• Sonuç bulunamadı

III. İtikâdî Konularda Haber-i Âhâd’ın Bilgi Değeri

III.3. Mezhebî Ekollere Göre İtikâdî Konularda Âhâd Haberin Bilgi Değeri

III.3.4. Çağdaş İslâm Âlimlerinin Haber-i Âhâd Konusundaki Yaklaşımları

2.5. İslâm’ın Temel Esasları

Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm’ın en temel unsurlarını beş olarak belirtmiştir.

ينَع ،ٍديلاَخ ينْب َةَميرْكيع ْنَع ،َناَيْفُس يبَِأ ُنْب ُةَلَظْنَح اَنَرَ بْخَأ َلاَق ،ىَسوُم ُنْب يهَّللا ُدْيَ بُع اَنَ ثَّدَح َلاَق امهنع للها ىضر َرَمُع ينْبا : للها ىلص يهَّللا ُلوُسَر َلاَق ملسو هيلع : " ْنَأ ِةَداَهَش ٍسْمَخ ىَلَع ُمَلاْسِلإا َيِنُب ْوَصَو ،ِّجَحْلاَو ،ِةاَكَّزلا ِءاَتيِإَو ،ِةَلاَّصلا ِماَقِإَو ،ِهَّللا ُلوُسَر اًدَّمَحُم َّنَأَو ُهَّللا َّلاِإ َهَلِإ َلا ِم َناَضَمَر " . İbn Ömer’den (r.a.) Allâh Resûlü’nün (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “İslâm beş şey üzerine binâ edilmiştir: Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın elçisi olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.”453

İbn Ömer’in (r.a.) başka bir rivâyetinde Peygamber (s.a.s.): “İslâm, Allâh’ın birlenmesi, namazın kılınması, zekâtın verilmesi, Ramazan Orucu’nun tutulması ve hacc olmak üzere beş şey üzerine binâ edilmiştir.”, buyurdu. Bir adam:

- “Hacc ve Ramazan Orucu mu?” diye sordu. Resûlullâh (s.a.s.):

- “Hayır; Ramazan orucu ve hacc”, buyurdular. O, şöyle demiştir: “Ben, Resûlullâh’ın (s.a.s.) böyle söylediğini işittim.”454

2.5.1. Kelime-i Şehâdet ve Kelime-i Tevhîd

Kelime-i Şehâdet ve Kelime-i Tevhîd, kişinin İslâm olmasının ilk şartı olarak görülmüştür. Farklı hadîslerde bazen Kelime-i Şehâdet’in bazen de Kelime-i Tevhîd’in zikredilmesi bu ikisinin mânâ itibariyle aynı şeyi ifâde etmelerindendir. Bir farkla ki; Kelime-i Şehâdet Yahûdîlerin “Üzeyir Allâh’ın oğludur”455, Hristiyanların da “İsâ

Allâh’ın oğludur”456

iddialarında düştükleri büyük hatanın bir benzerine mü'minlerin düşmemesi için uyarıda bulunmaktadır. “Her kim, ‘Ben, Allâh’tan başka ilâh olmadığına, O’nun bir ve şerîksiz olduğuna; Muhammed’in (s.a.s.) de O’nun kulu ve peygamberi olduğuna; İsâ’nın Allâh’ın kulu, kadın kulunun oğlu ve Meryem’e ilkâ ettiği kelimesi ve Allâh’tan bir rûh olduğuna; Cennet’in hakk, Cehennem’in de hakk olduğuna şehâdet

453 Buhari, Îmân 2; Tefsîr, 30; Müslim, Îmân, 21, 22. 454

Müslim, Îmân, 19. İslâm’ın Temel Esasları için ayrıca bkz. Müslim, Îmân, 1; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16;

Tirmizî, Îmân, 4; Nesâî, Îmân, 14; İbn Mâce, Mukaddime, 9.

455 Tevbe, 7/30.

ederim’ derse, Allâh onu sekiz kapısından hangisini dilerse o kapıdan Cennet’e koyar.”457

meâlindeki hadîs bu uyarıya dikkatimizi çekmiştir.

Bir başka hadîste, “Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın elçisi olduğuna şâhitlik edinceye, namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum…”458

, buyuran Resûlullâh (s.a.s.), İslâm’ın kula yüklediği amelî sorumlulukların en başına Kelime-i Tevhîd’i yerleştirmiştir.

Bu ve benzeri hadîsler, Kelime-i Şehâdet ve Kelime-i Tevhîd’in aynı ortak fonksiyona sahip olduklarını gösterir. Hangisi söylenirse, diğerinin ifâde ettiği mânâ da gerçekleşmiş olur.

2.5.2. Namazı İkâme Etmek Lügatte salât, ta’zim ve duâdır.459

Salât, içinde Allâh’a saygı barındıran duâ ve yakarıştır. Namaza salât denmesi, onda Rabb Teâlâ’ya saygı ile yakarışın birlikte olması sebebiyledir. Nitekim “… Ve onlar için duâ et..!”460 meâlindeki âyette salât, duâ anlamındadır. Salât, sağ ve sol iki tarafı hareket ettirmek, bir şeyi inceltip düzeltmek, ateşe sokmak veya yaslamak, yaptığı işte devamlı ve istikrârlı olmak anlamlarına da gelir. Dinî terim olarak; erkân-ı ma’lûme ve ef‘âl-i mahsûsadır ki, bu erkân ve fiillerin içinde salâtın lügat mânâları da mevcuttur.461

Namaz hakkında ikâme lafzının kullanılması, onun bütün şartlarını ve rükünlerini taşıyan bir vasıfla ifâ edilmesinden kinâyedir.462

2.5.3. Zekât Vermek

Zekât; lügatte temizlik, büyüyüp gelişme, artma, lâyık olma, bolluk içinde yaşama ve övgü anlamlarına gelir.463

Terim olarak zekât, Müslümanın, üzerinden sene geçen nisap miktarı malının bir kısmını Hâşimî olmayan bir fakire vermesidir. Zekâtın terim

457 Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 47; Müslim, Îmân, 46. Benzer mânâlar için bkz. Müslim, Îmân, 1; Ebû

Dâvûd, Sünnet, 16; Tirmizî, Îmân, 4; Nesâî, Îmân, 14; İbn Mâce, Mukaddime, nr. 9.

458

Buhârî, Îmân, 17; Zekât, 2; İstitâbetü’l-Mürteddîn, 3; Müslim, Îmân, 32-36; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 88; Nesâî, Cihâd, 1; Tahrîmu’d-Dem, 1.

459 Aynî, a.g.e., I/198; Kurtubî, Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Amr b. İbrâhîm, el-Müfhim Limâ Eşkele Min

Telhîsı Kitâbı Müslim, thk. Ahmed Muhammed Seyyid ve dğ., Dâru İbn Kesîr- Dâru’l-Kelimi’t-

Tayyib, Şam-Beyrut, 1996, I/141.

460

Tevbe, 9/103.

461 Aynî, a.g.e., I/198; 462 Aynî, a.g.e., I/200. 463 Aynî, a.g.e., I/198;

anlamında, lügat anlamını da gözeten bir mânâ vardır. Çünkü zekâtı verilen mal mânen artar ve bereketlenir; 464 kendini ve sâhibini borçtan temizler.465

2.5.4. Haccetmek

Hacc; lügatte, bir şeye kasten yönelişi ifâde eder. Şer’î tanımı ise, özel bir vakitte özel bir mekânı özel olarak niyetine alıp ona yönelmektir. Niyete alınan bu mekân ise, Allâh’ın Evi Kâbe’dir. Tekrar tekrar ziyaret ve tavaf etmek veya her yıl ziyaret etmek gibi mânâları da kapsamaktadır. Nitekim her yıl Beytullah’ı haccetmek amacıyla O’na gelen mü'minler vardır.466

2.5.5. Oruç Tutmak

Savm; lügatte mutlak mânâda kendini tutmak demektir. Yemekten kesilmek, yememek, susmak, rüzgârın sakinleşmesi, hareketten kendini alıkoymak, bey‘at etmek gibi anlamlara gelir. Dinî terim olarak ise, niyetli olmak şartıyla günün gündüz vaktinde yiyip içmekten ve cimâ etmekten kendini tutmaktır.467

İbn Receb’e (795/1393) göre Buhârî (256/870), îmân ve İslâm’ı aynı mânâya gelen farklı lafızlar olarak değerlendirmiştir. Hadîste İslâm bir bina olarak, zikredilen hususlar da onun sütunları olarak tarif edilmiştir. İslâm’ı ayakta tutan sütunları temsil eden esaslardan birisi terk edildiğinde İslâm binasının dolayısıyla îmânın zayıflayacağı, tamamının terkinde de bütün sütunları yıkılan bina gibi îmânın ayakta kalmasının mümkün olmayacağı muhakkaktır.

Hadîsçilerin çoğunluğu, namazı terk eden kişinin kâfir olacağına hükmetmişlerdir. Zahirîlere göre ibâdetlerden herhangi birini terk eden kişi Müslümanlığını kaybeder. Şafiî’ye göre namazı terk eden kişi had cezasına çarptırılır; fakat kâfir olmaz. Ahmed b. Hanbel’in bir görüşüne ve Mâlikîlerden bazı âlimlere göre namazı terk eden kişi kâfir olur.468

Aynî ise bu görüşleri kabul etmez. Ona göre, Resûlullâh’ın (s.a.s.); “Namazı kasten terk eden kimse kâfir olmuştur.”469

, hadîsi ya namazı terk etmekten sakındırmak için tehdittir; ya “eğer namazı terk etmeyi helâl sayarsa” şeklinde anlaşılmalıdır ya da “Allâh’ın

464 Aynî, a.g.e., I/198; Kurtubî, a.g.e., I/141. 465 Aynî, a.g.e., I/198.

466 Aynî, a.g.e., I/198-199; Kurtubî, a.g.e., I/142. 467

Aynî, a.g.e., I/198-199; Kurtubî, a.g.e., I/142.

468 Bkz. İbn Receb, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ahmed Hanbelî, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî,

thk. Mahmûd b. Şa’bân b. Abdulmaksûd ve dğ., Mektebetü’l-Ğurabâ, Kâhire, 1996, I/22-23.

nimetlerine karşı küfranda bulunmuştur” şeklinde te'vîl edilmesi gerekir. Ancak bu ibâdetler, herkesin bizzat ifâ etmesi gereken aynî farzlardır.470

İbn Receb, Kelime-i Şehâdet’in iki unsurundan birini veya her ikisini, namazdan veya oruçtan herhangi birini terk eden kişinin kâfir olacağı ve kanının helal olacağı, malı olmasına rağmen haccı ve zekâtı terk edenin de kâfir olmakla birlikte, kanının helâl olmayacağı yönünde İbn Abbâs’ın (r.a.) görüşü olduğunu belirtmektedir.471

O, sonuç olarak şunu ifâde etmektedir: Katli gerektiren küfür, İslâm Toplumu’ndan çıkaran küfür; katli gerektirmeyen küfür ise, İslâm Toplumu’ndan çıkarmayan küfürdür.472

Müellif Buhârî (256/870), îmân konusuyla ilgili diğer birçok hadîste olduğu gibi bu hadîsi de îmânın söz ve amel oluşuna, artma ve eksilmeyi kabul edişine delil getirmiştir. Özellikle de îmânın artacağını ifâde eden âyetlerden hareketle, “îmân ziyadeliği kabul etmezse, noksan kalmıştır”, görüşündedir. Hz. Yâkub’un çocuklarının “Yûsuf’u kurt

yemiş”473

iddiaları ile birlikte “Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize

inanmazsın”474

sözlerini, îmânın tasdîk anlamında olduğuna ve tasdîkin Allâh’a ibâdetle artıp kemâle erdiğine, isyanlarla da eksildiğine delil getirmiştir.475

Nitekim Ömer b. Abdü’l-Azîz; “Şüphesiz îmânın farzları, şartları, sınırları ve Sünnetleri vardır. Kim bunları tamamlarsa îmânını kemâle erdirmiş; kim de tamamlamamışsa kemâle erdirmemiştir” demiştir.476

İbn Battâl (449/1057), “sâlih ameller ne zaman eksik olursa îmânın kemâli de noksan olur; sâlih ameller arttıkça da îmânın kemâli artar. Îmân hakkında orta yol budur. Eğer îmân Allâh’ı ve Peygamberleri tasdîk olarak kabul edilirse o zaman noksanlık kabul etmez. Bu sebeple İmâm Mâlik (179/795), îmânın noksanlık kabul etmesi ile ilgili konuda susmayı tercih etmiştir. Çünkü tasdîk noksanlık kabul etmez. Zira tasdîk eksik olursa orada îmânın isminden bile bahsedilemez. Sadece tasdîk eden kimse eğer bu tasdîkinden hemen sonra vefat etmişse onun tasdîki tamdır. Tasdîkten sonra amel işlemeye zamanı varken onu terk etmişse onun tasdîki noksandır; sadece söz ile tamam olmamıştır” demektedir. 477

470 Aynî, a.g.e., I/200. 471

İbn Receb, a.g.e., I/24. İbn Receb, Hadîsi Ebû Ya’lâ’nın Müsnedi’nden rivâyet etmiştir. Hadîs için bkz. Ebû Ya’lâ, Müsned, 4/236.

472 İbn Receb, a.g.e., I/25. 473 Yûsuf, 12/17.

474 Yûsuf, 12/17. 475

İbn Battâl, Ebu’l-Hasen Ali b. Halef b. Abdülmelik, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, thk. Yâsîr b. İbrâhîm, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad, 2002, I/56.

476 Buhârî, Îmân, 1.

Taberî’ye göre tasdîk; kalp, dil ve organlarla gerçekleşir. Kulun övgüye ve mü'minlere dost olmaya lâyık olabilmesi için bu üç organ ile tasdîkin gerçekleşmesi gerekir. Buna göre, ikrâr etse bile ma’rifet olmadan yaptığı amel ile kişi mü'min olamaz. Ma’rifet ve amel olsa fakat Rabbi’nin birliği hususunda bildiklerini inkâr etse yine mü'min olamaz. Şâyet Allâh ve peygamberlerini kabul ettiğini diliyle ikrâr etse fakat farzları işlemese yine kesinlikle mü'min olamaz. “Şüphesiz mü'minler, Allâh anıldığında kalpleri

ürperen, O’nun âyetleri kendisine okunduğunda îmânları artan ve Rablerine tevekkül eden kimselerdir. Onlar namazı hakkını vererek kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infâk eden kimselerdir. İşte gerçek mü'minler bunlardır.”478

Allâh bu âyette, gerçek mü'minlerin sayılan bu sıfatları taşıyan kimseler olduklarını, yoksa sözüyle söylese de emredildiği şeyleri zâyî eden kimselerin gerçek mü'min olmadıklarını bildirir.

Taberî (310/922), “Duanız îmânınızdır”479

sözünün İbn Abbâs’a (r.a.) ait olduğunu belirtmiştir. İbn Abbâs (r.a.); “De ki: Eğer duânız olmasa Rabbim size ne diye değer

versin!”480

âyetindeki “eğer duânız olmasa” kısmını “eğer îmânınız olmasa” şeklinde tefsîr etmiştir. Buna göre Allâh’ın kâfirlere değer vermediği açıktır. Şâyet mü'minlerin îmânı olmasaydı Allâh onlara da değer vermezdi. Diğer bir görüşe göre bu âyetteki “duâ” sözcüğü “itaat” anlamındadır.481

Fakat dilciler duâ kelimesini, nidâ etmek ve sığınmak olarak tefsîr ederler.482 Aynî (855/1451), Sîbeveyh’in; “duâ istiğâsedir yani çağrısına Allâh’ın icâbet etmesini istemektir” dediğini belirtir.483

Duâ lügatte talep etmek demektir. Duâ eden kimse talep ettiği şeyin gerçekleşmesini ister. Kul Allâh’a duâ ederken ya ‘Allâhım beni bağışla, Allâhım bana merhamet et!’ gibi ihlâslı yakarışlar ile yalvarır ya da taleplerinin meydana gelmesine vesile olan sebepleri gerçekleştirir.484

Selefin, îmânı tasdîk, ikrâr ve amel olarak nitelendirmeleri ve onun artma ve eksilmeyi kabul ettiği görüşlerine karşılık, kelâmcılar onun artma ve eksilmeyi kabul etmediği görüşünü benimsemişlerdir. Onlara göre îmân atma ve eksilmeyi kabul ederse o zaman kişi şüphede ve küfürde olmuştur. Îmândan maksat tasdîk ise, bunda artma ve

478 Enfâl, 8/2-4. 479

Bkz. Buhârî, Îmân, 2. Buhârî bâb başlığını “Duânız îmânınızdır” olarak koymuş, “De ki: Eğer duânız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin” (Furkân, 25/77) âyetindeki duânın lügat olarak îmân mânâsına geldiğini ve İbn Abbâs’ın da bu mânâyı kastettiğini belirmiştir.

480 Furkân, 25/77.

481 Bkz. İbn Hacer Ahmed b. Ali Askalânî, Fethu’l-Bârî bi Şerhi İmâm Ebû Abdullah Muhammed b.

İsmâil el-Buhârî, thk. Abdulkadir Şeybe Hamd, Mektebetü Melik Fahd, Riyad, 2001, I/64.

482 Aynî, a.g.e., I/196. 483 Aynî, a.g.e., I/196. 484 İbn Receb, a.g.e., I/20.

eksilme olmaz. Fakat şer’î îmânda, o îmânın meyveleri hükmündeki ameller vasıtasıyla artma ve eksilme olabilir. Doğru olan şudur: Tasdîkin kendisi de araştırma ve delilerin tezahürü nispetinde artar ve eksilir. Onun içindir ki Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) tasdîki ile herhangi bir mü'minin tasdîki aynı seviyede olamaz.

Ehl-i Sünnet hadîsçiler, fakihler ve kelâmcılar, ehl-i kıble olan kimselerin mü'min sayılabilmeleri ve Cehennem’de ebedî olarak kalmamaları için kalpleriyle tasdîk edip, dilleriyle de şehâdet getirmeleri gerektiğinde, diliyle ikrâra gücü yetmeyen kimselerin ikrârdan muaf olduklarında ittifâk etmişlerdir. Kalben itikad ettiği halde diliyle ikrâr etmeyen kişi de Allâh katında mü'mindir.485

Müteahhir ulemâya göre îmân, Resûlullâh’ın (s.a.s.) Allâh’tan getirdiği zarûrât-ı dîniyeyi tasdîk etmektir. Hanefîler tasdîk ve ikrâr, Kerrâmiye sadece ikrâr, bazı Mu’tezile mensupları sadece amel; Selef de kalp ile tasdîk dil ile ikrâr ve organlarla amel olduğu görüşündedirler. Selefe göre îmânın kemâli için tasdîk, ikrâr ve amelin birlikte bulunması şattır.486

“İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir...”487

Müslim Şârihi Teymî (535/1141), zâhirde İslâm’ın bu esaslara bağlı olduğu ifâde edilse de gerçekte bunlar İslâm’a bina edilmiştirler. Çünkü şehâdeti söylememiş bir kimse hadîste ifâde edilen dört ibâdetle mükellef olmaz. Kelime-i Şehâdeti söylediği anda kendisinin Müslüman olduğunu kabul eder; sonra bu hükümlerden bir tanesini bile inkâr etse o zaman da onun Müslümanlığının geçersiz olduğuna hükmederiz. Nebî (s.a.s.), İslâm’ın bu ibâdetler olmadan tamam olmayacağını ve ancak bunlar ile birlikte İslâm denebileceğini anlatmak için İslâm’ın bu esaslara mebnî olduğunu belirtmiştir” demektedir.488

Buradan hareketle hadîs, İslâm’ın bu ibâdetlerle kemâle erebileceğini ve tamam olacağını bildirir.