• Sonuç bulunamadı

İdeolojik Algı ve Yaşam Tarzı Olarak Din

Belgede Konyada Dini Hayat (sayfa 45-55)

B) Yaşam Tarzı / Biçimi Olarak (Algılanış) Dinin Tahlili

2) İdeolojik Algı ve Yaşam Tarzı Olarak Din

“İdeolojik algı ve yaşam tarzı olarak din” ifadesi ile neyi anlatmak

istediğimizi ortaya koymak için ilk olarak “ideoloji” kavramının tanımını yapmamız gerekmektedir. Fakat bazı terim ve deyimler vardır ki bunların tanımı yapmak öyle sanıldığı gibi kolay değildir çünkü anlamları kullanan kişinin niyetine ve bakış açısına göre değişmektedir. İşte “İdeoloji” kavramı da onlardan birisidir. Konu ile ilgilenen ne kadar yazar ve düşünür varsa o kadar çok ve değişik ideoloji tarifine rastlamak mümkündür.78

Yukarıda belirtildiği gibi ‘körün fil tarifi’ metaforu burada da kullanılabilir.

Şimdiye kadar hiç kimsenin bu kavramın yeterli bir tanımını yapamadığını belirten Eagleton, bunun sebebinin bu alanda çalışanların nitelikleri ile ilgili bir durumdan değil, ideoloji teriminin birbiriyle bağdaşmaz olan birçok anlama sahip olmasından kaynaklandığını belirtmektedir.79

İlk olarak İdeoloji kavramını Antoine Destutt de Tracy icat etmiştir.80 De Tracy ideolojiyi toplumu dönüştürmede kullanılacak oldukça önemli bir araç olarak ‘olumlu’ anlamda kullanmıştır.81

İdeolojiyi genel ve tekil ideolojiler şeklinde bir ayrım yapan Althusser; ideolojinin insanları yetiştirmek, dönüştürmek ve onları kendi varlık koşullarının gereklerine cevap verebilecek hale sokabilmek için her toplumda varolduğunu bu anlamda sınıfsız toplumda da ideolojinin bir gereklilik olduğunu vurgular.82

Burada

sadece egemen sınıfın kullandığı bir aparat olmaktan öte egemen sınıfın kendi konumunun da içinde belirlendiği bir kavramdan bahsedilmektedir.83

Düşünsel anlamda bu kavramı ‘olumsuz’ anlamı ile kullanan ilk isimlerin basında ise Marx gelir. Marx’a göre bir düşünceye ideolojik karakter kazandıran şey, o düşüncenin toplumsal ve ekonomik ilişkilerin gerçek doğasını gizleyebilmesi ve

78

Sabri F. Ülgener, Zihniyet, Aydınlar ve İzmler, Der Yay., İst., 1981, s. 97.

79 Terry Eagleton, İdeoloji, (Çev. Muttalip Özcan), Ayrıntı Yay., İst. 2005, s. 17.

80 Andrew Vıncent, Modern Politik İdeolojiler, (Çev. Arzu Tüfekçi), Paragidma Yay., İst. 2006, s. 2. 81 Nur Betül Çelik, İdeolojinin Soykütüğü 1: Marx ve İdeoloji, Bilim ve Sanat Yay., İst., 2005, s.

36.

82 Zafer Yılmaz, “Althusser’in Bilim, İdeoloji ve Düzeyler Teorisinin Açmazları: Üstbelirlenimden

Post-belirlenime”, Praksis No. 4, 2001, s. 61-62.

böylece toplumdaki ekonomik ve sosyal kaynakların adaletsiz dağılımını meşru gösterebilmesidir.84

Görüldüğü gibi ideoloji kavramı tarihin değişik dönemlerinde değişik anlamlarda kullanılmıştır. Fakat İdeoloji, bu gün iktisat siyaset ve sosyoloji dallarında hala tartışılan tarafıyla Marx’a borçludur. Ancak bu kavram Marx’ın ve Marksistlerin bıraktıkları yerde durmamıştır. Bu anlamda ideolojiyi sınıf menfeatleri adına yalan ve aldatma olarak gören ve gösteren düşünce bu gün bir hayli gerilerde kalmış sayılır.85

İdeolojiyi tanımlama bağlamında değişik şahıs veya ekoller olduğu gibi doğrudan ideolojilerin incelendiği önemli eserler dahi mevcuttur. Bu anlamda bazılarını hatırlatmak gerekirse, Max Weber’in din ile eylem arasındaki diğer bir deyişle değerle eylem arasındaki ilişkileri inceleyen meşhur eseri “Protestan Ahlakı

ve Kapitalizmin Ruhu”ndan bahsedilebilir. Bu eserinde Weber, kapitalizmin ortaya

çıkışında Marx’ın belirttiği faktörlerin yanında bazı “ideolojik” etkenleri de işin içine sokmuştur. Ona göre kapitalizmi gelişmiş kapitalizm haline getiren “Protestanlığın dünya görüşü” şeklinde kavramsallaştırdığı bu etkenlerdir. 86

Günümüz için önemli nokta, fikrin toplum tabanında hangi türde somut- objektif bir gerçeğe dayalı olarak şekil ve biçim almasıdır. Tabanın sınıf çıkarı ile ilişkisi ikinci planda kalır.87

Yukarıda bahsedilen bütün zorluklarına rağmen çalışmamıza temel oluşturacak ve sınırlarını çizecek bir tanım yapılması gerekmektedir. Daha iyi bir toplum kurmak için ileri sürülen genelleştirilmiş formüller ve fikirler yumağı olan ideoloji “belli bir toplum kesiminin (grup, sınıf, mezhep, meslek vs..- mensuplarının) statüleri ile uyum halinde ve yerine göre davranışlarını haklı ve meşru göstermek üzerepaylaştıkları ortak düşünceler, mithoslar ve değer yargıları toplamıdır.”88

84 David Mclellan, İdeoloji, (Çev. Barıs Yıldırım), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İst., 2005, s.

15.

85

Ülgener, a.g.e., s. 97-104.

86 Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, s. 29-30. 87 Ülgener, a.g.e., s. 97-104.

Bu tanımdan hareketleideolojinin tek bir kişiyi değil, bir grubu ilgilendirmek;

sadece zihinde kalmayıp, söz ve yazı ile açıklanmak; grup için üretilmiş ısmarlama sloganlar olmayıp bizzat grup üyelerinin de hakikatin kendisiymiş gibi algıladıkları düşünce ve inançlara sahip olmak,89 resmin tamamını göstermeme ya da görünen kısmını çarpıtarak vermek90

gibi özellikleri vardır

İdeoloji "daima Batılın izinde ve hizmetinde fakat yine de devamlı hak ve

hakikat suretinde olan düşünce ve deyimler”91 olup, gerç

in bir şeye göre saptırılması anlamını dataşır.92 Bu haliyle ideoloji zayıf düşmüş veya düşmekte olan

bir grubun var olma mücadelesi verebilmesinin bir çaresi olmaktadır. Bu suretle,

ideoloji gücünü yitirmiş ve savunma durumuna geçmiş bir grubun, -gerçeğe ters düşen- düşünce ve inançlarını ihtiva etmekte olup; bu grubun fikir ve inançlarını

ifade eder.93

Böyle bir grubun mücadele sürecinde fikirler sloganlaştırılarak, artık fikir olmaktan çıkıp insanları düşünmeye değil fakat eyleme sürükleyen, eylem içinde barındıran fikirler haline gelmektedirler. Hatta ayetler bile belli gayeler için sloganlaştırılarak, bir taraftan din ideoloji haline getirilmekte, diğer taraftan ayet kutsallıktan çıkarılarak eylem için kullanılmaktadır.94 Konuya bu açıdan bakılınca ideoloji ve ütopya, fikirlerin sloganlaştırılmasıyla karşımıza çıkmaktadır. Sloganların

"özü ve muhtevaları çoktan uçup gittiği halde savaşı kendi başlarına yürüten hayalet gövdeler”95

şeklinde olan tanımı göz önünde bulundurulduğunda durum daha net anlaşılmaktadır.

Yukarıdan hareketle ideolojilerin, kitle toplumunu eyleme sürükleyecek bir çağrıya ihtiyaç duyulmasından dolayı 20. asrın bir sonucu96 olduğu söylenebilir. Bu

89

Ülgener, a.g.e., s. 98-99.

90Aliye Çınar Köysüren, “İdeoloji ve İslamcılık İlişkisi”, İslamcılık Öldü Mü ?, Ufuk Yay., İst. 2012,

s.310..

91 Ülgener, a.g.e., s. 100. 92 Mardin, Din ve İdeoloji, s. 26. 93

Ülgener, a.g.e., s. 100-101.

94 Mardin, İdeoloji, s. 119. 95 Ag.e., s.162.

anlamda ideoloji yeni yayım araçlarının, fikir üreticisi olarak aydınların ve 19. asırdaki sosyal çalkantıların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.97

İşte 19. yy.dan itibaren Batı karşısında gerileyen ve savunma durumuna geçen İslam dünyasında, Batı ile rekabet esnasında İslam da, “İslamcılık” şeklinde ideoloji haline getirilmiştir.

İslamcılığın birçok tanımı yapılmakla beraber Kara şöyle tanımlamaktadır: “İslâmcılık, XIX-XX. yüzyılda, İslâm’ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, siyaset, eğitim vb.), ‘yeniden’ hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metotla, Müslümanları İslâm dünyasını Batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak... Medenileştirmek, birleştirmek, kalkındırmak uğruna yapılan aktivist, modernist ve eklektik yönleri baskın siyasi, fikri ve ilmi çalışmaların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket olarak tarif edilebilir”98

Siyasi bir ideoloji olan İslamcılık, dine bağlı/teokratik özellikteki Osmanlı İmparatorluğu'ndan modern Türkiye'ye geçiş sürecinde ortaya çıkar.99

Onun için İslamcı düşüncenin, İslamcı ideolojinin ya da ideolojik İslamın soyağacını İslam geleneğinde, İslam tarihinde ya da İslam düşüncesinde değil, batı düşüncesinde aramak gerekir.100

Bu süreçte İslamın, geleneksel algılanışının dışına taşınarak siyasal bir ideoloji üretilmesine sebep olan en önemli etken, şüphesiz mevcut toplumsal şartların ve Batı’nın çok yönlü emperyalizm, misyonerlik, oryantalizm vs… meydan okumasıdır.101

Birçok kıtaya yayılmış olan bir kültür ve geleneğin, baş döndürücü bir gelişme gösteren Batı/uygarlık karşısında küçük ve hakir görülmesi ve ellerinin altından kayıp giden gücün ütopya gibi yazılmaya namzet oluşu karşısında İslamcılık devreye sokulmuştur. Bu açıdan bakıldığında İdeolojik İslam anlayışı, özü itibariyle

97 Mardin, İdeoloji, s. 126-136.

98 İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, Dergah Yay. İst., 2004, s. 15.

99Aliye Çınar Köysüren,”Reaksiyoner Değil Gerçekçi İslamcılık”, İslamcılık Öldü Mü?, Ufuk Yay.,

İst. 2012, s. 201.

100 Türköne, "İslam Düşüncesinde Totallik Tartışmalarının Modernite İle İlişkisi", İslam Düşüncesi Sempozyumu, s. 117.

reaksiyoner bir tavır içermektedir. Bu tepkisel durum, İslam dininin bir gerileme nedeni olmadığını ısrarla vurgulamasıdır.102

İslamın ideolojik olarak algılanmasının bir başka sebebi de şüphesiz oryantalistlerin İslam hakkındaki değerlendirmeleridir. Zira Oryantalizm Doğu’yu Batının kültürel ve ideolojik kurumları ve kurumların ürettiği sözcükler, imgeler, doktrinleri ile algılamak ve anlamakta dolayısıyla Doğunun nasıl anlaşılması gerektiği bilgisini kendi istedikleri şekilde inşa etmekteydi.103Bu bilgiyi inşa ederken de Doğu’ya (İslam) ancak metin üzerinden ulaşmaktadır. Çünkü doğu, batı için nesnel gerçekliği olan bir yer değil, bir metindir. Çünkü pozitivizmin bilgi anlayışı ve euro-sentrik bakış açısı bunu gerektirmekteydi.104

İslamcılığı ortaya çıkaran bu şartlar, bu ideolojinin ortaya çıktığı zihinsel ve psikolojik zemin hakkında bize bilgi vermektedir. Buradan da anlaşıldığı gibi bu ideolojinin dayandığı zihinsel temel seküler105

bir özellik taşımakta, psikolojik zemin ise aynen diğer ideolojilerde olduğu gibi Osmanlı’nın kurtarılmasını içermekteydi.

İslâmcılık, İslâmi hükümlerin uygulanması ve her türlü târihsel ve toplumsal şartlarda dünyanın İslâm'a göre yeniden kurulması ideali ve çabası anlamında bir "ideoloji” olunca bu ideolojinin içinde bulunduğumuz tarihî ve toplumsal şartlarda dünyayı nasıl kurmak istediğine106

ve nasıl yeni bir insan inşa etmek istediğine107 yakından bakılması gerekmektedir. Bu bakış açısı aynı zamanda “geleneksel ya da

klasik İslam algısı ve yaşam tarzı” ile “ideolojik algı ve yaşam tarzı” arasındaki

farkları da ortaya çıkaracaktır.

İdeolojik islamı (İslamcılığı/siyasal islamı) geleneksel İslam’dan ayıran en önemli fark batının etkisiyle, dinin kendini doğrulama-meşrulaştırma şeklinin değişmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira dinin artık meşruluğu ya da doğruluğu mitsel (aşkın) olanda araması, aşkın bir gücün varlığı ve iradesinin dayanak olarak

102Köysüren, “Reaksiyoner Değil Gerçekçi İslamcılık”

, s. 202.

103

Akgül, Türk Modernleşmesi ve Din, s. 228.

104 A.g.e., s. 230.

105 Naci Bostancı, “İslam, İslamcılık, Siyaset”, İslamcılık Öldü Mü?, Ufuk Yay., İst. 2012, s. 155-

156.

106

Levent Köker, “İslamcılık Neden Savunulamaz?” İslamcılık Öldü Mü?, Ufuk Yay., İst. 2012, s. 332.

107 Ramazan Altıntaş, “İslamcılar ve ‘Köktenciler’”, İslamcılık Öldü Mü?, Ufuk Yay., İst. 2012,

gösterilmesi yerine, onun meşruluğu rasyonellikte aranmıştır. İslamcı ideologların sık sık İslamın akla uygunluğunu vurgulamaları bunun bir neticesi olduğu gibi bu durum aynı zamanda dinin dünyevileşmesinin de bir ifadesi olmaktadır.108

Zira Islamcılık (isterse islamlaşma denilsin) genel çerçevesini modernitenin belirlediği bir alanda üretilen bir dünya görüşüdür. Dolayısıyla -her ne kadar farklı bir deneyim olsa da- geleneksel dünya görüşünün yerini “modern” alana bırakması sebebiyle seküler bir içerik taşımaktadır.109

Böylelikle geleneksel islamda var olan öbür dünya inancına yönelik güdülenme nerdeyse geri plana düşmekte, din yaşanan dünya üzerinde ısrar etmektedir. Öbür dünya inancı ideolojik İslam içinde önemini kaybetmektedir.110

İdeolojik İslam anlayışında 19. asırda batı felsefelerinin de tesiriyle bir meşruiyet krizi yaşandığı için, bunu aşmak gayesiyle, klasik İslamı aşarak, orijinal kaynaklarla çağın problemlerine yeni bir cevap bulma teşebbüsüne girişilmiştir. Ancak bu anlayış (İslamcılık), batının ideoloji çağıyla karşılaşmasıyla, fakat kendi şartları oluşmadan meydana gelmiş bir sistemdir. Bunun için devamlı olarak Asr-ı Saadet'e dönme isteği, bir altın çağ yaratmanın yanında, esnek yorumlara kaynak aramanın da bir ifadesi olmaktadır.111

Bu anlamda kendinden öncekilerin dini yaşayışlarını, oluşmuş örf âdet hukukunu, dervişliği ve hatta öteki dinlerle yakınlaşmayı reddediyorlardı. Böylece daha önce yapılmış çalışmalara kayıtlı kalmadan, temel metinlere (Kur’an ve Hadis) yeniden yorum getirme (içtihad) hakkını talep ederek, geleneksel İslam anlayışından muazzam bir kopuşu gerçekleştirmişlerdi.112 Esasen geleneği tamamıyla yok saymak sadece islamcıların değil, modern ideolojilerin genel özelliğidir.113

Bu anlamda bakıldığında belli bir gayeye matuf olarak, kendini yeniden üreten bu yeni düşünce ve algılama biçiminin ideolojik olduğu anlaşılmaktadır.

İslamı bir ideoloji olarak algılayan ve yorumlayan İslamcılara göre

108 Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, s. 26-27; Türköne, "İdeolojik İslam", Türkiye Günlüğü, S. 16, Güz 1991, s.61.

109 Akgül, Türk Modernleşmesi ve Din, s. 197. 110

Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, s. 27.

111 Türköne, A.g.m., s. 61-63.

112 Olivier Roy, Siyasal İslamın İflası, s. 52.

Müslümanların kalkınmasına; geçmiş ulema ve onların görüşleri ile akılcı bir yolla izah edilemeyen inançları, mucize ve kerametleri engel olmuştur. Ancak bu engeller çok basit metotlarla bertaraf edilmiştir. Geçmiş ulemayı ya yaşadıkları devre hapsederek veya dini anlamamakla hatta saptırmakla itham ve izah yolu seçilmiştir.114 Bu anlamda geri kalmış olmanın sebebi ve gelişmenin önündeki en büyük engel olarak tasavvuf görülmektedir. Onun için İslamcılık, gelenekle ve sufizmle mücadele etme işlevini üstlenmiştir.115

Bu anlamda İslamcılığın gelenekçisi ve tasavvuf eksenlisi olmamıştır.116

Böylece ideolojik algılama, tanrı merkezli yaklaşımı ve tarihi entellektüel birikimi redderek orijinal kaynaklara dönme isteği taşıyan; insan merkezli yeni bir İslam anlayışı şeklinde ortaya çıkmıştır.117

Geleneksel dini tahayyül ve kavramların (cennet, cehennem, âhiret, cihad, sevap, günah, ibadet gibi) içeriği ve dini kodlarını yeniden tanımlamaya girişmişleridir.118 Örneğin bu algılayış tarzına göre; kaza ve kaderi inkâr etmek küfürdür fakat cebr derecesinde kadere inanmak da küfür kabul edilmektedir. Yine bu algılama biçiminde, üzerinde en çok durulan konulardan birisi “cihat” kavramıdır. Bu da Weberyen bir yaklaşımla yeniden yorumlanarak “toplumsal seferberlik” çağrısı anlamında kullanılmaktadır. Bu anlamda cihadın amacı, özgürlüğe kavuşmak, devleti ele geçirerek İslamileştirmek, Müslümanlar

114 Bunu yaparken bazen gülünç hallere düşülmüştür. Mesela Ebabil, çiçek mikrobu ve çiçek hastalığı;

cinler, bir nevi mikrop; Hz. Musa'nın gözleri önünde dağın erimesi, volkanik patlama; Hz. Musa'nın asasıyla topraktan su çıkarması, santrafuj aleti olarak takdim edilmiştir. Böylece dinin rasyonel hale getirildiği zannedilmiş, bunun önünde engel olarak gördükleri kerametler kökten inkâr edilmiş, mucizelere ihtiyatlı yaklaşılmış, ayetler ise rasyonel bir şekilde açıklanmaya çalışılmıştır.(İsmail Kara, Türkiye'de İslamcılık, s. 68-69.)

115Bu nokta, bu düşünce yapısının en önemli paradokslarından birisidir. Zira II.

Abdülhamid'in "İttihadı İslâm"ı, Osmanlı merkezli olarak ve Sufî aracılar kullanarak gerçekleştirmek istemiştir. Sultan'a "İttihad-ı İslâm" düşüncesinin hayata geçirilmesinde en büyük desteği veren, ona itaatin Müslümanların en önemli görevi olduğunu vurgulayan eserleri devlet eliyle tüm İslâm dünyasına dağıtılan Rıfaî Şeyhi Ebu'l-Huda el-Sayyadî gibi liderler Abduh'un düşüncesine benzeyen bir İslâmcılığın tehlikeli olduğunu düşünüyorlar ve onu şiddetle eleştiriyorlardı. (M. Şükrü Hanioğlu,””İslamcılık” Tartışması Üzerine Notlar(2):Kökler”, İslamcılık Öldü Mü?, Ufuk Yay., İst. 2012, s.343.

116Uğur Kömeçoğlu, “Geçici Dönemsel Bir ideoloji Olarak İslamcılık:Üç Nesil Hipotezi”, İslamcılık

Öldü Mü?, Ufuk Yay., İst. 2012, s. 191.

117 Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Duşu, İst. 1991,s. 28.

118 Akgül, Türk Modernleşmesi ve Din, s. 239, 243; İmadüddin Halil, İslam’da Liderlik (Çev: M.

arasında ortak hedef ve birlik sağlamak olduğundan asla vazgeçilmemesi gereken önemli bir eylemdir.119

İslamcılık geleneği reddederken, ulema eliyle bu reddin gerçekleşemeyeceğine göre, geleneksel ulemanın dışında çoğunlukla seküler eğitimli yeni bir elit sınıfının bunda öncü rol oynadığı görülmektedir. Dolayısıyla ideolojik algılamanın ulema tarafından değil aydınlar tarafından üretilen modern bir dünya görüşü120

olduğu söylenebilir.

İslamı ideolojik olarak algılayan İslamcılar; siyaset konusunda da, İslamın bütünsel ve kapsayıcı olduğu ilkesinden hareketle, geleneksel anlayıştan farklı bir noktada durmaktadırlar.

İdeolojik İslamın idrak tarzında, İslam kelimesinin atılım ve inkılâplar manasına geldiği ileri sürülmektedir.121

Bu suretle İslam değişimci, devrimci, meydan okuyucu bir söylemin dili olmalıdır. Geleneksel İslam anlayışında ise, İslamın selamet, barış manasına geldiği ve ıslah metodunun esas olduğu, her şeyden önce İslamın ismi ile devrime karşı olduğu belirtilir.122

Dolayısı ile geleneksel algı ve yaşam tarzından, “İslam anlayışı” konusunda farklılaştıkları ortaya çıkmaktadır.

İdeolojik İslam'ın, Müslüman bireyi değerlendirmesi de geleneksel İslam anlayışından oldukça farklıdır. Ameli, imanın bir cüz’ü hatta şartı olarak gördükleri için, büyük günah işleyen insanların Müslüman kalamayacağını iddia ederek, cihad anlayışını bütün ümmete yöneltmişlerdir.123

Yaşanan dine ve dini yaşayanlara karşı, kendilerine göre hakiki İslamı savunarak, kendileri gibi düşünmeyen, yaşamayan herkese batıl damgası vurulmaktadır.124 Böylece “bizden olmayan bize düşman olandır” düşüncesinden hareketle bizden olmayan müslüman değildir düşüncesine ulaşılmıştır.125

119 İmadüddin Halil, İslamın Tarih Yorumu (Çev: A. Ağırakça), Risale Yay., İst., 1998, s. 290;

Ömer Çelik, “Modern İdrakin Tabii hasılası yada tarihin Kırılma Evresinde Son Arayışın Dili”, Bilgi ve Hikmet, Bahar 1993/2, s. 76-77.

120 Akgül, Türk Modernleşmesi ve Din, s. 199-200; Türköne, “İdeolojik İslam”, s. 60. 121 Said Çekmegil, Vahye Göre Büyük Zulüm, 2. Baskı, Nebi Nida Yay., İst., 1992, s.11. 122 Burhan Bozgeyik, Bütün Cepheleriyle İran Meselesi, Yeni Asya Yay., İst. 1981, s. 240. 123

Rahman Fazlur, İslam (Çev: M. Aydın - M.Dağ), İst. 1992, s. 120.

124 Ruşen Çakır, Ayet ve Slogan, s. 141.

125 Taha Akyol, Haricilik ve Şia: İslamda Devrimciliğin Sosyolojik Kaynakları, Kubbealtı

Bilindiği gibi modern dönemin düşünce sisteminde, birbiri ile rekabet eden binlerce düşünce ve ideoloji vardır. Her biri kendilerinin tek hakikat olduğunu ve o hakikatin de onların tekeline girdiğini iddia eder.126

Ideolojik algıyı temsil eden İslâmcılarda da bunu görmek mümkündür. Bu anlamda, tekfir silahı bol bol kullanılmaktadır. Geleneksel İslam anlayışında ise, sözkonusu sebeplerden dolayı insan kâfir olarak değil, günahkâr olarak kabul edilmekte olup, cezasını ahirette Allah'ın vereceği ileri sürülürken; ideolojik yaklaşım bu dünyada kendileri de vermek istemektedirler. Ehlisünnet, tekfiri nazik ve güç bir mesele olarak ele almıştır. Zira tekfir, tekfir edilen insanın yaşama hakkının elinden alınması, cenaze namazının kılınmaması, müslüman mezarlığına gömülmemesi gibi haklardan mahrum bırakılmasına yol açmaktadır.127

Dünyada yaşanan devrimler, eskiden ve var olandan değişik şeyler getirmek ve onlardan kaçınmak için uğraşırken; Müslüman devrimciler İslamın doğuş sürecini örnek alarak asr-ı saadete dönme argümanıyla; İslami düzeni yeniden kurmak için mücadeleye girmektedirler.128

Zira geleneksel ya da klasik İslam anlayışı, yeni meşrulaştırmalar için elverişli görülmemektedir. Bu şekliye İslamcılığın, çağın yeni sorunsalları çerçevesinde, klasik islamı aşarak orijinal kaynaklarla çağın problemlerine cevap bulma girişimi129 olduğu söylenebilir.

Buradan hareketle dindarların bir an önce siyasileşmesi istenmekte, bunu başaramayınca suçu geleneklere yükleyerek ona savaş açmaktan çekinilmemektedir. Böylece ayet sloganlaştırılmakta, kendileri gibi düşünmeyenler ise, ötekileştirilmektedir.130

Bunun neticesinde de gerilim, anormal bir coşku ve toplumla zıtlaşma vardır. Bu süreçte çok masum ve hatta güzel kelimeler bile slogan haline gelerek ölmeye ve öldürmeye bile yol açabilmektedir.131

Görüldüğü gibi, siyasal İslam veya ideolojik islamın temelinde, önce devleti ele geçirmek, sistemin değişmesini temin etmek ve kendilerine uygun bir dünyada

126 Mümtaz’er Türköne,”Müfrit Alim”, İslamcılık Öldü Mü?, Ufuk Yay., İst. 2012, s. 105.

127 Ahmet Saim Kılavuz, İman Küfür Sınırı Tekfir Meselesi, 4. Baskı, Marifet Yay., İst. 1994, s.

121.

128

Bernard Lewis, İslam’ın Siyasal Dili (Çev: F. Taşer), İst, 1992, s. 8.

129 Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, s. 31. 130 Ruşen Çakır, Ayet ve Slogan, s. 289.

yaşamak düşüncesi bulunmaktadır. Devrimci mantığa dayanan bu görüş, çoğulculuğun reddi, uzlaşmanın kötülüğü ve tarihin yeniden yazılmasından hareket

eder. Bu tutum, tek parti devri aydın ve bürokratlarıyla sol kesimin de kullandığı sil baştan geleneğin bir devamı olmaktadır. Bu yaklaşım da gelenekten kopuşun bir ifadesi olmaktadır.132 Zaten geleneksel ve ideolojik islamın temel ayrılış noktasını devlet ve siyaset anlayışı oluşturmaktadır.

İdeolojik düşünce tarzı bir taraftan kendi tarihsel birikimi ile hesaplaşırken diğer taraftan Batının meydan okumalarına karşı cevap arayışı ve direniş oluşturma

Belgede Konyada Dini Hayat (sayfa 45-55)