• Sonuç bulunamadı

İradî temsil, tarafların veya onların kanunî temsilcilerinin iradelerine dayanan tem-sildir. Dava ehliyeti bulunan bir kişi, davasını bizzat açıp yürütebileceği gibi, eğer isterse, bu işlemlerin kendisi tarafından atanan bir temsilci (vekil) eliyle yapılmasını da sağlayabilir (HMK m. 71). Hukukî işlemlerin yapılmasında olduğu gibi, dava açılmasında ve davada yapılması gereken usûl işlemleri bakımından da, temsil, is-teğe bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, hukukumuzda vekil (avukat) tutmak mecburiyeti yoktur. Uygulaması fazla olmamakla birlikte, bu kuralın bir istisnası, Hukuk Muha-kemeleri Kanununun 80. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, hâkim, taraflar-dan birisinin, davasını bizzat takip edecek yeterlikte olmadığını görürse, ona uygun bir süre tanıyarak, davasını vekil aracılığıyla takip etmesine karar verebilir. Verilen karara uymayan taraf hakkında, yokluğu hâlindeki hükümlere göre işlem yapılır.

Bu noktada hemen belirtmek gerekir ki, davada söz konusu olan iradi temsil de, özü itibariyle, borçlar hukukundaki iradi temsildir. Nitekim, Hukuk Muhake-meleri Kanununun 72. maddesinde, davanın vekil aracılığıyla açılması ve takip edilmesinde, kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak üzere, Borçlar Kanununun temsile ilişkin hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Gerek ilgili mevzuatta ve gerekse uygulamada, dava sebebiyle ortaya çıkan iradi temsil “davaya vekâlet” ve davada iradi temsil üstlenen (deruhte eden) kişi de “vekil” olarak adlandırılmak-tadır. Buna karşılık davanın tarafı (müvekkil) ile onun tayin ettiği iradi temsilci (vekil) arasındaki ilişki borçlar hukuku anlamında vekâlet sözleşmesine yahut hizmet sözleşmesine dayanabileceği gibi, (kamu avukatlarının durumunda oldu-ğu gibi) devlet memurluoldu-ğu şeklindeki bir statüye de dayanabilir.

Türk medenî usûl hukukunda vekil (avukat) tutmak zorunlu olmamakla birlik-te, eğer bir kişi davada kendisini bir iradî temsilci (vekil) aracılığıyla temsil ettirmek isterse, bu durumda önemli bir sınırlama ile karşılaşır. Zira, Avukatlık Kanunu (m.

35), zorunlu olmadıkları halde, kendi iradeleriyle davada kendilerini bir temsilci aracılığıyla temsil ettirmek isteyenlerin atayabilecekleri temsilcilerin (kural olarak) sadece baroya kayıtlı avukatlardan birisi olmasını öngörmektedir. Buna göre, en az üç avukat (ve dava vekili) bulunan yerlerde, ancak baro listesinde yazılı avukatlar temsilci (vekil) olarak dava takip edebilirler. En az üç avukat bulunmayan yerlerde ise, avukatlardan başka, o yerin bağlı bulunduğu baroda tutulan özel listeye yazıl-mış olan dava takipçileri de temsilci (vekil) olarak dava takip edebilirler. Dolayı-sıyla, avukatlar (ve istisna olarak dava takipçileri) dışında kalanlar, davaya vekâlet ehliyetine sahip olmadıklarından, vekil (iradi temsilci) sıfatıyla mahkemeye kabul edilmezler. Mahkeme, davayı vekil olarak takip eden kişinin davaya vekâlet ehli-yetinin bulunup bulunmadığını kendiliğinden dikkate alır. Çünkü, davaya vekâlet ehliyeti aynı zamanda bir dava şartıdır (HMK m. 114, I/f).

Dava için birden fazla vekil görevlendirilmesi mümkündür. Ancak, bu durum-da, vekillerden her biri, vekâletten kaynaklanan yetkileri, diğerinden bağımsız olarak kullanabilir. Aksi yöndeki sınırlamalar, karşı taraf bakımından geçersizdir (HMK m. 75). Öte yandan, bir kimsenin kendisini temsil etmek üzere bir vekil (avukat) tayin etmesi, kendisinin davayı takip açısından sahip olduğu yetkilerinde ve ehliyetinde herhangi bir kısıtlama doğurmaz; hatta yemin ve isticvap gibi bazı usûl işlemleri, taraf kendisini bir avukatla temsil ettiriyor olsa bile, bizatihi tara-fın kendisince yapılmak gerekir. Ayrıca, belirtmek gerekir ki, hem taratara-fın bizatihi

İsticvap: Bir davada ikrar elde etmek üzere, tarafın kendi aleyhine olan bir hususta mahkeme tarafından sorgulanmasıdır. İsticvap ispat amacına yönelik olup, tarafın sorgulama sonucunda aleyhine olan vakıayı ikrar etmesi mümkündür.

kendisinin (müvekkilin) ve hem de avukatının (vekilinin) hazır bulunduğu bir duruşmada, vekili tarafından yapılan açıklamalara derhâl ve açıkça itiraz etmeyen taraf, bu açıklamalara rıza göstermiş sayılır (HMK m. 78).

Davaya vekâlet, temsil yetkisinin kapsamı bakımından, genel vekâlet ve özel vekâlet olarak ikiye ayrılır. Genel vekâlet, kanunen özel yetki verilmesini gerektiren işler dışında, hüküm kesinleşinceye kadar, davanın takibi için gerekli tüm işlemleri yerine getirmeye, hükmün icrasına ve yargılama giderlerinin tahsili ile bunun için makbuz verilmesine, ayrıca, bütün bu işlemlerin kendisine karşı da yapılabilmesine yetkili olmayı gerektirir. Öyle ki, bu yetkileri kısıtlayan bütün kayıtlar, diğer taraf ve mahkeme yönünden geçersizdir (HMK m. 73). Buna karşılık, bazı işlemlerin yapı-labilmesi için, vekilin bu hususlarda vekilin vekâletnamesinde (temsil belgesinde) özel olarak yetkili kılınmış olması gerekir. Davaya vekâlette özel yetki verilmesini gerektiren haller olarak ifade edilen bu hususlar, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 74. maddesinde şöyle düzenlenmiştir: “Açıkça yetki verilmemiş ise vekil; sulh olamaz, hâkimi reddedemez, davanın tamamını ıslah edemez, yemin teklif edemez, yemini ka-bul, iade veya reddedemez, başkasını tevkil edemez, haczi kaldıramaz, müvekkilinin iflâsını isteyemez, tahkim ve hakem sözleşmesi yapamaz, konkordato veya sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması teklifinde bulu-namaz ve bunlara muvafakat veremez, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvu-ramaz, davadan veya kanun yollarından feragat edemez, karşı tarafı ibra ve davasını kabul edemez, yargılamanın iadesi yoluna gidemez, hâkimlerin fiilleri sebebiyle Dev-let aleyhine tazminat davası açamaz, hangileri hakkında yetki verildiği açıklanmadık-ça kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarla ilgili davaları aaçıklanmadık-çamaz ve takip edemez.”

Avukata temsil yetkisi (vekâlet) verildiğini gösterir belgenin (vekâletname) noterde düzenlenmesi gerekir (HMK m. 76, I). Ancak, böyle bir vekâletname kendisine verilmiş olan avukat, bundan kendisi örnek çıkarıp (çoğaltıp) tasdik ederek dava yahut takip dosyasına ibraz edebilir. Buna karşılık, kamu kurum ve kuruluşlarının avukatlarına, yetkili amirleri tarafından usûlüne uygun olarak dü-zenlenip verilmiş olan temsil belgeleri de geçerli olup, ayrıca noterce onaylanma-sına gerek yoktur (HMK m. 76,II). Davaya vekâlet ehliyeti gibi, geçerli bir temsil belgesinin (vekâletnamenin) bulunması ve bunun mahkemeye verilmesi de dava şartıdır (HMK m. 114, I/f).

Vekâletnamesinin aslını veya onaylı örneğini vermeyen avukat, dava açamaz ve yargılamayla ilgili hiçbir işlem yapamaz. Şu kadar ki, gecikmesinde zarar do-ğabilecek hâllerde mahkeme, vereceği kesin süre içinde vekâletnamesini getirmek koşuluyla avukatın dava açmasına veya usûl işlemlerini yapmasına izin verebilir.

Bu süre içinde vekâletname verilmez veya asıl taraf yapılan işlemleri kabul ettiğini dilekçeyle mahkemeye bildirmez ise dava açılmamış veya gerçekleştirilen işlem-ler yapılmamış sayılır. Vekâletnamesiz işlem yapmasına izin verilen ancak haklı bir sebep olmaksızın süresi içinde vekâletname ibraz etmeyen avukat, celse harcı ile diğer yargılama giderleri ve karşı tarafın uğradığı zararları ödemeye mahkûm edilir. Bunu kötüniyetle yapan avukat aleyhine, ceza ve disiplin soruşturması açıl-masını sağlamak üzere, Cumhuriyet başsavcılığına ve vekilin bağlı olduğu baro başkanlığına durum yazıyla bildirilir. Bir tarafın avukat tutmak istemesi sebebiy-le, yargılama hiçbir şekilde başka bir güne bırakılamaz. Avukatın istifa etmesi, azledilmesi veya dosyayı incelememiş olması sebebiyle yargılama başka bir güne bırakılamaz. Ancak, dosyanın incelenmemiş olması geçerli bir özre dayanıyorsa, hâkim bir defaya mahsus olmak üzere, kısa bir süre verebilir. Verilen süre sonun-da, dosya incelenmemiş olsa bile davaya devam olunur (HMK m. 77).

Avukatın, müvekkili adına yapabileceği işlemler bakımından, vekaletnamesinde özel yetki bulunması gereken haller nelerdir?

Davaya vekâletin hukukî niteliği itibariyle iradî temsil olması karşısında, iradi temsilin sona ermesi sonucunu doğuran sebepler, davaya vekâleti de sona erdirir.

Ancak bunlardan vekilin azli ve istifası, Hukuk Muhakemeleri Kanununda özel olarak düzenlenmiştir. Buna göre, vekilin azli veya istifasının, mahkeme ve karşı taraf bakımından hüküm ifade edebilmesi için, bu konudaki beyanın dilekçeyle bildirilmesi veya tutanağa geçirilmesi ve gerektiğinde ilgilisine yapılacak tebli-gat giderinin de peşin olarak ödenmesi zorunludur (HMK m. 81). Vekil ile takip edilen davada, vekilin azli hâlinde vekâlet veren, davayı takip etmez ve iki hafta içinde bir başka vekil de görevlendirmez ise tarafın yokluğu hâlinde uygulana-cak hükümlere göre işlem yapılır (HMK m. 83). İstifa eden vekilin vekâlet görevi, istifanın müvekkiline tebliğinden itibaren iki hafta süreyle devam eder. Vekilin istifa etmiş olması hâlinde, vekâlet veren davayı takip etmez ve başka bir vekil de görevlendirmez ise tarafın yokluğu hâlinde uygulanacak hükümlere göre işlem yapılır (HMK m. 82)

Son olarak belirtelim ki, özellikle avukatla (vekille) iş sahibi (müvekkil) arasın-daki ilişkiler ile avukatlığın meslek hukukunu ilgilendiren hususlar, mutlaka bir dava ile ilgili olmak zorunda bulunmadıklarından, Hukuk Muhakemeleri Kanu-nunun davaya vekâlet kısmında değil, çoğunlukla Avukatlık Kanunu ve ilgili diğer mevzuatta düzenlenmiştir.

5

Özet

Medenî usûl hukuku bakımından davanın ta-raflarını, kişilerin davada taraf olabilmeleri için aranan taraf ehliyeti, dava ehliyeti, dava takip yetkisi, taraf sıfatı gibi şartları açıklamak ve bir-birinden ayırt etmek

Maddî hukukta söz konusu olan hak - borç, hak sahibi - borçlu ilişkisi, niteliği gereği, bu ilişkiye dayanılarak açılan davada da kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre, bir davadan söz edebilmek için, iki tarafın bulunması zaruridir.

Aksi takdirde, bir yargısal faaliyetten söz edilse bile, bunun “dava” olarak nitelendirilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, bir davada dava-cı ve davalı olarak iki tarafın bulunması temel bir dava şartıdır. Ancak, bir kişinin davacı veya davalı tarafta yer alabilmesi için, mutlaka maddî hukuk ilişkisinin de tarafı olması gerekli değil-dir. Zira, davada taraf olarak yer alan kişi veya kişilerin gerçekten hak sahibi olup olmadığı veya kendisinden talep edilen hakkı yerine getirmek-le yükümlü olup olmadığı, ancak davanın esası hakkında yapılacak incelemeden sonra ortaya çıkacaktır. Bu itibarla, maddî hukuk ilişkisinin gerçekten mevcut olması, dava açabilmenin de-ğil, davayı kazanabilmenin bir koşuludur. Buna göre, davanın tarafları, davacının dava dilekçe-sindeki iddia ve taleplerine göre belirlenir. Bir davanın davacı ve/veya davalı tarafından birden fazla kişi yer alabilir. Bu durumda duruma göre bunlar arasında mecburî veya ihtiyarî dava ar-kadaşlığı sözkonusu olabilir. Kişilerin davacı ve davalı taraf olarak davada yer alabilmesi için ta-raf ehliyeti, dava ehliyeti, dava takip yetkisi gibi belirli ehliyetlere sahip olmaları gerekir.

Taraf ehliyeti, dava açılmasıyla başlayan usûlî ilişkinin taraflarında yer alabilme (davacı ve davalı olarak gösterilebilme) yetisi anlamına gelmekte olup, medenî hukuktaki hak ehliyeti-nin usûl hukukundaki tezahürüdür. Buna göre medenî hukuk anlamında hak ehliyetine sahip gerçek ve tüzel kişiler, usûl hukuku bakımından taraf ehliyetine da sahiptirler.

Dava ehliyeti, medenî hukuktaki fiil ehliyetinin medenî usûl hukukunda büründüğü şekil olup, kişinin bizzat veya yetkili kılacağı bir temsilci (vekil) aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip edebilme ve usûl işlemlerini

yapa-bilme yetisini ifade etmektedir. Medenî hukukta gerçek kişiler için fiil ehliyeti açısından yapılan sınıflandırma, dava ehliyeti bakımından da ge-çerlidir. Buna göre, ergin olup ayırt etme gücünü haiz bulunan gerçek kişiler (tam) dava ehliyetine sahiptirler. Buna karşılık, ayırt etme gücünü haiz küçükler ve kısıtlılar (sınırlı ehliyetsizler) ile ayırt etme gücü bulunmayanlar (tam ehliyetsiz-ler) dava ehliyetine sahip olmadıklarından, da-vada usûl işlemlerinin, onlar adına, kanunî tem-silcileri eliyle yahut bu temsilcilerce tayin edilen iradi temsilciler aracılığıyla yapılması gerekir.

Dava takip yetkisi ise, medenî hukuktaki tasarruf yetkisinin medenî usûl hukukunda büründüğü şekil olup, somut usûlî talebe ilişkin davayı taraf olarak yürütme yetisini ifade etmektedir. Kural olarak, bir maddî hukuk ilişkisinin süjesi olduğu iddiasıyla dava açanlar ve kendilerine karşı dava açılanların dava takip yetkilerinin mevcut bulun-duğu kabul edilir. Ancak, bazı hallerde, dava ko-nusu hakkın sahibi olmayan üçüncü kişilere de dava takip yetkisi tanınarak davanın yürütülmesi öngörülmektedir. Örneğin, müflis kişinin iflâs masasına giren malvarlığı haklarıyla ilgili dava-ları, iflâs idaresi tarafından yürütülmektedir.

Sıfat ise, bir davanın taraflarında biçimsel ola-rak (davacı ve davalı rolünde) yer alan kişilerin maddî hukuk açısından dava konusu yapılmış olan hak veya hukukî ilişkinin de (hak sahibi ve borçlu olarak) tarafı olup olmadıklarını ifade et-mek üzere kullanılan bir kavramdır. Taraf ehli-yeti, dava ehliehli-yeti, dava takip yetkisi usûle ilişkin olmasına rağmen, sıfat davanın esasına ilişkindir.

Dava arkadaşlığı kavramı ve türleri ile, dava ar-kadaşlarının davadaki durumlarını açıklamak Maddî hukuk açısından, davanın konusunu

teşkil eden hakkın birden fazla kişiye ait olma-sı veya birden fazla kişiye karşı ileri sürülebil-mesi ya da hukukî ilişkinin taraflarında birden fazla kişinin yer alması halinde, usûl hukuku bakımından davanın taraflarında da birden faz-la kişinin yer alması mümkündür. Bu durum dava arkadaşlığı olarak nitelendirilmekte olup, mecburî ve ihtiyarî dava arkadaşlığı olmak üzere ikiye ayrılır. Maddî hukukun, bir hakkın birden fazla kişi tarafından kullanılmasını veya birden

1

2

fazla kişiye karşı kullanılmasını zorunlu kıldığı hallerde, bu hak dava konusu yapıldığı zaman, o hakla ilgili birden fazla kişi mecburî dava ar-kadaşı olur. Buna karşılık, davacılar veya davalı-lar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması; ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri yahut davaların te-melini oluşturan vakıaların ve hukukî sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması durumunda bu kişilerin birlikte dava açabilmesi ve kendileri-ne birlikte dava açılabilmesi durumu ise ihtiyarî dava arkadaşlığı durumunu meydana getirmek-tedir. Mecburî dava arkadaşlığı zorunludur, başka bir deyişle bu dava arkadaşlarının birlikte davacı veya davalı olmaları şarttır, buna karşılık ihtiyarî dava arkadaşlarından her biri ayrı ayrı dava açabileceği gibi birlikte de dava açabilirler.

Davanın tarafları dışında, dava ile ilgisi bulunan üçüncü kişilerin fer’î müdahale, asli müdahale, davanın ihbarı ve tarafların temsili yoluyla dava-da nasıl katıldıklarını açıklamak

Taraflardan birinin yanında dava arkadaşı ola-rak yer alması mümkün bulunmayan yahut bunu istemeyen ve dava sonunda verilecek olan hükümden hukukî durumu dolaylı şekilde etki-lenecek olan üçüncü kişilerin, taraf sıfatı kazan-maksızın, görülmekte olan bir davaya katılarak kendi hukukî menfaatlerini koruyabilmelerine imkân veren kurum, davaya fer’î müdahaledir.

Davaya asli müdahale ise, görülmekte olan bir davanın tarafları veya çekişmesiz yargı işinin ilgilileri dışında bir başka kişinin, yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen veya tamamen hak iddia ederek, ilk derece yargıla-masında hüküm verilinceye kadar, yargılama-nın taraflarına (davacı ve davalıya yahut ilgiliye) karşı aynı mahkemede dava açmasıdır.

Üçüncü kişinin davaya katılmasının yolunu açan imkanlardan biri de davanın ihbarıdır. Da-vanın ihbarı, davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu ede-ceğini düşünen tarafın, tahkikat sonuçlanıncaya kadar bu davayı üçüncü kişiye bildirmesidir. Da-vanın ihbarı, bir yandan, davadan haberdar

edi-len üçüncü kişinin davaya fer’î müdahil sıfatıyla katılabilmesini, diğer yandan davaya müdahale şartları mevcut olmasına rağmen, “müdahale etkisinin” ortaya çıkmaması amacıyla bundan bilinçli olarak kaçınan üçüncü kişiler hakkında, söz konusu etkiyle aynı sonucu doğuran “ihbar etkisinin” doğmasını sağlamaktadır. Kendisine dava ihbar edilen üçüncü kişi fer’î müdahil ola-rak davaya katılmazsa, ileride kendisine ihbar-da bulunan kişi tarafınihbar-dan rücu veya tazminat davası açıldığında, ilk davada verilen hükmün doğru olmadığını ileri süremez.

Temsil ise, bir işlemin, hukukî sonuçlarının ken-disi hakkında doğacağı kişi adına bir başka kişi tarafından yapılmasıdır. Bir hukukî veya usûlî işlemin temsilci aracılığıyla yapılması genellikle iki nedene dayanır. Bunlardan birincisi, işlemin hukukî sonuçlarının kendisi hakkında doğacağı kişinin o işlemi yapabilme ehliyetinin bulunma-ması nedenine dayanan kanunî temsil; ikincisi ise, işlemin hukukî sonuçlarının kendisi hakkın-da doğacağı kişi yahut onun kanunî temsilcisi-nin herhangi bir nedenle, işlemin yapılmasını bir başka kişiye bırakması şeklinde tezahür eden iradi temsildir. Usûl hukuku bakımından, dava ehliyeti bulunmayanlar, dava açılmasıyla başla-yan usûl işlemlerini ancak kanunî temsilcileri eliyle yapabilirler. Kanunî temsilci davada taraf olmayıp, temsil ettiği kişi adına hareket eder. Bu nedenle, kanunî temsilci tarafından veya ona karşı yapılan usûl işlemleri, doğrudan doğruya tarafın kendisi (temsil olunan) hakkında hüküm ifade eder. Kanuni temsilci duruma göre tarafın velisi, vasisi veya kayyımı olabilir. İradî temsil ise, tarafların veya onların kanunî temsilcileri-nin iradelerine dayanan temsildir. Bu durumda, dava ehliyeti bulunan bir kişi, davasını bizzat açıp yürütebileceği gibi, eğer isterse, bu işlemle-rin kendisi tarafından atanan bir temsilci (vekil) eliyle yapılmasını da sağlayabilir. Kişi kendisini vekille temsil ettirmek istiyorsa, bu vekil ancak Avukatlık Kanunu gereğince geçerli bir avukat-lık ruhsatnamesine sahip avukat olabilir.

3

Kendimizi Sınayalım

1. Ölmüş kişi adına bir alacak davası açılması halinde, davaya bakan mahkeme nasıl karar vermelidir?

a. Bir dava şartı olan taraf ehliyetinin bulunma-ması nedeniyle davanın usûlden reddine karar vermelidir.

b. Taraf ehliyetinin bulunmaması nedeniyle dava-nın açılmamış sayılmasına karar vermelidir.

c. Dava ehliyetinin bulunmaması nedeniyle dos-yanın işlemden kaldırılmasına karar vermelidir.

d. Dava takip yetkisinin bulunmaması nedeniyle, eksikliğin tamamlanması için davacı tarafa süre vermelidir.

e. Tarafın ölmüş olması nedeniyle davanın konu-suz kaldığı gerekçesiyle hüküm verilmesine yer olmadığına karar vermelidir.

2. Kişinin kendisinin veya yetkili kılacağı bir vekilin bir davayı davacı veya davalı olarak takip edebilme ve usûl işlemlerini yapabilme yetisini ifade eden hukukî kurum aşağıdakilerden hangisidir?

3. Bir dava biçimsel olarak davacı ve davalı rolünde yer alan kişilerin maddî hukuk açısından dava konusu yapılmış olan hak veya hukukî ilişkinin de (hak sahibi ve borçlu olarak) tarafı olup olmadıklarını ifade eden kavram aşağıdakilerden hangisidir?

4. Medenî hukuktaki tasarruf yetkisinin medenî usûl hukukunda büründüğü şekil olarak, somut usûlî talebe ilişkin davayı taraf olarak yürütme yetisini ifade eden kavram aşağıdakilerden hangisidir?

5. Aşağıdakilerden hangisi taraflara ilişkin dava şart-larından biri değildir?

a. Taraf ehliyeti b. Dava ehliyeti

c. Davaya vekalet ehliyeti d. Dava takip yetkisi e. Sıfat

6. Vekâletnamesinin aslını veya onaylı örneğini mahkemeye vermeyen avukat dava açamaz. Ancak gecikmesinden zarar doğabilecek hallerde mahkeme, vereceği kesin süre içinde vekâletnamesini getirmek koşuluyla avukatın dava açmasına izin verebilir. Bu süre içinde de vekâletname verilmez veya asıl taraf yapılan işlemleri kabul ettiğini dilekçeyle mahkemeye bildirmezse, mahkeme nasıl karar vermelidir?

a. Davayı usûlden reddetmelidir.

b. Davanın açılmamış sayılmasına karar vermelidir.

c. Davayı esastan reddetmelidir.

d. Dosyanın işlemden kaldırılmasına karar ver-melidir.

e. Vekaletnamenin sunulmasını bekletici mesele yapmalıdır.

7. Davanın taraflarından biri davayı kaybettiği takdir-de, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, aşağıdaki yollardan hangisine başvurmalıdır?

a. Üçüncü kişiye davayı ihbar etmelidir.

b. Üçüncü kişinin yanında davaya fer’î müdahil olarak katılmalıdır.

c. Üçüncü kişiye karşı asli müdahale davası açmalıdır.

d. Davayı üçüncü kişiye de teşmil etmelidir.

e. Dava açmak için üçüncü kişinin rızasını almalıdır.

8. İhtiyarî dava arkadaşlığı bakımından aşağıdaki ifa-delerden hangisi yanlıştır?

a. İhtiyarî dava arkadaşlığında, dava arkadaşı sayı-sı kadar dava vardır.

b. İhtiyarî dava arkadaşlarından her biri diğerle-rinden bağımsız olarak hareket edebilir.

c. İhtiyarî dava arkadaşları için dava şartları ve ilk itirazlar kural olarak ayrı ayrı incelenir

d. İhtiyarî dava arkadaşları, iddia ve savunma sebep-lerini diğerlerinden bağımsız olarak kullanabilir.

e. İhtiyarî dava arkadaşları kanun yollarına birlik-te müracaat etmelidirler.

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

9. Davaya fer’î müdahale bakımından aşağıdaki

9. Davaya fer’î müdahale bakımından aşağıdaki