• Sonuç bulunamadı

III. İtikâdî Konularda Haber-i Âhâd’ın Bilgi Değeri

III.3. Mezhebî Ekollere Göre İtikâdî Konularda Âhâd Haberin Bilgi Değeri

III.3.4. Çağdaş İslâm Âlimlerinin Haber-i Âhâd Konusundaki Yaklaşımları

2.6. Hadîslerde Kâmil Müslüman Tanımı

2.6.3. Hayırlı Mü'min, Aç Doyurur ve Herkese Selâm Verir

ْمَع ينْب يهَّللا يدْبَع ْنَع ،يْيَْْلْا يبَِأ ْنَع ،َدييزَي ْنَع ،ُثْيَّللا اَنَ ثَّدَح َلاَق ،ٍديلاَخ ُنْب وُرْمَع اَنَ ثَّدَح َّنَأ امهنع للها ىضر وٍر هيلع للها ىلص َّيبَِّنلا َلَأَس ،ًلُجَر ؟ ٌرْ يَخ يمَلْسيلإا ُّىَأ ملسو َلاَق : " ْفِرْعَ ت ْمَل ْنَمَو َتْفَرَع ْنَم ىَلَع َمَلاَّسلا ُأَرْقَ تَو ،َماَعَّطلا ُمِعْطُت " .

Abdullah b. Amr’dan (r.a.) rivâyet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamber’e (s.a.s.) “Hangi İslâm(î amel) daha hayırlıdır?” diye sordu. Peygamber (s.a.s.) şöyle cevap verdi: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir.”511

Hadîsin Buhârî’deki konu başlığı “Yemek Yedirmek İslâm’dandır”512

şeklindedir. Bununla İslâm’ın hasletleri kastedilmiştir. Hadîste yemek ikramında bulunmak ve selâm

508

İbn Hacer, a.g.e., I/71; İbn Receb, a.g.e., I/39.

509 İbn Battâl, a.g.e., I/63; Kirmânî, a.g.e., I/89; İbn Hacer, Ahmed b. Ali Askalânî, Fethu’l-Bârî bi

Şerhi İmâm Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, thk. Abdulkadir Şeybe Hamd,

Mektebetü Melik Fahd, Riyad, 2001, I/71; Aynî, a.g.e., I/217.

510

Aynî, a.g.e., I/217.

511 Buhârî, Îmân, 6; İsti’zân, 58; Müslim, Îmân, 63; Ebû Dâvûd, Edeb, 130,131; Nesâî, Îmân, 18; İbn

Mâce, Et'ime, 1.

vermek suretiyle insanların gönlünü fethetme tavsiye edilmiştir. Zira gönülleri fethetme ve muhabbeti perçinleme hususunda bunlardan daha etkili bir yöntem yoktur. Allâh yemek yedirenleri methetmiş ve “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula,

yetîme ve esîre yedirirler”513

buyurmuştur. Onların mükâfatını da; “Allâh onları o günün

şerrinden esirger; yüzlerine parlaklık ve gönüllerine sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet’i ve Cennet’teki ipekleri lütfeder”514

şeklinde açıklamıştır.515 En fazîletli amelin ne olduğu sorusuna Hz. Peygamber ayrı zaman ve mekânlarda farklı cevaplar vermiştir. Bir önceki hadîste “...hangisi daha fazîletlidir?”516

; bu hadîste ise “...hangisi daha hayırlıdır?”517

, soruları lafzen farklı olsalar da kastedilen mânâ aynıdır. Birincide elin ve dilin ezâdan men edilmesine mukabil ikincide el ile ikramda bulunma ve dil ile selâm verme hususunda yapılan irşad, olmaması gerekenden olması gerekene bir yönlendirmedir. Ayrıca yemek ikram etmenin mâlî, selâm vermenin de bedenî sorumlulukları özetleyen iki üstün ahlâkî erdem olduklarına da dikkat çekilmiştir.518

Müslim Şârihi Nevevî (676/1277), Resûlullâh’ın (s.a.s.) benzer ya da aynı ifâdelerle gelen sorulara farklı zaman ve mekânlarda ayrı cevaplar vermesi, soru sorulan zaman ve ortamda bulunan insanların ihtiyaçlarının farklı olmasına bağlar ve bir örnek verir. “Meselâ; birinde selâmı yaymak ve yemek yedirmek, başka bir zaman da müslümanlara ezâ vermekten sakınmak daha öncelikli bir ihtiyaç olmuştur.”519

Kâdî İyâz (544/1149) da şu açıklamayı yapar: “Soru soran kişi için en faydalı cevap ne ise Resûlullâh (s.a.s.) onu tercih etmektedir. Meselâ; kibirli olan ve insanlarla iletişime girmeyen bir kimseyi gördüğünde, ona selâm vermenin ve ikramda bulunmanın lüzumunu, eli ve diliyle insanları inciten kimseye ise elinden ve dilinden müslümanların selâmette olmasının gerekliliğini bildirmiştir.520

Hadîslerdeki “efdal” lafzı sevap çokluğunu, “hayr” kelimesi ise zararın zıddı olan faydayı ifâde eder. “Hayr”, mânen şerrin mukabilidir. Aslında her ikisi de fazîlet ve faydaya ait mânâları içermektedirler. Ancak, birincisinin kemiyet; ikincisinin ise keyfiyet

513

İnsân, 76/8.

514 İnsân, 76/11, 12. 515 İbn Battâl, a.g.e., I/64.

516 Buhârî, Îmân, 5; Müslim, Îmân, 65, 66; Tirmizî,ُÎmân, 12; Zühd, 52; Nesâî, Îmân, 11. 517

Buhârî, Îmân, 6; Müslim, Îmân, 63, 64; Nesâî, Îmân, 12.

518 Kirmânî, a.g.e., I/93. 519 Nevevî, a.g.e., II/200. 520 Bkz. Kâdî İyâz, a.g.e., I/277.

hakkında kullanıldığı belirtilmiştir.521

“Tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” cevabı, “kibri terk edip tevâzûya sarıl!” şeklinde bir teşvik olup522, “İslâm’ın şiârını yüceltmek ve O’nun te'sîs

ettiği kardeşliği gözetmek için tanımadığın kişiye de selâm ver!”523

demektir. Çünkü selâm, hiç kimsenin husûsî malı olmadığı gibi, aradaki düşmanlık bile onu vermeye mânî olamaz.524

Diğer taraftan selâm, müslümanlara karşı şefkatli ve mütevâzı olmayı, onların kalpleriyle sözlerini birleştirmeyi ve birbirini sevmelerini teşvik eder. Bu sebeple ayırım yapmadan mü'minlerin arasında selâmın yaygınlaştırılması istenmiştir. Çünkü hepsi kardeştirler ve bu kardeşliği korumada tamamının eşit sorumlulukları vardır.525

“Tanıdığın ve tanımadığın herkese” ifâdesi genel kapsamlı olduğundan “kâfirler de buna dâhil midir?” sorusu akla gelebilir. Ancak, selâmın yalnızca Müslümanlara verileceği hususunda icmâ vardır.”526

“Yahûdî ve Hristiyanlarla karşılaştığınızda selâmda önce davranmayın. Onlardan herhangi birisiyle yolda karşılaşırsanız, onu yolun en dar yerine mecbur edin”527

hadîsinden hareketle kâfirlere selâmda önce davranılmaz.528 Bir kimseye selâm verilip verilmemesi konusunda şüpheye düşülürse, asıl olan o kimsenin durumu ortaya çıkıncaya kadar hadîsin genel ifâdesinin esas alınmasıdır.”529

Kâdî İyâz (544/1149), Nevevî (676/1277) ve İbn Receb (795/1393), “Müslüman, elinden ve dilinde diğer Müslümanların selâmet bulduğu kimsedir”530

hadisinde, İslâm’ın kemâlinin hedeflendiğini söylerler.531

İbn Receb’e göre yemek yedirmek ve herkese selâm vermek vâcip değil; yediren ve selâm veren için bir fazîlettir ve ihsândır. Elinden ve dilinden Müslümanların sâlim olması onların hakkıdır. Hak olan şeyi gerçekleştirmek ise fazîlettir.532

Bu vasıfları taşıyan Müslüman da kâmil Müslümandır. Kâmil Müslüman, ne sözlü ne de fiilî olarak hiçbir Müslümana ezâ etmez. Böyle vecîz bir üslup, Resûlullâh’ın

521

Bkz. Kirmânî, a.g.e., I/92; Aynî, Bedrüddin, Ebû Muhammed Mahmûd b. Ahmed, Umdetü’l-Kârî

Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, thk. Abdullah Mahmûd Muhammed Ömer, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,

2001, I/224.

522 İbn Battâl, Ebu’l-Hasen Ali b. Halef b. Abdülmelik, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, thk. Yâsîr b. İbrâhîm,

Mektebetu’r-Rüşd, Riyad, 2002, I/64.

523 Kirmânî, a.g.e., I/93; İbn Hacer, a.g.e., I/74. Benzer açıklamalar için bkz. Kâdî İyâz, a.g.e., I/276. 524 Kirmânî, a.g.e., I/93.

525

Bkz. Aynî, a.g.e., I/226-227.

526

Kirmânî, a.g.e., I/93.

527 Müslim, Selâm, 13; Ebû Dâvûd, Edeb, 137; Tirmizî, İsti'zân, 12; İbn Mâce, Edeb, 13. 528 Aynî, a.g.e., I/227.

529 İbn Hacer, a.g.e., I/74; Aynî, a.g.e., I/227. 530

Müslim, Îmân, 65.

531 Geniş bilgi için bkz. Kâdî İyâz, a.g.e., I/277; Nevevî, a.g.e., II/201; İbn Receb, a.g.e., I/42.

532 İbn Receb, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ahmed Hanbelî, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, thk.

(s.a.s.) “cevâmi‘u’l-kelîm” oluşunun bir göstergesidir.533

Hadîsler, îmânın sadece tasdîk ve ikrâr etmekle yeterli olmayacağını; aksine bu tasdikin, mü'minin bütün hal ve eylemlerine damgasını vurması gerektiğini ifâde etmesi açısından önemlidir. Îmânın semeresiz ve pasif bir olgu olmadığı ve kâmil bir îmân için çalışmanın lüzumu dikkat çekici bir üslup ile ifâde edilmiştir.