• Sonuç bulunamadı

2. Kıraâtlerin Tevcihî / Temellendirilmesi

2.2. Nahiv Yönünden Kıraâtleri Ele Alması

2.2.4. İsimlerin Tenvinli ve Tenvinsiz Okunuşuna Konu Olan Kıraâtler

Kıraât imamlarının bir kıraâti tenvinli veya tenvinsiz okuyuşu kelimenin i’rabını değiştirirken, manayı ciddi anlamda değiştirmemektedir. Bu tür kıraât vecihlerinin manalarının yakın anlamlı olduğu görülmektedir.

501 Furkan –25/2.

502 Tûsî, et-Tibyân, VII, 343.

503 Hamze, Kisaî, Halef mezkûr kelimeyi elifsiz okurken, gerisi “رحاس ” şeklinde elifle okumuştur. İbn

Mücahid, Kitabü’s-Seb’a, s. 421; İbn Haleveyh, el-Hücce, s. 147; İbn Galbûn, et-Tezkire, s. 432; Mekkî,

el-Keşf, II, 102; Dânî, et-Teysîr, s. 123; İbnü’l- Bâziş, el-İknâ', s. 428; Ebû Zür’a, Hüccetü’l-Kıraât, s.

408; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 321; Palûvî, Zübde, s. 91; Dimyâtî, İthaf, II, 172.

ْذِإ ُهاَداَن ُهُّب َر ِدا َوْلاِب ِس دَقُمْلا ى ًوُط

“Hani Rabbi ona Mukaddes Tuva vadisinde şöyle seslenmişti.” (Naziat – 16)

Ayetin tefsirinde konunun örneğine değinen müellif, kıraât vecihlerini aktarırken, İbn Kesîr, Ebû Amr ve Nafi’nin “ بهذا ىوط ” kavlini tenvinsiz olarak okuduklarını, geri kalan kıraât imamlarının ise, tenvinli olarak okuduklarını nakletmektedir.505 Müellif, mezkûr kıraâtin tevcihini yaparken “ ىًوُط ” kelimesini tenvin ile okuyanların “ داو ” kelimesinin ismi kıldıklarını, tenvinsiz okuyanların ise, “ ضرلْا ” kelimesinin ismi kıldıklarını zikretmektedir. 506 Söz konusu örnekte, Tûsî’nin

her iki kıraâti de sıhhat açısından denk tuttuğu bir tercihte bulunmamasından anlaşılmaktadır. ْلُق َوُه ُ الل دَحَأ * ُ الل ُدَم صلا

“De ki: O Allah’tır, bir tektir. Allah Samed’dir.” (İhlas – 1,2)

Tûsî’nin aktarımına göre, Harun’dan rivayetle Ebû Amr “ ُدَم صلا ُ الل…دَحَأ” vasıl durumunda tenvinsiz okurken,507 Nasr, babasından oda Ahmed b. Musâ’dan rivayetle tenvinle okumuştur. Müellifin açıklamasına göre, tenvini terkeden vecih, ayet başlangıcıdır ve iki sâkinin bir araya gelmesinden dolayı tenvin hazfolmuştur.508

ا نِإ اَنْدَتْعَأ َني ِرِفاَكْلِل َلِس َلَس ًلا َلْغَأ َو ا ًريِعَس َو

“Biz kâfirler için zincirler, tasmalar ve alevli bir ateş hazırladık.” (İnsan – 4)

Tûsî’nin nakline göre, “ َلِس َلَس ” lafzını Nafi’, Kisaî ve Asım’dan Ebû Bekr, mushaf hattına ittibaen tenvinle okurken, geri kalanlar tenvinsiz okumuşlardır.509

505İbn Âmir, Asım, Hamze, Kisaî, Halef mezkûr kelimeyi “tâ”nın zammesi ve tenvinle birlikte okurken,

geri kalan, tenvinsiz okumuştur. Hamze, Kisaî, Halef vakıfta imaleyle okumuştur. İbn Mücahid,

Kitabü’s-Seb’a, s. 671; İbn Haleveyh, el-Hücce, s. 238; Mekkî, el-Keşf, II, 96; Dânî, et-Teysîr, s. 122;

İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 319; Palûvî, Zübde, s. 141; Dimyâtî, İthaf, II, 517.

506 Tûsî, et-Tibyân, X, 199.

507 Ebû Amr’ın tenvinsiz okuduğu ve “ دَحَأ” lafzında vakfettiği rivayet edilmektedir. Diğerleri vasılla ve

tenvinin kesrasıyla okumuştur. İbn Mücahid, Kitabü’s-Seb’a, s. 701; İbn Haleveyh, el-Hücce, s. 250; İbn Galbûn, et-Tezkire, s. 651; Mekkî, el-Keşf, II, 391.

508 Tûsî, et-Tibyân, X, 340.

509 Nafi’, Ebû Bekr, Kisaî mezkûr kelimeyi tenvinle okurken, gerisi tenvinsiz okumuştur. İbn Mücahid,

Kitabü’s-Seb’a, s. 663; İbn Haleveyh, el-Hücce, s. 235; İbn Galbûn, et-Tezkire, s. 607; Mekkî, el-Keşf,

II, 352; Dânî, et-Teysîr, s. 176; İbnü’l- Bâziş, el-İknâ', s. 479; Ebû Zür’a, Hüccetü’l-Kıraât, s. 737; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 394; Palûvî, Zübde, s. 139; Dimyâtî, İthaf, II, 507.

Müellife göre, bu tür cemi’ler, marife veya nekra olsun munsarif olamazlar. “Elif”ten sonra “ لئاعف ” iki harftir.510 (Elif’ten sonra üç, iki veya şeddeli bir harf gelen bütün

çoğul isimler ister marife ister nekra olsun munsarif olamazlar.) Söz konusu kıraâtin ayrıntılı izahına girmeyen müellifin tenvinle okuyanların bu okuyuşlarını mushaf hattına ittibaen gerçekleştirdikleri bilgisine de yer verdiği görülmektedir.

ا مَأ َو ْنَم َنَمآ َلِمَع َو اًحِلاَص ُهَلَف ءا َزَج ىَنْسُحْلا

“Her kim iman eder ve salih amel ederse, ona mükâfat olarak daha güzeli vardır.”

(Kehf – 88)

Tûsî, konuyla ilgili başka bir ayetin tefsirinde kıraât vecihlerini zikrederken, Ebû Bekr hariç Kûfeli kıraât imamlarının “ ىَنْسُحْلا ءا َزَج ُهَلَف ” kavlini nasb ve tenvinle okuduklarını, geri kalanların ise, ref’ ve izafetle okuduklarını aktarmaktadır.511 Müellife göre, izafetle okuyanlar, muhtemelen bunu taatin karşılığı olarak kasdetmişlerdir ki bu da en güzeldir. En güzelin karşılığı olarak cenneti kasdetmeleri de muhtemeldir ki o da cennettir. Açıklamasını, “Şüphesiz Kur’an gerçek, kesin

bilgidir.” 512ayetiyle hüccetlendiren müellif, tenvinle okuyanların, en güzeli yani cenneti kasdettiklerini belirtmiştir. Çünkü hüsnâ, cennettir. Nasb olmasının iki şekilde izah edilebileceğini belirterek, bunlardan birincisinin; Hal konumunda masdar olarak nasb olduğunu yani, ona karşılık olarak onlara cennet verilecektir, anlamında olduğunu, ikincisinin ise; temyiz olarak nasb olduğunu belirtmektedir ki bu da müellife göre zayıftır. 513

ُعَف ْرَن تاَج َرَد نِ م

ءاَش ن

“Dilediğimiz kimselerin derecelerini artırırız.” (Yusuf – 76)

Yakûb “ ءاَشي نِ م تاَج َرَد ُعَف ْري ” şeklinde her iki kelimeyi de Allah’tan kinaye vechinde “yâ” ile okumuştur. Geri kalanlar ise, azamet vechiyle her ikisini de “nûn”

510 Tûsî, et-Tibyân, X, 159.

511 Hafs, Hamze, Kisaî, Yakûb, Halef mezkûr kavli nasb ve tenvinle okurken, gerisi ref’ ve tenvinsiz

okumuştur. İbn Mücahid, Kitabü’s-Seb’a, s. 398 – 399; İbn Haleveyh, el-Hücce, s. 136; İbn Galbûn, et-

Tezkire, s. 418; Mekkî, el-Keşf, II, 74; Dânî, et-Teysîr, s. 118; İbnü’l- Bâziş, el-İknâ', s. 423; Ebû Zür’a, Hüccetü’l-Kıraât, s. 430; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 315; Palûvî, Zübde, s. 86.

512 Hakka – 69/51.

ile okumuşlardır. 514Ayette yer alan ikinci bir kıraât ihtilafından bahseden müellif,

kıraât vecihlerini zikrederken, Kûfeliler’in “ تاَج َرَد ” kelimesindeki “tâ” harfini tenvin ile okuduklarını, diğerlerinin ise, izafetle okuduklarını belirtmiştir.515 Müellifin

açıklamasında, izafetle okuyanlara göre mana; ilmiyle ve diğer başka şeylerle dilediğimiz kimselerin tıpkı Yusuf’un mertebesini kardeşlerinin mertebesinden yükselttiğimiz gibi dünyadaki mertebesini ve yerini yükseltiriz, şeklindedir. Tenvinle okuyanlara göre de mana; Yusuf’u yükselttiğimiz gibi dilediklerimizden derecesini ve mertebesini yükseltiriz, şeklindedir. 516 Görüldüğü üzere Tûsî, kıraât vecihlerini

okuyanlarına nispet ederek naklettikten sonra mana bakımından açıklamada bulunarak ayetin tefsirini yapmaktadır. Herhangi bir tercihte bulunmaması ayetin her iki şekilde de yorumlanacağına delalet etmektedir.

َلاَأ اًدْعُب َدوُمَثِ ل

“Semud kavmi, (Allah’ın rahmetinden) uzaktır.” (Hûd – 68)

Sadece Kisaî “ َدوُمَثِ ل ” kelimesini “dâl” harfinin kesrası ve tenvinle okurken, diğerleri tenvinsiz okumuştur. Hamze, Hafs ve Yakûb “ ا َدوُمَث نإلْأ ” Furkan sûresinde “ ا َدوُمَث و اًداعو ” Ankebut sûresinde “ ىَقْبأ آمف ا َدوُمَث و ” tenvinsiz okumuşladır.517 Yahya

ve Semûnî Necm sûresinde bu imamlara muvafakat etmiştir. Kisaî’ye göre burada “دومث ” kelimesi mansuba daha yakındır ki o da mecrurdur. “ دومث ” kelimesi cer veya ref’ durumunda değil, ancak nasb durumunda tenvinlenir. Tûsî’nin belirttiğine göre, sarf açısından, nasb olarak çekimlenmesi tercih edilmiştir. Çünkü telaffuzu daha hafiftir. 518

514 Yakûb mezkûr kelimeyi “yâ” ile okurken, gerisi “nûn” ile okudu. İbn Galbûn, et-Tezkire, s. 381;

Dimyâtî, İthaf, II, 73.

515 Asım, Hamze, Kisaî, Halef mezkûr kelimeyi tenvinle okurken, gerisi tenvinsiz okumuştur. İbn

Galbûn, et-Tezkire, s. 381; Dânî, et-Teysîr, s. 86; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 296; Dimyâtî, İthaf, II, 73

516 Tûsî, et-Tibyân, VI, 72 – 73.

517 Sadece Kisaî tenvinle birlikte “ دوُمَثل ” şeklinde “dâl”i kesra okumuştur. İbn Galbûn, et-Tezkire, s.

373; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 290 Hamze, Hafs, Halef bu sûrede, Furkan – 38, Ankebut – 38, Necm – 51’de tenvinsiz okudu. Ebû Bekr Necm sûresinde tenvinsiz okumuştur. Gerisi hepsini tenvinle okudu. İbn Mücahid, Kitabü’s-Seb’a, s. 337; İbn Haleveyh, el-Hücce, s. 107; İbn Galbûn, et-Tezkire, s. 373; Mekkî, el-Keşf, I, 533; Dânî, et-Teysîr, s. 102; İbnü’l- Bâziş, el-İknâ', s. 410; Ebû Zür’a, Hüccetü’l-

Kıraât, s. 344 – 345; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 290; Palûvî, Zübde, s. 71; Dimyâtî, İthaf, II, 50.