beruf”, İngilizce “calling) anlayışını salt

“uhrevi” olmaktan çıkarıp “dünyevi” bir kavram haline getirerek, bu yönde

yorumlayarak ilk dönüşümü başlatmıştır.442

Gündelik hayattaki işlerin “meslek” kavramı çerçevesinde değerlendirilmesi yeni bir durumdur ve bu kavram bu anlamı ile ilk defa üretilmiştir. Artık şöyle deniyordu:

“Tanrıyı hoşnut edecek biricik vasıta keşişce bir sofuluk değil; tam tersine bireyin gündelik hayatta “mesleği” haline gelmiş, bu dünyadaki (dünya içi) her hangi bir meşru “iş”i görev bilerek yerine getirmek bir papazın, bir rahibin veya rahibenin

ama öğleden sonrayı boşa geçiyor. İşte bu “gelenekçilik” diye adlandırılan bir davranıştır. İnsan doğal olarak çok para kazanmak istemez aksine alıştığı gibi yaşamak ister. (Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, s. 29-30.)

440 Sofu Protestanlığın başlıca dört tarihsel kurumu vardır.1) Özellikle 17. Yyda egemen olduğu Batı

Avrupa’da kazandığı yapısıyla Kalvinizm; 2)Pietizm; 3)Metodizm; 4)Vaftizci hareketten (15. Yy.da Çek ilahiyatçı Jan Hus’ın öğretisi etrafında) çıkıp gelişen tarikatlar. (Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, s. 91)

441 Bunun örneği Almanya’da kadın işçiler geleneksel tarzda iken, özel dini eğitim almış Pietist

kökenli kızların durumu farklıdır. Bunlar işe karşı sorumluluk yetisi yanında düşünce olarak odaklanma becerisi, performansı artıran bir tutumla birleşti. Yani kapitalizmin talep ettiği, kendisi amaç olarak “meslek” olarak görülmesi, burada dini için dolayısıyla gelenekten kaynaklanan teslimiyetçiliği aşma şansı verir. (Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, s. 32-33.)

işi kadar Tanrı’yı memnun edecek bir iştir, Tanrı’ya hizmettir”443

Böylece bu kavram salt uhrevi bir anlam ifade etmekten çıkartılmış dünyevi bir anlam yüklenmiştir. Şüphesiz dünyevi bir kavram olan “meslek” yaşantısına, ahlaki bakımdan bir anlam yüklemek reformasyonun özel olarak da Luther’in en önemli başarısıdır.444

Artık Tanrı’nın rızasını (sevgisi) kazanmak için keşişce bir yaşam biçimi yani, bu dünyadan yüz çevirerek sadece uhrevi hayatı temele alan bir sofuca/zühdâne yaşam biçimi değersiz görülmektedir. Çünkü böyle bir yaşam biçimi, Tanrı’ya duyulan bencilce bir sevgisizliğin ürünü ve bireyin dünyadaki/gündelik hayattaki görevlerinden uzaklaştırıcı bir unsur olarak görülmektedir.

Böylece dünya içindeki bütün görevleri bütün koşullar altında yerine getirmenin Tanrı’yı hoşnut etmek için biricik yol olduğu, bundan dolayı da uygun görülen her mesleğin, Tanrı’nın huzurunda kesinlikle aynı şekilde geçerli sayıldığı gittikçe daha kuvvetli bir şekilde vurgulanır.445

Luther’in “meslek” kavramına getirmiş olduğu bu yorum kuşkusuz çok önemli idi hatta devrim niteliğindeydi. Fakat esas önemli gelişme446

Kalvin’in (1509- 1564) önderlik ettiği “ikinci reformasyon” da Weberin “dünya içi” sofuluk diye adlandırdığı “bu-dünyacı/dünyevi zahitlik” anlayışının olgunlaşması olmuştur. Bu bağlamda incelendiğinde Kalvin olmasaydı Luther’in eseri kalıcı olamazdı denilebilir.447

Luther’den Kalvin’e “meslek” kavramına yeni anlamlar yüklenerek, ortaya yeni bir meslek anlayışının çıkma süreci şöyle gelişmiştir.

443 Reformist etkinliklerinin ilk on yılı içinde gerçekleşen bu “meslek” düşüncesini Luther, o zamanki

ruh hali gözlüğü ile Tevrat ve İncil’den çıkardığına inanır. Dolayısıyla bu kavrama yüklenen anlamın bizzat İncil’in ruhundan değil, Luther’in incil çevirisinden kaynaklandığı görülmektedir (Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, s. 46-49)

444 Luther’in İncil çevirisinden önce, “meslek” sözcüğü Hollanda da “temyiz”, İngiltere’de “çağrı”,

Danca ve İsveçce de “meslek” olarak çevrilmiştir. Fakat hiç birinde bugünkü dünyevileşmiş anlamıyla kullanılmamıştır. “Meslek” (Almancada) “çağrı/seda” anlamına gelmektedir. Yani bir adayın görev yetkinliği için sınava “çağrılması” (vacation) anlamı özel bir anlamdır. (Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, s. 47, 77-79)

445 Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, s. 46-47

446 Daha sonraki gelişmelere göz önünde bulundurulduğunda Luther’in meslek kavramı gelenekçi

kalmıştır. Zira insan mesleği “ilahi takdir” olarak kabul etmek ve ona uyum sağlamak zorundadır. Bu eğilim varolan başka düşünceleri, mesleki bir görev yahut biricik görev olduğu düşüncesini bastırmıştır. (Max Weber Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, s. 49-52)

Bilindiği gibi “sonsuz lütuf öğretisi” ya da “ koşulsuz seçim öğretisi” diye bilinen öğreti, Kalvinizmin en karakteristik dogması olarak kabul edilmiştir.448 İnsanların tümü atalarımızın işlediği “asli, ilk günah” nedeniyle asli ve asıl vatanlarından yani “öbür dünyadan” “bu dünyaya” cezalarını çekmek üzere atılmışlardır. Hepsi ezeli lanetlenmeyi (burada cezayı, yukarıda cehennemi) aslında haketmişlerdir. Fakat Tanrı merhameti ile insanlara yönelik şefkatinin göstergesi olan İsa ile bazılarını “burada kurtuluş için” ve neticesinde “yukarıda cennet için” seçmiştir.449

Fakat hiç kimse; Tanrı’nın kendisini kurtuluşa erenler (sonsuz

lütuf/possessio salutis)) zümresine dahil edip etmediğini ve sonuçta cennete mi yoksa

cehenneme mi gönderileceğini önceden belirlediği “ezeli takdirini” bilemez. Tanrı’nın bize bildirdiği buyruklar, sadece bize bildirmeyi uygun bulduğu kadarıyla anlaşılıp bilinebilir. Bunun dışında, “bireysel kaderimizin anlamı” araştırılması imkânsız karanlık sırlarla kuşatılmıştır. Bizim bildiğimiz şey şudur: insanların bir kısmı kurtulur, diğer bir kısmı lanetlenmiş olarak kalır. Bireyin bunların hangisinde olduğunu ve olacağını bilmesi mümkün değildir. Kısaca hiç kimse “kader”ini bilemez.450

Bu “ilahi takdir” öğretisi ya da başka bir ifade ile “kader” anlayışı temelinde ortaya çıkan, “Acaba ben seçilmiş miyim?”, “Bu seçilmişlik durumundan nasıl emin

olabilirim” gibi sorular her inanan kişiyi ilgilendiren, zihnini kurcalayan problemler

olmuştur. Bireylerdeki bu soru ve sorunlardan kaynaklanan psikolojik kaygı durumu, ilk zamanlarda çok fazla sorun olmazken ilerleyen zamanlarda katlanılmaz, tahammül edilemez bir duruma gelecektir.

Kalvinizmi kabul eden müminlerin, içinde bulundukları tahammül edilmez duruma çözüm arayışlarının bir neticesi olarak, bu akidede metinsel (lâfzî) değilse de “yorumsal değişiklik” meydana getirmişlerdir. Şüphesiz bu yorumsal değişiklik ani

Belgede Konyada Dini Hayat (sayfa 139-162)